15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
B ir 8 Mart etkinliğine giderken bin- diğim otobüsün o gün kadõnlara üc- retsiz olduğunu öğrendim. Kadõnlar otobüse bindikçe, otobüs şoförü açõklama yapmak zorunda kalõyordu. Kadõn- lar şaşkõnca ama memnun “Ne günü?” diye birbirlerine sorarlarken 8 Mart’õn bile kadõn- larõn büyük bir kesiminin yaşamõnda yok ol- duğunu, belli bir kesimin kendi arasõndaki söy- lencelerinde kaldõğõnõ gözlemlemiş oldum. Pek çok konu böyle belli bir kesimin kendi söy- lenceleri içinde tüketirken toplumun önemli bir kesiminin yaşamõna değecek değişimleri ya- ratmada geciktiğimizi göremedik. Saygõ ve şükranla andõğõmõz Prof. Dr. Tür- kan Saylan’õn dernek çatõsõ altõnda “Çağdaş Yaşam” projesine öncülük etmiş olmasõ bu yüzden çok önemlidir. Somut bir proje ko- nulmuştur ortaya ve cinsiyet eşitsizliğinin mağduru olan kõz evlatlarõmõza çağdaş yaşam kapõsõ aralanmõştõr. ‘Kadın iradesi’ Eğitimin toplum yaşantõsõndaki önem ve ön- celiğine, eşitsiz düzenin kadõnõn eğitimsiz bõ- rakõlmasõyla yürütüldüğüne dikkat çekmiştir Türkan Hoca. Kadõn-erkek eşitsizliğinin neredeyse “kader” olduğu Türkiye coğrafyasõnda, kadõn dünya- ya 1-0 mağlup geliyor. Erkeklerin egemen ol- duklarõ alanlarda varlõk gösterebilmesi için on- larõn gösterdiği çabayõ katlamasõ gerekiyor. Kadõn için ayrõcalõklarõ da erkek üzerinden tanõmlayan bir toplumuz biz. Kadõna babasõ ya da eşinden dolayõ tanõmakta çekinmediğimiz saygõ ve saygõnlõğõ, kendisi olarak çaba gösterip bir yere ulaşmõş kadõnlardan esirgiyoruz. “Öz- ne birey”i önemsemeksizin, “özgür ira- de”leri baskõlayarak ürettiğimiz davranõş ka- lõplarõmõzda, “kadın iradesi”ni yok hük- müne indirgiyoruz. Sandõk demokrasisine kilitlenmiş ül- kenin oy deposu kadõnlar, nüfusun yarõ- sõ olup, kendi kaderlerini teslim ede- cekleri erkekleri seçmekte, kendi cin- sinin temsiliyetinin simgesel rolü ile yetinmektedir. Türkiye’de demokra- sinin “varmış gibi” görüntüsüne ka- dõn ortak edilmektedir. Görüntüye ve biçime verilen önem, özü yok ederek, bugün tam anlamõ ile rejimi kilitleyip, işle- mez hale getirmiştir. Anayasa dersinde “demokrasi” üzerine söz alan bir kõz öğrencim, ki- tap bilgilerinden kopmuş, demokra- siyi işletmek için önce ondan söz eden kişilerin erdemli olmalarõ gerektiğin- den söz ederek; “Kendisinde erdem olmayan insanlarla demokrasi ol- maz” demişti. “Erdemli olmayı; çalmamak, kim- senin hakkını yememek, kendi re- fahını değil, toplumun refah düze- yini yükseltmek için çalışmak, hiçbir şaibeye bulaşmamış ol- mak, hak ve hukuk dışına taşmamak, hu- kukun eşitlik ilkesinin gereklerini yerine ge- tirmek…” gibi başlõklar altõnda sõralayabili- riz. Cumhuriyet’in fazileti, demokrasinin erde- minin ortadan kalktõğõ günümüzde en fazla hõr- palanan hukuk, dolayõsõ ile “eşitlik ilkesi” ol- muştur. Hukuksuzluğu hukukla kõlõflama ça- basõnõn yoğunlaştõrõldõğõ süreçte sorunlar; top- lumun en zayõf bõrakõlan halkasõnda yer alan “kadın”õn çevresinde katlanarak büyüyor. Günümüzde sosyal, ekonomik alanda kaybet- tiği gücü ile daha güçsüzleşen, kronikleşen kriz- lerin en fazla mağdur ettiği kesimi oluşturan kadõnõn üzerine tüm yükü ile yõğõlmõş olan “Dünya”, 8 Mart’ta “kadın” konusu- na yõğõlmakta!.. Kadõnõn üzerine yõğõlan sorunlarõ söylenceli bir haftaya yõğõyoruz. Sonraki 8 Mart gelene kadar raftaki yerini alõyor söylemler. Somut ve sürekli çabalarla ka- dõnõn yaşamõna ulaşmayõ gecikti- riyoruz böylece. Kadõnõ ve erke- ği ile demokrat görünme çaba- mõzõ öne çõkarmaya çalõşõyor, vicdanõmõzõ yõkõyoruz ade- ta!... Ortada bir sorun varsa is- tismar da vardõr. Ve “kadın sorunu” istismara en açõk konudur. Yüzyõllara yayõl- mõş mağduriyetlerin dillendirildi- ği salonlar dolusu konuşmalar sokak- taki kadõna çok uzak kalõyor. Kendisi adõna neler konuşulduğu bir yana, dünyanõn tüm yükünün altõnda ezi- lerek yaşamaya çalõşan çoğu kadõ- nõmõz, kendisinin bir dünya günü olduğundan bile habersiz. Türki- ye “kadınsız rejim”le, demok- rasiden hõzla uzaklaşõrken dün- yanõn dertleri de en çok eme- ği sömürülen kadõna yõğõlõyor. Dünyanõn kadõn gününde, “demokrasi, hak, eşitlik” söylemleri ile demokrat görünme ça- balarõna girişen otokratlar, gizlenemeyecek ka- dar teşhir oluyorlar kendi cümleleriyle. Demokrasi mücadelesi, özünde “genel ve eşit oy” mücadelesidir. Türkiye’de kadõnõn siyasal haklarõ, “parti” sözcüğünden -Halk Fõrkasõ’nõn 1935’te yaptõğõ IV. Büyük Kurultay’õnda alõ- nan kararla Fõrka’nõn adõ; Cumhuriyet Halk Par- tisi olmuştur- önce gelmiş; 5 Aralõk 1934’te 1924 Anayasasõ’nõn 10 ve 11. maddelerinde “her erkek Türk”e verilen seçme ve seçilme hakkõ; her iki maddeye “kadın” sözcüğü ek- lenerek, “kadın, erkek her Türk” seçme ve seçilme hakkõnda hukuken eşitlenmiştir. Böy- lece “kadın devrimi”nin en önemli aşamasõ tamamlanarak, demokrasinin de yolu hukuken açõlmõştõr. Devrimin özü; kadõnõ “özgür ve eşit” yurttaş kõlmasõdõr. Erkek-kadın ayrımı Bugün haklar alanõnõn önünde partilerin engel oluşturuyor olmasõ Türkiye için bir iro- nidir. Konjonktürle ortaya çõkan AKP’nin, ül- keye hem Cumhuriyeti, hem de demokrasiyi taşõyan CHP’nin getirdiği hak ve hukuk dü- zenine karşõ duruşunu kadõn sorunu üzerinden de ortaya koyduğu günümüz sürecinde kadõn, düne göre daha az özgürdür. Erkek-kadõn ayrõmõ ve eşitsizliği her geçen gün daha görünür bir hal alõrken; özgürlükler yerini yeni bağõmlõlõklara bõrakmakta, rejim kar- şõtlõğõ “kadın” üzerinden ilerletilmektedir. “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ih- mal edelim de kütlenin bütünü ilerleye- bilsin? Mümkün müdür ki bir cismin ya- rısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı gök- lere yükselebilsin?” Mustafa Kemal Ata- türk’ün 1925 yõlõnda sorduğu bu sorunun ya- nõtsõz bõrakõlmõş olmasõ bugünün demokrasi- sinin otokrasiye dönüşmesinin temel sebep- lerinden biri değil midir?!.. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 MART 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kamyon YÜK ambarlarının önünde rastlarsınız onlara. Anadolu’nun kentleriyle kasabalarına, kapıdan kapıya teslim mal götürmek üzeredirler. Koca kamyonlar ya çok ağır bir tek mal yüklenirler ya da her türden bir yığın parça: Beyaz eşya, mobilyalar, çamaşır ve giysi balyaları, hatta meyve ve sebze çuvalları. Öyle bir tepe oluşur ki kamyon kasasında, ancak sağlam brandayla örtülüp kalın iple sarılmazsa, yol sarsıntısıyla hepsinin dökülüp dağılması işten değildir. Gelen geçenler bu görüntüden endişelenir ve fazla yük konmaması için uyarmaya kalkarsa, klasik karşılık “Korkma amca, bir şey olmaz” olacaktır. İşin kötüsü, kamyon tam hareket etmek üzereyken, ya mal sahiplerinden biri de birlikte gitmek üzere çıkagelir; yüklenişi o da tehlikeli bulduğunu söylese, şoför mahalline sıkışırken ona da “Korkma abi, bir şey olmaz” denir. Ama, o hengâmede, frenleri kontrol etmek kimsenin aklına gelmemiştir. Sonrası, “filanca rampadan inerken frenleri patlayan bir otobüs…” diye başlayıp zarar ziyanla süren kaza haberinin konusudur: Ölü ve yaralılar, kırılan eşya, yırtılan çuval, çevreye dağılan zerzavat falan resmi. Anayasa değişikliği haberlerini izlerken ister istemez bunlar geliyor insanın aklına. Hele uzlaşma girişimlerini duyunca. İktidardaki asıl amacın yargının yapısını değiştirip yetkilerini kısarak Anayasa Mahkemesi’ni zayıflatmak olduğu belli. Ama bu amaca varmak için, öbür partilerin değişiklik isteklerine de pakette yer verilerek uzlaşmaya gidileceği ve böylece halkoylamasına geçişin herkese benimsetilebileceği söylenmekte. CHP’nin milletvekili dokunulmazlığını sınırlandırmayı, MHP bir uyum komisyonunu kurdurmayı, BDP’nin seçim barajını düşürmeyi istediği de biliniyor. Öyle anlaşılıyor ki, Başbakan kısmen bu istekleri de değişiklik kamyonuna yüklemek ve kendi amacına doğru böyle yola çıkmak peşindedir. Peki, kamyonun frenleri? Herkes, mal sahipleri ve yolcular hep bilmek zorundadırlar ki, AKP’nin “milli irade önünde engel” diyerek zayıflatıp kaldırmak istediği kurumlar ve kurallar, aslında aşırı hız ya da hırs yüzünden başa gelebilecek kazaları önlemek için konmuş birer frendir. Onları kaldırmak, gerekli önlemleri almadan yola çıkmak demektir. Uzlaşma manevrasını fırsat bilip anayasa değişiklikleri listesine kendilerinin ya da halk yığınlarının bazı beklentilerini de koydurmayı marifet sayacak olanlar bu oyuna gelmiş sayılacaklarını hesaba katmalıdırlar. Kısacası, şu sırada bazı hevesler uğruna yargı organlarının sistem içindeki frenleyici işlevini kısmak, tıpkı ülke bağımsızlığının bekçisi olan askerin özgüvenini sarsmak gibi cumhuriyetle birlikte bütün ulusu tehlikeye atmaktan farksız bir girişim olacaktır. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi “İnsan topluluğu kadõn ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasõnõ ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarõsõ toprağa bağlõ kaldõkça, öteki yarõsõ göklere yükselebilsin?” Mustafa Kemal Atatürk’ün 1925 yõlõnda sorduğu bu sorunun yanõtsõz bõrakõlmõş olmasõ bugünün demokrasisinin otokrasiye dönüşmesinin temel sebeplerinden biri değil midir?!.. “93 Harbi” denilen dönem, Osmanlõ coğ- rafyasõnõn perişan edildiği bir tarihsel devredir. Birinci Meşrutiyet’in ilan edildiği zamana rast- layan 1877 Osmanlõ Rus Savaşõ, kötü bir stra- teji uygulayan Osmanlõ’nõn yenilgisiyle so- nuçlanmõştõr. “Osmanlı Mebusan Meclisi”, azõnlõklarõn çoğunluk olduğu biçimde kurulmuş, Türk kökenli milletvekilleri etkisiz kalmõşlardõr. Meclis, savaş yönetiminde de ağõrlõklõ olunca her alanda karmaşõk bir yapõ ortaya çõkmõştõr. Or- du da aynõ yönetsel karmaşadan payõnõ almõş- tõr. Balkanlar’dan Kafkasya’ya kadar on binle- rin Anadolu’ya göçü başlamõştõr. İkinci büyük göç, 1912 Balkan Savaşõ sonrasõ olacaktõr. Tarihsel irdeleme 1877 savaşõ başlayõnca o zamana değin Os- manlõlarca baş tacõ edilerek; “Milleti sadıka” sõfatõyla tanõmlanan Ermeni azõnlõğõn önceleri içtenlik taşõmayan aldatõcõ desteği görülür. Sa- vaş bozgunuyla birlikte Osmanlõ’nõn Ermeni kö- kenli yurttaşlarõ, Rus Çarlõk saldõrõsõnõn düşün- sel ve eylemli çoğunluk yandaşõ olurlar. Artõk, “Taşnak” ve “Hınçak” sõfatlarõ altõnda siya- sallaşan Ermeni çetecilikleri birbirini izleyecektir. 1895 yõlõnda başkent İstanbul’da ayaklanarak halka silah çekilir. Saldõrõ önlenince de esaslõ bir yaygara koparõlarak, dünya kamuoyunda mağ- dur konuma geçilir. Ermeni kalkõşmasõnõn ar- dõnda emperyalizmin koruyuculuğu vardõr. Er- meniler lehine protestoda bulunan Britanya El- çisi’ni dinledikten sonra onu yanõna alarak bir salona geçen Osmanlõ Devlet Başkanõ II. Ab- dülhamit’in; “İşte Türklerin silahları sadece değnekler. İşte İngiliz damgalı silahlar, on- lar Ermenilerin saldırı aletleridir” demesi çar- põcõ tarihsel gerçektir. Birinci Dünya Savaşõ’nda içlerinde yaşadõk- larõ yurdu arkadan vurmaya kalkõşan Ermeni fa- şizminin toplu davranõşõnõ, uluslararasõ hukuk- ta yeri bilinen tehcir yöntemiyle etkisizleştir- menin soykõrõmcõlõkla ilgisi nedir? Osmanlõ, Birinci Dünya Savaşõ sõrasõnda Gabriel Norodunkyan adlõ Ermeniyi Dõşişle- ri Bakanõ yapar. Bakanõn ilk işi Osmanlõ hükü- metini etkileyerek Balkanlar’daki 120 alay gü- cündeki ordu grubunu terhis ettirmektir. “Bal- kanlar’dan imanım kadar eminim” sözü ha- in bakanõndõr. Sonuç, Balkan bozgunudur. Er- meni kökenli eski bakan, yõllar sonraki Lozan Konferansı sõrasõnda Anadolu İhtilali’nin Dõş- işleri Bakanõ ve Başdelegesi İsmet İnönü’den Ermenilere Anadolu’da yurt isteyecek ve sert bir azar işiterek geri çevrilecektir. Atatürk, Ermenileri “emperyalizmin şıma- rık çocuğu” olarak niteler. Gerçekten de tarihsel süreç, Ermeni siyasal politikalarõnõn emperya- lizmin hemen yanõ başõnda yer aldõğõnõ göster- mektedir. 1970’li yõllarda bu kez Ermeni “Taşnak” ve “Hınçak” partilerinin terör kolu olarak “Asa- la” adlõ örgüt ortaya çõkacaktõr. Türkiye’nin el- çi ve konsolosluk görevlileri saldõrõlara uğra- yacaklardõr. Ermeni faşizminin, Azerbaycan’õn “Dağlık Karabağ” bölgesindeki soykõrõmõ, yakõn tarihin sürekli anõmsanmasõ gereken olay- larõndandõr. ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde maddesel etki sahibi olan ve Hõristiyanlõk kozunu kulla- nan Ermeniler lobiler oluşturmaktadõrlar. Sah- te Ermeni soykõrõm savlarõ, çeşitli parlamento- larda bu açõdan üst üste tanõnarak, geçmektedir. Gündemde olan son olay, ABD Temsilciler Mec- lisi’ndeki komite oylamasõdõr. Kõzõlderili katli- amlarõyla anõlan bir geçmiş, karanlõk lobilerle özdeşleşerek sahte soykõrõm savlarõna destek ver- miştir. Demokratik kitle örgütleri, sendikalar, beş si- yasal partinin mensuplarõ, bilim adamlarõ, basõn- yayõn organlarõ beraberce ve kendi olanaklarõyla Lozan’a, Berlin’e gitmişlerdir. Yüzlerce in- san, ücretlerini taksitle ödedikleri seyahatleri sõ- rasõnda; Lozan’da, Misak-ı Milli’yi savun- muşlar, Berlin’de ise Ermeni propagandalarõ yan- lõsõ parlamento kararlarõnõ protesto etmişlerdir. Tarihsel belgeler Faşizmin Avrupa’da, siyonizmin ise Ortado- ğu’daki soykõrõmlarõ, Afrika ve Asya’yõ yõllar- ca sömürgeleştiren emperyalizmin potasõndaki insanlõk suçlarõyla birlikte teşhir edilmiştir. Türk ulusunun masumiyeti özenle belirtilmiş- tir. “Helen megali idea”sõnõn hedefi KKTC Ku- rucu Cumhurbaşkanõ Sayõn Denktaş da sürek- li yanõmõzda olarak bizlere güç vermiştir. Ger- çeğe dayalõ tarihsel belgeler, söz ve davranõşlarda rehber olmuştur. Ağrõ Dağõ’nõ devlet amblemi yapan, Türkiye aleyhine sõnõr anlaşmazlõğõ çõkartan, hõnçlarõnõ diplomasi perdesiyle saklayan Ermeni siyaset- leri, insani içtenlikten yoksundur. Soykõrõm sahte savlarõnõn adresi; Ermenistan’õn bitmeyen kinidir. Dõş dünyayõ tahrik etmesidir. Çünkü emper- yalizm, ardõndaki güçlü destektir. Önce Erme- nistan kendine gelmelidir. Birinci Dünya Sa- vaşõ’ndan sonra kurulan ilk Ermeni devletinin Başbakanõ Kaçaznuni’nin bir özeleştiri niteli- ğindeki değerli yapõtõnõ tüm Ermeni lobisi şim- dilerde okumalõdõr. Eğer emperyalist “düvel-i muazzama”nõn ön- görüleriyle tek taraflõ olarak Ermenistan’a ödünler verilirse, bu aymazlõk ve sapkõnlõğõn so- nucu, Türk ulusunun varlõksal onuruna doğru- dan yönelecektir. Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu Atatürk; “Ermeniler, emperyalizmin şõmarõk çocuğudur” der. Gerçekten de tarihsel süreç, Ermeni siyasal politikalarõnõn emperyal eylemselliklerle özdeşleşerek ortaya çõktõğõnõ göstermektedir. Lozan’da İnönü’den yurt istedikten sonra bu talebi sert bir azarla geri çevrilen Norodunkyan’õn, Osmanlõ’ya Balkan Savaşõ’nõ yitirten Dõşişleri Bakanõ olduğu da anõmsanmalõdõr. Denizyollarõ Hastanesi Y üksek Denizcilik Okulu giriş imtihanlarõnõ kazanmõş elli genç Tophane’deki Denizyollarõ Hastanesi’ndeki polikliniklerin önünde kuyruk olmuşuz. Giriş sõnavõnõ kazanmakla iş bitmiyor. O günlerin deyimiyle “tam teşekküllü hastaneden” sağlam ve denizde çalõşabilir durumda olduğumuza dair “heyet raporu” almak da işin olmazsa olmazõ. Hariciye, dahiliye, cildiye derken en önemlisi göz, kulak ve asabiye bölümlerinde muayeneden geçiyoruz. Bu işlemler bir haftaya yakõn zaman alõyor. Hastanede “heyet günleri” var. Hastane tüm ticaret filosu -şehir hatlarõ da dahil- personelinin başõ ağrõsa, dişi çekilecek olsa gidip tek kuruş harcamadan derdine çare bulduğu yer. Ameliyatlar, uzun süren tedaviler, acil vakalar için deniz adamlarõnõn çoluk çocuğu ile koştuğu şifa bulduğu bir sağlõk kurumu. Onca başvuruyu karşõlayan, her gün denizlerden gelen hasta, yaralõ bir sürü insanõn ihtiyacõnõ karşõladõğõ o günlerin şartlarõnda bakõmlõ, organize, tertemiz ve bizlerin hiçbir yerinde kusur bulamadõklarõ için denize gönderilmemizin onaylandõğõ çok önemli bir sağlõk kurumu. Denizyollarõ Hastanesi. Bu kuruluş her nasõlsa çok yakõn zamana kadar devlet malõ birçok diğer kuruluşlar gibi özelleştirilmedi ya da düpedüz satõlmadõ. Ama küçüle küçüle şimdi içinde nerdeyse “in cin top oynuyor” deyimine uygun bakõmsõz, yoksul ve insanõ hüzünlere boğan bir hale geldi. İsminin sonuna da hastane yerine galiba sağlõk ocağõ falan gibi bir deyim getirildi. Her neyse, asõl amacõmõz artõk son günlerini yaşayan bir hasta görünümündeki bu kurumun geçmişine, Osmanlõ’nõn son yõllarõna doğru kõsa bir yolculuktu. Abdülhamit’in uzun yõllar süren padişahlõk süresinde ve Vahdettin’in malum yönetiminde asõl İstanbul Limanõ olarak bilinen yer Boğazõn Marmara’ya açõldõğõ, köprüden batõya Sarayburnu, aksi yönde de Tophane’ye kadar uzayan Haliç girişini de kapsayan alandõ. Ancak gemiler, yanaşacağõ rõhtõmlar yerine Kõzkulesi, Haydarpaşa ve Kabataş önlerinde demirler, kömür getiren gemilerse Kuruçeşme’deki iskeleye yanaşõr ya da açõkta demirleyip sõra beklerdi. Sözü tekrar hastaneye getireceğimiz için Tophane ve daha ilerisinde birkaç eski sahil vinci ve gerçek yük boşaltma ihtiyacõnõ karşõlamaktan oldukça uzak, orada sõralanmõş birkaç antrepodan başka bir şey yoktu. Kõrõm Savaşõ esnasõnda kõyõlarõmõzõn henüz fenerlerle donatõlmamõş olmasõ nedeni ile birçok gemisi karaya giden, batan Fransõz donanmasõndan bir komutan Marius Michael (sonradan kendisine padişah tarafõndan “paşa” unvanõ verildi), Fransõz ve Osmanlõ hariciyesi ile yaptõğõ yoğun çalõşmalar sonucunda tüm Anadolu kõyõlarõnõn fenerlerle donatõlmasõ işinin Fransõzlara verilmesini gerçekleştirdi. Bununla da kalmadõ adõ geçen Mişel Paşa daha sonra İstanbul’daki Rõhtõm ve Antrepo şirketlerini de kurarak idaresi için de padişahtan icazet almayõ başardõ. Sözünü ettiğimiz ve antrepolarõn bulunduğu rõhtõm da keza Fransõzlarõn idaresi altõndaydõ. Yazõmõzõn asõl konusu olan hastane değil de bugünkü binasõnõn var oluşu Osmanlõ’nõn son yõllarõna kadar geri gidiyor. Araştõrmalarõmõzda bu tarih 1841 olarak ortaya çõktõ. Dahasõ, Anadolu’nun nerdeyse yarõsõ ve başkent İstanbul işgal altõndayken bu binanõn giriş katlarõ boyunca uzanan hacminde, bir Fransõz atlõ birliğinin atlarõ barõndõrõlõyor –yani bir tür hara- üst katlarda da bu birliğin subay ve erleri yaşõyordu. Kurtuluş Savaşõmõzõ izleyen zafer ve TBMM’nin kurulmasõ, işgal kuvvetlerinin “geldikleri gibi” geçip gitmelerinden sonraki Cumhuriyet hükümetlerinden birinin, 23.12.1934 tarih ve 2665 sayõlõ olarak, çõkardõğõ kanunla anõlan binanõn ve üzerinde bulunduğu Tophane rõhtõmõnõn idaresi Maliye Bakanlõğõ’na daha sonra da Münakale (Ulaştõrma) Bakanlõğõ’na bağlandõ. Genç Cumhuriyetin “muasır medeniyetin” de üstüne çõkmayõ amaçlayan icraatlarõ birbiri peşinden ve gittikçe artan bir coşku ile ilerlerken 1 Temmuz 1941 yõlõnda 1593 sayõlõ Hõfzõssõhha Kanunu ile, anõlan bina 25 yataklõ olarak “Denizyolları ve Limanları Hastanesi” ismiyle yeni bir hizmet dönemine girdi. “Denizciliği milli bir ülkü” olarak işaret eden ve onu başarmayõ hedef gösteren o mucize kahramanõn tarihteki yerini almasõndan sonra her bakõmdan gelişen bu sağlõk kurumu denizciliğimizle birlikte onun personelinin sağlõğõna yönelmiş bir devlet kuruluşu olarak o yõllarõn her türlü hizmeti verecek donanõma sahip kõymetli uzmanlarõ ile modern bir hastane olarak özellikle biz denizcilerin hayatõndaki yerini aldõ. Giderek her türlü ameliyatõn yapõldõğõ tam teşekküllü 100 yataklõ bir hastaneye dönüşen hastanenin bir denizci olarak ufkun ötelerindeki sularda çalõşõrken evdekilerin sağlõğõnõ da emanet ettiğimiz bir yer olarak anõlarõmõzda yer etmiş olmasõ çok doğaldõ. 1950’lerde hastane binasõnõn alt katlarõnda bir yerde birkaç yõl PTT’nin paket postanesinin yer almasõnõ da bugünmüş gibi anõmsõyorum. Geçenlerde bir doktor dostumu ziyarete gittiğimde yürüdüğüm koridorlar, o nice dertlerin dindirildiği artõk bomboş duran koğuşlar ve elli dokuz yõl önce “denizci olabilir” diyerek bizi okulumuza gönderen başlõ başõna bir tarih olan o binadan tarifsiz duygularla ayrõldõm... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar D enizyollarõ Hastanesi her nasõlsa çok yakõn zamana kadar devlet malõ birçok diğer kuruluşlar gibi özelleştirilmedi ya da düpedüz satõlmadõ. Ama küçüle küçüle şimdi içinde nerdeyse “in cin top oynuyor” deyimine uygun bakõmsõz, yoksul ve insanõ hüzünlere boğan bir hale geldi. Dünyanõn ‘Kadõn’, Kadõnõn Dünya Günü (?!) Sahte Soykõrõm Gündemi [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle