21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 16 EK M 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Takımlar ve Milliler İSTEDİĞİMİZ kadar süper diyelim, bizim birinci küme futbol ligimiz büyük paralar dökerek getirtilen yabancı oyuncularla dönmekte. Böyle olduğu için, yabancılardan arta kalanlarla kurduğumuz milli takım da hepimize yavan gelen maçları oynayıp yeniliyor. Üzülüyoruz. Asıl nedenin ne olduğunu fazla düşünmeden. Böylece, ciddiliğine inanmadığımız halde pek l başka alanlardaki durumları da aydınlatabilecek bir tartışmadan kendimizi yoksun bırakıyoruz. O tartışma, elimizin altındaki insan kaynağını iyi yetiştiremeyip iyi kullanamayışın tartışmasıdır. Ohalde, takımlarımızın milyonlarca paralar saçarak dıştan oyuncu getirme politikasının sakıncaları üzerinde biraz duralım. Falanca mevki için nitelikli yerli bulamayıp yabancı getirdiğinizde, o mevkie göz koymuş ve yıllardır o umutla didinenlerin önü kesiliyor. Bu bir. İkincisi, dıştan gelen, herhalde iyinin iyisi değildir. Öyle olsa, dışa gitmesine şöyle ya da böyle engel olup kendi ülkesinde değerlendirirlerdi. Unutmayalım ki, sanayide yabancı işçi çalıştırmanın kuralları bu konuda da işleyecektir ve işin içinde mutlaka bize çok yüksek gelen ama başka bir ülke koşullarında pek de öyle ahım şahım olmayan bir ücretle emeğin istismarı yatar. Yoksa, kimimizin ciddi ciddi düşünüp savunduğu ucuz emek satarak kalkınma gibi kepaze bir ekonomi politikamız mı olmalıdır? Üçüncüsü diye başlayarak daha bir yığın neden sıralayabilir insan, ama gerek yok. Çocukluktan beri içimizi ısıtan renk aşkı nın öldürülmesi ve bir zamanlar o aşkla oynanan harika oyunların artık bitmiş olması bile böyle bir politikanın sakıncalarını anlatmaya yeter. Gerçi Bunca uzatmaya ne gerek var? Söz konusu olan nihayet bir oyun; önemli olan da iyi futbol seyredip iyi vakit geçirmektir diyebilirsiniz ama oyundan ne kadar keyif almış olursanız olun, itiraf edin ki tuttuğunuz takım yenilince üzülürsünüz değil mi? Sinsice sokulduğu ve toplumda bazı kesimleri memnun ettiği için fazla tartışılmayan bu çeşit etkileyişlerin yine sinsi ve uzun erimli sonucu şu oluyor: Aslında pek doğal ve insanca olan masum ulusalcı duygular yarışlarda, maçlarda törpülenip sıradanlaşarak çağdışı lıkla damgalanınca, ister istemez yaşamsal alanlarda da sömürüye, aldatılışa, küresellik iddiasıyla yutturuşlara karşı direnişler, tepkiler, özlemler, hırslar, azimler de törpülenip sıradanlaşmakta. Ama milli takım yenilince biraz üzüyorsunuz yine, değil mi? Ah, sizi gidi sizi. [email protected] PENCERE Geçmişin Güzelliği?.. Geçen gün bir dost sofrasında söyleşiyorduk, tatlı havaya kendimi kaptırıp birkaç anımı dile getirdim, içimizden biri dedi ki: Bunları yazsana!.. Düşündüm. Yaş kütüğü zamanla suyunu yitirir; kibrit çaksan tutuşacak kadar kurulaşır; geçmişin alevlerinde ısınmak isteği de yürekte doğar; acı anıların burukluğunu yitirip tatlandığı bir dönem başlar. Anıların tuzağı insanı içine doğru çeker. Geçmişin nasıl da güzelleşiverdiğine şaşarsın!.. Eski evler, eski meyhaneler, eski sokaklar, eski giysiler, eski kentler, eski insanlar, eski dostluklar, eski kadınlar kuytuluklardan çıkarlar, gölgelik köşelerinden sıyrılıp sıralı sırasız gündeme girerler; geçmişe doğru derinleşen kör kuyunun çıkrığı döndükçe anıları güncele taşır. Bir zamanlar sokakta kartopu oynayan çocuk, artık kıştan ürker. Güz hüzünle özdeştir. Bahar sarhoşluğunun kemiklere vuran ağrısı bir yürek sızısıdır. Anılar dost mudur?.. Düşman mı?.. Üç gün önce ağzını kavuran biberin anısı, bugün damağını yakmaz... Soğan keserken gözlerin yaşarır, ama bu olayı anarken gözyaşı dökmezsin... Yıllar önce yüreğini dağlayan aşkın yarası, artık apandisit ameliyatının tendeki izine dönüşmüştür... Anıların tuzağına sakın düşme!.. Yaşamdan soyutlanma!.. Anılarını şişire şişire balonlaştırma, sonra bu balona tutunup gökyüzüne yükselerek yeniden çocuklaşma!.. Yaşamdan soyutlanma!.. Anı nedir?.. Yaşanan olaydan bellekte kalan iz... Eski deyişle: Hatıra. Kimi insan genç yaşta gözlerini kapatır, hatıra defteri kefen bezi gibi bembeyazdır. Kimi insanın ömrü uzundur.. Yaşamı kısadır. Kimi insan bu dünya için yaşamaz.. Kendini öteki dünyaya adar. Hayatını bağnazlığın kalıbına sıcak kurşun gibi döküp kalıplaştırır. Peki, yaşanan olayın bellekte bıraktığı iz, zaman içinde değişmiyor mu?.. Anı ile gerçek arasındaki uzaklık zamanla öylesine büyüyor ki geçmiş yaşamını dile getirenlerin ister istemez gerçeklikten koptuklarını da hesaba katmak gerek... 6 Kasım 1998 günlü yazısı S ivas Kongresi nden Ankara ya ge len Mustafa Kemal, İstanbul da ki gösterileri öğrenince Fertler düşünmezse kitleler her yöne sevk edilebilir demişti. Birinci Millet Meclisi nin açılış törenindeki H ki miyeti Milliye posteri Cumhuriyet in habercisiydi. Güçlü lider halk desteğine da yanarak, öğretimi birleştirdi; Medeni Kanun la hukuk reformu yaptı. Özgün bir kültür dev rimi olan Cumhuriyeti koruma görevini do ğaüstü güçlere değil Tevfik Fikret ten aldığı esinle fikri, vicdanı, irfanı hür koruyu culara bıraktı. Osmanlı milletlerinden ha yatta kalan kişi ve kurumlarla cemaatler üs tü bir ulus devlet ya da ulus millet yaratmak istedi. Bugünlerde nice başarılı olduğu tartı şılıyor. Sorumlu kim: Cumhuriyet mi, de mokrasi mi? Yönetenler mi, yönetilenler mi? Her devrim gibi Türk Devrimi de karşı devrimini yarattı. Türk demokrasi hareketi varlık gerekçesini, CHP ye değil, sanki Cum huriyete karşı algıladı. Tarihi yanılgı, devlet ile dini laiklik ilkesinde karşı karşıya ge tirdi: Türk mü, Müslüman mı? Nehru nun demokrasi sosyalizm amaç değil uyarı sı duyulmadı. Hemen herkes, sınır ve kısıt larını bilmeden gerçek demokrasi isti yordu, niyetler ve söylemler çelişik olsa da... Şimon Peres e göre Diktayı engelle yen TV, demokratik yönetimi zorlaştırı yordu. Her derde deva sanılan demokrasi halk desteğini yitirmeye başladı. Halkın se si hakkın sesi oldu. Seçim sandığı kutsal laştı. Demokratik yönetimleri sorgulayan, eleştiren kişiler ve görüşler, faşist komü nist, hatta vatan haini olarak suçlandı, ce zalandırıldı. Bir darbe politikayı köyden uzak tutarken karşıt darbe kentleri depoliti ze etti, siyaseti kasabalara bıraktı. Ülke oy larla değil darbelerle bölündü. Acaba demokrasi isteyen halk, sanıldığı gi bi bir birlik ve ne istediği konusunda bilinçli miydi? Aklın yolu belki birdi ama yolcular or tak bir akla sahip değildi. Toplum dinamik lerine, akıl mı yoksa duygular mı yön veri yordu? Demokratik yönetimden beklenen kamusal yararın temeli birey mi, yoksa top lum mu? Demokrasinin beşiği kalesinden gelen, milyonların yeteneksiz birkaç kişi tarafından yönetildiği eleştirisi ülkemizde yankı bulmadı. Oysa, seçilmiş liderler ge lişmiş ve güvenli bir demokrasi sözü ve riyordu yönettikleri halka, seçmenlerine... De mokrasi kusursuz değildi. İlahiyatçı Niebuhr ün sözleriyle, İn sanların adalet istemi belki demokrasiyi bu yur ediyordu ama zorbalık eğilimleri de mokratik yönetimi zorunlu kılıyordu . Oy sandığı seçim miydi yoksa sayım mı? De mokrasinin ölçütü nicelik miydi, nitelikler mi? Yurttaş oyunun başka bir seçeneği var mıy dı? Demokratik yönetimleri nesnel gerekçe lerle eleştirenler, seçimden başka bir yöntem bulamayınca, seçmenlere yönelirler. Hayat bo yu eğitimle, halkın yönetime katkı ve katılı mıyla seçmenin bilinç ve sorumluluk düze yi kuşkusuz yükseltilebilirdi. İnsan her yap tığından bir şeyler öğreniyor ama her öğren diğini yapamıyordu. Demokrasiyi geliştirmek için değişim şarttı. Ancak her değişim geli şim değildi. 20. yüzyılın ikinci yarısında ekonomik büyüme hızı tek ölçüt oldu. Ge lişmişlik ekonomik göstergelerle ölçüldü. Refah toplumunda ortalama gelir düzeyi yükseldi, teknoloji güçlendi ama yaşamın kalitesi düştü. Kültürel gecikme adı verilen yaygın bir sorun yaşandı dünyada. Üst, orta ve düşük gelir düzeyleri arasındaki ma kas açıldı, yapısal sorunlar katlanarak büyü dü. En zenginler bile huzursuzdu. İletişim dev riminin yaratacağı söylenen dünya kö yü nde, tarihin ve ulusal devletin sona erdi ğini ilan eden gelişmişlerin medyada yürüt tüğü küreselleşen dünya da bilgi top lumu umudu gerçekleşmedi. Tepkiler din lerin dönüşüne ve yükselişine uygun ortam lar yarattı. Fukuyama bile döndü, Devleti inşa edin, koruyun diyor. Küreselleşemeyen dünyada, krizden çıkma görevi tarihe gö müldüğü söylenen ulus devlete kaldı. Ma ya takviminin biteceği 2012 de kazasız at latılabilirse, dünyanın geleceği parlak. Yeter ki tüketimi sürdürün. Konutunuzu, arabanı zı yenileyin. Tüketim sürsün ki üretim artsın, işsizlik sorunu çözülsün. Bildik dengeler yeniden kurulsun. Mülkiyet haklarına saygı lı ve sahip çıkan demokratik yönetimler, sa nayiciyi, emekçiyi ve tüketiciyi denetim al tında tutma çıkmazında bunalıyor. Nesnel koşullar, yürütmeyi, yargı ve ya samaya karşı güçlendiriyor. Demokrasi ya şayacaksa değişmek ve değiştirmek zorun da. Toplumların değişime ayak uydurması, destek olması bekleniyor. Anayasa oylama sının ardından Başkanlık sistemi gün demde. Gall 1975 sistemlerin çalışma dığını göstermişti. Dünya küçüldükçe, bü tünler parçalanıyor, sorunlar çeşitleniyordu. Unutkanlık özürlüsü insan, büyük devrimin öncülünü hatırlıyor: Birlik içinde çeşitlilik, çeşitlilik içinde birlik! Çevrende gerilim ve savaşlar sürerken birlik sağlanabilir mi? Commedia del Arte cesur bir tanı koy du dünyaya: Tek kelimeyle complicato karmakarışık ! Karmaşık ilişkilerde bilim, nedensonuç ilişkisi kuramıyor. Her neden bir dizi sonuç, her sonuç bir sürü nedendir. Analitik bilimin nedensonuç yöntemi, çok yönlü, çok boyutlu, karmaşık ilişkilere bıraktı tahtını. Bilgisayarlar her zamandan hızlı ve güçlü ama insandan daha akıllı değiller. An cak kullanamayan insanları kullanıyorlar. Sanat tarihçisi ve eğitimci Cevat Memduh Altar başarılı bir kamu hizmetinden sonra Cumhuriyet te şöyle özetlemişti dünya gö rüşünü: Demokrasi, halkın yalnız iste diklerini yapmak değil istemesi gereken leri yaratmaktır. Son 58 42 oranı, gelecek seçimde birbiri ne yaklaştığı oranda demokrasimiz yerleşiyor, gelişiyor demektir. Güvenli çözüm Din DevletBilim üçgeninin köşelerinde değil, ÖzgürlükÖzerklik ve Laiklik ara kesit lerinde görünüyor. Türkiye: Nereden Nereye?.. Bozkurt GÜVENÇ E leştirel düşünce, toplumun bilimsel yönden aydınla tılmasının en önemli ara cıdır, şeklinde tanımlanabilir. Yüzlerce yıl önce filozof Efla tun; sorgulanmayan hayat ya şanmaya değmez diyerek insan lığı uyarmış. Gazete haberlerinden din pa zarlamacısı bezirg nların ülke mizde imamlı yaşam çalışmaları başlatmış olduğunu öğrenmiş bu lunuyoruz. İlhamlarımızı gökten, gaipten değil doğrudan doğruya hayattan alırız. İnsanlar dinsel inanç ve dindarlık fikirlerini gen lerinde taşımıyor. İnanç ve ima nın varlığı da yokluğu da tartış malı toplumsal bir sorun. Çağdaş medeni birey gerçekleri efsane lerden, sorgulayamadığı dogma lardan ayırt edebilen bir akıl zen ginliğine sahip olandır. Aklın egemen olduğu bir yaşam biçimi, yaşamları düşünme temeline da yanan toplumlar için söz konu sudur. Tüm yurttaşlarımızın akıl la, bilimle düşünerek hareket et meleri halinde çözümlenmeyecek bir problemimiz kalmaz. Bütün ilerleyişler insan düşüncesinin eseridir. Atamızın temel devrimlerin den biri eğitim öğretim birliğiy di. Eğitimde din dersi zorunlulu ğu, okulöncesi Kuran kurslarının önünün açılıp, yaygınlaştırılması ve imam hatip okullarıyla eğitim birliği devriminin içeriği boşal tıldı. Bunu başaranlar medrese ve mahalle mektepleri özlemi için deler. Modern devlet kavramı yerine hanedan kavramıyla açık lanabilecek bir yönetim düzenine geçiş aşamasındayız. Atatürk devrimleri dine ve dindarlığa karşı değildir ve hiçbir zaman olmamıştır. Devrim kar şıtlarının ilk hedefi olan laiklik de dinin rakibi ve alternatifi değildir. Laisizm devlet yönetiminde bi reyle Tanrısı arasına bürokrasi so kulmaması, dinsel inancın birey sel bir olgu olduğunun benim senmesidir. Atatürk devrimlerin den vazgeçmeyen aydınların kar şıdevrimci cemaatlerin dillendir diği Osmanlıcılık güzellemeleri ne ve laiklik karalamalarına kar şı çıkmaları gerekir. Bugünleri mizde artık laik Cumhuriyetimi zin, devrimlerimizin tehlikede olduğunu sezememiş olmak gibi bir aymazlığa sığınılamaz. Hiç kimse dış dünyadan çok fazla beklenti içinde olmamalı. İnsanın başarabileceği en büyük değerin kaynağı kendisidir. Hayatı herkes kendince yaşar. Her insanın sor gulamak zorunda kalacağı bir zaman vardır. Sorgulanmamış hayat yaşanmış sayılamaz. Eleştirel Düşünce Yılmaz ÜLGER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle