19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Bilimsel Özgürlük ve Ötesi [email protected] Yaz tatili boyunca, referandum tartışmaları, “yeni demokrasi” derken, dünya ekonomisini unutmuştum. Dünya ekonomisine geri dönünce garip bir görüntüyle karşılaştım: Bir yanda “kriz bitti” iddiaları, diğer yanda “durum daha da kötüleşiyor” kaygıları... Borsalar canlı, altın daha da canlı Obama, geçen hafta Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada, krizin aşıldığını, dünya ekonomisinin, (tabii ABD önderliğinde piyasalara pompalanan 12 trilyon dolarlık kurtarma paketleri sayesinde) büyük bir depresyonun eşiğinden geri döndüğünü açıkladı. ABD Ulusal İstatistik Bürosu’na göre de 2007 Aralık ayında başlayan resesyon, Haziran 2009’da bitmişti. Borsalar, dört hafta önce başlayan yükselme eğilimine devam ederek, geçen haftayı büyük kazançlarla kapattılar. Ancak değerli metallerin fiyatlarında görülen artışlar, piyasalarda güvensizlik duygusunun, enflasyon beklentisinin artmaya başladığına işaret ediyordu. Altının fiyatı 1300 dolara vururken, gümüş son otuz yılın en yüksek düzeyine ulaşmıştı. Halbuki, bazı yorumcular, bu kez resesyondan çıkış sürecinin önceki (1950 sonrası) resesyonlardan çıkış süreçlerine benzemediğine, büyümenin çok yavaş, işsizliğin çok yüksek seyrettiğine dikkat çekiyorlardı. Öyleyse deflasyonist baskıların devam ediyor olması gerekmez mi? Bir taraftan resesyon/kriz bitti yorumları, 12 trilyonluk finansal desteğin etkilerine ilişkin beklentileri yansıtıyor. Öbür taraftan, piyasalar bu finansal desteklerin etkisinin sona erdiğini, merkez bankalarının, “niceliksel genişleme” adı altında piyasalara yeniden para basmaya başlamalarının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor, güvenlikli limanlara (madenlere) yöneliyorlar. Bu resmi, bankaları güvenlik altına almaya yönelik Basel-III tedbirleri üzerine bir notla tamamlayabiliriz. Bankaların sermaye tabanlarını genişletmeye, karşılıklarını arttırmaya zorlayan önlemleri içeren, bu yüzden ilk anda güven vermesi gereken Basel-III’ün, en önemli önlemlerin devreye girmesini 2017’ye kadar ertelemesi, iki kaygıyı birden güçlendiriyor. Birincisi, bizzat Basel- III’ün varlığı büyük bankaların mali yapılarını temizleyemediğine, her an büyük bir “olayla” karşılaşabileceğimize ilişkin savları destekliyor. İkincisi bankaları zorlayacak önlemlerin 2017’ye kadar ertelenmesi, bu temizliğin sanılandan çok daha uzun süreceğini (pisliğin çok büyük olduğunu) gösteriyor. Krize, tümöre ve ağrı kesicilere dair Tam bu noktada, ender olayların olasılıklarını inceleyen “Siyah Kuğu” başlıklı kitabın yazarı istatistikçi Nassim Taleb’in cuma günü Montreal’de yaptığı bir konuşmada söylediklerine bakabiliriz. Taleb, finansal krizden önce piyasalarda geçerli risk sistemlerinin sakat, hatta anlamsız, finansal bir krizin kaçınılmaz olduğunu savunuyordu. Montreal’deki konuşmasında söyledikleri de çok anlamlıydı. Taleb’e göre Obama yönetiminin uygulamaları, “kanserli bir hastanın tümörünü almak yerine, ağrı kesici vermeye benziyor”. ABD yönetimi, borç köpüğünü temizleyeceğine, finansal kurtarma paketleriyle (ağrı kesiciyle) borcun (tümörün) daha da büyümesine neden olmuş. Taleb, “Borç daha büyüdü, işsizlik daha da arttı... Hükümet borcu azaltmaya öncelik vermeli, batık şirketleri kendi haline bırakmalı” diyor. Taleb’in bu sapması bizi kapitalist toplumun bir paradoksuyla karşı karşıya getiriyor. Evet krizin aşılması için borçların temizlenmesi, batık şirketlerin tasfiye edilmesi gerekiyor. Ancak, bu teorik modeldeki (“ekonominin yasaları” denen şey) değişkenlerin hayattaki karşılıkları, gerçek insanlar ve gerçek firmalar. Bunlara “Kusura bakmayın, genelde kârları restore etmek, krizi aşmak için, özelde siz tasfiye olacaksınız” dediğinizde, onlar da “Asıl sen tasfiye ol, başkası gelsin” diyebiliyorlar. Bu yüzden hükümetler “tümörü” almak yerine son dakikaya kadar “ağrı kesici” vermeye devam ediyorlar. Ama eninde sonunda, sermayenin gereksinimini karşılamak için, siyasi risklerin üstlenileceği, itiraz edenlerin bertaraf edileceği o “son dakikaya” geliniyor. Sanırım artık, o “son dakikaya” geliniyor... ‘Ekonomik yavaşlama bir bilmece’… İşin ilginç yanı, bu “son dakikaya” gidiş, çoğu zaman ekonomiyi yönetenlerin şaşkın bakışları altında gerçekleşiyor. Bu yüzden, ulaşıldığında da, çoğu zaman kadro hatta rejim değişiklikleri de gündeme geliyor. ABD Merkez Bankası Başkanı Bernanke, geçen hafta Princeton Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmanın soru cevap bölümünde “bu son yavaşlamanın nedenlerinin bir bilmece (puzzle) olarak kalmaya devam ettiğini” söylemiş (MarketWatch, 25/09). On beş Eylül’de ’da konuşan Greenspan’ın da hâlâ şaşkınlıktan kurtulamamış olduğu görülüyor. Financial Times’dan Robin Harding de, “Böyle olmamalıydı, on milyarlarca banka kurtarma, yüz milyarlarca finansal destek, trilyonlarca dolar bono satın alma işleminden sonra ABD ekonomisi onarılmış, bu yıl güçlü bir büyüme yılı olmuş olmalıydı” diyor ve devam ediyordu: “Nerdeee... Ekonomi yavaşlıyor, işsizlik artıyor.” (24/09) Bu nedenlerle, Financial Times, “Bankalar B planını hazırlıyor” başlıklı yorumunda, merkez bankalarının yeni bir likidite genişlemesi raunduna hazırlandıklarını düşünüyor. Financial Times’a göre bu ikinci raundun etkili olup olmayacağı belli değil. Bu yüzden (borçların tasfiyesine yönelik önlemler) gerekiyor”. Greenspan’ın konuşmasına dönersek, medyanın, siyasilerin iyimserliklerine karşın, durumun ne kadar vahim olduğunu görebileceğiz. (http://www.cfr.org/publication/2296 5/conversation_with_alan_greenspan .html) Bu konuşmanın önemli bir kısmında Greenspan, ABD’nin en zengin 150 işadamından biri olan, gayrimenkul yatırımcısı Zuckerman’ın, multimilyarder Pete Peterson gibi uzmanların, “Hiçbir şey kıpırdamıyor”, “Borcunu ödemeyen ev sahiperini ne zaman tahliye etmeye başlayacağız”, “Piyasalar ne zaman temizlenecek” gibi sorularına cevap vermeye çalışıyor. Ortaya da, aslında krizin aşılmasına yönelik herhangi bir çözümün olmadığına ilişkin zavallı bir durum çıkıyor. Greenspan’ın verdiği cevaplar şöyle özetlenebilir: 2008 ve 2009 yıllarındaki finansal tedbirler etkili olmadı. Para sisteme girdi, ama kimse uzun dönemli risk almak istemediğinden, bankalardan çıkarak sabit sermaye yatırımlarına yönelmiyor. “Likidite kapanı oluştu.” “Sorun üretkenlik” diyor Greenspan. Diğer bir deyişle sermaye üretimde kâr görmediğinden spekülasyonda kalıyor. Böylece büyümeyi destekleyecek yeni “değerler”, borç ödemelerini, tüketimi destekleyecek yeni iş olanakları oluşmuyor. Bugünkü koşullarda bankalara giden paralar piyasaya girse enflasyon riski yaratacak gözlemleri de “çıkmazı” çok güzel sergiliyor: Kârlılık geri gelmeden (kapasite fazlası tasfiye edilmeden) parasal genişlemeye devam etmek sorunu daha da ağırlaştırıyor. Greenspan nedenini bir türlü anlamıyoruz diyor ama, kıymetli metallerin fiyatları (dövizlere göre) işte bu nedenle artıyor. Bu sürdürülebilir bir süreç değil. Bir aşamada sermaye birikiminin, yeniden başlaması için gereken temizlik, iflaslar, işten çıkartmalarla (büyük çaplı sermaye devalüasyonu), insanın direnci, tüm siyasi sonuçlarıyla birlikte kafa kafaya gelecek. Greenspan da zaten “seçeneklerimiz iyi ile kötü arasında değil, kötü ile çok kötü arasında” diyor. Kriz Bitmiş - Durum Kötü [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Ekonomi Servisi - Sanayi iş- çisi kriz öncesine göre ciddi bir yoksullaşma yaşadõ. Kriz önce- si dönemde 100 kişinin çalõştõğõ işyerinde bugün 96 kişinin istih- dam edildiği belirlendi. 2010 yõ- lõ 2. çeyreği itibarõyla sanayi ke- siminde, reel ücretlerde kriz ön- cesine oranla yüzde 5.57 gerile- me yaşandõ. En fazla yoksullaş- manõn yaşandõğõ sektör, makine ve ekipmanlarõnõn kurulumu ve onarõmõ alanõnda oldu. DİSK Araştõrma Enstitüsü (DİSK-AR) ‘Sanayide Reel Üc- retler ve İstihdam Raporu’nu yayõmladõ. Raporda, Türkiye’nin ekonomik krizin etkilerini tartõş- maya devam ettiği, kamuoyunda krizin teğet geçtiğine yönelik al- gõlamanõn belli çevrelerce sahip- lenilmiş durumda olduğu, bunda sermaye kesiminin ve reel sektö- rün kriz sürecinden avantajlõ bir biçimde çõkmasõnõn etkisinin bü- yük olduğu vurgulandõ. En fazla yoksullaşmanõn maki- ne ve ekipmanlarõnõn kurulumu ve onarõmõ sektöründe olduğu, bu sektördeki işçilerin brüt ücretle- rinin yüzde 32 oranõnda azaldõğõ ve bu sektördeki işçilerin alõm güçlerinin üçte birini kaybettiği vurgulandõ. Ana metal sanayisin- de reel ücretlerde yüzde 24’ü bu- lan kayõplar yaşanõrken otomo- tivde reel ücretlerin kriz öncesine göre yüzde 11 azaldõğõ, tekstil sek- töründe ise reel ücretlerin yüzde 6 düzeyinde gerilediği kaydedil- di. Raporda, krizin, sanayi işçisi- nin evine giren ekmeğin küçül- mesine neden olduğu vurgulandõ. Krizin olumsuz etkisinin, rapor- daki verilerin gösterdiği gibi ağõr bir biçimde hissedilmeye devam etiğinin belirtildiği raporda, krizin faturasõnõn sanayi işçisinin üzeri- ne yõkõldõğõ gibi, bu sürecin hü- kümet ve sermaye işbirliği ile büyük işletmeler ve dolar mil- yarderleri için fõrsat haline dönüştürüldüğü kaydedildi. Raporda, “Sömürünün had safhaya ulaştığı bu koşullarda artık gelir adaletini sağlayacak ve in- sanca çalışma koşullarını yaratacak ekonomik, siya- sal tedbirlerin alınması bir zorunluluk haline gel- miştir” denildi. Sanayi istihdamõnda, henüz kriz öncesi rakamlara ulaşõlamadõ. Kriz öncesi dönemde 100 kişinin çalõştõğõ işyerinde bugün 96 kişi istihdam ediliyor. 1910’da Boğaz’da ilk temsilciliğin açılmasından sonra, 1917’de Bosch’un kurucusu Robert Bosch (Oturanlardan Soldan İkinci) bir Alman-Türk dostluk evi kurmuştu. Ekonomi Servisi - Bu yõl Türkiye’de 100. yõlõ- nõ geride bõrakan Bosch, Türkiye’ye olan bağlõ- lõğõnõ yeni yatõrõmlarla sürdürecek. Türkiye’de ilk üretime başladõğõ 1973’ten bu yana yap- tõğõ yatõrõmlar 1.4 mil- yar Avro’yu bulan Bosch, 2013’e kadar faaliyet gösterdiği oto- motiv teknolojileri, tü- ketim mallarõ ve bina teknolojileri ile banayi teknolojisi alanlarda ila- ve 500 milyon Avro’luk daha yatõrõm yapacak. Şir- ket yeni yatõrõmlarõyla şu anda Türkiye’de 8 bin 250 olan çalõşan sayõsõnõ da 10 bi- ne çõkaracak. Bosch Grubu Yönetim Ku- rulu Başkanõ Franz Fehren- bach, şirketin 100 yõl kutlamalarõ çerçevesinde Türkiye’ye bir ziyaret- te bulundu. Fehrenbach Türkiye’ye olan güvenlerinin her geçen gün daha da arttõğõnõ söyledi. Fehrenbach, “Bu ülkedeki üretim tesislerimizin tek- nolojik gücüne ve çalışanlarımızın teknik uzmanlığına her zamankinden daha fazla güvenmekteyiz. Geçen 10 yıl içinde yaptığımız yatırımın tuta- rı 1 milyar Avro’dur. Daha 100 yıl bu ülkede var olmak istiyoruz” dedi. Fehrenbach, 1960’lõ yõllarõn başõnda İs- tanbul ve Ankara’da ilk Bosch servis- lerinin kurulduğunu, şimdi Türki- ye’deki 240 servisin yõlda 350 binden fazla aracõn bakõmõnõ ve onarõmõnõ gerçekleştirdiğini belirtti. Fehrenbach, “Bosch Grubu kriz öncesi 2007’de el- de ettiği global ciroya bu yıl nere- deyse, üstelik kârlılıkla, ulaşa- cak. Türkiye’de de tüm işaretler açıkça büyümeyi göstermekte. Türkiye pazarında yaptığımız ciro bu yıl yüzde 19 oranında artarak 750 milyon Avro’ya ulaşacak. Türkiye’deki şirket- lerimizin hepsinin 2010 yılın- daki ihracatları dahil edilmiş ci- roları ise bir önceki yıla göre yüz- de 20 artarak 1.6 milyar Avro’ya ulaşacak” diye konuştu. “Başarılı Türkler göz ardı edilmesin” Ekonomi Servisi- Almanya’da yaşayan kalifiye Türk gençleri arasõndaki iletişimi güçlendirmek ve onlara kariyer planlamalarõnda destek sunmak amacõyla kurulan Türk-Alman Üniversite Ögrencileri ve Akademisyenler Derneği (TD-Plattform) üyeleri İstanbul’a kapsamlõ bir gezi programõ gerçekleştirdi. Kentin ekonomi, sanat, spor ve medya dünyasõndan önemli isimleriyle bir araraya gelen grup Almanya’daki yükseköğrenimli Türklerin, Türkiye ile bağlantõlarõnõ güçlendirmenin yollarõnõ arõyor. 27 EYLÜL 2010 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA EKONOMİ [email protected] DİSK-AR’õn TÜİK sanayi işgücü girdi endeksleri 2010 yõlõ 2. dönem verilerine göre hazõrladõğõ raporuna göre, brüt ücret ve maaşlar krizin etkisinin en derin şekilde hissedildiği 2009 yõlõnõn II. Dönemine oranla toplam sanayide yüzde 15.7, ara malõ imalatõnda yüzde 21, dayanõklõ tüketim malõ imalatõnda yüzde 20.8, dayanõksõz tüketim malõ imalatõnda yüzde 14, enerjide yüzde 3.5 ve sermaye malõ imalatõnda yüzde 16.9 artõş gösterdi. Buna karşõn işçilerin alõm gücündeki değişimi gösteren reel ücret endeksi, geçen yõlõn aynõ dönemi esas alõndõğõnda sanayide yüzde 5.93 artõşla geçen yõlki yüzde 9’luk kaybõn gerisinde kaldõ. Söz konusu endeks ara malõ imalatõnda yüzde 10.83, dayanõklõ tüketim malõ imalatõnda yüzde 10.60, dayanõksõz tüketim malõ imalatõnda yüzde 4.34, sermaye malõ imalatõnda yüzde 7.02 artõş gösterdi. Enerjide ise yüzde 5.24 oranõnda bir gelir kaybõ yaşandõ. REEL ÜCRETLERDE KAYIP TELAF ED LEMED İşçi yoksullaştõ DİSK Araştõrma Enstitüsü’ne göre, sanayi sektörü reel ücretlerinde yüzde 5.57 oranõnda gerileme yaşandõ ‘Bu politikayla daha çok ithalat yaparız’ Teknolojik yeniliklerin yalnız mal ve hizmet üretimini değil, günlük yaşamın her saniyesini de biçimlendirdiği bir dönemden geçiliyor. Teknolojik yeniliklerin can damarı araştırma ve geliştirmedir; bir başka anlatımla, bilgi üretimidir. Ülke düzleminde alınırsa bilginin üretim yeri çok büyük ölçüde üniversitelerdir. Üniversiteler bugünlerde birer birer açılıyor. Sayılarının hızla artmış ve fiziksel altyapılarının güçlendirilmiş olmasına karşın, üniversitelerin özellikle nitelikli öğretim üyesi; barınma, beslenme ve kütüphane olanaklarının yetersiz kaldığı da biliniyor. Devlet üniversiteleri, kadroların paylaşılmasının en acımasız kavga alanları oluyor. Akademik yükselmeler hakça bir düzene kavuşturulmuyor. Maaşların yetersizliği çoğu öğretim üyesinin haftalık ders yükünü arttırıyor; bu durum araştırma ve yayın yapılmasını sınırlandırıyor. Yetersizlikler, gerekli ön hazırlık yapılmadan kurulan devlet ve vakıf üniversitelerinde çok daha ağırlaşıyor. Üniversitelere ilişkin olarak asıl üzerinde durulması gereken nokta, bilimsel özgürlük ortamının ne ölçüde var olduğudur. Çünkü, en yalın anlatımıyla, bilimsel özgürlük olmayınca, bilimsel üretim olmuyor! Bu köşede sıkça vurgulandığı gibi, ülkemizin üniversiteleri bilimsel özgürlükten yoksundur. Bunun ana içsel nedeni, üniversitelerin özerk olmayışıdır. Çünkü özerklik, bilimsel özgürlüğün olmazsa olmaz önkoşuludur. YÖK uygulaması, üniversite özerkliği kavramıyla bağdaşmaz. Rektör ve dekan atamalarında yaşanan olumsuzluklar bunun somut bir kanıtıdır. Bu ölçüde içinden yıkıma sürüklenen üniversitede, özgür düşünce, konulara eleştirel bakış, araştırma ve geliştirme süreçleri baskı altında kalıyor. Öğretim üyeleri arasında bilimsel üretim için işbirliğinin yerini iç çekişmeler alıyor. Tek yanlılıklar o boyutlara varıyor ki, özgür düşüncenin temeli olan önyargıların sınıfa sokulmaması ilkesinin bile işlerlik kazanamadığı anlaşılıyor. Vakıf üniversitelerinin çok büyük bir bölümünün ise işin niteliği gereği özerk olamayacakları çok açıktır. Pek çok vakıf üniversitesinin daha kuruluşunda, özerk üniversite kavramıyla hiçbir biçimde bağdaşmayacak bir sahiplenme anlayışına dayandığı açıkça görülüyor. Bilimsel özgürlük, akademik çevre dışında kalan ortamdan da olumsuz etkileniyor. Ülkemizde düşünce özgürlüğü üzerinde var olan sınırlamalar, kaçınılmaz olarak üniversite ortamını da etkiliyor. Yalnızca düşünceleri nedeniyle 48 gazeteci tutuklu ya da hükümlüdür. Böyle bir ortamın bilimsel üretimin özgürce yapılmasını dolaylı da olsa olumsuz etkileyeceği açıktır. Bu toplum, yakın yıllara kadar çok sayıda aydınını, düşünürünü, öğretim üyesini cinayetlere kurban verdi. Bu cinayetlerin pek çoğunun işleyeni bulunamadı. Şimdilerde insanlar düşünceleri nedeniyle öldürülmüyor; düşünceleri yüzünden işlerinden kovuluyor. Üstelik, bu duruma toplumun her kesiminden karşı çıkılması gerekirken, öyle olmuyor; gazetecilerin işten çıkarılması görmezden geliniyor; toplumsal duyarsızlık akıl almaz boyutlara varıyor. Kovulanlar kovulduklarıyla kalıyor. Çok daha olumsuz bir şey oluyor. Tıpkı üniversitelerde olduğu gibi, üniversite dışında da düşünceleri ve yazıları nedeniyle öldürülmeyenler ya da işlerinden kovulmayanlar, doğal olarak, korkuya kapılıyor; çekingen, ürkek ve üretimsiz bir sürece giriyor. Niteliksel gerileme, derinleşerek kalıcılaşıyor; düşünceye dayalı üretimde kısırlık kendi kendini besliyor. Süreklilik kazanan düşünsel gerileme, üniversitelerin bilgi üretimini de olumsuz etkiliyor. Bilginin kaynağı iletişimdir. Son yıllarda Türkiye’de internet erişimine getirilen yasak ve kısıtlamalar; ek olarak telefon konuşmalarının yasadışı bir biçimde dinlenmesinin yarattığı kaygı ve korku ortamı da, özgür düşünce sürecini baskı altında tutuyor ve giderek geriletiyor. Son günlerdeki sanatsal etkinliklerin topluca saldırıya uğraması, galerilerin ve sergilerin basılması, bilimsel üretimin besleyicisi olan yaratıcılığın da nasıl sınırlandırıldığının yepyeni bir örneğini oluşturuyor. Özgürlükler iç içedir. Yine de üniversitelerin ilke olarak tüm güçleriyle bilimsel özgürlük ortamına sahip çıkmaları, hiçbir biçimde kaçınmamaları gereken bir zorunluluktur. Bu zorunluluk, ekonomik ve toplumsal ilerleme yönünden değil, bilimsel özgürlüğün üniversitenin varlık nedeni olmasından kaynaklanıyor. Yeni ders yılında üniversitelerin daha özgür bir bilimsel çevre oluşturmaları, uluslararası bilimsel özgürlük ilkelerini yakalamaya çalışmaları, kendileri için de, toplum için de hem gerekli, hem de çok önemlidir. Fehrenbach Bir asrõ geride bõrakan Bosch 3 yõlda 500 milyon Avro yatõracak Ekonomi Servisi - Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı brahim Yetkin, et fiyatlarının yükselmesinden sonra alınan ithalat kararıyla bugüne kadar 77 bin ton et ithal edildiğini, hayvancılıkta mevcut politikalar uygulanmaya devam edildiği müddetçe de ithalatın bitmeyeceğini söyledi. Yetkin yurtdışından uygun fiyata damızlık hayvan getirilmesi ve uygun fiyatta üreticiye satılması çağrısı yaptı. Yetkin, 1 kilo etin üreticiye maliyetinin 15 lira olduğunu, üreticinin ayrıca kesim için 15-16 lira daha ödediğini kaydetti. Et fiyatlarının düşmesi ve üretiminin artmasını sağlayacak besi ve damızlık hayvan ithalinin neden yapılmadığını anlayamadıklarını ifade eden Yetkin, 16 Kasım’daki Kurban Bayramı’nda piyasada ithal kurbanlık bile olabileceği uyarısını yaptı. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA yıl daha Türkiye’de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle