Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
B
ir 8 Mart etkinliğine giderken bin-
diğim otobüsün o gün kadõnlara üc-
retsiz olduğunu öğrendim. Kadõnlar
otobüse bindikçe, otobüs şoförü
açõklama yapmak zorunda kalõyordu. Kadõn-
lar şaşkõnca ama memnun “Ne günü?” diye
birbirlerine sorarlarken 8 Mart’õn bile kadõn-
larõn büyük bir kesiminin yaşamõnda yok ol-
duğunu, belli bir kesimin kendi arasõndaki söy-
lencelerinde kaldõğõnõ gözlemlemiş oldum.
Pek çok konu böyle belli bir kesimin kendi söy-
lenceleri içinde tüketirken toplumun önemli bir
kesiminin yaşamõna değecek değişimleri ya-
ratmada geciktiğimizi göremedik.
Saygõ ve şükranla andõğõmõz Prof. Dr. Tür-
kan Saylan’õn dernek çatõsõ altõnda “Çağdaş
Yaşam” projesine öncülük etmiş olmasõ bu
yüzden çok önemlidir. Somut bir proje ko-
nulmuştur ortaya ve cinsiyet eşitsizliğinin
mağduru olan kõz evlatlarõmõza çağdaş yaşam
kapõsõ aralanmõştõr.
‘Kadın iradesi’
Eğitimin toplum yaşantõsõndaki önem ve ön-
celiğine, eşitsiz düzenin kadõnõn eğitimsiz bõ-
rakõlmasõyla yürütüldüğüne dikkat çekmiştir
Türkan Hoca.
Kadõn-erkek eşitsizliğinin neredeyse “kader”
olduğu Türkiye coğrafyasõnda, kadõn dünya-
ya 1-0 mağlup geliyor. Erkeklerin egemen ol-
duklarõ alanlarda varlõk gösterebilmesi için on-
larõn gösterdiği çabayõ katlamasõ gerekiyor.
Kadõn için ayrõcalõklarõ da erkek üzerinden
tanõmlayan bir toplumuz biz. Kadõna babasõ ya
da eşinden dolayõ tanõmakta çekinmediğimiz
saygõ ve saygõnlõğõ, kendisi olarak çaba gösterip
bir yere ulaşmõş kadõnlardan esirgiyoruz. “Öz-
ne birey”i önemsemeksizin, “özgür ira-
de”leri baskõlayarak ürettiğimiz davranõş ka-
lõplarõmõzda, “kadın iradesi”ni yok hük-
müne indirgiyoruz.
Sandõk demokrasisine kilitlenmiş ül-
kenin oy deposu kadõnlar, nüfusun yarõ-
sõ olup, kendi kaderlerini teslim ede-
cekleri erkekleri seçmekte, kendi cin-
sinin temsiliyetinin simgesel rolü ile
yetinmektedir. Türkiye’de demokra-
sinin “varmış gibi” görüntüsüne ka-
dõn ortak edilmektedir.
Görüntüye ve biçime verilen
önem, özü yok ederek, bugün tam
anlamõ ile rejimi kilitleyip, işle-
mez hale getirmiştir.
Anayasa dersinde “demokrasi”
üzerine söz alan bir kõz öğrencim, ki-
tap bilgilerinden kopmuş, demokra-
siyi işletmek için önce ondan söz eden
kişilerin erdemli olmalarõ gerektiğin-
den söz ederek; “Kendisinde erdem
olmayan insanlarla demokrasi ol-
maz” demişti.
“Erdemli olmayı; çalmamak, kim-
senin hakkını yememek, kendi re-
fahını değil, toplumun refah düze-
yini yükseltmek için çalışmak,
hiçbir şaibeye bulaşmamış ol-
mak, hak ve hukuk dışına taşmamak, hu-
kukun eşitlik ilkesinin gereklerini yerine ge-
tirmek…” gibi başlõklar altõnda sõralayabili-
riz.
Cumhuriyet’in fazileti, demokrasinin erde-
minin ortadan kalktõğõ günümüzde en fazla hõr-
palanan hukuk, dolayõsõ ile “eşitlik ilkesi” ol-
muştur. Hukuksuzluğu hukukla kõlõflama ça-
basõnõn yoğunlaştõrõldõğõ süreçte sorunlar; top-
lumun en zayõf bõrakõlan halkasõnda yer alan
“kadın”õn çevresinde katlanarak büyüyor.
Günümüzde sosyal, ekonomik alanda kaybet-
tiği gücü ile daha güçsüzleşen, kronikleşen kriz-
lerin en fazla mağdur ettiği kesimi oluşturan
kadõnõn üzerine tüm yükü ile yõğõlmõş olan
“Dünya”, 8 Mart’ta “kadın” konusu-
na yõğõlmakta!..
Kadõnõn üzerine yõğõlan sorunlarõ
söylenceli bir haftaya yõğõyoruz.
Sonraki 8 Mart gelene kadar
raftaki yerini alõyor söylemler.
Somut ve sürekli çabalarla ka-
dõnõn yaşamõna ulaşmayõ gecikti-
riyoruz böylece. Kadõnõ ve erke-
ği ile demokrat görünme çaba-
mõzõ öne çõkarmaya çalõşõyor,
vicdanõmõzõ yõkõyoruz ade-
ta!...
Ortada bir sorun varsa is-
tismar da vardõr. Ve “kadın
sorunu” istismara en açõk
konudur. Yüzyõllara yayõl-
mõş mağduriyetlerin dillendirildi-
ği salonlar dolusu konuşmalar sokak-
taki kadõna çok uzak kalõyor. Kendisi
adõna neler konuşulduğu bir yana,
dünyanõn tüm yükünün altõnda ezi-
lerek yaşamaya çalõşan çoğu kadõ-
nõmõz, kendisinin bir dünya günü
olduğundan bile habersiz. Türki-
ye “kadınsız rejim”le, demok-
rasiden hõzla uzaklaşõrken dün-
yanõn dertleri de en çok eme-
ği sömürülen kadõna yõğõlõyor.
Dünyanõn kadõn gününde, “demokrasi, hak,
eşitlik” söylemleri ile demokrat görünme ça-
balarõna girişen otokratlar, gizlenemeyecek ka-
dar teşhir oluyorlar kendi cümleleriyle.
Demokrasi mücadelesi, özünde “genel ve eşit
oy” mücadelesidir. Türkiye’de kadõnõn siyasal
haklarõ, “parti” sözcüğünden -Halk Fõrkasõ’nõn
1935’te yaptõğõ IV. Büyük Kurultay’õnda alõ-
nan kararla Fõrka’nõn adõ; Cumhuriyet Halk Par-
tisi olmuştur- önce gelmiş; 5 Aralõk 1934’te
1924 Anayasasõ’nõn 10 ve 11. maddelerinde
“her erkek Türk”e verilen seçme ve seçilme
hakkõ; her iki maddeye “kadın” sözcüğü ek-
lenerek, “kadın, erkek her Türk” seçme ve
seçilme hakkõnda hukuken eşitlenmiştir. Böy-
lece “kadın devrimi”nin en önemli aşamasõ
tamamlanarak, demokrasinin de yolu hukuken
açõlmõştõr. Devrimin özü; kadõnõ “özgür ve
eşit” yurttaş kõlmasõdõr.
Erkek-kadın ayrımı
Bugün haklar alanõnõn önünde partilerin
engel oluşturuyor olmasõ Türkiye için bir iro-
nidir. Konjonktürle ortaya çõkan AKP’nin, ül-
keye hem Cumhuriyeti, hem de demokrasiyi
taşõyan CHP’nin getirdiği hak ve hukuk dü-
zenine karşõ duruşunu kadõn sorunu üzerinden
de ortaya koyduğu günümüz sürecinde kadõn,
düne göre daha az özgürdür.
Erkek-kadõn ayrõmõ ve eşitsizliği her geçen
gün daha görünür bir hal alõrken; özgürlükler
yerini yeni bağõmlõlõklara bõrakmakta, rejim kar-
şõtlõğõ “kadın” üzerinden ilerletilmektedir.
“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen
iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu
kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ih-
mal edelim de kütlenin bütünü ilerleye-
bilsin? Mümkün müdür ki bir cismin ya-
rısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı gök-
lere yükselebilsin?” Mustafa Kemal Ata-
türk’ün 1925 yõlõnda sorduğu bu sorunun ya-
nõtsõz bõrakõlmõş olmasõ bugünün demokrasi-
sinin otokrasiye dönüşmesinin temel sebep-
lerinden biri değil midir?!..
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 MART 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Kamyon
YÜK ambarlarının önünde rastlarsınız onlara.
Anadolu’nun kentleriyle kasabalarına, kapıdan
kapıya teslim mal götürmek üzeredirler. Koca
kamyonlar ya çok ağır bir tek mal yüklenirler ya da
her türden bir yığın parça: Beyaz eşya, mobilyalar,
çamaşır ve giysi balyaları, hatta meyve ve sebze
çuvalları.
Öyle bir tepe oluşur ki kamyon kasasında, ancak
sağlam brandayla örtülüp kalın iple sarılmazsa, yol
sarsıntısıyla hepsinin dökülüp dağılması işten
değildir.
Gelen geçenler bu görüntüden endişelenir ve
fazla yük konmaması için uyarmaya kalkarsa,
klasik karşılık “Korkma amca, bir şey olmaz”
olacaktır.
İşin kötüsü, kamyon tam hareket etmek
üzereyken, ya mal sahiplerinden biri de birlikte
gitmek üzere çıkagelir; yüklenişi o da tehlikeli
bulduğunu söylese, şoför mahalline sıkışırken ona
da “Korkma abi, bir şey olmaz” denir.
Ama, o hengâmede, frenleri kontrol etmek
kimsenin aklına gelmemiştir.
Sonrası, “filanca rampadan inerken frenleri
patlayan bir otobüs…” diye başlayıp zarar ziyanla
süren kaza haberinin konusudur: Ölü ve yaralılar,
kırılan eşya, yırtılan çuval, çevreye dağılan zerzavat
falan resmi.
Anayasa değişikliği haberlerini izlerken ister
istemez bunlar geliyor insanın aklına. Hele uzlaşma
girişimlerini duyunca.
İktidardaki asıl amacın yargının yapısını
değiştirip yetkilerini kısarak Anayasa Mahkemesi’ni
zayıflatmak olduğu belli. Ama bu amaca varmak
için, öbür partilerin değişiklik isteklerine de pakette
yer verilerek uzlaşmaya gidileceği ve böylece
halkoylamasına geçişin herkese
benimsetilebileceği söylenmekte. CHP’nin
milletvekili dokunulmazlığını sınırlandırmayı, MHP
bir uyum komisyonunu kurdurmayı, BDP’nin seçim
barajını düşürmeyi istediği de biliniyor. Öyle
anlaşılıyor ki, Başbakan kısmen bu istekleri de
değişiklik kamyonuna yüklemek ve kendi amacına
doğru böyle yola çıkmak peşindedir.
Peki, kamyonun frenleri? Herkes, mal sahipleri
ve yolcular hep bilmek zorundadırlar ki,
AKP’nin “milli irade önünde engel” diyerek
zayıflatıp kaldırmak istediği kurumlar ve kurallar,
aslında aşırı hız ya da hırs yüzünden başa
gelebilecek kazaları önlemek için konmuş birer
frendir. Onları kaldırmak, gerekli önlemleri almadan
yola çıkmak demektir. Uzlaşma manevrasını fırsat
bilip anayasa değişiklikleri listesine kendilerinin ya
da halk yığınlarının bazı beklentilerini de
koydurmayı marifet sayacak olanlar bu oyuna
gelmiş sayılacaklarını hesaba katmalıdırlar.
Kısacası, şu sırada bazı hevesler uğruna yargı
organlarının sistem içindeki frenleyici işlevini
kısmak, tıpkı ülke bağımsızlığının bekçisi olan
askerin özgüvenini sarsmak gibi cumhuriyetle
birlikte bütün ulusu tehlikeye atmaktan farksız bir
girişim olacaktır.
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi
“İnsan topluluğu kadõn ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu
kütlenin bir parçasõnõ ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü
ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarõsõ toprağa bağlõ kaldõkça, öteki
yarõsõ göklere yükselebilsin?” Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925 yõlõnda sorduğu bu
sorunun yanõtsõz bõrakõlmõş olmasõ bugünün demokrasisinin otokrasiye
dönüşmesinin temel sebeplerinden biri değil midir?!..
“93 Harbi” denilen dönem, Osmanlõ coğ-
rafyasõnõn perişan edildiği bir tarihsel devredir.
Birinci Meşrutiyet’in ilan edildiği zamana rast-
layan 1877 Osmanlõ Rus Savaşõ, kötü bir stra-
teji uygulayan Osmanlõ’nõn yenilgisiyle so-
nuçlanmõştõr. “Osmanlı Mebusan Meclisi”,
azõnlõklarõn çoğunluk olduğu biçimde kurulmuş,
Türk kökenli milletvekilleri etkisiz kalmõşlardõr.
Meclis, savaş yönetiminde de ağõrlõklõ olunca her
alanda karmaşõk bir yapõ ortaya çõkmõştõr. Or-
du da aynõ yönetsel karmaşadan payõnõ almõş-
tõr. Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar on binle-
rin Anadolu’ya göçü başlamõştõr. İkinci büyük
göç, 1912 Balkan Savaşõ sonrasõ olacaktõr.
Tarihsel irdeleme
1877 savaşõ başlayõnca o zamana değin Os-
manlõlarca baş tacõ edilerek; “Milleti sadıka”
sõfatõyla tanõmlanan Ermeni azõnlõğõn önceleri
içtenlik taşõmayan aldatõcõ desteği görülür. Sa-
vaş bozgunuyla birlikte Osmanlõ’nõn Ermeni kö-
kenli yurttaşlarõ, Rus Çarlõk saldõrõsõnõn düşün-
sel ve eylemli çoğunluk yandaşõ olurlar. Artõk,
“Taşnak” ve “Hınçak” sõfatlarõ altõnda siya-
sallaşan Ermeni çetecilikleri birbirini izleyecektir.
1895 yõlõnda başkent İstanbul’da ayaklanarak
halka silah çekilir. Saldõrõ önlenince de esaslõ bir
yaygara koparõlarak, dünya kamuoyunda mağ-
dur konuma geçilir. Ermeni kalkõşmasõnõn ar-
dõnda emperyalizmin koruyuculuğu vardõr. Er-
meniler lehine protestoda bulunan Britanya El-
çisi’ni dinledikten sonra onu yanõna alarak bir
salona geçen Osmanlõ Devlet Başkanõ II. Ab-
dülhamit’in; “İşte Türklerin silahları sadece
değnekler. İşte İngiliz damgalı silahlar, on-
lar Ermenilerin saldırı aletleridir” demesi çar-
põcõ tarihsel gerçektir.
Birinci Dünya Savaşõ’nda içlerinde yaşadõk-
larõ yurdu arkadan vurmaya kalkõşan Ermeni fa-
şizminin toplu davranõşõnõ, uluslararasõ hukuk-
ta yeri bilinen tehcir yöntemiyle etkisizleştir-
menin soykõrõmcõlõkla ilgisi nedir?
Osmanlõ, Birinci Dünya Savaşõ sõrasõnda
Gabriel Norodunkyan adlõ Ermeniyi Dõşişle-
ri Bakanõ yapar. Bakanõn ilk işi Osmanlõ hükü-
metini etkileyerek Balkanlar’daki 120 alay gü-
cündeki ordu grubunu terhis ettirmektir. “Bal-
kanlar’dan imanım kadar eminim” sözü ha-
in bakanõndõr. Sonuç, Balkan bozgunudur. Er-
meni kökenli eski bakan, yõllar sonraki Lozan
Konferansı sõrasõnda Anadolu İhtilali’nin Dõş-
işleri Bakanõ ve Başdelegesi İsmet İnönü’den
Ermenilere Anadolu’da yurt isteyecek ve sert bir
azar işiterek geri çevrilecektir.
Atatürk, Ermenileri “emperyalizmin şıma-
rık çocuğu” olarak niteler. Gerçekten de tarihsel
süreç, Ermeni siyasal politikalarõnõn emperya-
lizmin hemen yanõ başõnda yer aldõğõnõ göster-
mektedir.
1970’li yõllarda bu kez Ermeni “Taşnak” ve
“Hınçak” partilerinin terör kolu olarak “Asa-
la” adlõ örgüt ortaya çõkacaktõr. Türkiye’nin el-
çi ve konsolosluk görevlileri saldõrõlara uğra-
yacaklardõr. Ermeni faşizminin, Azerbaycan’õn
“Dağlık Karabağ” bölgesindeki soykõrõmõ,
yakõn tarihin sürekli anõmsanmasõ gereken olay-
larõndandõr.
ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde maddesel
etki sahibi olan ve Hõristiyanlõk kozunu kulla-
nan Ermeniler lobiler oluşturmaktadõrlar. Sah-
te Ermeni soykõrõm savlarõ, çeşitli parlamento-
larda bu açõdan üst üste tanõnarak, geçmektedir.
Gündemde olan son olay, ABD Temsilciler Mec-
lisi’ndeki komite oylamasõdõr. Kõzõlderili katli-
amlarõyla anõlan bir geçmiş, karanlõk lobilerle
özdeşleşerek sahte soykõrõm savlarõna destek ver-
miştir.
Demokratik kitle örgütleri, sendikalar, beş si-
yasal partinin mensuplarõ, bilim adamlarõ, basõn-
yayõn organlarõ beraberce ve kendi olanaklarõyla
Lozan’a, Berlin’e gitmişlerdir. Yüzlerce in-
san, ücretlerini taksitle ödedikleri seyahatleri sõ-
rasõnda; Lozan’da, Misak-ı Milli’yi savun-
muşlar, Berlin’de ise Ermeni propagandalarõ yan-
lõsõ parlamento kararlarõnõ protesto etmişlerdir.
Tarihsel belgeler
Faşizmin Avrupa’da, siyonizmin ise Ortado-
ğu’daki soykõrõmlarõ, Afrika ve Asya’yõ yõllar-
ca sömürgeleştiren emperyalizmin potasõndaki
insanlõk suçlarõyla birlikte teşhir edilmiştir.
Türk ulusunun masumiyeti özenle belirtilmiş-
tir. “Helen megali idea”sõnõn hedefi KKTC Ku-
rucu Cumhurbaşkanõ Sayõn Denktaş da sürek-
li yanõmõzda olarak bizlere güç vermiştir. Ger-
çeğe dayalõ tarihsel belgeler, söz ve davranõşlarda
rehber olmuştur.
Ağrõ Dağõ’nõ devlet amblemi yapan, Türkiye
aleyhine sõnõr anlaşmazlõğõ çõkartan, hõnçlarõnõ
diplomasi perdesiyle saklayan Ermeni siyaset-
leri, insani içtenlikten yoksundur. Soykõrõm
sahte savlarõnõn adresi; Ermenistan’õn bitmeyen
kinidir.
Dõş dünyayõ tahrik etmesidir. Çünkü emper-
yalizm, ardõndaki güçlü destektir. Önce Erme-
nistan kendine gelmelidir. Birinci Dünya Sa-
vaşõ’ndan sonra kurulan ilk Ermeni devletinin
Başbakanõ Kaçaznuni’nin bir özeleştiri niteli-
ğindeki değerli yapõtõnõ tüm Ermeni lobisi şim-
dilerde okumalõdõr.
Eğer emperyalist “düvel-i muazzama”nõn ön-
görüleriyle tek taraflõ olarak Ermenistan’a
ödünler verilirse, bu aymazlõk ve sapkõnlõğõn so-
nucu, Türk ulusunun varlõksal onuruna doğru-
dan yönelecektir.
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu
Atatürk; “Ermeniler, emperyalizmin şõmarõk çocuğudur” der. Gerçekten de tarihsel
süreç, Ermeni siyasal politikalarõnõn emperyal eylemselliklerle özdeşleşerek ortaya
çõktõğõnõ göstermektedir. Lozan’da İnönü’den yurt istedikten sonra bu talebi sert bir
azarla geri çevrilen Norodunkyan’õn, Osmanlõ’ya Balkan Savaşõ’nõ yitirten
Dõşişleri Bakanõ olduğu da anõmsanmalõdõr.
Denizyollarõ Hastanesi
Y
üksek Denizcilik Okulu
giriş imtihanlarõnõ
kazanmõş elli genç
Tophane’deki Denizyollarõ
Hastanesi’ndeki polikliniklerin
önünde kuyruk olmuşuz. Giriş
sõnavõnõ kazanmakla iş
bitmiyor. O günlerin deyimiyle
“tam teşekküllü hastaneden”
sağlam ve denizde çalõşabilir
durumda olduğumuza dair
“heyet raporu” almak da işin
olmazsa olmazõ. Hariciye,
dahiliye, cildiye derken en
önemlisi göz, kulak ve asabiye
bölümlerinde muayeneden
geçiyoruz. Bu işlemler bir
haftaya yakõn zaman alõyor.
Hastanede “heyet günleri” var.
Hastane tüm ticaret filosu -şehir
hatlarõ da dahil- personelinin
başõ ağrõsa, dişi çekilecek olsa
gidip tek kuruş harcamadan
derdine çare bulduğu yer.
Ameliyatlar, uzun süren
tedaviler, acil vakalar için deniz
adamlarõnõn çoluk çocuğu ile
koştuğu şifa bulduğu bir sağlõk
kurumu. Onca başvuruyu
karşõlayan, her gün denizlerden
gelen hasta, yaralõ bir sürü
insanõn ihtiyacõnõ karşõladõğõ o
günlerin şartlarõnda bakõmlõ,
organize, tertemiz ve bizlerin
hiçbir yerinde kusur
bulamadõklarõ için denize
gönderilmemizin onaylandõğõ
çok önemli bir sağlõk kurumu.
Denizyollarõ Hastanesi. Bu
kuruluş her nasõlsa çok yakõn
zamana kadar devlet malõ
birçok diğer kuruluşlar gibi
özelleştirilmedi ya da düpedüz
satõlmadõ. Ama küçüle küçüle
şimdi içinde nerdeyse “in cin
top oynuyor” deyimine uygun
bakõmsõz, yoksul ve insanõ
hüzünlere boğan bir hale geldi.
İsminin sonuna da hastane
yerine galiba sağlõk ocağõ falan
gibi bir deyim getirildi.
Her neyse, asõl amacõmõz
artõk son günlerini yaşayan bir
hasta görünümündeki bu
kurumun geçmişine,
Osmanlõ’nõn son yõllarõna doğru
kõsa bir yolculuktu.
Abdülhamit’in uzun yõllar
süren padişahlõk süresinde ve
Vahdettin’in malum
yönetiminde asõl İstanbul
Limanõ olarak bilinen yer
Boğazõn Marmara’ya açõldõğõ,
köprüden batõya Sarayburnu,
aksi yönde de Tophane’ye
kadar uzayan Haliç girişini de
kapsayan alandõ. Ancak
gemiler, yanaşacağõ rõhtõmlar
yerine Kõzkulesi, Haydarpaşa
ve Kabataş önlerinde demirler,
kömür getiren gemilerse
Kuruçeşme’deki iskeleye
yanaşõr ya da açõkta demirleyip
sõra beklerdi. Sözü tekrar
hastaneye getireceğimiz için
Tophane ve daha ilerisinde
birkaç eski sahil vinci ve gerçek
yük boşaltma ihtiyacõnõ
karşõlamaktan oldukça uzak,
orada sõralanmõş birkaç
antrepodan başka bir şey yoktu.
Kõrõm Savaşõ esnasõnda
kõyõlarõmõzõn henüz fenerlerle
donatõlmamõş olmasõ nedeni ile
birçok gemisi karaya giden,
batan Fransõz donanmasõndan
bir komutan Marius Michael
(sonradan kendisine padişah
tarafõndan “paşa” unvanõ
verildi), Fransõz ve Osmanlõ
hariciyesi ile yaptõğõ yoğun
çalõşmalar sonucunda tüm
Anadolu kõyõlarõnõn fenerlerle
donatõlmasõ işinin Fransõzlara
verilmesini gerçekleştirdi.
Bununla da kalmadõ adõ geçen
Mişel Paşa daha sonra
İstanbul’daki Rõhtõm ve
Antrepo şirketlerini de kurarak
idaresi için de padişahtan icazet
almayõ başardõ. Sözünü
ettiğimiz ve antrepolarõn
bulunduğu rõhtõm da keza
Fransõzlarõn idaresi altõndaydõ.
Yazõmõzõn asõl konusu olan
hastane değil de bugünkü
binasõnõn var oluşu Osmanlõ’nõn
son yõllarõna kadar geri gidiyor.
Araştõrmalarõmõzda bu tarih
1841 olarak ortaya çõktõ.
Dahasõ, Anadolu’nun nerdeyse
yarõsõ ve başkent İstanbul işgal
altõndayken bu binanõn giriş
katlarõ boyunca uzanan
hacminde, bir Fransõz atlõ
birliğinin atlarõ barõndõrõlõyor
–yani bir tür hara- üst katlarda
da bu birliğin subay ve erleri
yaşõyordu. Kurtuluş Savaşõmõzõ
izleyen zafer ve TBMM’nin
kurulmasõ, işgal kuvvetlerinin
“geldikleri gibi” geçip
gitmelerinden sonraki
Cumhuriyet hükümetlerinden
birinin, 23.12.1934 tarih ve
2665 sayõlõ olarak, çõkardõğõ
kanunla anõlan binanõn ve
üzerinde bulunduğu Tophane
rõhtõmõnõn idaresi Maliye
Bakanlõğõ’na daha sonra da
Münakale (Ulaştõrma)
Bakanlõğõ’na bağlandõ. Genç
Cumhuriyetin “muasır
medeniyetin” de üstüne
çõkmayõ amaçlayan icraatlarõ
birbiri peşinden ve gittikçe
artan bir coşku ile ilerlerken 1
Temmuz 1941 yõlõnda 1593
sayõlõ Hõfzõssõhha Kanunu ile,
anõlan bina 25 yataklõ olarak
“Denizyolları ve Limanları
Hastanesi” ismiyle yeni bir
hizmet dönemine girdi.
“Denizciliği milli bir ülkü”
olarak işaret eden ve onu
başarmayõ hedef gösteren o
mucize kahramanõn tarihteki
yerini almasõndan sonra her
bakõmdan gelişen bu sağlõk
kurumu denizciliğimizle
birlikte onun personelinin
sağlõğõna yönelmiş bir devlet
kuruluşu olarak o yõllarõn her
türlü hizmeti verecek donanõma
sahip kõymetli uzmanlarõ ile
modern bir hastane olarak
özellikle biz denizcilerin
hayatõndaki yerini aldõ. Giderek
her türlü ameliyatõn yapõldõğõ
tam teşekküllü 100 yataklõ bir
hastaneye dönüşen hastanenin
bir denizci olarak ufkun
ötelerindeki sularda çalõşõrken
evdekilerin sağlõğõnõ da emanet
ettiğimiz bir yer olarak
anõlarõmõzda yer etmiş olmasõ
çok doğaldõ. 1950’lerde hastane
binasõnõn alt katlarõnda bir
yerde birkaç yõl PTT’nin paket
postanesinin yer almasõnõ da
bugünmüş gibi anõmsõyorum.
Geçenlerde bir doktor dostumu
ziyarete gittiğimde yürüdüğüm
koridorlar, o nice dertlerin
dindirildiği artõk bomboş duran
koğuşlar ve elli dokuz yõl önce
“denizci olabilir” diyerek bizi
okulumuza gönderen başlõ
başõna bir tarih olan o binadan
tarifsiz duygularla ayrõldõm...
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
D
enizyollarõ Hastanesi her nasõlsa çok yakõn zamana
kadar devlet malõ birçok diğer kuruluşlar gibi
özelleştirilmedi ya da düpedüz satõlmadõ. Ama küçüle
küçüle şimdi içinde nerdeyse “in cin top oynuyor” deyimine
uygun bakõmsõz, yoksul ve insanõ hüzünlere boğan bir hale
geldi.
Dünyanõn ‘Kadõn’, Kadõnõn Dünya Günü (?!)
Sahte Soykõrõm Gündemi
mumtazsoysal@gmail.com