Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİ YET 7KASIM 20 1 0 PAZAR leyla.tavsanoglu@cumhuriyet.com.tr 14 PAZAR KONUGU Isa Eşme: Yükseköğrenimde türban sorunu 'mahalle baskısının' daha da yaygınlaşmasına yol açar Üniversite sorunlanndan uzaklaştı SÖYLEŞİ LEY LA TAVŞANOĞLU Eski YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İ sa Eşme kız öğrencilerin üniversitelere türbanla girebilmesinin önünün açılması konusunda Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı kararı olmasma karşılık işin YÖK tarafmdan oldubittiye getirildiğine işaret ediyor. Bundan sonra konunun türbana serbestliğin de ötesine taşınacağma dikkat çeken Eşme, ayrıca üniversitelerin onlarca sorunları olmasma karşm sadece türbana odaklanılmasım garip bulduğunu ifade ediyor. Bir de üniversitelerin suskunluğundan yakımyor. Türban konusu yine gündemde. Üniversiteler bu sorunla ne zcıman yüzyüze geldi? Nasıl bir süreç yaşandı? Sorun 1980'li yılların başmda gündeme gelmişti. Sorunun boyutunu görebilmek ve bundan sonra karşı karşıya gelinecek yeni sorunlar karşısmda hazırlıklı olabilmek için geçmişte yaşananları hatırlamak gerekiyor. Ben bu süreç boyunca üniversitelerde görev yaptığımdan olanları bizzat gördüm ve yaşadım. İ sterseniz önce bu süreçte yaşananlara bakalım. YÖK'ün 20 Aralık 1982 tarihli yönetmelikle, kız öğrencilerin üniversitelere başörtülü girmesi yasaklandı. Bu karar üniversitelerde ödünsüzce uygulandı. Zaten başörtülü kız öğrenci sayısı çok azdı. Bazı gruplarm da tetiklemesiyle konu bugünkü gibi gündeme taşındı. Dönemin Başbakanı Sayın Ozal'ın devreye girmesi ile YÖK, 10 Mayıs 1984 tarihli kararıyla uygulamaya bir esneklik getirdi. Doğramacı'nm önerisi doğrultusunda alman kararda, kız öğrencilerin üniversitelere başörtüsü ile giremeyeceği ancak "modern şekilde 'türban' kullanabileceği" ifade edilmişti. Böylece Her ' erkes her alanda kendi kıyafetiyle çalışsa ne olur denilebilir. Bu anlayış ülkemizi giderek AB 'ye mi, yoksa Ortadoğu coğrajyasına mı yaldaştırır? Komşu coğrajyalarda örnekleri görülüyor. Önce bu soruya samimi olarak cevap aramak gerekir. "türban" sözcüğü ilk kez bu kararla gündeme girmiş oldu. Peki YÖK'ün kararındakî türban, bugün bilinenle aynı diyebilir miyiz? Öğrenciler YÖK'ün bu kararına uydu mu? Dönemin YÖK Başkanı Sayın Doğramacı'nm sözünü ettiği örtü elbette bugün bilinenden farklıydı. Kararda sözü edilen "türban", yalnız saçları örten, modern bir kadm kıyafeti. Türban ansiklopedilerde de böyle tanımlanır. Ancak bu karar sonrası üniversitelerde biz böyle bir örtü biçimini hiç görmedik. Yani bu karara hiç uyulmadı. Bu tarihten sonra, türbanm ansiklopedideki tanımı da değişmiş oldu. Üniversite kapılarmda bu ayırımı yapacak görevli olmayacağına göre bunun denetlenmesi de mümkün olamazdı. Sonuçta YÖK'ün bu kararıyla yeniden üniversitelerde başörtülü dönem başladı. YÖK bunun üzerine 24 Aralık 1986'da aldığı bir kararla, "modern ve Batılı anlamdaki 'türbanın' dahi suiistimal edilmekte olduğunu" gerekçe göstererek, kıyafette esneklik getiren bir önceki kararım iptal etti. Bu karar üniversitelerde uygulanabildi mi? Üniversitelerde kimse bu YÖK kararım uygulayamadı. Rektörler konuyu dekanlara, dekanlar bölüm başkanlarma onlar da öğretim 'ğrencilerin önemli bir bölümü cemaatyurtlarında kalıyor. Bu sayı Anadolu 'dalü birçoküniversitede oransal olarak oldukça büyük Şimdi bu öğrenciler örtünme baskısı altına girecektir. Bu baskı okul ortamındaki etkileşmelerde deyaşanır. Çünkü başı açıkkız öğrenciyi günahkâr olarakgören anlayış var. tavır içine girdi. Bunda elbette 28 Şubat süreci etkili oldu. Rektörleri doğrudan sorumlu tutarak kıyafet yönetmeliğini ödünsüz olarak uyguladı. Kapılara güvenlik görevlileri konularak kampuslara başörtülü giriş yasaklandı. Başörtülü öğrencilerin büyük bir bölümü bu karara uydu ve başlarım açarak derslere girdi. Belli ki bunlarm önemli kısmı zaten baskı ile örtünmüştü. Ancak başlarım kendi iradeleriyle örten öğrenciler bu karara uymak istemediler. Bunlarm bir kısmı peruk takarak sorunu aştı. Ancak sayıları az da olsa bazı öğrenciler kıyafetleri nedeniyle üniversitelere alınmadılar ve öğrenimlerini bırakmak zorunda kaldılar. Sayıları az da olsa, bu öğrencilerin durumu kamuoyunda rahatsızlık yarattı. İ ster istemez bazı gruplar bu konuyu canlı tutacak eylemler yaptılar. Ancak, olaylara bir bütünlük içinde bakarsak 1998'den soma gelen on yıllık süre, üniversitelerin bu anlamda en huzurlu olduğu dönem oldu. Artı ve eksilerin mukayesesi yapılırsa elbette artılar çok fazlaydı. YÖK'ün üniversitelerde türbanı serbest bırakma kararı var. Yargı kararlarına rağmen, hemen hemen bütün üniversite yönetimleri bu karara uyuyor. Siz buna ne diyorsunuz? Başörtüsü konusu, AKP'nin iktidar olduğu 2002'den beri konu hep canlı tutuldu. Hukuki a üyelerine havale ettiler. Yöneticiler bu kararları panolara asmanm ötesinde bir şey yapamadılar. Başörtülü öğrencilerin sayıları giderek arttı. Birçok üniversitenin bazı fakülte ve bölümlerinde başı açık kız öğrenci görünmez oldu. Bazı öğrenciler, yüzlerini de kapatan kıyafetler giymeye başladı. 199O'lı yıllarm ortalarmda, görev yaptığım üniversitenin bir toplantısında konuşulanları halen hatırlarım. Toplantıya katılan üyeler türbanla nasıl baş edileceği konusunda çözüm ararken İ lahiyat Fakültesi Dekanı söz almıştı ve "Benim sorunum çarşaf, keşke türban olsa" diye dert yanmıştı. Başörtüsüyle başlayan sorun başka sorunları da beraberinde getirmişti. Başörtülülerin yoğun olduğu bölümlerde, sımflarda kız ve erkek öğrenciler ayrı saflarda oturmaya başladılar. Hemşirelik yüksekokullarmda hemşire adaylarının o özgün kıyafetlerini giymedikleri, erkek hastalara bakmayan hemşirelik ve tıp öğrencileri ile ilgili konular, o dönem gazetelerde sık sık haber olmuştu. zeminde ve diğer alanlarda kapı aralanmak istendi. YÖK'te Teziç yönetimi sona erene kadar üniversitelerde bu anlamda sorun yaşanmadı. Aksine, tam bir huzur ve barış ortamı vardı. Bilindiği gibi hükümet bu konuyu yasal zeminde çözmek istedi. En son Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı kararı geldi. Ancak buna rağmen bazı üniversitelerde zaten iki yıldır öğrenciler bu kıyafetle derslere giriyordu. Bunda yeni YÖK yönetimi ve üç yüdır atanan rektörlerin tavrı etkili oldu. Nihayet YÖK'ün İ stanbul Üniversitesi'ne gönderdiği 23 Temmuz 2010 tarihli yazısı ile artık "türban" denilen kıyafet fiilen serbest duruma getirildi. Gerçekte YÖK'ün söz konusu yazısı, türbanı serbest bırakmıyor, türbanlı öğrencinin smıftan çıkarılamayacağmı öngörüyor. Ancak burada yapılan, kıyafet yönetmeliği ile ilgili yeni bir karar almmadan, türbanm yeniden üniversiteye girişine izin verilmesidir. Ben konunun hukuki boyutuna girmeyeceğim. Hukuki boyut bakımından her şey ortada. Ben eğitimci kimliğimle, konuyu eğitim öğretim ve üniversitelerimizin geleceği açısmdan değerlendirebilirim. Yasayı uygulama îratiesi ekslk Türbanın yeniden üniversiteye girmesi eğitim öğretim açısmdan hangi sonuçlara yol açar? Sorunuzun cevabı için 199O'lı yıllarm gazetelerine bakmak gerekir. O zaman neleri yaşamışsak bana göre aynı şeyler daha büyük boyutta yaşanacaktır. Türkiye'de gündem çok dinamik. Yoğun gündem nedeniyle, bırakımz on yıl öncesini, on gün öncesini bile unutur olduk. Geçmişteki gözlemlerimizden yola çıkarak bir kez daha olacakları ortaya koyalım. Üniversitelerimizin örgün programlarmda okuyan kız öğrenci sayısı 700 binin üzerinde, yurt kapasitesi ise yüz bin civarında. Kalan öğrencilerin bir bölümü kendi evlerinde, akraba yamnda ya da arkadaşlarıyla kalıyor. Ancak önemli bir bölümü de cemaat yurtlarmda kalıyor. Bu sayı Anadolu 'daki birçok üniversitede oransal olarak oldukça büyük. Şimdi bu öğrenciler örtünme baskısı altma girecektir. Bu baskı okul ortamındaki etkileşmelerde de yaşanır. Çünkü başı açık kız öğrenciyi günahkâr olarak gören anlayış var. Sonuçta üniversitelerin birçoğunda başı açıklar "mahalle baskısı" denilen baskıyı yaşamaya başlar. Bu konunun bir boyutu. İ kinci boyutu şu; bazı branşlarda eğitim koşulları öğrencinin kıyafetiyle doğrudan ilişkili. Hemşirelik, müzik, spor ve sımf öğretmenliği gibi programlarda geçmişte bu anlamda yaşanan sorunlar gazetelere manşet olmuştu. İ şin bir diğer boyutu da konunun "türban" denilen başörtüsüyle bitmeyeceği. Geçen ay bir gazetede, İ slami basının duayen isimlerinden Sayın Eygi'nin bir yazısım okumuştum. Türbanlı kızlara, "Sizi protesto ediyorum, çünkü siz, İ slami tesettürün canına okudunuz, gidin tesettürü Yemen'de görün, Arabistan'da görün" diyerek türban yerine çarşaf giymelerini öğütlüyordu. Bu durumda işin içine kimlik tespiti, smav güvenliği giriyor. Kapıya kıyafet uzmanı polis koyamayacağımza göre bununla nasıl baş edeceksiniz? Türban konusunda sizce çözüm ne olmalı? Türkiye'nin bugünkü koşulları 199O'lı yıllardan çok farklı. Devletin en üst kademesinden rektörlere kadar herkes türban serbestisinden yana. Medyamn çok önemli bir bölümü de öyle. Ortada, Anayasa Mahkemesi'nin bağlayıcı kararma rağmen fiili bir durumla yüz yüzeyiz. Dolayısıyla bu saatten soma tartışılması gereken, bu uygulamanın olası olumsuz yansımaları için önlemler almak, geçmişte yaşananları yeniden yaşamamak. Bu da öncelikle üniversitelere ve YÖK'e düşüyor. YÖK Başkam, "Başı açıkların kefili benim" diyor. Güvence bir kişinin kefilliği ile değil, yasa ve o yasayı uygulayan iradenin kararlılığı ile sağlamr. Saym Kılıçdaroğlu, "Türban işini biz çözeriz" derken gerçekte sihirli bir çözüm değil, bence iktidar olduklarmda, örtünme baskısını ve uygulamanm öteki olumsuz yansımalarım önleyecek kararlılıklarım ifade etmek istiyor. Sorun çözülmedi 1998 sonrasında bu sorun nasıl çö'züldü? Dönemin YÖK yönetimi, üniversitelerde yaşanan bu sorunu çözmek için 1998'de yeni bir Asıl tehlike geride duruyor Üniversite sonrası türbanlı bu genç kızların nerelerde istihdam edilebileceği sorunu çö'zülmüş değil... Üniversitelerdeki türban serbestisinin bir başka kaygı verici yansıması da işte tam da bu konu. Başörtülü bir kızımız sımf öğretmenliğini bitirdi ve ataması yapıldı. Ne yapacaksımz? Aynı durum kamuda görev alacak herkes için geçerli. Zaten belediyelerde bunun örnekleri yok mu? Bugün üniversitelerde türban serbestisini savunanların bir bölümü, konuya eğitim hakkı açısmdan yaklaşıyorlar. Ancak önemli bir bölümünün asıl düşüncesi farklı. Onlar şimdi tam dillendirmeseler de bu serbestinin her alana yayılmasmdan yana. Herkes her alanda kendi kıyafetiyle çalışsa ne olur denilebilir. Bu anlayış ülkemizi giderek AB'ye mi, yoksa Ortadoğu coğrafyasma mı yaklaştırır? Komşu coğrafyalarda örnekleri görülüyor. Önce bu soruya samimi olarak cevap aramak gerekir. Sizce bu sorun nasıl çö'zülür? Kamuda türbanlı eleman istihdamımn savunulması elbette mümkün değil. Bu sorunun çözümü öncelikle siyasilerin elinde. Ben bugünkü şartlarda, bugünkü siyasi iradenin yaklaşımıyla çözümü zor görüyorum. 2011 seçimleri soması hukuki zeminin de halledilmesiyle sorun üniversite öncesi ve sonrasma taşınacaktır. Bu tahminimde yamlmış olmayı arzu ederim. YÖK'ün kararı üzerine fırsat bufırsat diyen birtakım açıkgö'zlerin ilkokula da türbanlı çocuk sokma girişiminde bulunmalarını nasıl karşılıyorsunuz? Üniversitelerde türbana, dolaylı yolla da olsa izin verilince bunun ilk olumsuz yansımasım sözünü ettiğiniz örneklerde gördük. Bazı ilköğretim okullarmda veliler çocuklarım okula başörtülü olarak göndermek istedi. Bunlar birkaç ekstrem olay diye konu geçiştirilemez. Dikkat edilirse bu yaşananlara tek ciddi tepki, hükümette görev yapan sosyal demokrat kökenli bir bakandan geldi. Diğerleri sustu. Üniversitelerdeki uygulama, hukuki boyutta da aşılırsa, konu ister istemez üniversite öncesine yayılacaktır. İ şte beni asıl kaygılandıran husus da bu. Diyelim ki üniversite kademesinde gençler özgür iradesiyle hareket ediyor. Erken yaş eğitim kademesindeki çocuklar için aym şey geçerli mi? Örneğin ilk ve ortaöğretimde din kültürü dersinde öğretmen kız öğrencilerine örtünmeyi öğütlemeyecek mi? Bu eğitim kademesinde, bu anlamda olabilecekleri düşünmek bile korkutucu. p 0 R T R E çalıştığı Marmara Üniversitesi'nden Ağustos 2000'de ayrıldı ve Maltepe Üniversitesi'ne geçti. 1947yılında Devrek'te doğdu. 1970'te Çapa Yüksek Burada Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanı olarak Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra 7yü görev yaptı. Mart 2005'te YÖK üyeliğine, Ağustos öğretmenlikyaptı ve 1977'de asistan olarak 2005'te YÖK başkanvekilliğine seçildi. YÖK'teki üniversiteye geçti. Katıhal fiziği alanında, 1983 görevi Şubat 2009'da sona erdi. Katıhal fiziği, fen yılında doktor, 1989 yılında doçent, 1995 yılında eğitimi ve eğitimin güncel sorunları ile ilgili yayınları bulunuyor. profesör unvanlarını aldı. 1983 yılından beri P rof. D r. İ SA EŞME Suskunluğa gömülen üniversite araştırma yapamıyor Türkiye 'nin başta ekonomik, işsizlik sorunları olmak üzerepek çok sorunu dururken hükümetin sadece türbana odaklanması sizce ne anlama geliyor? Ülkede bunca sorun varken neden türban? Ben konuyu önce üniversitelerimiz için ele alayım. Üniversitelerin bugün onlarca sorunu var. Bu sorunları bir anket çalışmasıyla belirleseniz, eminim ki türban en son sıralarda gelir. Zaten bu anlamda bizi haklı çıkaran araştırma sonuçları da var. Bugün öğrencilerin büyük barınma sorunu var. Bence en önemli konu bu. Binlerce öğrenci devlet yurdu bulamayınca cemaat yurtlarma sığımnak zorunda kalıyor. Beslenme sorunu var. 2 3 liralık yemek parasım ödeyemeyip simit ve çayla öğle yemeğini geçiştiren öğrencilerin olduğu bir gerçek. Harç parasım ödeyemediği için kayıtlarım donduran ya da kaydı silinen öğrenci sayısı, türban nedeniyle üniversiteye giremeyenlerden çok daha fazla. Üniversitelerde kontenjanlar arttı ancak eğitimde kaliteden ödün verildi. Son iki yıldır, 100 bin civarındaki kontenjan boş kaldı. Yeni açılan üniversitelerin boş kalan kontenjanları neredeyse yüzde 40'larda. Atanamayan öğretmenler sorunu var. Öğretim üyeleri, araştırma görevlileri, ağır ders yükü nedeniyle araştırma faaliyetlerini yürütemez oldular. Keşke biz bugün sizinle, "Üniversiteler neden suskun" sorusunu tartışsaydık. Peki, üniversite sizce neden suskun? Üniversitenin suskunluğu öncelikle YÖK'le ilgili. Askeri yönetimle gelen YÖK'ün üniversiteler ve öğretim üyeleri üzerinde büyük bir yaptırım gücü var. Ben YÖK başkanvekilliği yaptım ama aynı zamanda 90'lı yıllarm sonunda YÖK'ün baskısını da yaşadım. Cumhuriyet'te yazdığım bir yazı nedeniyle neredeyse hakkımda soruşturma açılacaktı. Bu, ayrı bir söyleşi konusu olacak kadar uzun. Üniversitedeki suskunluğun belki başka nedenleri de var ama asıl nedenin YÖK olduğunu düşünüyorum. Yeri gelmişken suskunlukla ilgili size somut bir örnek vereyim. Ekim ayı başlarında, Diyanet İ şleri Başkanı Saym Bardakoğlu'nun bir açıklaması oldu. "Din görevlimiz sadece namaz kıldıran memur değil. Sosyal hayata müdahale eden kanaat önderi olmalı" dedi. Ben bu sözü çok yadırgadım. Kendisini tamyoruz. Cumhuriyet değerlerini özümsemiş aydm ve saygm bir din bilgini. Kadrosunda görev yapan din görevlilerinin yapısım, dünyaya bakışım biliyor olmalı. Topluma önderlik yapacak kaç elemanı var? Saym Bardakoğlu öncelikle bu elemanlarmı eğitmeli. Ben geçmişte kendisini ziyaretimde bu konuda bir öneride bulunmuştum. Türkiye'nin birçok yerinde, dünya görüşü bakımından vatandaşın imamın önünde olduğunu bilmeyen mi var. Benim asıl şaşırdığım husus, bu açıklama karşısmda öğretmen yetiştiren kurumlardaki öğretim üyelerinin sessizliği. Milli eğitimin sessizliği. Öğretmenlerin sessizliği. Cumhuriyet, bu görevi din görevlilerine mi öğretmenlere mi verdi? Mustafa Kemal Atatürk'ün bu anlamda öğretmenlere verdiği görevi özetleyen cümleleri okul duvarlarında halen yazılı. Hasan Âli Yücel, Köy Enstitüsü projesi öncesinde, "Biz devrimci düşüncenin temsilcisini yetiştirip köylere göndermek isteriz" demişti. Köy Enstitüsü çıkışlılarm, eski öğretmen okulu çıkışlılarm topluma nasıl önderlik ettiğini, kanaat önderi olduğunu biliyoruz. Hatta bu görev Cumhuriyet öncesinde bile öğretmenlerde değil miydi? Reşat Nuri'nin Çalıkuşu adlı eseri bu temayı işlemiyor mu? Eğitim fakültelerinde 70 civarında dekammız, dört binin üzerinde öğretim elemammız, 180 bine yakm öğretmen adayı öğrencimiz var. Gazetelere baktım. Bu konuda tek bir yazıya bile rastlamadım. Suskunluğun en büyük kamtlarından biri bu değil mi? YÖK'ün ve Cumhurbaşkanı 'nın rektör atamalarındaki tercihlerine ne diyorsunuz? Biraz önce saydığım, üniversitelerde yaşanan sorunlara eklememiz gereken önemli bir husus da rektör atamaları. Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinin 30 Temmuz 2010 tarihli sayısmda benim bu konuyu ele alan ayrmtılı bir yazım çıkmıştı. O yazımda, son üç yıl yapılan atamalarm dökümünü vermiştim. Son üç yıllık dönemde, üniversitede yapılan seçimle belirlenip atanan rektör sayısı 35. Bunlardan yalnız 19'u ilk sırada seçilen aday durumunda. Yani seçimlerde ilk sırayı alanlarm yarıya yakını atanmamış. Üniversitede yapılan seçim sonuçlarım hiçe sayan bu atamalarm üniversitelerde yol açtığı iklim maalesef eğitim öğretime negatif olarak yansıyor. Hem Şaym Cumhurbaşkanı hem Saym YÖK Başkanı her fırsatta bu sistemi eleştirirken böyle bir uygulama ile yüz yüze gelinmesi şaşırtıcı değil mi? Geçen hafta 15 üniversitede yeni seçimler yapıldı. YÖK, perşembe günü yaptığı toplantıda yine en çok oy alan adayları geri sıralara taşıdı. Birinci dönemki rektörlük görevinde, yaptıklarıyla başarısım kamtlamış, üniversitede yapılan seçimde en çok oyu alarak meslektaşlarmm da güvenini kazanmış olan aday yerine, ikinci hatta beşinci sıradaki aday ilk sıraya nasıl ve neden getirilir? Meslektaşlarımn beşte birinin bile oyunu alamayan bu kişiler o kurumda nasıl rektörlük yapar? Sinıdi yine son söz Saym Cumhurbaşkanı'mn. Su saat itibarıyla onun tercihini bilmiyoruz. Sonucu hep birlikte göreceğiz. Rektör seçimleri bu kadar sorunluysa neden yasal bir çözüm bulunamadı? Rektör seçimleri, Türk yükseköğretiminin en önemli sorunları arasmda. Daha doğrusu 2547 Sayılı Yasa'nm en sorunlu olanı belki de bu konu. Aslmda bundan kurtulmak için bu yaz önemli bir fırsat ele geçmişti. İ stenseydi, Temmuz 2010'da yapılan referandumda bu konu hallolabilirdi. Siyasi iktidar bunu istemedi. m u C M B