Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Bilimsel Özgürlük
ve Ötesi
yakupkepenek06@hotmail.com
Yaz tatili boyunca, referandum
tartışmaları, “yeni demokrasi”
derken, dünya ekonomisini
unutmuştum. Dünya ekonomisine
geri dönünce garip bir görüntüyle
karşılaştım: Bir yanda “kriz bitti”
iddiaları, diğer yanda “durum daha
da kötüleşiyor” kaygıları...
Borsalar canlı,
altın daha da canlı
Obama, geçen hafta Birleşmiş
Milletler’de yaptığı konuşmada, krizin
aşıldığını, dünya ekonomisinin, (tabii
ABD önderliğinde piyasalara
pompalanan 12 trilyon dolarlık
kurtarma paketleri sayesinde) büyük
bir depresyonun eşiğinden geri
döndüğünü açıkladı. ABD Ulusal
İstatistik Bürosu’na göre de 2007
Aralık ayında başlayan resesyon,
Haziran 2009’da bitmişti. Borsalar,
dört hafta önce başlayan yükselme
eğilimine devam ederek, geçen
haftayı büyük kazançlarla kapattılar.
Ancak değerli metallerin
fiyatlarında görülen artışlar,
piyasalarda güvensizlik duygusunun,
enflasyon beklentisinin artmaya
başladığına işaret ediyordu. Altının
fiyatı 1300 dolara vururken, gümüş
son otuz yılın en yüksek düzeyine
ulaşmıştı.
Halbuki, bazı yorumcular, bu kez
resesyondan çıkış sürecinin önceki
(1950 sonrası) resesyonlardan çıkış
süreçlerine benzemediğine,
büyümenin çok yavaş, işsizliğin çok
yüksek seyrettiğine dikkat
çekiyorlardı. Öyleyse deflasyonist
baskıların devam ediyor olması
gerekmez mi?
Bir taraftan resesyon/kriz bitti
yorumları, 12 trilyonluk finansal
desteğin etkilerine ilişkin beklentileri
yansıtıyor. Öbür taraftan, piyasalar
bu finansal
desteklerin etkisinin
sona erdiğini,
merkez bankalarının, “niceliksel
genişleme” adı altında piyasalara
yeniden para basmaya
başlamalarının kaçınılmaz olduğunu
düşünüyor, güvenlikli limanlara
(madenlere) yöneliyorlar.
Bu resmi, bankaları güvenlik altına
almaya yönelik Basel-III tedbirleri
üzerine bir notla tamamlayabiliriz.
Bankaların sermaye tabanlarını
genişletmeye, karşılıklarını arttırmaya
zorlayan önlemleri içeren, bu yüzden
ilk anda güven vermesi gereken
Basel-III’ün, en önemli önlemlerin
devreye girmesini 2017’ye kadar
ertelemesi, iki kaygıyı birden
güçlendiriyor. Birincisi, bizzat Basel-
III’ün varlığı büyük bankaların mali
yapılarını temizleyemediğine, her an
büyük bir “olayla”
karşılaşabileceğimize ilişkin savları
destekliyor. İkincisi bankaları
zorlayacak önlemlerin 2017’ye kadar
ertelenmesi, bu temizliğin sanılandan
çok daha uzun süreceğini (pisliğin
çok büyük olduğunu) gösteriyor.
Krize, tümöre ve ağrı
kesicilere dair
Tam bu noktada, ender olayların
olasılıklarını inceleyen “Siyah Kuğu”
başlıklı kitabın yazarı istatistikçi
Nassim Taleb’in cuma günü
Montreal’de yaptığı bir konuşmada
söylediklerine bakabiliriz. Taleb,
finansal krizden önce piyasalarda
geçerli risk sistemlerinin sakat, hatta
anlamsız, finansal bir krizin
kaçınılmaz olduğunu savunuyordu.
Montreal’deki konuşmasında
söyledikleri de çok anlamlıydı.
Taleb’e göre Obama yönetiminin
uygulamaları, “kanserli bir hastanın
tümörünü almak yerine, ağrı kesici
vermeye benziyor”. ABD yönetimi,
borç köpüğünü temizleyeceğine,
finansal kurtarma paketleriyle (ağrı
kesiciyle) borcun (tümörün) daha da
büyümesine neden olmuş. Taleb,
“Borç daha büyüdü, işsizlik daha da
arttı... Hükümet borcu azaltmaya
öncelik vermeli, batık şirketleri kendi
haline bırakmalı” diyor.
Taleb’in bu sapması bizi kapitalist
toplumun bir paradoksuyla karşı
karşıya getiriyor. Evet krizin aşılması
için borçların temizlenmesi, batık
şirketlerin tasfiye edilmesi gerekiyor.
Ancak, bu teorik modeldeki
(“ekonominin yasaları” denen şey)
değişkenlerin hayattaki karşılıkları,
gerçek insanlar ve gerçek firmalar.
Bunlara “Kusura bakmayın, genelde
kârları restore etmek, krizi aşmak için,
özelde siz tasfiye olacaksınız”
dediğinizde, onlar da “Asıl sen tasfiye
ol, başkası gelsin” diyebiliyorlar. Bu
yüzden hükümetler “tümörü” almak
yerine son dakikaya kadar “ağrı
kesici” vermeye devam ediyorlar.
Ama eninde sonunda, sermayenin
gereksinimini karşılamak için, siyasi
risklerin üstlenileceği, itiraz edenlerin
bertaraf edileceği o “son dakikaya”
geliniyor. Sanırım artık, o “son
dakikaya” geliniyor...
‘Ekonomik yavaşlama
bir bilmece’…
İşin ilginç yanı, bu “son dakikaya”
gidiş, çoğu zaman ekonomiyi
yönetenlerin şaşkın bakışları altında
gerçekleşiyor. Bu yüzden,
ulaşıldığında da, çoğu zaman kadro
hatta rejim değişiklikleri de gündeme
geliyor.
ABD Merkez
Bankası Başkanı
Bernanke,
geçen hafta Princeton
Üniversitesi’nde yaptığı bir
konuşmanın soru cevap bölümünde
“bu son yavaşlamanın nedenlerinin
bir bilmece (puzzle) olarak kalmaya
devam ettiğini” söylemiş
(MarketWatch, 25/09). On beş
Eylül’de
’da konuşan Greenspan’ın
da hâlâ şaşkınlıktan kurtulamamış
olduğu görülüyor.
Financial Times’dan Robin
Harding de, “Böyle olmamalıydı, on
milyarlarca banka kurtarma, yüz
milyarlarca finansal destek,
trilyonlarca dolar bono satın alma
işleminden sonra ABD ekonomisi
onarılmış, bu yıl güçlü bir büyüme yılı
olmuş olmalıydı” diyor ve devam
ediyordu: “Nerdeee... Ekonomi
yavaşlıyor, işsizlik artıyor.” (24/09)
Bu nedenlerle, Financial Times,
“Bankalar B planını hazırlıyor” başlıklı
yorumunda, merkez bankalarının
yeni bir likidite genişlemesi raunduna
hazırlandıklarını düşünüyor. Financial
Times’a göre bu ikinci raundun etkili
olup olmayacağı belli değil. Bu
yüzden
(borçların
tasfiyesine yönelik önlemler)
gerekiyor”.
Greenspan’ın konuşmasına
dönersek, medyanın, siyasilerin
iyimserliklerine karşın, durumun ne
kadar vahim olduğunu görebileceğiz.
(http://www.cfr.org/publication/2296
5/conversation_with_alan_greenspan
.html) Bu konuşmanın önemli bir
kısmında Greenspan, ABD’nin en
zengin 150 işadamından biri olan,
gayrimenkul yatırımcısı
Zuckerman’ın, multimilyarder Pete
Peterson gibi uzmanların, “Hiçbir
şey kıpırdamıyor”, “Borcunu
ödemeyen ev sahiperini ne zaman
tahliye etmeye başlayacağız”,
“Piyasalar ne zaman
temizlenecek” gibi sorularına cevap
vermeye çalışıyor. Ortaya da, aslında
krizin aşılmasına yönelik herhangi bir
çözümün olmadığına ilişkin zavallı bir
durum çıkıyor.
Greenspan’ın verdiği cevaplar
şöyle özetlenebilir: 2008 ve 2009
yıllarındaki finansal tedbirler etkili
olmadı. Para sisteme girdi, ama
kimse uzun dönemli risk almak
istemediğinden, bankalardan çıkarak
sabit sermaye yatırımlarına
yönelmiyor. “Likidite kapanı
oluştu.” “Sorun üretkenlik” diyor
Greenspan. Diğer bir deyişle
sermaye üretimde kâr
görmediğinden spekülasyonda
kalıyor. Böylece büyümeyi
destekleyecek yeni “değerler”, borç
ödemelerini, tüketimi destekleyecek
yeni iş olanakları oluşmuyor.
Bugünkü koşullarda bankalara giden
paralar piyasaya girse enflasyon riski
yaratacak gözlemleri de “çıkmazı”
çok güzel sergiliyor: Kârlılık geri
gelmeden (kapasite fazlası tasfiye
edilmeden) parasal genişlemeye
devam etmek sorunu daha da
ağırlaştırıyor. Greenspan nedenini bir
türlü anlamıyoruz diyor ama, kıymetli
metallerin fiyatları (dövizlere göre)
işte bu nedenle artıyor.
Bu sürdürülebilir bir süreç değil.
Bir aşamada sermaye birikiminin,
yeniden başlaması için gereken
temizlik, iflaslar, işten çıkartmalarla
(büyük çaplı sermaye devalüasyonu),
insanın direnci, tüm siyasi
sonuçlarıyla birlikte kafa kafaya
gelecek. Greenspan da zaten
“seçeneklerimiz iyi ile kötü
arasında değil, kötü ile çok kötü
arasında” diyor.
Kriz Bitmiş - Durum Kötü
erginy@tr.net
http://erginyildizoglu.blogspot.com
Ekonomi Servisi - Sanayi iş-
çisi kriz öncesine göre ciddi bir
yoksullaşma yaşadõ. Kriz önce-
si dönemde 100 kişinin çalõştõğõ
işyerinde bugün 96 kişinin istih-
dam edildiği belirlendi. 2010 yõ-
lõ 2. çeyreği itibarõyla sanayi ke-
siminde, reel ücretlerde kriz ön-
cesine oranla yüzde 5.57 gerile-
me yaşandõ. En fazla yoksullaş-
manõn yaşandõğõ sektör, makine
ve ekipmanlarõnõn kurulumu ve
onarõmõ alanõnda oldu.
DİSK Araştõrma Enstitüsü
(DİSK-AR) ‘Sanayide Reel Üc-
retler ve İstihdam Raporu’nu
yayõmladõ. Raporda, Türkiye’nin
ekonomik krizin etkilerini tartõş-
maya devam ettiği, kamuoyunda
krizin teğet geçtiğine yönelik al-
gõlamanõn belli çevrelerce sahip-
lenilmiş durumda olduğu, bunda
sermaye kesiminin ve reel sektö-
rün kriz sürecinden avantajlõ bir
biçimde çõkmasõnõn etkisinin bü-
yük olduğu vurgulandõ.
En fazla yoksullaşmanõn maki-
ne ve ekipmanlarõnõn kurulumu ve
onarõmõ sektöründe olduğu, bu
sektördeki işçilerin brüt ücretle-
rinin yüzde 32 oranõnda azaldõğõ
ve bu sektördeki işçilerin alõm
güçlerinin üçte birini kaybettiği
vurgulandõ. Ana metal sanayisin-
de reel ücretlerde yüzde 24’ü bu-
lan kayõplar yaşanõrken otomo-
tivde reel ücretlerin kriz öncesine
göre yüzde 11 azaldõğõ, tekstil sek-
töründe ise reel ücretlerin yüzde
6 düzeyinde gerilediği kaydedil-
di. Raporda, krizin, sanayi işçisi-
nin evine giren ekmeğin küçül-
mesine neden olduğu vurgulandõ.
Krizin olumsuz etkisinin, rapor-
daki verilerin gösterdiği gibi ağõr
bir biçimde hissedilmeye devam
etiğinin belirtildiği raporda, krizin
faturasõnõn sanayi işçisinin üzeri-
ne yõkõldõğõ gibi, bu sürecin hü-
kümet ve sermaye işbirliği ile
büyük işletmeler ve dolar mil-
yarderleri için fõrsat haline
dönüştürüldüğü kaydedildi.
Raporda, “Sömürünün
had safhaya ulaştığı bu
koşullarda artık gelir
adaletini sağlayacak ve in-
sanca çalışma koşullarını
yaratacak ekonomik, siya-
sal tedbirlerin alınması bir
zorunluluk haline gel-
miştir” denildi.
Sanayi istihdamõnda,
henüz kriz öncesi rakamlara
ulaşõlamadõ. Kriz öncesi
dönemde 100 kişinin çalõştõğõ
işyerinde bugün 96 kişi
istihdam ediliyor.
1910’da Boğaz’da ilk temsilciliğin açılmasından sonra,
1917’de Bosch’un kurucusu Robert Bosch (Oturanlardan
Soldan İkinci) bir Alman-Türk dostluk evi kurmuştu.
Ekonomi Servisi - Bu
yõl Türkiye’de 100. yõlõ-
nõ geride bõrakan Bosch,
Türkiye’ye olan bağlõ-
lõğõnõ yeni yatõrõmlarla
sürdürecek. Türkiye’de
ilk üretime başladõğõ
1973’ten bu yana yap-
tõğõ yatõrõmlar 1.4 mil-
yar Avro’yu bulan
Bosch, 2013’e kadar
faaliyet gösterdiği oto-
motiv teknolojileri, tü-
ketim mallarõ ve bina
teknolojileri ile banayi
teknolojisi alanlarda ila-
ve 500 milyon Avro’luk
daha yatõrõm yapacak. Şir-
ket yeni yatõrõmlarõyla şu
anda Türkiye’de 8 bin 250
olan çalõşan sayõsõnõ da 10 bi-
ne çõkaracak.
Bosch Grubu Yönetim Ku-
rulu Başkanõ Franz Fehren-
bach, şirketin 100 yõl kutlamalarõ
çerçevesinde Türkiye’ye bir ziyaret-
te bulundu. Fehrenbach Türkiye’ye
olan güvenlerinin her geçen gün daha
da arttõğõnõ söyledi. Fehrenbach, “Bu
ülkedeki üretim tesislerimizin tek-
nolojik gücüne ve çalışanlarımızın
teknik uzmanlığına her zamankinden
daha fazla güvenmekteyiz. Geçen 10
yıl içinde yaptığımız yatırımın tuta-
rı 1 milyar Avro’dur. Daha 100 yıl bu
ülkede var olmak istiyoruz” dedi.
Fehrenbach, 1960’lõ yõllarõn başõnda İs-
tanbul ve Ankara’da ilk Bosch servis-
lerinin kurulduğunu, şimdi Türki-
ye’deki 240 servisin yõlda 350 binden
fazla aracõn bakõmõnõ ve onarõmõnõ
gerçekleştirdiğini belirtti. Fehrenbach,
“Bosch Grubu kriz öncesi 2007’de el-
de ettiği global ciroya bu yıl nere-
deyse, üstelik kârlılıkla, ulaşa-
cak. Türkiye’de de tüm işaretler
açıkça büyümeyi göstermekte.
Türkiye pazarında yaptığımız
ciro bu yıl yüzde 19 oranında
artarak 750 milyon Avro’ya
ulaşacak. Türkiye’deki şirket-
lerimizin hepsinin 2010 yılın-
daki ihracatları dahil edilmiş ci-
roları ise bir önceki yıla göre yüz-
de 20 artarak 1.6 milyar Avro’ya
ulaşacak” diye konuştu.
“Başarılı Türkler göz ardı edilmesin”
Ekonomi Servisi- Almanya’da yaşayan
kalifiye Türk gençleri arasõndaki iletişimi
güçlendirmek ve onlara kariyer
planlamalarõnda destek sunmak amacõyla
kurulan Türk-Alman Üniversite Ögrencileri
ve Akademisyenler Derneği (TD-Plattform)
üyeleri İstanbul’a kapsamlõ bir gezi programõ
gerçekleştirdi. Kentin ekonomi, sanat, spor ve
medya dünyasõndan önemli isimleriyle bir
araraya gelen grup Almanya’daki
yükseköğrenimli Türklerin, Türkiye ile
bağlantõlarõnõ güçlendirmenin yollarõnõ arõyor.
27 EYLÜL 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA
EKONOMİ 13ekonomi@cumhuriyet.com.tr
DİSK-AR’õn TÜİK sanayi işgücü girdi
endeksleri 2010 yõlõ 2. dönem verilerine
göre hazõrladõğõ raporuna göre, brüt ücret
ve maaşlar krizin etkisinin en derin şekilde
hissedildiği 2009 yõlõnõn II. Dönemine
oranla toplam sanayide yüzde 15.7, ara
malõ imalatõnda yüzde 21, dayanõklõ
tüketim malõ imalatõnda yüzde 20.8,
dayanõksõz tüketim malõ imalatõnda yüzde
14, enerjide yüzde 3.5 ve sermaye malõ
imalatõnda yüzde 16.9 artõş gösterdi. Buna
karşõn işçilerin alõm gücündeki değişimi
gösteren reel ücret endeksi, geçen yõlõn
aynõ dönemi esas alõndõğõnda sanayide
yüzde 5.93 artõşla geçen yõlki yüzde 9’luk
kaybõn gerisinde kaldõ. Söz konusu endeks
ara malõ imalatõnda
yüzde 10.83, dayanõklõ
tüketim malõ imalatõnda yüzde
10.60, dayanõksõz tüketim malõ
imalatõnda yüzde 4.34, sermaye malõ
imalatõnda yüzde 7.02 artõş gösterdi.
Enerjide ise yüzde 5.24 oranõnda bir
gelir kaybõ yaşandõ.
REEL ÜCRETLERDE KAYIP TELAF ED LEMED
İşçi yoksullaştõ
DİSK Araştõrma Enstitüsü’ne göre, sanayi sektörü reel ücretlerinde yüzde 5.57 oranõnda gerileme yaşandõ
‘Bu politikayla
daha çok
ithalat yaparız’
Teknolojik yeniliklerin yalnız mal ve hizmet
üretimini değil, günlük yaşamın her saniyesini
de biçimlendirdiği bir dönemden geçiliyor.
Teknolojik yeniliklerin can damarı araştırma
ve geliştirmedir; bir başka anlatımla, bilgi
üretimidir. Ülke düzleminde alınırsa bilginin
üretim yeri çok büyük ölçüde üniversitelerdir.
Üniversiteler bugünlerde birer birer açılıyor.
Sayılarının hızla artmış ve fiziksel altyapılarının
güçlendirilmiş olmasına karşın, üniversitelerin
özellikle nitelikli öğretim üyesi; barınma,
beslenme ve kütüphane olanaklarının yetersiz
kaldığı da biliniyor. Devlet üniversiteleri,
kadroların paylaşılmasının en acımasız kavga
alanları oluyor. Akademik yükselmeler hakça
bir düzene kavuşturulmuyor. Maaşların
yetersizliği çoğu öğretim üyesinin haftalık ders
yükünü arttırıyor; bu durum araştırma ve yayın
yapılmasını sınırlandırıyor.
Yetersizlikler, gerekli ön hazırlık yapılmadan
kurulan devlet ve vakıf üniversitelerinde çok
daha ağırlaşıyor.
Üniversitelere ilişkin olarak asıl üzerinde
durulması gereken nokta, bilimsel özgürlük
ortamının ne ölçüde var olduğudur. Çünkü, en
yalın anlatımıyla, bilimsel özgürlük olmayınca,
bilimsel üretim olmuyor!
Bu köşede sıkça vurgulandığı gibi, ülkemizin
üniversiteleri bilimsel özgürlükten yoksundur.
Bunun ana içsel nedeni, üniversitelerin özerk
olmayışıdır. Çünkü özerklik, bilimsel
özgürlüğün olmazsa olmaz önkoşuludur.
YÖK uygulaması, üniversite özerkliği
kavramıyla bağdaşmaz. Rektör ve dekan
atamalarında yaşanan olumsuzluklar bunun
somut bir kanıtıdır. Bu ölçüde içinden yıkıma
sürüklenen üniversitede, özgür düşünce,
konulara eleştirel bakış, araştırma ve geliştirme
süreçleri baskı altında kalıyor. Öğretim üyeleri
arasında bilimsel üretim için işbirliğinin yerini iç
çekişmeler alıyor. Tek yanlılıklar o boyutlara
varıyor ki, özgür düşüncenin temeli olan
önyargıların sınıfa sokulmaması ilkesinin bile
işlerlik kazanamadığı anlaşılıyor.
Vakıf üniversitelerinin çok büyük bir
bölümünün ise işin niteliği gereği özerk
olamayacakları çok açıktır. Pek çok vakıf
üniversitesinin daha kuruluşunda, özerk
üniversite kavramıyla hiçbir biçimde
bağdaşmayacak bir sahiplenme anlayışına
dayandığı açıkça görülüyor.
Bilimsel özgürlük, akademik çevre dışında
kalan ortamdan da olumsuz etkileniyor.
Ülkemizde düşünce özgürlüğü üzerinde var
olan sınırlamalar, kaçınılmaz olarak üniversite
ortamını da etkiliyor.
Yalnızca düşünceleri nedeniyle 48 gazeteci
tutuklu ya da hükümlüdür. Böyle bir ortamın
bilimsel üretimin özgürce yapılmasını dolaylı da
olsa olumsuz etkileyeceği açıktır.
Bu toplum, yakın yıllara kadar çok sayıda
aydınını, düşünürünü, öğretim üyesini
cinayetlere kurban verdi. Bu cinayetlerin pek
çoğunun işleyeni bulunamadı.
Şimdilerde insanlar düşünceleri nedeniyle
öldürülmüyor; düşünceleri yüzünden işlerinden
kovuluyor.
Üstelik, bu duruma toplumun her kesiminden
karşı çıkılması gerekirken, öyle olmuyor;
gazetecilerin işten çıkarılması görmezden
geliniyor; toplumsal duyarsızlık akıl almaz
boyutlara varıyor. Kovulanlar kovulduklarıyla
kalıyor.
Çok daha olumsuz bir şey oluyor.
Tıpkı üniversitelerde olduğu gibi, üniversite
dışında da düşünceleri ve yazıları nedeniyle
öldürülmeyenler ya da işlerinden
kovulmayanlar, doğal olarak, korkuya kapılıyor;
çekingen, ürkek ve üretimsiz bir sürece giriyor.
Niteliksel gerileme, derinleşerek kalıcılaşıyor;
düşünceye dayalı üretimde kısırlık kendi
kendini besliyor. Süreklilik kazanan düşünsel
gerileme, üniversitelerin bilgi üretimini de
olumsuz etkiliyor.
Bilginin kaynağı iletişimdir. Son yıllarda
Türkiye’de internet erişimine getirilen yasak ve
kısıtlamalar; ek olarak telefon konuşmalarının
yasadışı bir biçimde dinlenmesinin yarattığı
kaygı ve korku ortamı da, özgür düşünce
sürecini baskı altında tutuyor ve giderek
geriletiyor.
Son günlerdeki sanatsal etkinliklerin topluca
saldırıya uğraması, galerilerin ve sergilerin
basılması, bilimsel üretimin besleyicisi olan
yaratıcılığın da nasıl sınırlandırıldığının yepyeni
bir örneğini oluşturuyor.
Özgürlükler iç içedir. Yine de üniversitelerin
ilke olarak tüm güçleriyle bilimsel özgürlük
ortamına sahip çıkmaları, hiçbir biçimde
kaçınmamaları gereken bir zorunluluktur. Bu
zorunluluk, ekonomik ve toplumsal ilerleme
yönünden değil, bilimsel özgürlüğün
üniversitenin varlık nedeni olmasından
kaynaklanıyor.
Yeni ders yılında üniversitelerin daha özgür
bir bilimsel çevre oluşturmaları, uluslararası
bilimsel özgürlük ilkelerini yakalamaya
çalışmaları, kendileri için de, toplum için de
hem gerekli, hem de çok önemlidir.
Fehrenbach
Bir asrõ geride bõrakan Bosch 3 yõlda 500 milyon Avro yatõracak
Ekonomi Servisi - Türkiye
Ziraatçılar Derneği Başkanı
brahim Yetkin, et fiyatlarının
yükselmesinden sonra alınan
ithalat kararıyla bugüne kadar 77
bin ton et ithal edildiğini,
hayvancılıkta mevcut politikalar
uygulanmaya devam edildiği
müddetçe de ithalatın bitmeyeceğini
söyledi. Yetkin yurtdışından uygun
fiyata damızlık hayvan getirilmesi ve
uygun fiyatta üreticiye satılması
çağrısı yaptı. Yetkin, 1 kilo etin
üreticiye maliyetinin 15 lira
olduğunu, üreticinin
ayrıca kesim için 15-16 lira
daha ödediğini kaydetti.
Et fiyatlarının düşmesi ve
üretiminin artmasını sağlayacak
besi ve damızlık hayvan
ithalinin neden yapılmadığını
anlayamadıklarını ifade
eden Yetkin, 16
Kasım’daki Kurban
Bayramı’nda piyasada
ithal kurbanlık bile
olabileceği
uyarısını yaptı.
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA
yıl daha Türkiye’de