23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 AĞUSTOS 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Aptal Yerine Konmak ATASÖZLERİMİZİN büyükçe bir bölümü akıl üzerinedir; en küçük derlemede bile, başka tümce içinde olanlar bir yana, doğrudan bu sözcükle başlayan en az on- on beş atasözüne rastlarsınız. En güzel ve doğru olanlardan biri de şudur: “Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenip almış.” Böyle olunca siyasette büyük akılsızlık, insanları aptal yerine koymak oluyor herhalde. Çünkü durup dururken, en kıt akıllı da dahil, bütün insanlara hakaret etmiş olmuyor musunuz öylece? İktidar partisinin halkla ilişkilerini, propaganda ve reklam işlerini yürütenlerin iyi çalıştığı, örgüt başarısının da büyük ölçüde bu yolla sağlandığı çok söylenir. Nitekim, halkoylaması kampanyasının iyice kızıştığı şu günlerde, ülkedeki büyük tirajlı ve dolgun sayfalı gazetelerden birinin sonuna tam dış sayfa “EVET” reklamı vermek, işini iyi bilmenin ve gereken çabayı tam zamanında göstermenin belirtisi değil midir? İsterseniz öyle bir gazeteye öyle bir reklam vermeye kalkın bir gün de görün ne demek olduğunu. Reklamın konusu, son günlerin anayasa değişikliği paketinde AKP’nin öve öve göklere çıkardığı ama ciddi hukukçuların eksik, hatta yanlış bulduğu bir kurula ilişkin: “Avrupa Birliği standardında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na EVET” (kırmızı harflerle). Sloganlardan biri, “Yargı bağımsızlığını tehdit eden değil, temin eden HSYK için EVET” dedikten sonra, birkaç satır aşağıda “Meslekten ihraç dahil, HSYK’nin tüm kararlarının yargı denetimine açık olduğu HSYK için EVET” diye devam ediyor. Sayfanın sonu ise siyah ve kırmızı satırlarla “mukayeseli hukuk” tablosu: Bir yanda, siyah harflerle “mevcut madde”, öbür yanda da kırmızı harflerle “halkoylamasına sunulacak madde”. Öbür maddeler gibi bunu da beğenmiş olacağınız için mührü pusulanın beyazına vurmanız bekleniyor. A, ama o ne? “Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz” diyor. Hani “bütün kararlar yargı denetimine açık” olacaktı? Ustaca aldatılmış oluyorsunuz. Bir başka aldatılış, üstelik daha önemli: İktidar “ateşkes” için PKK ile görüştü mü? Görüştüyse, İmralı’daki “önder”le mi, Kandil’deki Karayılan’la mı? Hükümet olarak mı, devlet olarak mı? Kime inanılacak, Başbakan’a mı, Cumhurbaşkanı’na mı? Kim kime ne sözü verdi? Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi, koskoca bir ulusun aptal yerine konması üzerine, onca deneyimine karşın, yine de soruyor: “Demek ki neymiş?” Demek ki aptal yerine konmaktaymışız ve öyle olup olmadığımızı bu kez 12 Eylül’de; olmadı, gelecek genel seçimde mutlaka göstermemiz gerekiyormuş. Yoksa, konduğumuz yeri beğeniyoruz demektir. O zaman kendimizi beğenir miyiz acaba? Ya da torunlarımız bizleri? PENCERE Geri Kalan Saat... Geçenlerde televizyonda Rıfat Ilgaz’ı gördüm. Milliyet gazetesinde yayımlanacak “Hababam Sınıfı”nı okurlarına duyurmak için reklam programına çıkmıştı. Ilgaz konuşurken, ben de geçmişe doğru kaydım, eski yıllara uzandım. Hababam Sınıfı, Türk mizah edebiyatının başyapıtlarından biridir. Ne var ki ilk kez 1956’da “Dolmuş” mizah dergisinde yayımlanırken, “Hababam Sınıfı”nın altında Rıfat Ilgaz’ın imzası yoktu; bir takma ad vardı. Neden? Bizim toplumda öteden beri “yazılı olmayan yasaklar”ın gücü, yazılı yasaklardan ağır basar. “İyi saatte olsunlar” 1950’lerde iki mizah ustamızı aforoz etmişti. Bunlardan birisiydi Rıfat Ilgaz; “Sınıf” adıyla yayımlanan şiir kitabı yüzünden yargılanmış, hapis cezası yemiş, sakıncalı kişiydi. “Marko Paşa” dergisinin yazarlarından solcu şaire Babıâli’de kim iş verebilirdi? “Dolmuş”ta ancak takma adla yazabiliyordu Rıfaz Ilgaz; yine de kaygılıydık... Mizah edebiyatımızın büyük ustası Aziz Nesin’in güzelim öykülerini ve yazılarını da Dolmuş’ta takma adlarla yayımlıyorduk; Aziz Nesin, 6-7 Eylül olayları yüzünden tutukluydu. Hiçbir suçu olmayan yazar, hapishaneden yollardı yazılarını; çıktıktan sonra da “sakıncalı kişi” konumundan uzun süre kurtulamadı. Bu durum, İtalya’da yapılan “Uluslararası Bordighera Mizah Yarışması”nda Aziz Nesin’in “Altın Palmiye” Ödülü’nü kazanmasıyla değişebildi; aforoz çemberi kırıldı. 1960’ların ilk yarısında bir gün, YÖN dergisinde, Doğan Avcıoğlu dedi ki: - Nâzım Hikmet’in şiirlerini yayımlayalım mı? Duraksadım... Nâzım Hikmet’in şiirlerini yasaklayan ne bir mahkeme kararı ne de bir yasa vardı; ama, yazılı olmayan bir kanun geçerliydi; sanki şairin üstüne bir demir kapak kapanmış, sanatçıyı diri diri mezara gömmüştü. Ne yalan söyleyelim, Doğan’ın sorusu beni düşündürmüştü. Evrensel sosyalizme Türkiye gerçeğinde ulusal içerik arayışını sürdürüyor, geniş kitlelere ulaşmak için çalışıyorduk. Nâzım Hikmet öylesine aforoz edilmişti ki okurların tepkisini hesaba katmak gerekmiyor muydu? Ya “devlet içindeki devlet” bu yayına karşı ne yapabilirdi? “Kurtuluş Savaşı Destanı”ndaki şiirlerle yayına başladık; YÖN kapışıldı; Nâzım dilden dile dolaşıyordu; yazısız yasak kalkmıştı. NATO ve ABD’ye ilişkin eleştiri, 1950’lerde yasaktı. Bir yazılı kanun mu vardı? Hayır... Ama “görünmeyen iktidar”ın baskısı altında kafalar öylesine betonlaşmıştı ki, Amerika’yı eleştirmek “vatan ihaneti” ile özdeşleşmiş; Türkiye, “NATO cumhuriyeti”ne dönüşmüştü. Ortaçağ bağnazlığı 20’nci yüzyılda yaşanıyordu; ABD ile NATO’yu eleştirenleri neredeyse odun yığını üzerinde yakacak, seyrine bakıp keyfini sürecektik. 1964’te Kıbrıs’ta soydaşlarımız katledilirken Amerika karşımıza çıkınca iş değişti. Bugün NATO’yu da ABD’yi de eleştirebiliyoruz; ama, yıllar yılı öylesine katılıp kaldık ki artık iş işten geçmiştir; Ankara’nın Vaşington’a bağımlılığını sağlayan ekonomik ve askeri zincirleri kırmak çok güç... Son günlerde “Kürt sorunu” ucundan ucundan gazetelerde konuşulmaya başlayınca geçmişi andım. Kim bu yaraya parmak basmak istediyse, şimdiye değin canına okuduk. Bu sorunun konuşulmaması için bir yazılı yasa da yoktu. Ama şimdi Güneydoğuda katliam üstüne katliam gündeme girince ve hükümet “aciz” kalınca, sorun ister istemez tartışma alanına girdi. Dilerim ki geç kalmış olmayalım. (21 Temmuz 1987 tarihli yazısı) B ir ilin emniyet müdürü, dö- nem dönem dilinin cezasõnõ çekmiş fakat dürüstlüğü ve ce- sareti ile dostun düşmanõn say- gõsõnõ kazanmõş; kendisini ka- bul ettirmiş. İhbarda bulunduğu dini cemaat ile ruhsal yakõnlõğõ ve hatta bir zamanlar or- ganik bağõ olduğunu da saklamayan, em- niyet istihbarat örgütünün çağdaş aletler- le donatõlmasõnda önemli payõ olmuş, her- kesin tanõdõğõ, biraz da safça sahip olduğu anlaşõlan bir ben-i âdem: Hanefi Avcı. Gençliğinde Nurcularõn “rahle-i tedri- sinden” geçmiş, çocuklarõnõ da Nurcu- luktan doğmuş bir kol olan Fethullahçõla- rõn okullarõnda okutan, bu gruplarõ hâlâ çö- zümleyemediği kitabõn sonuç kõsmõnda verdiği bazõ öğütlerden anlaşõlan, haliha- zõr ilişkilerinden onlarõ yine yakõndan iz- lediği görülen ve fakat formasyonunun ağõr baskõsõndan bir türlü kurtulamayan, bu nedenlerle de çelişkiler içinde kõvranan bir cesur yürek. Suç duyurusunda bulunduğu faillerden is- mini veremediklerini yetkililere açõklaya- cağõnõ söyleyen Avcõ, “belge, kanıt gös- termediği” yollu eleştirileri ve kuşkularõ biz- ce birkaç nedenle hak etmemektedir. Önce belirtelim ki Beşiktaş, Silivri ola- ğanüstü mahkemelerinin (Ergenekon, Bal- yoz vs.) savcõ ve yargõçlarõnõ telaffuz etmekle gösterdiği kanõtlar yeterlidir. Adalet Bakanlõğõ Teftiş Kurulu Başkan Yardõmcõsõ ve müfettişlerini, Emniyet Ge- nel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlõğõ ve diğer bazõ kuruluşlarõ işaret etmekle üs- tüne düşeni yapmõş olmaktadõr. Bu neden- le Cemil Çiçek gibi bu işler tezgâhlanõrken Adalet Bakanlõğõ’nda bulunan bir sorumlu- nun ve hâlâ hoca efendilerinin etkisinden ve geçmişinden kurtulmaya çõrpõndõğõ halde bir türlü başaramayan Ahmet Hakan gibilere verilecek cevap bize Selim Edes’i hatõrlat- maktadõr. Avcı’nın ihbarları yürürlüğe konmalı Gerçekten olaylarõn yapõsõ, suçlularõn iş- gal ettikleri etkin görevler ve örgütlenme bi- çimi, standart maddi kanõt ve belgelerin ön- ceden kolaylõkla elde edilmesine engeldir. Ancak odaklar bellidir ve erişilmesi çok ko- laydõr. İmzasõz ihbar mektuplarõ üzerine tüm güvenlik ve adalet örgütünü seferber eden adil (!) AKP iktidarõ bu mektup ve gizli ta- nõklardan çok çok daha ciddi kanõtlar sunan Hanefi Avcõ’nõn ihbarlarõnõ yürürlüğe koy- mak zorundadõr. Ama ne yazõk ki cibiliyetleri gereği Av- cõ’ya müfettiş göndermekle işe başladõlar. Bu şaşõrtõcõ olmamõştõr. Gülen cemaati diğerleri gibi AKP’nin has müşterisidir ama tarihe not düşmek ve Yüce Divanõ anõmsatmak için bu cemaate uy- gulanmasõ zorunlu T. Ceza Kanunu mad- delerini (özel yasalar ayrõk tutularak) topluca aşağõya çõkarõyoruz.:Madde 257- Görevi kötüye kullanmak (tüm kamu görevlileri için), Madde 265- Görev yaptõrmamak için direnmek, Madde 267- İftira, Madde 277- Yargõ görevini yapanõ etkilemek, Madde 278-279- İşlenmekte olan suçu bildirmemek, Madde 283- Suçluyu kayõrmak, Madde 288- Adil yargõlamayõ etkilemeye teşebbüs, Madde 302- Devletin bağõmsõzlõğõnõ zayf- latmak ve birliğini bozmaya yönelik fiil (mü- ebbet), Madde 309- TC Anayasasõ’nõn ön- gördüğü düzeni ortadan kaldõrmaya veya baş- ka bir düzen getirmeye teşebbüs (ağõrlaştõ- rõlmõş müebbet), Madde 312- TC hüküme- tini ortadan kardõrmaya veya görevlerini yap- masõnõ kõsmen veya tamamen engellemeye teşebbüs (ağõrlaştõrõlmõş müebbet) Madde 316-302, 309, 312 maddelerdeki suçlardan birini işlemek için iki veya daha fazla kişi- nin anlaşmasõ cebir ve şiddet unsurunun, bu suçlarda güvenlik ve adalet kuvvetleri yer al- dõğõ için gerçekleştiği düşünülmektedir. Böylesine ağõr bir tablo karşõsõnda Cemil Çiçek’in ne hakla Fethullah Gü- len’i “Türkiye’ye gelmesinde engel yoktur” şeklinde bir ifade ile önceden ak- lamaya çalõştõğõnõ anlamak zordur. İşte Avcõ, bu suçlarõ işleyen cemaat hak- kõnda soruşturma açmayan savcõ ve yar- gõçlar dahil tüm kamu görevlilerini bu ki- tabõ ile ihbar etmektedir. Örgüt liderini bundan ayrõk tuttuğuna dair bir ifadeye biz rastlayamadõk. Gülen Örgütü ve Türk Ceza Kanunu Şevket ÇİZMELİ Avukat İmzasõz ihbar mektuplarõ üzerine tüm güvenlik ve adalet örgütünü seferber eden adil (!) AKP iktidarõ bu mektup ve gizli tanõklardan çok çok daha ciddi kanõtlar sunan Hanefi Avcõ’nõn ihbarlarõnõ yürürlüğe koymak zorundadõr. A KP siyasal erkin başõna oturalõ Türkiye her gün yeni ve yapay gündem- lerle oyalanõyor. Toplumun eko- nomik ve sosyal sorunlarõ bir ta- rafa bõrakõlarak görmezlikten ge- liniyor. Dikkatleri dağõtmak ya da başka yönlere çekmek için adeta özel bir çaba gösteriliyor. Anõmsanõrsa, bu hükümet iş- başõna geleli Türkiye’nin en temel hiçbir iç sorununa köklü çözüm- ler getirilmedi. Daha çok dõşa dö- nük ilişkilere odaklanmõş bir po- litikayla adeta bir turizm firmasõ gibi diyar diyar dolaşõldõ! Bu saptamayõ haklõ çõkarmak için somut argümanlar verme- miz gerekecek. Birincisi, AKP da- ha kuruluşundan beri hiç yerli bir parti olmadõ, olamadõ. Çünkü bu partinin kökleri hep dõşarõdaydõ ve bir Amerikan projesi olarak lan- se edildi. Dünyanõn hiçbir ülke- sinin devlet ya da hükümet baş- kanõ kolay kolay Beyaz Saray’a kabul edilmezken, AKP Başkanõ Recep Tayyip Erdoğan daha başbakan olmadan Beyaz Sa- ray’da konuk edildi. Yine bir Amerikan projesi olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) durduk yerde kendisini eşbaşkanõ ilan eden Tayyip Er- doğan’õn değil miydi? Daha da önemlisi bir ülkenin ekonomik ve toplumsal dokusunun temelini oluşturan işletme ve kuruluşlar bu hükümet zamanõnda özelleştir- me adõ altõnda yabancõlara ve yerli işbirlikçilerine haraç mezat satõlmadõ mõ? Bu örnekler çoğaltõlabilir. Ama bunlardan da önemlisi sözünü ettiğimiz siyasal partinin ideolo- jik önderi daha bu parti kurul- madan Amerika’ya yerleşti ve halen orada oturmaktadõr. AKP’nin kurmaylarõnõn yüzünü Kâbe’ye döner gibi halen yönle- rini bu Hoca’ya bakarak belirle- diklerine son Mavi Marmara olaylarõnda bir kez daha tanõk olunmadõ mõ? Şimdi gelelim Amerika Birle- şik Devletleri ve Batõ emperya- lizmi neden AKP ve “ılımlı İs- lam” olarak sunulan böylesi bir projeye gereksinim duydu soru- sunun yanõtõna. Bu soruyu doğru ve iyi yanõtlayabilirsek, asõl o zaman AKP oluşumunun ana da- marõna da girmiş olacağõz. Enerji kaynakları Önce belirtmek gerekirse, bu- gün içinde yaşadõğõmõz çağ ener- ji çağõdõr ve dünya ekonomisinin bütün çarklarõ enerji kaynaklarõyla devinmektedir. Ve yeryüzünde en yaygõn ve pratik kullanõmõ olan enerji kaynaklarõ fosil yakacaklar üzerine odaklanmõş bulunmakta- dõr. Bu enerjinin ham maddesini oluşturan yeraltõ petrol birikimleri (rezervleri) dünyanõn birçok ala- nõnda tükenmeye yüz tutmuşken özellikle Ortadoğu ve kimi Asya ülkelerinde daha uzun ömürlü olduğu bilinmektedir. Ve yine bilinmektedir ki, petrol birikim- leri açõsõndan zengin olan bu alanlarõn çoğu İslam ülkeleri top- raklarõ içindedir. Bu kaynaklarõn işletilmesi ne- deniyle zenginleşen İslam ülke- lerinde bu zenginliğe koşut olarak ulusal bilinç de o oranda geliş- mektedir. İnsanlarõn nesnel yaşam koşullarõ iyileştikçe nasõl ki en- telektüel etkinlikleri de o oranda yükseliyorsa, bu yasanõn kaçõnõl- maz bir gereği olarak uluslar ve toplumlar da bundan olumlu bir biçimde etkilenmektedir. Dola- yõsõyla bilimde, teknolojide, kül- tür ve siyasette daha üstün ve yay- gõn kullanõm olanaklarõ oluş- maktadõr. Örneğin siyaset ala- nõnda Arap ülkelerindeki BAAS örgütlenmeleri böylesi bir geliş- menin ürünleridir. Bu tarihsel ve toplumsal gelişimin ilk örnekle- ri Mõsõr’da Nâsõr, Libya’da Kad- dafi dönemlerinde açõkça yaşan- mõştõr. En yakõn örnek ise Irak’ta, Saddam ve ülkesinin başõna ge- len trajedide açõkça görülmüştür. Tarihin akõşõnõ durdurmak ola- sõ değildir. Emperyalizm tara- fõndan kaynaklarõ sömürülen tüm halklar bir gün gelip direnişe ge- çeceklerdir. Bu gelişimin ayõr- dõnda olan emperyalist odaklar, zora ve silaha dayanarak yürüt- tükleri eski sömürgecilik politi- kalarõnõn bir gün iflas edeceğini de görmektedirler. Bu nedenle ye- ni yöntemlere, yeni gereçlere ge- reksinim duymaktadõrlar. Geçer- liliğini yitirmekte olan baskõ ve şiddetin yanõ sõra şimdi ideolojik hegemonya kurma yolunun da pe- şindedirler. İşte, petrol kaynaklarõ zengin Arap ve Müslüman ülkeler üze- rinde ideolojik hegemonya kur- manõn bir aracõ olarak doğmuştur õlõmlõ İslam ve BOP projesi. Bu projenin tüm Arap ve İslam ül- kelerinde başarõyla uygulanabil- mesinin bir sõçrama tahtasõ olarak da hem Müslüman, hem Batõ’ya yakõn ve hem de bir NATO ülkesi olan Türkiye seçilmiştir. Ayrõca petrol kaynaklarõ zengin olan bu ülkelerle Türkiye’nin tarihsel, dinsel ve kan bağlarõnõn da bu- lunduğunu vurgulamaya bilmem gerek var mõdõr? Emperyalizmin Türkiye üze- rinden AKP eliyle yürütmek is- tediği bu proje iyi giderken bir yerde teker patlamõş ve araba yerinde duraklamõştõr. AKP yi- tirmekte olduğu tabanõnõ yatõş- tõrmak ve asõl varlõk nedeni olan ABD’ye bağõmlõlõğõnõ perdele- mek için Davos’ta “one munit”, Gazze’de Filistin’e yardõm, İran’la nükleer bomba havariliği manevralarõna soyunsa da teker- lek onarõlacak bu araba yoluna de- vam edecektir. Ve görünen o ki bu yolculuk şimdilik İran’a değin sürecektir. Stratejik hesaplar Ancak bu yolculuğun Türkiye üzerinden geçerek sürmesinin daha güvenli olacağõ konusunda stratejik hesaplarõn yapõldõğõ Amerika’da ve Batõ’da uzmanlar halen tartõşmaktadõr. Çünkü kimi dinamik güçlerin yanõ sõra Cum- huriyet mitingleriyle gelişen sü- reçte Türkiye’de geniş bir Ame- rikan karşõtõ halk muhalefeti ol- duğu gerçeği de bulunmaktadõr. Ama Irak’õn işgalinde Türkiye üzerinden yapõlmayan bir yol- culuğun Amerika’ya ve koalisyon güçlerine nelere mal olduğunu as- kersel açõdan biraz bilgisi olan herkes bilmektedir. Evrensel ölçekte emperyaliz- min tüm hesap ve planlarõ böylesi bir projeye odaklanmõş durumda. Ne var ki, yukarõda değindiğimiz nedenlerle çõkacak pürüzleri de te- mizlemek, enazõndan hesapla- mak gerekiyor. Türkiye’de yaşa- nan Ergenekon tutuklamalarõ, anayasada yapõlmasõ planlanan değişiklikler, Silahlõ Kuvvetler’de YAŞ uygulamalarõ hep bu te- mizliğin birer parçasõnõ oluştur- maktadõr. Asker diliyle söylersek, Amerika için Türkiye’de mõntõka temizliği yapõlõyor. İş bununla da bitmeyecek. Tür- kiye bu projenin bir parçasõ ola- rak bölgede kirli ve karanlõk bir savaşõn içine sürüklenirse, kaçõ- nõlmaz olarak seferberlik ilan edilecek, bu nedenle 2011’de ya- põlmasõ gereken genel seçimler de yapõlmayacak. Böylece AKP’ye süresi belli olmayan yeniden ik- tidarda kalmasõnõn ortamõ ve ko- şullarõ da yaratõlmõş olacak.(*) (*) Bu yazõnõn sonu bir varsa- yõmla noktalanmakla birlikte ger- çekleşme olasõlõğõ oldukça yük- sektir. Mõntõka Temizliği!.. Sönmez TARGAN Evrensel ölçekte emperyalizmin tüm hesap ve planlarõ böylesi bir projeye odaklanmõş durumda. Ne var ki, yukarõda değindiğimiz nedenlerle çõkacak pürüzleri de temizlemek, en azõndan hesaplamak gerekiyor. 196Sayfa,‹nceleme,12TL Neden Hayõr? Ü nlü matematikçi Pythagoras, “Söy- lenmesi çok kolay iki sözcük var- dır; aslında bunları söylemeden önce çok düşünmek gerekir: Evet ve Ha- yır” der. Söz konusu bu aydõnlõkla, karanlõğõn se- çimi olursa. Bir anayasa reformu olursa bu daha da önem kazanõr. ‘Hayır’ aslõnda ‘Evet’tir. Zira, ‘Hayır’, ‘Evet’ten önce gelir. Nelerin olacağõnõ bil- mek için, önce nelerin olmayacağõnõ görmek gerekir. ‘Hayır’da ‘hayır’ vardõr, sözü bu gerçeği anlatmak için söylenmiştir. Olay- lara baktõğõmõz yeri değiştirdiğimizde ba- kõş açõmõz da değişmektedir. ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ dememiz baktõğõmõz yere göre değişir. Tarih ‘Evet’ diyenlerle ‘Hayır’ diyenle- rin mücadelesidir. Galile çağdõşõ egemen- lere ‘Hayır’ dünya dönüyor, dediği için ölü- me mahkûm edildi. Köle Isaura, efendisi- ne ‘Hayır’ dediği için başõna gelmedik iş kalmadõ. Spartaküs de efendisine ‘Hayır’ diyen ilk ‘emekçi’dir. Şeyh Bedrettin, Nesimi yerleşik düzene, haksõzlõğa, karanlõğa ‘Hayır’ dediği için de- risi yüzüldü, öldürüldü. Pir Sultan Abdal Osmanlõ karanlõğõna ve zulmüne ‘Hayır’ de- diği için kellesini verdi. Eğer Mustafa Kemal Atatürk, Vahdettin’e ve emper- yalist güçlere Hayır’ demeseydi bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilir miydik? ‘Evet’ diyen insanõn tavrõ, yerleşik dü- zenden yararlanan, nemalanan egemen in- sanõn tavrõdõr. Gerçekleri göremeyen, baş eğen, korku kültürünün tutsağõ olmuş in- sanõn tavrõdõr. Onurlu duruşu olmayan in- sanõn tavrõdõr. İnsanlõğõn bugüne ulaşma- sõnda direnen ve ‘Hayır’ diyen insanlarõn ödediği bedele borçluyuz. Onurlu insanõn, bedel ödemeyi göze alan bilinçli insanõn du- ruşudur, ‘Hayır’ demek... Eğer bir insanõn ‘Hayır’õnõn değeri yoksa ‘Evet’inin de bir değeri yoktur… Çocuklarõmõzõn geleceği için, çağdaş ve aydõnlõk bir Türkiye için elbette bu tu- zaklarla dolu AKP anayasasõna ‘Hayır’ di- yeceğiz... Ataner YILDIRIM Eğitimci-Yazar mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle