25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4  KASIM   2010  PERŞEM BE CUM HURİ YET SAYFA DIZI KÜ RŞAT  BAŞAR 9 HAYAL  ve GERÇEK Bana Hak  Olan Sana  Yasak! Yüzlerce  insanın  yıllardır  tutuklu bulunduğu, binlerce sayfalık  iddianameden  oluşan bir dava  devam  ediyor. Y ine yüzlerce  insanın  suçlandığı, tutuklandığı,  binlerce sayfalık  iddianameden oluşan  bir başka dava  başladı. Özel salonlarda, özel yetkilerle, özel koşullarda devam  eden ve bazı sanıkların neyle suçlandığını  bile tam olarak  bilemediği davalar  bunlar. Binlerce  insan  hakkında  suçlamalar  var. O kadar çok  insan  gözaltına  alınıyor, tutuklanıyor,  hapse atılıyor ki haklı, haksız birbirine  karışmış  durumda. Tuncay Özkan'la M ustafa  Balbay'ın gazetemizdeki  söyleşisini  okurken bu Kafkavari  davadan  ve başlarına  gelen lerden bile mizah  çıkartabilmelerine onları  tanıyanlar şaşırmamıştır. Osman  Baydemir,  hakkındaki  suçlamalara güldüğünü anlatıyordu  geçen akşam bir televizyon  kanalında. Ama  aslında  ortada gülünecek  bir durum yok, ağlanacak  bir durum var. Silivri 'de bir yılı aşkın  süredir tutuklu bulunan gazeteci Mustafa Balbay  ve Tuncay Özkan, birbirlerinden başka hiç kimseyi görmeden, hiçbir sosyal etkinliğe çıkarılmadan günleri geçirdiklerini  dile getiriyorlar. •  •  • • •• Toplama Kampı:  SILIVRI BALBAY:  Tutukluluğun bir yılı aşmasmm ardmdan Silivri'yi bütün yönleriyle yazmanm kaçmılmaz olduğunu düşündüm. Bizim, herkesin malumudur diye baktığımız konularda bile kamuoyu bilgisiz Ö: G elelim senin sonkitaba... Bütün  yönleriyle  Silivri'yi  ele  aldın. Biz de yazış sürecine sol el sağ el tanık olduk. B: Tutukluluğun bir yılı aşmasının ardından  Silivri'yi  bütün  yönleriyle yazmanın kaçmılmaz  olduğunu düşündüm. Bizim herkesin malumudur diye  baktığımız  konularda  bile  kamuoyu bilgisiz. Sadece kendi savunmamı yazmanın da hem  sorumluluğu tam olarak yerine getirmemek hem de bencillik  olacağını düşündüm... Ö: Okur kitabı hangi adla arayacak, adı  ne? Kapağı ne oldu? B: Ad için kafamda birkaç seçenek vardı ama,  Silivri H apishanesi'ne ilk getirildiğim  gündeki çağrışımda karar  kıldım.  Biliyorsun  İ kinci Dünya Savaşı'nın  en vahşi yaşandığı  yerlerden  biri  toplama  kamplarıydı.  Bu kampların da en ünlüsü Polonya sınırları  içindeki  Auschwitz  Kampı idi.  0  gün sıra sıra hapishane duvarları, ufku kapatan tel örgüler, dev kapılar, dört bir yandaki gözetleme kuleleri,  gece  ışıldakları  bende  ilk Auschwitz'i  çağrıştırdı.  0  yüzden kitabın adını Silivri Toplama Kampı koydum. Ö:  Seni  de Metris'ten buraya  getirdiler değil mi? Orada kaç gün kaldın? Orası böyle bir izlenim vermiyor insana,  sen  söyleyince  Almanya'da gezdiğim toplama kampları geldi gözümün  önüne...  Silivri  tıpkı  onlar; Metris daha hapishane, bizden... B: Evet. Metris'ten 6 gün kaldıktan sonra Silivri'ye getirildim.  Biliyorsun burası yüksek güvenlikli  cezaevi diye  geçiyor.  0  yüksek  güvenlik  gerçekten  burayı  savaş  dönemlerinin toplama kampına benzer bir  havaya büründürüyor. da  olsa  gözümü  o tellere  dikmeden edemedim... Ö: Kitabının son okumasını hep beraber  yaptığımız  için  öyküleri  biliyorum. Ama  sormadan  geçmeyeceğim bir şey  var;  aşçılık  yeteneği nereden geliyor? Özel yemeğin  bulgur aşının  tarifini  halkımıza  da  versene... B:  1995'te  sırt  çantasıyla  Çin'i gezmiştim.  Şian kentinin en güzel  ve özel yemeği  diye  içinde pek çok şeyin olduğu bir tepsi getirdiler.  Öyküye  göre,  imparator  Şian'a  gelince özel  yemek  hazırlamak  istemişler. Kent de fakirmiş,  her evde ne varsa toplamışlar, bir araya getirip  yemek yapmışlar... Doğrusu bizim koğuşun bulgur aşını hazırlarken akhma ilk gelenlerden biri de bu oldu... Ö: Ateş yok, ocak yok, nasıl ısınır, nasıl  pişer,  kaç  saatte  pişer?  Eski Türk fılmlerini seyreden herkes 40 50 kişilik cezaevi koğuşları, ocaklar üzerinde kaynayan tencereleri düşünüyor. Şimdi üç kişiden fazla kalmak yasak. Tencere  yok,  gelenle  yetinilecek;  o bulgur aşı nasıl ortaya çıkıyor, onu  anlatsana... B: D iyorsunkitarifverelim...  Burada koğuşlara  çay  yapmak  için semaver  veriyorlar.  Semaverin  çaydanlık kapağını kaldınnca, al sana buhar... Koca treni hareket ettiren buhar, bulguru mu pişirmeyecek?  Karavana kapları  20'ye  30  santim  boyunda... Kantinden  domates  biber,  maydanoz, marul gibi temel malzemeleri aldırtıyoruz. Önce domates ve biber ince ince doğranıp karavanaya konur... O  buharda  pişerken  spor  yapılır... Birinci saat, daha nazik sebze olan semizotu doğranıp konur, ondan biraz sonra  maydanoz...  Bundan  sonra  o gün gelen öğle ve akşam  yemeklerine bağlı.  Diyelim öğleyin taze  fasulye, akşam etli patates geldi. Katı yağ kullanıldığından yağları süzülür, malzemeleri yıkanır, karavanaya konur. Buzdolabında bir gün önceki yemeğin  iyi  malzemeleri  de  saklandığı için, oradan bezelye, havuç ve nohut ayıklanır, bulgura konur.. yemek hizasında su eklenir. Ö:  Ama  eksik  var...  Mazgaldan yemekalınış törenini unuttun... Langur lungur, kırmızı bulgur, vatan yahut nohut... B: Tabii yemek dağıtanlarla demir kapının mazgal denilen 15 santimlik boşluğundan konuşuyoruz. Onlar yemekte ne olduğunu söyleyince, ben de uyaklı  bir  karşılık  veriyorum.  Bulgurunki, langur lungur krrmızı bulgur; patatesinki, bu akşam patates doyacak herkes... Bir gün yemek almayınca bozuldular,  "Abi  be yemek almasan da manimizi söyle" dediler... D urbenbir yemeğe  bakayım... Ö: Bizim koğuşun aşçısı  Mustafa, bulaşıkçısı  benim... Beni kandırmak için memleketi de böyle  temizlersin diye gaza  getirdiler... Demokratikleşme sözcüğünün  belki de tarihimizde en çok kullanıldığı  bir dönemde oluyor  bütün  bunlar. Siz  hiç böyle  bir demokrasi duydunuz mu? Bu tablo ancak  olağanüstü dönemlerde, totaliter rejimlerde, devrim veya darbe sonrasında  görülecek bir tablo. Demokratik bir ülkede tamamı  muhalif görünen  insanların  cezaevlerine  kurulmuş mahkeme salonlarında  topluca  mahkeme edilmesi, yılları bulan tutukluluk süreleri olağan sayılabilir mi? Etliye sütlüye  karışmamış  insanların  bile kuşku  içinde yaşadığı,  devletin en  üst yetkililerinin  bile dinlendiğine dair şüphelerini dile getirdiği bir gelişmiş demokrasi var mı? • •• İ nsanların artıkyazdığına,  konuştuğuna dikkat  ettiği, gerçek düşüncelerini  söylemeye çekindiği, söylemeye  kalkanın  başına  mutlaka bir  iş açıldığı  düşüncesinin  giderek yerleştiği bir  demokrasi olabilir mi? İ nsanların adalete güveninin  kalmadığı, mahkemelerin  aldığı  hemen  her kararın tartışıldığı, yargının,  iktidara sorarsanız  muhalif bir  biçimde örgütlendiği, geri kalan  herkese göre de iktidar tarafından  yeniden biçimlendirildiğinin düşünüldüğü  biryerde hukukun güvecesinde  bir demokrasiden söz edilebilir mi? Herkesin  sürekli örnek verip durduğu hangi demokratik  ülkede  bütün bunlar doğal sayılır? Y ıllar  önce bir başbakan, "Bizim demokrasimiz kendimize göredir"   demişti. Gerçekten de öyle, bizim  demokrasimiz kendimize  göre... ku rsatbasar63  @  gmai I .com POYRAZKÖY  DAVASI Bektaftan bilirkişi için suç duyurusu İ stanbul Haber Servisi  Poyrazköy  davasınm  tutuklu sanığı  emekli D eniz Binbaşı  Levent Bektaş,   gayrimüslimlere  yönelik  "Kafes  Eylem  Planı"nm çıktığı  iddia edilen  1 N o'lu CD ve  3 N o'lu D VD 'nin imajlarmm  adli analiz için kullamlamayacağım  söyleyen  TÜ Bİ TAK bilirkişisi Yılmaz Çankaya hakkında suç duyurusunda bulundu. Bilirkişi Yılmaz Çankaya,  Poyrazköy  davasının  son oturumunda, Teğmen  Tank Ayabakan'a ait olduğu söylenen taşınabilir belleğe ilişkin bir rapor sunmuş, belleğin Ayabakan'ın  bilgisayarında kullanılmadığını belirtmişti. Çankaya, raporunda ayrıca,  1 N o'lu CD, 3 N o'lu D VD 'nin imajlarının adli analiz için kullanılamayacağını ifade  etmişti. Çankaya'nın bu tespiti sanık avukatlarını harekete geçirdi. Bektaş'ın  avukatları Celal Ülgen ve Hüseyin Ersöz bilirkişi  Çankaya hakkında İ stanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Çankaya'nın bu ifadelerinin Bektaş'ın tutukluluğunun uzamasına neden  olduğunu savunan avukatlar, söz konusu raporda, tarih ve  sayının bulunmadığını, TÜBİ TAK'tan geldiğine  ilişkin bir ön yazının olmadığına dikkat çekti. Avukatlar  raporun bilimsel  gerçeklere dayanmadığuıı, gayri ciddi ve taraflı  bir yaklaşımla  hazırlandığını belirtti. üstünün çelik  ince bir  ağla kaplı olduğunu gördüm. İ syan ettim, gökyüzünü nasıl yasaklarsınız  dedim; müdür yardımcısı geldi.  Sizi helikopterle  kaçıracaklarına  dair  ihbar  var,  o yüzden bu avluya çıkacaksınız, dedi. Seni Silivri'nin top sahasında gökyüzü ile kavga ederken görünce aklıma o an geldi. B: Topu havaya vurup hemen geri döndüğünde,  yeniden  sertçe  vurduğum anları mı  söylüyorsun? Ö: Evet, evet... (gülerek) otlarlakonuştuğunu  değil,  o  anı  kastediyo rum... B: Haftada 50 dakikalık spor sahası hakkı için ilk çıktığımda  gökyüzünü  daha  geniş  görebileceğim  diye sevinmiştim. Ama tel örgü ile kaplı olduğunu  görünce  gerçekten  hüzünlenmiştim. Sonraki her gidişte ara ara ÖZKAN: BURANIN EN  ACIYANITECRİ T Ö:  Buranın en acı  yanı tecrit... Birbirimizden başka hiç kimseyi görmeden, hiçbir sosyal etkinliğe  çıkarılmadan günleri  geçiriyoruz.  Senin kitabın yaşadıklarımızın insani boyutlarının ele alındığı  ilk kitap,  herkese  okumasını  tavsiye ediyorum.  Çünkü  tarihin  tanığı olacaklar. Hepimizin öyküsü var o kitapta... B: Aslında  Ergenekon kitapları ayrıca  ele  alınması  gereken  bir konu. Ben kitapta bunu da işledim. Bu davada bizler kitaplı  saldmlara da uğradık. İ ddianamede olmayan yalanlarla  dolu kitaplar  çıktı. Onlara yanıt olarak sen,  Doğu Perinçek,  Oktay  Yıldırım,  Vedat Yenerer, Enis Gürcihan kitaplar yazdılar... Ö: Biz olaym belgesel boyutunu  ele  aldık.  Örneğin  ben   'Danıştay  Cinayeti  Cumhuriyet'e Saldırı', 'Tuncay Güney ve  Ergenekon Çook Gizli Örgüt Nasıl  Kurulur'  başlıklanyla  "Ergenekon kitaplığı" klişesiyle üç kitap yazdım. Ama orada günlük yaşamımızı  anlatmadım.  Belgelerle bu davanm ne olduğunu, ne olmadığım  anlatmaya  çalıştım. Senin kitabmda yaşamöykülerimiz de var... Aslmda  buralarda anlatacak çok şey var ama her şeye soruşturma  açılıyor...  Örneğin  fotoğrafta bir düzine kadar kitap görünüyor;  niye  üçten  fazla  diye soruşturma açılıyor... Burada ışıklarm  kapatılması  yasak,  çünkü kameralar 24 saat çekim yapacak. Zarfı  kapalı mektup  alm  a  k  , m ektup gö n d e r m ek  yasak;  daktilo, bilgisayar  yasak,  yan k o ğu şl a ko n u şmak yasak, çiçek yasak, saksı, toprak yasak. Ağaç yok. Dal yok; dal yasak... Senin kitaplanm da topladılar değil  mi? B:  Evet...  Bir  gazetede  Silivri'deki öteki koğuşlarda bizlerin, senin, benim, Doğu Perinçek'in yazdığı kitapların olduğuna ilişkin  haber çıkmış. Ertesi gün koğuşlar basıldı, kitaplar toplandı. Ondan sonra  yazdığımız  kitaplardan birden fazla  getirtmemiz yasaklandı. Ö:  Bize  uygulanan  her  şeyin Ankara kaynaklı olduğunu biliyoruz.  Ama bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim.  Sadece  biz  değil, ben  yaşayarak  görüyorum,  çalışanlar  da  zulüm  altında.  İ şkence yok diyorlar; elektrik vermeyi,  falakayı kastediyorlar herhalde. Onlardan daha ağır modern zaman zulümleri var. Onları da anlatacak zamanlar var. B:  Zamanlar var  dedin, burada noktayı koyalım. İ nsanları sıkmayalım, çok üzmeyelim. Son sözlerimizi  söyleyelim... Ö:  N e biz  ne  de  memleket  sahipsiz. Sarmaşık gibi aşk içindeyiz. Zindanda  olsak  da  memleketin bağrındayız.  Bağrımız  memleket. Karanlığın üzerine güneş gibi doğacağımız  zamanlar yakın... B:  Söylediklerine  katılıyorum. Ben  de A.  Kadir'in  yenileştirdiği, kitaba da koyduğum  Mevlana'nın "Hapisteler Ama"  başlıklı şiiriyle noktayı koyuyorum: Diken içindeler, ama  gül gibiler. Hapisteler, ama  şarap gibiler. Balçık içindeler, ama  gönül gibiler. Gece içindeler, ama  sabah gibiler... '50 saat sorguda  kaldım' Ö: Metris'te 17 güntecritte tuttular bizi. Farelerden nefret ederim. İ lk gece 50 saat sorgudan sonra tecrit  hücresinde ranzanın üstünde  sızmışım. Bir şapırtıya uyandım. Gece yemek  bırakmışlar,  duymamışım.  G özümü açtığımda  kapının önünde benim yemeği yiyen lağım faresiyle göz göze geldik. 0  bana üç gün arkadaşlık  etti.  Yemekleri  o  yedi, ben  seyrettim. 5 litrelik sular verilince tuvaletin  deliğini  kapattım,  onun misafırliğini  bitirdim. İ lk temiz suyu da  o zaman içtim. Sen burada aylarca  yalnız  kaldın,  tecritte tutuldun. Biz  ulaşamadık,  seni  bizim  koğuşa vermediler.  O günler nasıl  geçti? B: Yalnızlık Allah'a mahsus derler ya, gerçekten öyle. İ lk kez hapis hayatını yaşamanın  üstüne bir  de  yalnızlık gelince insan kendini dünyanın da  çok uzağında hissedebiliyor.  Kitapla bunları da olabildiğince açık yüreklilikle  paylaşmaya  çalıştım. Ö: Metris'te bizi bir avluya çıkardılar.  Önceleri  kavrayamadım,  hiç kuş  yok.  16  adıma  6 adım.  Kafamı kaldırıp  iyice  baktığımda  avlunun IH D 'LILER  EYLEM YAPTI 'HediyeAksoy serbest bırakılsın' İ stanbul Haber Servisi   İ nsan Hakları Derneği  (İ HD), cezaevlerindeki  hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılmaları için oturma eylemi düzenledi. Taksim Tramvay D urağı'nda toplanan grup adına yapılan açıklamada, Bakırköy Kadın Tutukluevi'nde bulunan  Hediye  Aksoy'un her iki gözünün de görmediği, yüzde  85 oranında engelli raporu olduğu ve yaşamını tek başına sürdüremediği belirtildi. Aksoy'un  serbest bırakılmasını  isteyen İ H D 'liler,  "Aksoy kendi durumunu,  'ben muhpusluk içinde mahpusluk çekiyorum' cümleleriyle anlatıyor" dedi. m B  I  T  T  I u C  M  B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle