18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 13 ŞUBAT 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Özelleştirme Durdurulmalıdır TEKEL çalışanlarının haklı direnişi bize göstermiş olmalıdır ki, ülkemizin en önemli ekonomik sorunu olan ve son küresel kriz nedeniyle de toplumumuza ve ekonomimize büyük zararlar vermiş bulunan işsizlik sorununa, bu özelleştirme uygulamalarıyla çözüm bulma olanağı yoktur. Bu akıl dışı özelleştirme uygulaması olmadan da başımıza büyük dertler açan işsizlik, özelleştirme işlerimizin de üstüne tuz/biber ekmesiyle dayanılmaz boyutlara çıkmıştır. Bu nedenle özelleştirme adı altındaki bu yapay işsizlik kaynağının kurutulması için elden gelen her şey yapılmalıdır. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan (ÖİB) verilen bilgilere göre, 2009 sonuna kadar özelleştirilen irili/ufaklı devlet işletmelerinin toplam sayısı, 199’dur; bunların 188’inde hiç kamu payı kalmamıştır. Ancak özelleştirilen işletmelerin yarısından çoğu şimdi çalışmamaktadır ve çalışanlarının birçoğu uzun süreler işsiz kalmışlardır. Özelleştirme yanlışları nedeniyle kapanan devlet işletmeleri arasında Türk Ticaret Bankası, Etibank ve Sümerbank KİT’lerinin bankacılık bölümleri, Türkiye Selülöz ve Kâğıt Sanayi İşletmeleri (SEKA), Et-Balık, Sümerbank’ın Bursa Merinos, Bakırköy Pamuklu Mensucat, Sümerbank Satış Mağazaları ve Türk Otomotiv Endüstrisi A O gibi büyük ve ünlü işyerleri de vardır. “Özelleştirme Yanlışları Önlenmelidir” adını taşıyan 22 Ekim 1998 tarihli köşe yazımda şu örnekler vardı: “Türk Ticaret Bankası’nın ihalede en yüksek bedeli verene satıldığı halde yeni alıcıya devredilememesi ve mahkemeye düşmesi, kullanılan yöntemin çok yanlış olduğunu çarpıcı biçimde gözler önüne sermektedir. İşadamları, politikacılar, çeteler ve devlet bürokrasisi arasındaki karanlık ilişkilerin aydınlatılması sağlanmalı.. (ve) bu çarpık özelleştirme örneğinin ayrıntıları yazılmalı ve Türk İşletmecilik Tarihi’ne geçmeli.. işletme derslerinde ‘örnek olay’ olarak ele alınmalıdır…” “Son yıllarda uygulanan özelleştirme politikasının yanlışlığını ortaya koyan, ama Türk Ticaret Bankası olayı kadar çarpıcı olmadığı için fazla ilgi çekmeyen ikinci olay, SEKA’ya ait bir fabrikanın Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) kararıyla kapatılması olayıdır. Gazeteler, ÖYK’nin kapatılmasına karar verdiği SEKA İzmit Müessesesi’ndeki işçilerin fabrikayı terk etmeme eylemi sürerken, ‘Türkiye genelinde SEKA eylemi yayılıyor’ haberini yinelemektedirler. İşçilerin ve sendikaların şiddetli uyarıları üzerine, ‘işçilerin durumu belirleninceye kadar kapatma uygulaması ertelenmiş’, ancak soruna kesin çözüm bulunamamıştır. Ama sözü geçen fabrikada üretim durmuş; çalışanlara da yeni işyeri bulunamamıştır.” ……… “Uygulanan özelleştirme yönteminin yanlış olduğunu gösterecek örnekler çoktur. Ancak yukarıda gösterilen son günlerin üç örneği, bu konuda yapılması gerekenleri açıkça göstermektedir: ? Açık artırma ile devlet işletmesi satılması hemen yasaklanmalıdır. ? Devlet işletmelerinin parçalanarak satılması ve kapatılması yetkileri ÖYK’den geri alınmalıdır…. ? Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın varlığına son verilmeli; ÖYK ortadan kaldırılmalı ve bu kuruluştaki yetki ve sorumluluklar ‘ilgili bakanlıklar’a iade edilmelidir. ? Türk Ticaret Bankası ve Petrol Ofisi özelleştirmelerinden ve SEKA Fabrikası’nın kapatılmasından vazgeçilmelidir… ? Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni (KİT) siyasal baskılardan koruyacak ve eskiden uygulandığı için de ülkemizde iyi bilinen yönetim modeline geri dönülmelidir.” Bu önerilerin uygulanması, bugünlerde çok daha gereklidir. [email protected] [email protected] Engelsiz Türkiye Danıştay’ın kararlarını dinleyen kim? AKP’lileştirilmiş YÖK tutturmuş, imam okuluna gidenlere ayrıcalık tanıyacak. Zaten yargı reformu dedikleri, yargıyı da AKP’lileştirmek... Önlerinde hiç engel kalmamalı. Örneğin şöyle bir engel: Niğde Milli Eğitim Müdür Vekili Yaşar Sezgin’i, bir önceki Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik görevden aldı. İdare Mahkemesi, görevden almayı iptal etti. Yaşar Sezgin, yargı kararı gereği görevine iade edileceğine Tunceli’ye atanınca, bu kez hukuk dışı bu uygulamaya karşı tazminat davası açtı. Davaya bakan mahkeme, şu anda AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Remzi Kaya ve eski Müsteşar Necat Birinci’yi 10’ar bin lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Ne demek efendim, AKP Genel Başkan Yardımcısı’nı mahkûm ettirmek! Hele bir yargı reformunu yapsınlar, bakın görün o zaman hak hukuk neymiş. Durmak yok, yola devam: Demokratikleşeceğiz ya, hudutsuzluğa doğru koşuyoruz. Kim İstemedi? Eski Paris Büyükelçisi Uluç Özülker, türbanlı Emine Hanım’ın 2004’te Fransa’ya götürülmemesi öyküsünü arkadaşımız Bahadır Selim Dilek’e şöyle anlatıyor: “Pazar akşamı, eşli resmi bir program hazırlanmıştı. Pazartesi sabahı, telefon geldi, ‘Başbakan’ın eşi gelmiyor’ dediler. Ankara’da heyet pazar akşamı son bir değerlendirme yapmış. Sonuçta eşsiz gidilmesine karar verilmiş. Eşsiz gelineceğine dair talimat verildi, ben de o talimatı intikal ettirdim ve iş bitti.” Çok açık: Emine Hanım’ı “türbanlı olduğu için” Paris’e götürmeyen, eşi Recep Tayyip Erdoğan’dır. SBF Öğretim üyesi Prof. Dr. Birgül Ayman Gü- ler, en gerekli olanı yapıyor ve TEKEL işçilerinin savaşımına aklıyla, bilgisiyle destek oluyor. İki saptaması var, Prof. Güler’in. İlki, TEKEL işçilerinin karşı çıktığı “4-C” uygulaması konu- sunda Bakanlar Kurulu’nun kullandığı yetkinin, yasada tanımlanmış bir yetki olmadığına ilişkin: “4-C, Devlet Memurları Kanunu’nun 4. mad- desinin ‘c’ fıkrasıdır. Maddeye göre, Bakanlar Ku- rulu’na sınırları ve içeriği çok belirli bir yetki ve- rilmiştir. Bakanlar Kurulu, hangi görevlerin ‘bir yıl- dan az süreli veya mevsimlik hizmet’ olduğuna karar verebilir; görevin niteliği bu iki özellikten bi- rine uygunsa o görevlerde çalışacak kişiler ‘ge- çici personel’ olarak istihdam edilebilecektir. Ba- kanlar Kurulu, özelleştirme sonunda açıkta ka- lan işçileri bu statüde istihdama karar vermiştir; oysa yetkisi bu işte çalıştırılacak görevleri belir- lemekten ibarettir. Yani Bakanlar Kurulu ‘görevleri belirlemek’ yerine ‘işçileri belirlemek’ uygula- masına gitmiştir. Yasayı ihlal etmiştir. Bakanlar Kurulu, özelleştirme sonunda işsiz ka- lan işçileri ‘geçici personel’ olarak görevlendi- rirken, yerleştirilecekleri görevleri değil kişileri ve kurumları belirlemekte, böylece hem maddenin hükmüne hem de kamu personel rejiminin ruhuna aykırı hareket etmektedir. Yasanın 4-C maddesi nitelik gerektirmeyen sü- rekliliği olmayan çok ender bazı görevler için ya- zılmıştır; bu kapsamda istihdam, yasanın ruhu- na uygun uygulamalar yapıldığı sürece bin kişi- yi aşmamıştır. Bu eşik 2002’den itibaren aşılmaya başlanmış ve söz konusu istihdam türü özelleş- tirme politikasının yıkım sonuçlarından biri ola- rak yaygınlaştırılmıştır. Oysa yasanın özü açıktır. Kamu istihdamında asıl çalıştırma türü memur- luk (4-A) ve işçilikten (4-D) ibarettir; diğerleri is- tisnai zorunluluklar için öngörülmüştür.” Prof. Güler’in ikinci saptaması da böyle giderse memur sendikalarının, sendikasız grev-toplu- sözleşme hakkı tehdidiyle karşı karşıya olduğuna ilişkin: “Siyasal iktidar, toplusözleşme ve grevli sen- dika hakkına sahip işçilere karşı böylesine bir bas- kı ve tehdit uygularken Abant’ta ‘memurlara top- lusözleşme ve grevli sendika hakkı verelim mi?’ çalıştayı düzenlemektedir. Çalıştaydan ‘evet, vermeli’ sonucu çıkması sürpriz olmaya- caktır. İşçileri kölelik koşullarına zorlayanların, memur sendikalarına, sendikaların yıllardır istedikleri ‘grevli toplusözleşmeli sendika hakkı’nı tanımaya hazırlanması anlamsız ya da çelişkili değildir. Şimdiden bilinmesi gerekir ki, siyasal iktidar, memurlara bu hakkı, hazırlanan yeni kamu per- sonel yasasını sözleşmelilik üzerine kurmak koşuluyla tanıyacaktır. Kamu hizmeti görevleri- ni memurluk değil sözleşmelilik (4-B) üzerine kur- mak, gerçekte sendikasızlaştırmak demektir. Sendikasızlaşmış ücretlinin grevli toplusözleş- meli sendika hakkını fiilen kullanması olanak dı- şıdır. Memur sendikaları, grevli toplusözleşmeli sendika hakkı mücadelesini, bir sonraki adımı gö- rerek yürütmelidirler. Gelecek adım, sendikası kaybolmuş toplusözleşme ve grev hakkı verme oyunudur. Memur sendikaları bu oyuna gelme- meli, sahte bir hak genişletme gösterisine izin ve- rerek, hem sendikasızlaşmanın önünü açmamalı hem de TEKEL işçilerine uygulanan baskı ve hoy- ratlığın yine bir ‘demokratik açılım’la örtülmesi- ne hizmet etmemelidir.” 4-C Yetkisizliği ve Sendikasızlık Anayasal Laikliğin Sancısı İ. GÜRŞEN KAFKAS Din işleriyle dünya işlerini birbirinden ayıran görüştür laiklik. Dünya işleri öncelikle bilim ve siyaset kavramlarını çağrıştırır. Laiklik, dünya işlerinde her tür doğaüstü inancın baskısından arınarak bilginin ışığında yaşamı yönlendirmedir. Dini inanışlarla bilgi (bilim) arasındaki ayrımın dile getirilişi 16. yüzyılda Protestan reformcu Martin Luter’le başladı. Dinde reformun yanında bilim, sanat ve edebiyatta Rönesans’la toplumsal değişim ve atılım dönemi çığır açtı. Reform ve Rönesans’ın emekçi bilim adamları, bilimi dinin baskısından kurtaracak gerçeğe dönüşüm çalışmalarında bulundular. Reform ve Rönesans’la, eğitim ve öğretimde de yenileşmeciliğe gidildi. Bilimde laiklik, 17. yüzyılda başlangıç, 18 yüzyılda gelişmenin sağlandığı dönemdir. Descartes, Hobbes, Spinoza, Leibniz gibi düşünürler bilime dayanan bir yaşamın tanımıyla ilgilendiler. Rönesans’ın sanatsal başarıları laikliğe yöneliş kıvılcımının aydınlanmaya dönüşümünü sağladı. Bilim ve siyaset alanında laiklik, teolojik ve metafizik mutlak düşüncelere yönelik bir karşı koyuştur. Ortaçağda kilise, insan yaşamında devletten daha çok söz sahibiydi. İslam dünyasında da cami aynı durumdaydı. Laikliğin bilim ve siyasetle buluşmasıyla ortaçağ örneği devletler yerine bağımsız ve özgür devlet düşüncesi doğdu. Bugünün birçok İslam devletlerinde cami, cemaat ve tarikatların siyasete etkisi görülmektedir. Bu devletlerin siyaseti, dini-şeriat kurallarınca yönetilmektedir. Ortaçağdan beri din, insanların günlük yaşamında, toplumsal düzeninde ve devlet yönetiminde etkili olmuştur. Papalar krallara hükmediyorlardı. Papaz, rahip ve keşişler, Hıristiyan dini kurallarına göre insanları yönlendiriyorlardı. İslami kesimlerde de kadılar şeriat esasına göre hüküm veriyor; camiler, tarikatlar, cemaatler ve töresel buyruklar demoklesin kılıcı gibi insanların canını yakıyordu. Atatürk, Cumhuriyeti yepyeni düşüncelerle kurdu. Demokrasiyle taçlandırdı ve laiklikle şekillendirdi. Amacı: Devlet yönetimini ve bireyleri dini baskılardan kurtarmaktı. İslami dogmalardan, hurafelerden uzaklaşarak, dünyevi düzene egemen olmaktı. Cumhuriyet, ilke ve devrimleri bu değişim ve gelişmenin ana ilkesiydi. İnsanın ezilişi yerine huzuru ve güveni söz konusuydu. 1921 Anayasası’nda (Teşkilatı Esasiye Kanunu) din ile ilgili bir hüküm yoktur. 1923’te anayasada yapılan değişiklikle din anayasaya girmiştir. Buna göre: Md. 2- “Türkiye Cumhuriyetinin dini İslamdır, resmi dili Türkçedir.” 1924’te halifelik kaldırılmış ve din kavramı anayasada yine yerini almıştır. 5 Şubat 1937’de anayasada yapılan değişiklikle, devletin temel niteliğine “laiklik ilkesi” getirildi: 1961 Anayasası’nda 2. madde de: “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik, “laik ve sosyal, bir hukuk devletidir” hükmü yer almaktadır. 1982 Anayasası’nda ise: 2. madde: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklindedir. 1982 Anayasası’nda, 1961 Anayasası’na göre “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” kavramlarına yer verildiği görülmektedir. 1982 Anayasası’nın 174. maddesinde: “Laiklik niteliğini koruma” şeklinde bağlayıcı hüküm yer almaktadır. 1933’te okul programlarından çıkarılan “din” dersleri 1949’da ilköğretim, 1956’da da ortaöğretim okulları programına konuldu. 1982 Anayasası’nda din dersleri ilk ve ortaöğretim okullarında zorunlu ders olarak kabul edildi. Anayasamızda yerini bulan laiklik, bütün dinlere eşit duruşta ve ibadetlerin kurallarına karışmama ve dinlerin düzenlerini bozacak davranışları önleme yükümlülüğündedir. Çoğunluğu İslam olan ülkemizde, farklı birçok din, mezhep ve inanışlar vardır. Laikliğin uygulanılırlığı bu farklılıkları birer kültürel zenginlik olarak ortaya koymaktadır. Ülkemiz laik yapısı ile din ve inanışları devletin denetimi altına almıştır. Mustafa Kemal: “Laiklik adam olmaktır” özdeyişiyle bireyin ve toplumun laiklikle bağımsızlığının özgür ve davranışının önemine değiniyor. Ülkemizde bugün, laikliğe karşı koyuş savaşı verilmektedir. Laiklik tartışılmakta, yıpratılmakta ve yok sayılmaktadır. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarında dini kadrolaşmalar, yasal çerçeveye uydurularak gerçekleştirilmektedir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Fasit Abdullah Gül, Türkiye’deki siyasi çekişmelerden rahatsızmış. Bu durumun aşılamaması durumunda “fasit bir daireye girileceğini” söylüyormuş. Fasit daireyi bilemeyiz ama faşist bir daireye girdiğimiz kesin. BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Telve ile yapõlmõş tadõ kötü kahve... Fas’õn plaka imi. 2/ Kaz Dağõ’nõn antik dönemlerdeki adõ... Tanrõ’nõn adõnõ art arda anarak yapõlan ibadet. 3/ Bö- rülceye veri- len bir başka ad. 4/ Alacak ya da borç. 5/ Az sözle çok şey anlatma... Şaşma belirten bir ünlem. 6/ Yelkenli gemilerde demiri kaldõrmada kullanõ- lan, ince zincirden yapõlmõş donanõm. 7/ Itõrlõ bir bitki... Gözleri görmeyen. 8/ Yağõ alõndõktan sonra zeytinin kalan posasõ... Bilgisiz, kültürsüz kimse. 9/ “Ayrõlõk ateşten bir --- / Nazlõ yârdan hiç haber yok” (Türkü)... Ka- ragöz oyununda kullanõlan kamõş düdük. YUKARIDAKİ AŞAĞIYA: 1/ Beyaz kum midyesi... İtalya’nõn en uzun õrmağõ. 2/ Kadastro haritalarõnda parseller topluluğu... Or- ta Karadeniz bölümünde, hayvan sürülerinin kõ- şõ geçirdikleri kuytu ve sõcak yerlere verilen ad. 3/ Doğu Karadeniz’de tulum eşliğinde horon oy- nanarak yapõlan geleneksel yayla şenliği. 4/ “Kenarõn dilberi nazik de olsa --- olmaz” (Nabi). 5/ Yiyecek, gõda... Asya’da bir õrmak. 6/ Koru- ma, esirgeme... Utanç duyma. 7/ Ağzõ geniş tek kulplu su kabõ. 8/ Yerölçümünde uzaktan göz- lenen taksimatlõ cetvel... Malezya halkõna özgü bir tür öldürücü delilik. 9/ İri taneli bezelye... Tan- rõtanõmaz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İ S K E N D E R S T A R E T E K K A Y G A N A A E R G E N E A Y N A N A M U R D E N E M E A R E T A U A B A R E A R A B İ S K A Y R A S T 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle