20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Yakalayamadıklarımızdan mısınız? Dokunulmazlık o kadar da kötü bir şey değil. Dokunulmazlar sayesinde cezaevlerinin kapasitesi zorlanmıyor. Onlar sayesinde... Hapistekilerin zaten zor olan yaşam koşulları, da- ha da kötüleşmiyor. Dokunulmazlardan daha beteri var: “Yakalanamazlar”... Resmi verilere göre, hakkında “Yakalama emri” çıkartılan yurttaş sayısı 700 bin (evet yedi yüz bin) kişiyi aşmış. Bu belki de bir dünya rekorudur... Ama hayırlı bir rekordur. Çünkü “Dokunulmazlar” ile “Yakalanamazlar” sa- yesinde cezaevlerimizin namusu kurtuluyor. Adalet Bakanımız da doğruladı. Toplam 75 bin kişi-yatak kapasitesi bulunan ce- zaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 110 bini aşınca... “Vardiyalı uyku” uygulamasına geçilmiş. Örnek yurdumuzun her yanından... 550 kapasiteli Bursa Cezaevi’nin mevcudu 1.500’ü aşmış.. Erzurum’da 35 kişilik koğuşta 84 kişi yatıyormuş.. Yatmak lafın gelişi.. En büyük sorun yatmak. 1 yatağı 2 kişinin paylaşması artık doğal karşıla- nıyor. Ama yatak/mahkûm oranı 1/2’yi geçen cezaev- lerinde 3’lü vardiya kaçınılmaz olmuş... Bir kısım tutuklu-hükümlü uyurken, bir kısmı da on- ların uyanmasını bekliyormuş. Yatak yerine yer minderinde kıvrılıp uyuyabilenler ise tahliye sevinci yaşıyorlarmış. Bunların hepsini yeni bakanımız doğruluyor. Bakan sabır tavsiye ediyor. Yeni cezaevleri hizmete girince durum düzelecek diyor... Oysa son 7 yılda cezaevleri düzelmiyor, berbat- laşıyor. Bu nedenle... “Yakalanamazlar” da “Dokunulmazlar” da çok haklı. Ranza başında uyku sırası beklemektense.. Yer minderinde yer kapacak duruma düşmek- tense.. Ceylan koltuklarda oturmayı tercih etmeleri çok doğal. Yakalanamazlar, 700 bin resmi “kanun kaça- ğı”na gelince... Onlar da hem “Kaçan kurtulur” diyen atasözünün gereğini yerine getiriyor, hem de hapisteki yurttaş- larımıza dolaylı da olsa çok önemli bir hizmet su- nuyorlar. Ve iyi ki yakalanmıyorlar... Yakalansalar, cezaevlerindeki 113 bin 794 kişi olan tutuklu ve hükümlü sayısı 813 bin 794 kişiye fırla- yacak. Daha doğrusu çıkamayacak, cezaevleri patla- yacak! 1 değil 5 Rahşan Affı bile durumu kurtaramayacak. Çare? Belli ki, en güvenli ve en sağlam çareyi, güvenlik kuvvetlerimiz üretmiş durumda. Hakkında yakalama emri bulunan 700 küsur bin kişiyi yakalamayarak... Bu çareye ikinci katkıyı da Allah başımızdan ek- sik etmesin, dokunulmazlar yapıyorlar. Başta Başbakan olmak üzere, hakkında “çıkar amaçlı suç örgütü” suçlaması bulunan birçok “sa- yın” kendisine dokundurtmuyor. Dokundurtsalar... Örneğin, sadece “Çıkar amaçlı suç örgütü sanı- ğı veya hükümlü” sayısında Avrupa rekorumuz “si- yaseten” tescil edilirdi. (2002’de 997 olan bu suçtan yatan hükümlü tu- tuklu sayısı 5’e katlanarak şu anda 5 bine ulaşmış durumda.) Dedik ya; Allah’tan dokunulmazlık var. MERİÇ VELİDEDEOĞLU İslam, Hıristiyan ve Musevi şeriatlarının temelinin, Tanrı buyruklarını içeren “dinsel hukuk” olduğu bilinir. Osmanlı’da bunun yanı sı- ra bir de sultanın “iradesi”yle yapılan yasaların birikiminden oluşan “kanun hukuku” var- dır. Örneğin, 10. padişaha “Ka- nuni Sultan Süleyman” de- nilmesinin nedeni de bu. Öte yanda, “adalet”in yani “hak”kın yerine getirilmesi, yasalar önünde “eşitlik”le sağlanabileceği kabul edil- mektedir. Ne ki, şeriat hukuku, yani dinsel kaynaklı hukuk için “adalet”, yasa karşısında “eşitsizlik”lerin yerinde kal- masını sağlamak anlamına geldiği belirtilir. Uzmanların görüşü kısaca böyle. Ama bu konuda halkın görüşü de vardır. Kuşkusuz halkın bunu bilimsel bir dille açıklaması beklenemez; ama belki de daha iyisini yapar, uygulama yoluyla anlatır. Topladıkları cevizleri bir türlü paylaşamayan bir bölük çocuk yoldan geçen yaşlı bi- rinden, cevizleri bölüştürme- sini isterler. Yaşlı kişi çocuklara: Kul hakkıyla mı, Tanrı hakkıyla mı? diye sorduğunda, onlar hep bir ağızdan: “İkincisi, ikincisi” diye yanıtlarlar; o da bölüştürmeye başlar. Kimine on, kimine beş, kimine bir ta- ne vererek cevizleri paylaştı- rır. Çocuklar, ama bu “olmadı” diye karşı çıkınca, yaşlı: “Seç- tiğiniz yolla böyle olur!” der, yürür gider. Fıkıh’ın (İslam); Halaka’nın (Musevi); Kilise (Hıristiyan) hukukunun özelliğidir “eşit- siz”liğe dayanmak. Padişah “iradesi”yle oluşan “Kanun hukuku”nda da “eşit- lik” kavramı olmadığı için “adalet”in tam yerine getiril- mediği ileri sürülür. Bunun ayrımına az çok va- ran 30. Padişah II. Mahmut olmuştur (1808-1831). Çünkü artık iş çığrından çıkmış gibidir. “Devlet Rica- li”nin bir toplantısında, halk arasında hükümete “karşı” gelip çok ses çıkaranlar için alınacak önlemler görüşülür- ken, Padişah’ın “danışman”ı Halet Efendi: “Şimdi Okçu- lar Başı’ndaki berberin başı kesilsin, başkalarına da korku gelir” deyince, toplantıdaki- lerden biri: “Aman ha! O be- nim berberim!” diye haykırır. Halet Efendi’nin: “İlle o ol- sun demek değil, öte yanda- ki berberin boynu vurulsun, maksat elde edilir” demesi “Padişah”ın kulağına gittiği besbelli. Çünkü -bu sütunlarda bir- kaç kez dile getirdiğim- bu olaydan sonra, II. Mahmut yeni “yasalar”ı yapacak bir “kurul” oluşturur. Bu “ku- rul”un yapacağı yasaların kaynağı ne “şeriat”tır, ne de padişahın kendisidir. Verdiği bu kararla II. Mah- mut, kanun yapma “iradesi” nden vazgeçmektedir. Dolayısıyla bu, devletin ba- şının “yargı”dan “el çek- me”sine doğru bir yöneliştir. Gerçi torunu II. Abdülha- mit, bu konuda ona çok ters düşecektir. Ne ki bu “adım- cık” yüzlerce yıllık bir gele- nekten kopmadır. İnişler çı- kışlar birbirini izleyecek, so- nunda bu “evrimsel” süreci noktalayan “1923 Devrimi”nin gerçekleştirdiği “devrimler”le taşlar yerine oturacak; “1960 Devrim”i ile de “Güçler Ayrı- mı”na geçilecektir. Ne var ki, 21. yüzyılda bu- günkü Türkiye’de hükümetin başı olan Başbakan Erdoğan görülmekte olan bir dava, “Ergenekon Davası” için “Ben bu davanın peşini bırakma- yacağım!” ve “Ben bu dava- nın savcısıyım!” diyebilmek- te hiçbir “sakınca” görmüyor. Öbür iki “erk” (yasama, yü- rütme) cebinde, üçüncüye de “yargıya” da “el” atıyor. “Şeriat”ın kendine tanıdığı bu “hak”kı, ayrıca “şeriat”ın “temsilcisi” olan “halife” pa- dişah, kullanmayı “uygun” bulmuyor da, 200 yıl sonra la- ik çağdaş Türkiye’nin Baş- bakanı bunu elde etmek için savaşıyor. Dahası, zaman zaman şe- riata uyan “Mecelle”den ör- nekler veriyor; ihtiyaç karşı- sında “dört kadın” alınabilir, söylemiyle 1400 yıllık şeriat hükümlerinden söz edebili- yor. Kendisine, “Laiklikle Müs- lümanlık bir arada olamaz!” dedirten “imamlık eğitimi”nin “koşullandırma”sından kur- tulamadığını böylece ortaya koyuyor. İki yüzyıl önce, bu tür “şer’i” yasalarla “adalet”in oluşa- mayacağını kavrayan bir “ha- lif”e kadar bile bunu algıla- yamıyor; daha doğrusu ka- bullenmek istemiyor. II. Mahmut bu durumda ne yapardı dersiniz? Danışmanı Halet Efendi’ye yaptığını yapar, sadrazamını (başbakan) “azl” ederdi sa- nırım. Artık böyle bir yol yok. Ol- sa da anlamı yok; çünkü du- rum yine halkın deyişi ile: Tencere dibin kara, seninki benden kara!.. Ama bu “kara”lara karşı yaptığımız “simgesel nöbet” eylemine katılabilirsiniz. İki Yüzyıl Önce [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 4 Eylül OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 4 EYLÜL 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Recep: “Şehidin kanını 550 vekile değişmem!” Yeni açılım: Kan nakli! Soygun Metin Altay: “Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler; bir devlet soyulurken aldırmıyor öküzler. Katkı İlker Çamkır: “Ekonomiyi canlandırmak için simit almamızı söylüyorlar. Cebimize yeterli katkıyı sağlasınlar, gemicik bile alırız!” Saldırı Necati Cebe: “İktidarın yargıyı güdümüne alma girişimi, demokrasinin özüne yönelik bir saldırıdır; açılım diye yutturulamaz!” YağmurDeniz İhracatçının başına ithal hediye! AKP-FG koalisyonu kontenjanından Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı seçilen Mehmet Büyükekşi’ye geçenlerde Hakkâri Yüksekova’da yaptığı “açılım” sırasında bir Hakkâri kilimi hediye edilmişti. Mustafa Saraç “kilim”in altına süpürülen gerçekten söz ediyor: “Bu kilim, Hakkâri yöresiyle hiçbir ilgisinin olmaması bir yana, Türkiye’nin hiçbir noktasında da üretilmemektedir. Zira düpedüz İran kilimidir ve dünya piyasasında ‘ipek-sumak’ adıyla tanınmaktadır. İhracatçıların lideri bihaber olsa da, yanındakilere sorup öğrenebilirdi; bu kilimin sınır ötesinden getirilip iç piyasaya sürüldüğünü. Bunu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki çocuklar bile bilmektedir. İhracatçıların en tepesindeki şahsa göz göre göre ithal ürün hediye edilmesi, herhalde dünya ticaret tarihinde bir ilk olmakta, ihracatı arttırmakla övünen hükümetin aslında ulusal sanayimizi bitirdiğinin (en eski üretim alanlarından kilim dokumacılığının bile ithalata yenik düştüğünün) ilginç ve gülünç kanıtlarından birini oluşturmaktadır. İthal ve ihraç malları birbirinden ayırmaktan yoksun bir ‘İhracatçılar Başkanı’nın, ‘Hakkâri’ye demokratik açılımın ihracat bacağını oluşturmaya geldik’ demesi ise, açılımın ihracat bacağının bile yerli değil, tamamen ithal olduğuna işaret etmektedir!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” HİSSELİK kıssayı Ömer Gemici göndermiş. Bursa’nın Osmanlı’ya başkent olduğu yıllarda bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, günümüzdeki adı “Arap Şükrü” olan semtte bir çeşme yaptırmış ve kitabesine de “Her kula helal, Müslüman’a haram” yazdırmış. “Bu nasıl fitnedir” diye ortalık birbirine girmiş; adamı yakalayıp kadının huzuruna çıkarmışlar. Adam, “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır” dedikçe kadı kızmış, “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş, “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam, “Bir tek sultana derim” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz sultana gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş... Sultan da sinirlenmiş ama bir yandan o da meraklanırmış, “Hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helal, Müslüman’a haram yazarsın” diye. Adam, başı önünde “Delilim vardır, lakin ispat ister” diyerek talebini dile getirmiş: “Sultanım, bir sinagogdan rastgele bir hahamı izahsız tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın, ne olacak.” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Din adamımıza biz kefiliz” diyerek sultana hediyeler sunmuşlar. Adam, “Aynı işi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız sultanım” demiş. Azınlıklar, başlarında Hıristiyanlar papaza da sahip çıkmışlar; haftasına serbest bırakılmış. Sultan, “Bitti mi” diye sormuş, adam “Son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır” demiş. Adamın isteği üzerine Bursa’nın en sevilen imamı, Ulu Cami imamını cuma hutbesinin ortasında yaka paça alıp götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Ne oluyor, hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz” bile dememiş. Geçmiş bir hafta, imamı soran çıkmamış. Yerine cahil bir imam tayin edilmiş, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan cinsten biri. Fakat ahali halinden memnun, derdest edilen imam için “Biz de onu adam bilmiştik; kim bilir ne halt etti de tevkif edildi” dedikodusu başlamış. Sultan, kadı ve adam izliyorlarmış olup bitenleri. Sonunda sultan çeşmeyi yaptırana “Eee, ne olacak şimdi” diye sormuş. Adam, “İmamı bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helallik almak lazımdır” demiş. Sultan “Haklısın” deyince, adam “İrade buyurunuz, böyle Müslümanlara su helal edilir mi” diye sormuş. Sultan acı acı gülmüş: “Hava bile haram, hava bile!” Haram SESSİZ SEDASIZ (!) HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Çoban- püskülü” de denilen bir süs bitkisi. 2/ “Yilbik, tuta- rık” gibi adlar da verilen sinir hastalõğõ... Kõ- sa bacaklõ bir köpek cinsi. 3/ Antik dönem- lerde Anado- lu’nun güneyine ve- rilen ad... Duvar içinde bõrakõlan oyuk bölüm. 4/ Ev- rensel alõcõ olan kan grubu... Pasifik’te Fransa’ya ait bir ada. 5/ Dõşa vuran se- vinç...“--- gerdan üs- tüne bir de ben ge- rek” (Karacaoğlan). 6/ Uzak... İsrail’in plaka imi. 7/ Yiğit, kahraman.... Hayvanlarõ bağlamak için çakõlan demir ya da ağaç kazõk. 8/ İzmir’in Tire ilçesine özgü, õsõrgan otu ve peynirle yapõlan zeytinyağlõ bir yemek... Mikroskop camõ. 9/ Bulucusunun adõnõ taşõyan ve körler tarafõndan kullanõlan kabartma yazõ.. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kazanda yeteri kadar mayasõ gelmemiş ha- murun içinde bekletilerek dinlendirildiği derin ma- deni tekne. 2/ Bir şeyden kalan kötü iz... Bir tür taze ve tuzsuz beyaz peynir. 3/ Soy... Gemiler- de kullanõlan halattan örülmüş ağ. 4/ Kõyõ ile ge- mi arasõnda yük taşõmakta kullanõlan altõ düz tek- ne... Bir soru eki. 5/ Bir haber ajansõnõn kõsa ya- zõlõşõ... Başlõca, temel niteliğinde olan. 6/ Eski dil- de su... Yeşile çalar toprak rengi. 7/ Bir alay işa- reti... Güreşte bir oyun. 8/ Doğal ve tarihsel özel- liklerinden dolayõ koruma altõna alõnan alan... Yap- ma, etme. 9/ Güneydoğudan esen yel. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A Y S B E R G A Y U N A K R E M S N L A L E L İ B A L A B A N G E K A B İ R P O R L A R İ S A G R E N S E R A E L P A R İ S A M İ G O A S İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle