11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Çalışan Çocukların Bitmeyen Çilesi... Türkiye ile Rusya arasõndaki ilişkiler ‘çok yönlü stratejik ortaklõk’ olarak yeni bir düzeye geçiyor Vizeye karşõlõk atom santralõ ANDREY FEDYAŞİN Rusya Devlet Başkanõ Dimitriy Medvedev 11 Mayõs akşamõ An- kara’ya vardõğõnda, Türkiye ziyaretinin temel sonuçlarõnõn ne olacağõ önceden biliniyordu. Ziyaretle ilgili önceden yapõlan açõklamalarda, bu ziyaretin te- mel hedeflerinin üst düzey işbirliği konseyinin oluşturulmasõ (Rusya tara- fõna Medvedev başkanlõk edecek), vi- zenin kaldõrõlmasõna ilişkin anlaşmanõn imzalanmasõ (bir ayõ geçmeyecek gi- rişler için vize zorunluluğu kaldõrõlõyor) ve atom santralõnõn inşasõ konularõ olduğu bil- dirilmişti. Biz, Türkiye’yle siyaset, ekonomi ve toplumsal kuruluşlar alanlarõ olmak üzere “üç etaplı stratejik işbirliği anlaşması”nõ hayata ge- çirmeye başlõyoruz. İki taraf arasõnda imzalanacak olan anlaşmala- rõn sayõsõ iki düzineden fazla. Böylelikle iki ül- kenin ilişkileri, Türklerin “imtiyazlı işbirliği”, bizim ise “çok yönlü stratejik ortaklık” adõ- nõ verdiğimiz yeni bir düzeye geçiyor. Ne zaman ki Rusya Devlet Başkanõ (ya da Baş- bakanõ) Ankara’ya gitse ya da onun Türk mes- lektaşõ Moskova’ya gelse, Avrupa’yõ telaş sarar. Avrupalõlar, böyle dönemlerde, Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesinden ve Moskova’nõn ve “Osmanlı Türkiyesi”nin “imparatorluk öz- lemlerinin” dirildiği endişesine kapõlõr. Aslõn- da, enerji açõsõndan bakõldõğõnda, Batõ’yõ ger- çekten kaygõlandõrabilecek hususlar var. Gazp- rom, Türkiye’nin doğalgazõnõn yüzde 63’ünü kar- şõlõyor. Türkiye, Rusya’nõn doğalgaz ihracatõn- da Almanya ve İtalya’dan sonra üçüncü sõrada yer almakta. Türkiye’ye doğalgaz ihracõnõn bü- yük bölümünü gerçekleştirdiğimiz “Mavi Akım” projesinin yanõ sõra Türklerle birlikte “Mavi Akım-2” projesi üzerinde çalõşõyoruz. Ayrõca Türk tarafõ, “Güney Akımı” projesine katõlmaya hazõr olduğunu açõklamõş durumda. Türkiye’ye yõlda 1.8 milyar dolarlõk petrol ih- racõnõn yanõ sõra 1.1 ile 1.3 milyar dolar arasõn- da, petrol ürünleri ihracõnõ gerçekleştiriyoruz. Bu- nun dõşõnda Rusya, Samsun-Ceyhan petrol bo- ru hattõnõn inşasõna katõlmaya onay vermiş bu- lunuyor. Enerjide işbirliği öyle bir noktaya gelmiş du- rumda ki, doğalgaz ve petrole dayalõ dostluğun bizim çõkarõmõza mõ yoksa Türklerin çõkarõna mõ olduğu ya da Türkiye ile Rusya’nõn boru hatla- rõ olmadan dost olup olmayacağõ sorularõna ya- nõt verebilmenin imkânõ yok. Her şey birbirine öyle iç içe girmiş durumda ki, enerji alanõyla si- yaset alanõnõ birbirinden ayõrmanõn artõk imkâ- nõ yok. Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri, sadece Avrupa’da değil, ABD’de, Asya’da ve Müslüman dünya- sõnda da ilgiyle takip ediliyor. Kabul etmek ge- rekiyor ki Türkiye, Brüksel’le ilişkilerinde “Moskova kartını” daima ustalõkla kullana- gelmiştir. Örneğin, 2002 Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye yeşil õşõk yakõlmayõnca Tayyip Er- doğan, hemen Moskova’ya bir ziyaret düzen- lemişti. Ankara açõsõndan, kendisinin gerektiğinde yön değiştirebileceğini gösterebilmek, son de- rece önemli. Diğer taraftan, AB, Türkiye’ye tam üyelik vermeyerek, kendi elleriyle Ankara’yõ Moskova’ya itmiş oluyor. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakerelerinin 2005 yõlõnda başla- masõna rağmen, müzakere süreci bloke edilmiş durumda. Fransa ve Almanya ise Türkiye gibi kalabalõk (ve aynõ zamanda Müslüman) nüfusu olan bir ülkeyi aralarõnda görmek istemedikle- rini açõkça söylüyorlar. Türkiye açõsõndan en azõn- dan önümüzdeki 10 yõl içinde AB üyeliğinin söz konusu olmadõğõ, giderek netlik kazanõyor. Tür- kiye de bu durumda doğal olarak alternatif ara- yõşõna girdi. Dõş politikada ağõrlõğõnõn artmasõ- nõn kendi bölgesindeki ekonomik ve siyasi ağõrlõğõnõn artmasõndan geçtiğini fark eden An- kara yönetimi, kendi bölgesinde güçlenmenin de Moskova olmadan gerçekleşemeyeceğini görü- yor. Türkiye’nin (Rusya’nõn yardõmõyla) bütün Ön Asya, Güney Avrupa ve Ortadoğu’nun enerji üs- sü haline dönüşmesi, onun bölgesel alanda is- tediği ağõrlõğõ sağlamasõna yardõmcõ olacaktõr. Üç devletin farklı yö- nelişleri Türkiye, Kafkasya’daki ge- lişmelerle de ilgileniyor ve burada da Rusya ile Türki- ye’nin kendi tutumlarõnõ uyumlulaştõrmalarõ, gayet iyi sonuçlar verebilir. Kafkas- ya’daki üç devlet de farklõ dõş merkezlere yönelmiş du- rumda: Ermenistan Rusya’ya, Azerbaycan soydaş Türki- ye’ye, Gürcistan ise NATO ve ABD’ye yönelmiş durumda. Kafkasya gibi bir bölgede farklõ dõş politik yönelimlerin ne gibi olaylara yol açabile- ceğini ise yakõn zaman önce- ki Gürcistan Savaşõ, açõk bi- çimde gösterdi. Oysa Türkiye ile Rusya arasõnda bölgesel iş- birliğinin başlamasõ, son de- rece yararlõ sonuçlar doğura- bilir. Şayet Kafkasya’ya istikrarõ getirmekte ne AB, ne AGİT ne de Birleşmiş Milletler başarõ gösteremiyorsa, neden bu iş Rusya ile Türkiye’nin girişimi ile kurulacak bölgesel Kafkas forumu tarafõndan çözülme- sin? Üstelik Türkiye, geçen yõl böyle bir teklifte bulunmuştu. Rusya ile Türkiye’nin Çar II. İvan döneminden bu yana sü- regelen ilişkileri paradokslar- la dolu. İki ülke arasõnda ça- tõşmalar da anlaşmalar da ek- sik olmadõ. Gerginlik ve ya- kõnlaşma dönemleri sürekli birbirini takip etti, ki şimdi biz, yeniden bir yakõnlaşma döne- mine girildiğini görüyoruz. Türkiye, Rusya’nõn çeşitli alanlarda işbirliğini içeren 60’tan fazla anlaşma imzala- dõğõ tek NATO ülkesi. Şimdi ise bu ilişkiler, stratejik or- taklõk düzeyine geçiyor. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rusya resmi haber ajansı RİA Novosti, 11 Mayıs 2010) Türkiye, Rusya’nın 60’tan fazla anlaşma imzaladığı tek NATO ülkesi. Vizenin kaldırılması ve atom santralı inşası konusu anlaşmalar arasında. Türkiye’nin (Rusya’nın yardımıyla) bütün Ön Asya, Güney Avrupa ve Ortadoğu’nun enerji üssü haline dönüşmesi, onun bölgesel alanda istediği ağırlığı sağlamasına yardımcı olacaktır. AB’nin tehlikeli oyunu MARK WEISBROT (*) Avrupa Birliği (AB) ile Uluslarara- sõ Para Fonu (IMF) arasõnda yapõ- lan, kõtadaki zayõf ekonomilere ve fi- nansal piyasalara 960 milyar dolarlõk destek sağlama anlaşmasõ dünyanõn her yerindeki yatõrõmcõlarõ sakinleştir- miş gibi görünüyor. Ama bu adõm, kõ- sa vadede bile, altta yatan sorunu çöz- mez. Sorun, bunun rasyonel olmayan bir ekonomi politikasõ olmasõnda. Yu- nan hükümeti, AB yetkilileri (Avrupa Komisyonu ile Avrupa Merkez Ban- kasõ’nõ da kapsayan) ve IMF ile mev- cut ekonomik sorunlarõ daha da büyü- tecek bir anlaşmaya vardõ. Bu, AB ve IMF arasõndaki anlaşmanõn pazarlõğõnõ yürüten ekonomistler tarafõndan da bi- linen bir gerçek. Tahminler, Yunanis- tan’õn gayri safi yurtiçi hasõlasõnõn yüzde 115’i olan mevcut borcunun, yapõlan programlarõn uygulanmasõ ha- linde 2013 yõlõnda yüzde 149 olacağõ- nõ gösteriyor. Bu demektir ki, üç yõl- dan kõsa bir sürede ve büyük bir olasõ- lõkla daha da önce, Yunanistan bugün yaşadõğõ krizin aynõsõnõ tekrar yaşaya- cak. Dahasõ, Yunanistan Maliye Bakanõ, bu yõl GSYİH’deki azalmanõn geçen yõlki yüzde 1’lik dü- şüşün de altõna ineceğini ve yüzde 4’lük bir düşüş yaşanacağõnõ öngörü- yor. Gelgelelim bu öngörünün fazlaca iyimser olduğu söylenebilir. Diğer bir deyişle, Yunan halkõnõ çok büyük bir sõkõntõ bekliyor. Ekonomi küçülecek, borç yükü büyüyecek ve büyük bir olasõlõkla borç takviminin yeniden be- lirlenmesi, şekillendirilmesi ve-veya Avro’dan vazgeçilmesi seçeneği ile karşõ karşõya kalõnacak. Bu felaketten alõnacak dersler var. Bi- rincisi, hiçbir hükümet ucu açõk bir durgunluğu garanti altõna alan bir an- laşmanõn altõna imza at- mamalõdõr ve kendisini krizden çekip çõkarma işi- ni nihai olarak dünya eko- nomisine bõrakmamalõdõr. Büyümek gerek Nominal döviz kurunu sa- bit tutarken, maaşlarõ ve fiyatlarõ düşük tutmak için işsizlik oranõnõ kasti olarak yükselte- rek “iç devalüasyon” yoluna gitmek, sadece adaletsiz değil aynõ zamanda sürdürülebilmesi olanaksõz bir yön- temdir. Başlangõçtaki borç yükü göz önünde bulundurulduğunda bu görüş, özellikle Yunanistan için daha da doğ- rudur. Sokaklara dökülen on binlerce Yunanlõ haklõ, AB ekonomistleri ise haksõzdõr. Durgunluktan kurtulmanõn yolu küçülmek değildir. Durgunluktan çõkmak için büyümek zorundasõnõz, çok yavaş da olsa, tõpkõ ABD’nin yap- tõğõ gibi...Eğer AB ve IMF Yunanis- tan’a bir büyüme seçeneği sunmaya- caklarsa, ülkenin Avro’yu terk edip, borçlarõ için pazarlõk masasõna otur- masõ kendisi için daha hayõrlõ olur. Ar- jantin 1998’lerin ortalarõndan, 2001’lerin sonuna kadar, halkõn yarõsõ- nõ yoksulluğa iten büyük bir bunalõmõn acõsõnõ yaşar- ken “iç devalüasyon” stra- tejisini denedi. Sonunda kendisini dolara sabitledi ve borçlarõnõn üstüne yattõ. Ekonomi bir çeyrek daha küçüldü, ama daha sonra güçlü bir iyileşme sonu- cunda, izleyen 6 yõl boyun- ca yüzde 63 büyüme kay- detti. (Tam tersine “iç de- valüasyon” süreci sadece süresi belirsiz bir durgun- luk vaat etmekle kalmaz, bir işe yararsa bile çok uzun ve çok yavaş bir iyileşme vaat eder. Bunun örneklerini IMF’nin Letonya ve Es- tonya için yaptõğõ öngörülerde de gö- rüyoruz. Her iki ülke için de durgun- luk öncesi rakamlara geri dönülebil- mesi için 8-9 yõl daha beklenmesi ge- rektiği öngörülüyor.) AB yetkilileri geçen perşembe günü durumun düzel- tilmesi için “kantitatif/nicel genişle- me” kullanõlmasõ üzerinde durulmadõ- ğõnõ söyleyerek piyasalarõ altüst etti. (Örneğin ABD Merkez Bankasõ’nõn son birkaç yõl içinde 1.5 trilyonluk bir ayar yapmasõ gibi.) AB yetkilileri aynõ zamanda hâlâ dur- gunlukta olan veya durumu biraz dü- zelmiş olan ülkelerdeki açõklarõn daha fazla azaltõlmasõ gerektiğini vurgula- yan açõklamalarda bulundular. Hafta sonu yaptõklarõ anlaşma, yeteri kadar olmasa da bu açõklamalarõ bir ölçüde tersine çevirdi. Uzmanlar Yunanistan ve Portekiz, İtalya, İrlanda ve İspanya gibi zayõf ekonomileri sorunlarõ yü- zünden suçlamakta acele ettiler. Her ne kadar söz konusu ülkelerdeki aktif varlõklar dünyanõn birçok yerinde ol- duğu gibi şişirilmiş ve büyüme yõlla- rõnda harcamalarda aşõrõya kaçõlmõş bile olsa, zor durumdaki ülkelerin büt- çe açõklarõnõ yükselten dünyadaki dur- gunluğun asõl müsebbipleri kendileri değildi. Daha da önemlisi, şimdi asõl sorun şu: AB ve IMF bu ülkelere hâlâ, bir ortaçağ tedavi şekli olan hastayõ kanatma yöntemini öneriyorlar. Bu değişene kadar gelecekte çok daha fazla sorun yaşanmasõnõ beklemek ge- rekiyor. (*) Ekonomi ve Politika Araştırma Merkezi - Washington, (Eşbaşkan) İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (International Herald Tribune, 13 Mayıs 2010) Çocukların kabulü olanaksız ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmalarının önlenmesi için La Haye’de Uluslararası Çalışma Bürosu (BIT) ve Uluslararası Çalışma Örgütü (OIT) tarafından 11- 12 Mayıs’ta 80 ülkeden 450 delegenin katılmasıyla düzenlenen konferans, ne yazık ki ülkemiz medyasında neredeyse bütünüyle es geçilmiştir. Çocukların ağır, güvencesiz, tehlikeli işlerde çalıştırılması dünyanın olduğu gibi ülkemizin de acilen çözüme muhtaç, kanayan yaraları arasındadır. Hollanda’nın ünlü La Haye kentinde düzenlenen ve iki gün süren söz konusu konferansta uluslararası çalışma örgütleri UNICEF ve UNESCO konunun halihazır durumu, 1999’dan günümüze bu konuda nereden nereye gelindiği, 2016’ya kadar olan yeni dönemde yapılacakların planlanarak yeni bir “yol haritasının” kabulü tartışılmış, konuyla ilgili bilimsel raporlar enine boyuna irdelenmiştir. Ancak şunu hemen söylemek mümkün. Çocukların çalıştırılması gibi yaşamsal bir sorunda, geçen sürede ne yazık ki bir arpa boyundan fazla ilerleme sağlanamamıştır. Biraz da bu yüzden katılımcılar, yeni yol haritasının çok daha güçlü bir dinamizmle ele alınması, izlenmesi konusunda birleşmişlerdir. Sorun çeşitli açılardan yaşamsal önemdedir ve sorunun artarak sürüp gitmesi insanlık için yüz karasıdır. Sağlıktan, eğitimden yoksun, bir lokma ekmeğe muhtaç küçük çocukların tehlikeli olduğu kadar boylarından büyük ağır işlerde çalışmak zorunda olmaları ve yönetimlerin bu faciaya duyarsız kalmalarının bağışlanacak bir yanı yok. Önde gelen nedenler arasında, kuşkusuz, yoksulluk ve çocuk işçilerin “ucuz”, vergisiz çalıştırılmaları.. sosyal külfetsiz işgücüne tamah edenlerin ve ailelerin yoksulluğunun yanı sıra yönetimlerin duyarsızlığı yer almaktadır. Uluslararası Çalışma Bürosu’nun (BIT) tanımına göre çocukların ağır, kötü ve tehlikeli işlerde haftada 43 saat gibi uzun süreler çalıştırılması beden sağlığını olduğu gibi ruh sağlığını da tehdit etmektedir. 2004-2008 tarihleri arasında 5 ile 17 yaş aralığında çalışan çocuklarını sayıları 222 milyondan 215 milyona gerilemiştir. Yüzde 3’lük gerilemeyi, kuşkusuz başarı saymak mümkün değildir. Söz konusu gerileme 5-14 yaşlarındaki çocuklarda ise yüzde 10, 15-17 yaş aralığındakilerde yüzde 20’dir. Ne ki, çocukların çalıştırılmasının önlenmesinde 1999’dan günümüze, ilerleme salyongoz hızıyla gerçekleştirilmiştir. Savaş bu hızla sürerse, 2016’ya kadar olan dönem sorunun çözüme ulaştırılması için fazla umut vermemektedir. Le Monde yazarı Brigitte Perucca’nın UNESCO’nun bir raporuna dayanan yazdıklarına bakılırsa ağır ve tehlikeli işlerde çalışan küçük kız çocuklarının 88 milyon olan sayıları yüzde 15 azalmıştır. Buna karşılık aynı nitelikteki işlerde çalışan erkek çocukların sayıları (15-17 yaş) yüzde 7 artarak 128 milyona ulaşmıştır. Kara Afrika’da dört çocuktan biri ağır işlerde çalıştırılmaktadır. Sorun aslında çok yönlü ve karmaşık. Ne ki temelinde yoksulluğun olduğundan da kuşku yok. Ama daha da kötüsü bu yaşamsal önemdeki sorun salt yoksul ülkelere özgü değil. Sorun zengin ülkeler için de geçerli. Söz konusu ülkelerde sorun daha çok olayını yeteri kadar ciddiye alınmamasından kaynaklanıyor. Buna karşılık Brezilya gibi gelişmekte olan bir ülke bazı önlemlerle sorunu yüzde 50 gibi ciddi bir oranda çözüme ulaştırmayı başarmıştır. Uluslararası çalışma örgütleri, biraz da bu yüzden Brezilya örneğini bu konuda sorunu olan ülkelere önermektedir. Brezilya’da Başkan Lula’nın büyük başarılarından biri olarak görülen çözüm, aslında basit. Devlet, çocukları çalışmak zorunda olan ailelere para yardımı yaparak sorunu önemli oranda çözmeyi başarmış ve çalışmak zorunda olan çocukların sayısının yüzde 50 oranında azaltılmasını sağlamıştır. Devletin “aile bursu” olarak adlandırılan para yardımının tek koşulu ise çocukların aşılarını düzenli olarak yaptırmaları, derslerine en az yüzde 85 oranında devam etmeleri. Ailelere her ay ödenen para yardımının yönetimi ise münhasıran annelere verilmektedir. Sorunun ülkemizdeki varlığı, kuşkusuz, kimse için sır değil. AKP liderinin, işsizliği tavana vuran, tarımı kendi kendine yetmeyi çoktan arkada bırakmış yoksul ülkesinin halkına çok çocuk yapmaları için işi ödül vermeye kadar vardırması yerine çocukları çalışmak zorunda olan yoksul ailelere, Brezilya örneğinde olduğu gibi devlet yardımı yaparak onları hem ağır ve tehlikeli işlerde çalışmaktan kurtararak okullu olmaya yönlendirmesi, hiç kuşku yok çok daha yararlı ve isabetli bir davranış olacaktır. Dimitriy Medvedev ve Başbakan Erdoğan (AFP) AFP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle