27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 24 NİSAN 2010 CUMARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tahtakılıç ve Başbakan’ın Engelleri İNSANLAR vardır, ailelerinden aldıkları temiz ada zerre kadar toz kondurmadan ömürlerini tamamlar ve sessizce çekilip giderler dünyadan. Bu kubbede onlardan baki kalan sadece bir “hoş seda” değil, menkıbe gibi kuşaktan kuşağa aktarılan sözler, tutumlar ve davranışlardır. Ahmet Tahtakılıç da onlardan biriydi. Uşak’taki adın ünü çok partili düzenle birlikte Ankara’nın politika sahnesine sıçramıştı. Millet Partisi’nde, 1961 anayasa tartışmalarında, hele sonraki askeri müdahaleler ve sıkıyönetim dönemlerinde sergilediği çıkışları ve çabaları asla unutulmaz. 12 Mart dönemindeki sert uygulamaların sürüp gittiği, haksız hapislerin, adaletsiz yargılamaların, insafsız cezaların yoğunlaştığı 1971 Ağustosu’nun 13-14 günlü Akşam gazetesinde yayımladığı bir yazıyı, 12 Eylül darbesinin yaklaştığı 1980 Mayısı’nda da “Anayasa’ya Dokunmayalım” başlıklı 16 sayfalık bir “kitapçık”la yeniden yayımlamıştı. Şimdi olduğu gibi, o sırada da anayasa lafından geçilmiyordu. Bölücü terör değil ama, sorumsuz anarşi sürüp gitmekte, 1961 Anayasası’nda kalmış özgürlük kırıntıları sorumsuzca kullanılmakta, gençlikteki aşırılıkların kabahati üniversite özerkliğine yüklenip bütün bunların çaresi “güçlü yürütme” getirecek bir anayasa değişikliğinde aranmaktaydı. Kısacası, 12 Eylül darbesinin peşrevi çalınmaktaydı. Tahtakılıç, geleceği sezmişcesine, daha sonra “mersiye” yerine geçecek bir 1961 “kaside”si yazarak konuya girmekteydi: Yapılışına yol açan olaylar ne olursa olsun, anayasa artık halkın malı olmuştu; özgürlük aşkıyla, gerçekçi yönüyle, ulusal güvenlik uyanıklığıyla, adalet ve eşitlik anlayışıyla, sosyal devlet inancıyla. O anayasa bile işlemezleşmişse, başarısızlık sistemle değil, görevlilerin yetenek ve karakteriyle ilgiliydi. Ayrıca, anayasanın halkça benimsendiği de şundan belliydi ki, 1969 seçimleri anayasa değişikliği akımını reddetmişti. Anayasaların, şekil yerine getirilse de, milletten bu yolda yetki almadığı ileri sürülebilecek parlamentolarca değiştirilmesi doğru olmazdı. Ogünlerin ufkunda 1982 Anayasası’nın ve sonrasının bulutları görünmüşken, 1971 Ağustosu’nda yazılmış şu sözleri yeniden yayımlamak herhalde müthiş bir seziş ve uyarış sayılmalıdır: “Yurdumuzda devlet ve hükümet mührünü eline geçirenler o ölümsüz Türkiye Cumhuriyeti armasının yanında kendi gölgelerinin de yer alması ihtirasına kapılagelmişlerdir. Buna hükümet etmenin tabiatından gelen güçlükler engeldir çağımızda. Çünkü artık devlet idaresi emir ve kumandadan ibaret değildir. Engeli çeşitli ve bir türlü bitmeyen güç bir yarıştır halka hizmet işi. Ama, milli iradeye dayalı parlamento, yargı bağımsızlığı, bilimsel özerklik ve basın hürriyeti olmasa, bu ENGELLERİ yıka devire yarış kazanmak kolaylaşır elbet.” Başbakan da, 23 Nisan günü, “Başkanlık sistemini değil, cumhuriyeti severim” deyiveren küçük kıza değiştirilecek anayasa engellerinden söz etti. [email protected] PENCERE Küreselleşme ve Enternasyonalizm... Emekçi enternasyonali ilk kez 1864 yılında, Londra’da tohumlandı. Bu toplantının bildirgesini Karl Marx kaleme almıştır. Amaç neydi?.. “Emekçiler birleşiniz!..” 19’uncu yüzyılın ortalarından 20’nci yüzyılın ikinci yarısına değin emekçiler çeşitli ‘Enternasyonal’ girişimleriyle tarihe yön vermek istediler. Sosyalistlerin ya da komünistlerin enternasyonalizm amaçlarını bugünkü siyasal sözlüğe göre açıklamak istersek kullanacağımız deyim ne olabilir: Emeğin küreselleşmesi!.. Ulusal devletler, bu tür bir enternasyonalizmi tehlike olarak gördüler. Hele 1919’da Moskova’da toplanan ‘Komünist Enternasyonal’ -1943’te feshedilmesine karşın- her şeyin üzerine tuz biber ekti. Ulusal devletlerde egemen sermaye iktidarları -bir avuç demokratik ülkenin dışında- emekçi enternasyonalizmini ‘vatana ihanet’ ile eşanlamlı sayarak bu siyaseti benimseyen işçilerin ve aydınların canına okudu. 1923’te Türkiye’de kurulan ulusal devlet, ‘komünist enternasyonalizmi’ne karşıydı; bu yasa yalnız tek partili dönemde değil, çok partili dönemde de en sert önlemlerle yürütüldü. ‘Soğuk Savaş’ta Sovyetler’in yenilgisi ve ‘Sosyalist Sistem’in çöküşüyle dünya yeni bir döneme girdi. Artık emekçi enternasyonalizmi suya düşmüş görünüyordu; ama bu kez bir başka fikir ortaya atıldı: Sermaye enternasyonali!.. Nam-ı diğer: YDD (Yeni Dünya Düzeni).. Küreselleşme.. YDD’ye göre ulusal devletlerin artık modası geçmişti, sermaye sınırları hiçe sayan bir özgürlüğe kavuşmuştu, teknolojik devrim de bu düzeni hayata geçirmekte eşsiz olanaklar yaratmıştı, bilgisayarlarla donanmış yer yuvarlağında bir düğmeye basmakla sermayeyi dünyanın istenilen ülkesine aktarmak işten bile değildi. Ulusal devletin işlevi artık sermayeye özgürlük sağlamakla birlikte emeği ulusal sınırlar içine hapsetmekti. Beş kıtaya yayılan 6 milyar insan, ‘merkezi sermaye imparatorluğu’nun dayattığı koşullarda yaşamak zorunluğu içindeydi. Her ulusal devlet, kendi ülkesinde, enternasyonal sermayenin jandarmalığını yaparak emekçilerini zapturapt altına almak görevini üstleniyordu. Fransa’dan başlayarak Güney Kore’ye yayılan ve Türkiye’ye de yansıyan emekçi eylemleri, bu düzene karşı tepkilerin dışavurumudur. Dünya bir dönüşüm sürecindedir. Bir yandan “Ulusal devletin modası geçti” denirken öte yandan yeni ulusal devletler kuruluyor. Uluslar arasında keşmekeş egemen... Altta kalanın canına okunuyor. Avrupa Birliği, ulusal devletler mozaiğinden oluşuyor ve siyasi birliğe yol alıyor; ama Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletleriyle birleşebilir mi?.. Engel yalnız içerden mi geliyor?.. Orta Asya doğalgazını ve Hazar petrolünü boruyla Anadolu üzerinden Akdeniz’e akıtmak bile sınırlar ötesinde bir kavgaya yol açıyor. Uluslararası sermaye egemenleri, ulusal devletlerle dama taşları gibi oynuyorlar. Ulusal devletin modasının geçtiğini söyleyenler, sermaye enternasyonalinin ajanlığını yapıyorlar, ama vaktiyle emek enternasyonalini savunanlar gibi ne kovuşturmaya uğruyorlar ne de tutuklanıyorlar. Geçerli slogan ne: “Sermayeciler birleşiniz!.. Emekçinin canı cehnneme!..” YDD’nin özü budur. (28 Ocak 1997 tarihli yazısı) N isan ayõyla bir- likte hava õsõnõ- yor, ağaçlar çi- çek açõyor, tarlalarda çi- menler, arpalar, buğ- daylar boy atõyor. İlkba- har geldi ama bugünkü iktidar, Ergenekon’la, Kürt açõlõmõyla, şimdi de anayasa değişikliğiy- le “icraatlarına” tam gaz devam ediyor, yap- mak istediklerinde “ba- har havası” pek görül- müyor. Bunca gerilimli tartõşmalar, ister istemez psikolojimizi etkiliyor, beynimizi yoruyor... Yorgun beynimizi din- lendirmek için arkada- şõmla birlikte Güzelbah- çe’ye bir şeyler içip soh- bet etmeye gittik. Böy- lelikle ilkbaharõn temiz havasõnõ ciğerlerimizin ücra köşesine kadar çe- kiyor, aynõ zamanda da dolu beyinlerimizi bir nevi dinlendiriyoruz “Reis”in yerinde. Bu arada saatler yavaş yavaş ilerliyor. İzmiri- min meltemi esiyor in- ceden. Karşõmda “nasip”le- rini arayanlar balõk ol- talarõ atõyor sularõn de- rinliğine; bazõlarõ şanslõ, bazõlarõ şansõz... Bir yan- dan da güneş batarken oluşturduğu kõrmõzõlõk- la, denizin masmavi dal- galarõ kucaklaşõyor. Ba- lõkçõ tekneleri birer “ge- lin” gibi nazlõ nazlõ sal- lanõyor denizin üstünde. Arkadaşõm ne düşün- düğümü soruyor. Bey- nimden geçenleri sõralõ- yorum: Bugünlerde ya- şadõğõmõz siyasi geri- limleri, Ankara’da 78 gün eylem yapan TE- KEL işçilerinin unutul- malarõnõ, TARİŞ’ten atõldõklarõ için hak arama mücadelesi veren işçile- ri, ektikleri ekinlerini paralarõ olmadõğõ için gübre, traktörlerine ma- zot alamayan ve bin bir zorlukla besleyip büyüt- tükleri hayvanlarõnõn ça- lõnmamasõ için nöbet tu- tan üreticileri. 25 yaşõna kadar üniversite oku- muş, ama iş bulamadõğõ için babasõnõn aldõğõ 600 lira emekli maaşõndan harçlõk bekleyen genç- leri, mahalle aralarõnda- ki küçücük bakkallarõn birer birer kepenk kapa- tõşlarõ ve yok oluşlarõy- la “işsizler ordusu”na katõlmalarõnõ... Başbakan’õn şov ya- parak açõkladõğõ emekli zamlarõnõ almak için ATM’nin önüne gidip paralarõnõ aldõktan sonra hayal kõrõklõğõna uğrayan emeklileri. Diğer yan- dan arapsaçõna dönüş- türülen sağlõk sistemi- ni. Ülkenin gidişatõnõ! Bizler gibi arkamõzdan gelen kuşaklar da bu sahilde oturup sohbet eşliğinde balõk yiyebi- lecekler mi? Güneşin batõşõnõn oluşturduğu kõrmõzõ mavili dalgala- rõ, meltemin tenlerini okşayan esintisini, bu- runlarõna getirdiği de- nizin mis kokusunu his- sedebilecekler? Yoksa cumhuriyet devrimleriyle birlikte ümmetten, millete dö- nüşen ve kara çarşafõ sadece üstünden değil beyninden de çõkartan ülkemin insanlarõ geriye dönüşü mü seçecek ya da seçtirilmesi için zor- lanacak? İşte bir ilkbahar akşa- mõ, deryayõ izlerken ben bunlarõ düşünüyordum!.. İlkbahar Akşamõ! İsmail ÇETİNKAYA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle