Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 2009 SALI
6 PAZARTESİ SÖYLEŞİLERİ
BİLİM ve SİYASET
ORHAN BURSALI
Silahla ve Takvimle
Çözüm Olmaz
Erdoğan, burada birkaç kez dile getirdiğimiz gi-
bi, şunu gördü nihayet: AKP’nin Meclis’te ço-
ğunluğu elinde tutması, ‘Kürt Açılımı’nı tek başı-
na yürütmesi, sürdürmesi ve çözmesi için hiçbir
zaman yeterli değildir. Başbakan’ın ağzından ilk
kez, “Biz Türkiye’nin bir kısmını temsil ediyoruz,
bu meseleyi ancak birlikte çözebiliriz..” sözleri dö-
küldü.
Umarız, başka temel konularda da bu gerçek-
le yüzleşir! Çünkü Türkiye salt Kürt Mesele-
si’nde ikiye bölünmüş değildir!
Başbakan kamuoyu anketlerinde AKP’nin dü-
şüş oranları önüne gelince yelkenleri suya indir-
di, Kürt Meselesi’ne ancak geniş bir ulusal uzlaşma
ile açılımlar getirilebileceğini gördü.
Hükümet açıkgöz ya, “ben giderim tek başıma,
parsayı toplarım” sandı! Türkiye’yi her zamanki gi-
bi gerdi, var olan uçurumu derinleştirdi, ayrılıkçı-
ların beklentilerini en üst düzeye yükseltti! Sonuçta
çıkmaza girince, taa başından yapması gereken
noktaya geldi ve parlamentoya indi...
Bu arada neler oldu bakalım:
? DTP daha cesaretle PKK sözcülüğünü üst-
lendi...
? Ahmet Türk, neredeyse bütün demeçlerinde
hükümete muhatap olarak PKK’yi gösterdi!
? Dahası, silahlı taraf (PKK) ile masaya oturma-
dan bu iş halledilmez, dedi!
? Vee, silahlı taraf, yani PKK kendini anımsattı
ve 30 Ağustos günü Türkiye’de 4 askeri şe-
hit etti.
Çok açık seçik bir durum: DTP ve PKK, silahla
hükümete diz çöktürmeye ve isteklerini kabul et-
tirmeye çalışıyor. Hükümet ise bu meydan
okumayı geçiştirmeye, üzerini örtbas etmeye ça-
lışıyor!
Ahmet Türk zaten diyor ki: Hükümet yumuşu-
yor, birkaç öneriyle direnişi yok etmeye çalışıyor,
oysa kimseyi takmadan cesur davranmalı!
DTP ve PKK, silahı, saldırıları, asker öldürme-
yi bir şantaj aracı olarak kullanıyor.
Anlaşılan o ki, silah tehdidiyle bir anlaşma dik-
tası gündemde!
Haklılar: Silahla bu aşamaya geldiler! “Silahı bı-
rakırsak, masadan elimiz boş kalkarız” düşünce-
sindeler!
Şimdi PKK ve Kürt ayrılıkçılığı muhipleri yazıp
çizer: Artık kan akmasın, Erdoğan derhal masa-
ya otursun!
Otursun vallahi, AKP’nin elini tutan mı var!
Bu arada, CHP’ye saldırmayın, üçkâğıtçılık
yapmayın; PKK ve DTP ile anlaşmayı muhalefet
yapmayacak! Saldıracağınız yer, sorunu çözecek
makam olan iktidardır!
Erdoğan “Yıl sonuna kadar sorunu çözeceğiz,
bizi izleyin” diyor ya.
İktidarın, “Kürtçe, okullarda seçmeli ders olsun,
üniversitelerde Kürt enstitüleri kurulsun” gibi
önerileriyle PKK ve DTP’yi “kandırabileceğini” sa-
nıyorsa, aldanıyor.
O “eskidendi”!
Şimdi çıtalar çooook yükseldi!
Nereye kadar bilmiyoruz.
DTP’lilerin hazırladıklarını açıkladıkları örneğin
“Kürt vilayetleri haritasını” neden istemiyor ik-
tidar!
Belki bu harita üzerinde pazarlık istiyorlar!
Yoksa bu “harita” AKP’ye iletildi mi?
Veya örneğin ‘Kürt Açılımı’nın yakın izleyicile-
rinden MİT Müsteşarlığı’nda bu harita var mı yok
mu?
DTP’nin şu haritasını neden kimse merak et-
miyor bu ülkede!
Bu konu, silah baskısıyla ilerleyemez.
ABD’nin askerlerini Irak’tan çekeceği 2011
takviminin baskısıyla da!
Öyle bir hava yaratıldı ki, ya hemen çözeriz ya
da artık çözülmez bu sorun!
Önce şu Amerikan takvimini atlatalım ki,
“Amerikan çözümü” olmasın!
Sonra, Türkiye’nin birliğini güçlendirecek, Kürt-
lerin de bütün kültürel haklarını özgürce elde ede-
cekleri ve kullanabilecekleri her türlü isteğe, bü-
tün milletin evet demeye nazır olduğunu bilelim...
Moda Tasarõmcõlarõ Derneği Başkanõ Bahar Korçan, sektördeki birçok firmanõn tasarõmcõlarla
çalõşmanõn önemini anladõğõnõ; gençlerin de moda tasarõmõna büyük ilgi gösterdiğini söyledi
ÖZLEM YÜZAK
Geçen hafta İstanbul’da tam anlamõyla
moda rüzgârõ esti. Önce İTÜ Taşkõşla’da
İstanbul Hazõr Giyim ve Konfeksiyon İhra-
catçõlarõ Birliği ile Moda Tasarõmcõlar Der-
neği işbirliğiyle gerçekleştirilen İstanbul
Moda Günleri yapõldõ. O daha sona erme-
den İstanbul Moda Fuarõ CNR’de kapõlarõ-
nõ açtõ. Belli ki artõk moda ve tasarõmõn
önemi kavranmaya başlanmõş. Zaten genç-
lerin moda tasarõmõna artan ilgisi de bunu
gösteriyor. Tekstil ve hazõr giyimde moda
ve marka yaratmada nereden nereye geldi-
ğimizi hem ünlü bir moda tasarõmcõsõ hem
de 2006 yõlõnda kurulan Moda Tasarõmcõla-
rõ Derneği’nin başkanõ olan Bahar Korçan
ile konuştuk.
- Küresel rekabette özellikle ucuz Çin
ve Uzakdoğu ürünleri yüzünden ciddi so-
runlar yaşayan hazır giyim ve konfeksi-
yon sektörünün fasonculuktan farklı bir
kulvara geçmesi, moda ve marka yarat-
ması gerektiği yıllar boyunca söylenip
duruldu. Aradan bu kadar yıl geçti. Şim-
di resmin neresindeyiz?
- Daima krizlerin peşinden ezberlenmiş
cümleler ortaya çõkar. “Moda ve marka
yaratmak” cümlesi de böyle bir sürecin
sonunda 90’lõ yõllarõn başõnda Türkiye’nin
gündemine girdi. O dönem Türk tekstil, ha-
zõrgiyim ve konfeksiyon sektörü kendi kim-
liğini arama yolculuğundaydõ. Artõsõ ile ek-
sisi ile birçok şey yaşandõ. Başka bir yoldan
yürüyüşe başlanmõştõ. Büyük çapta ihracat
ve fason üretim yapõlõyordu. Ancak rekabet-
te zorlanmaya başlayõnca “tasarım” sözcü-
ğü gündeme gelmeye başladõ. İHKİB ilk ta-
sarõmcõ yarõşmasõnõ 1992 yõlõnda düzenledi.
Ondan önce moda tasarõmcõsõ kelimesi bile
kullanõlmõyordu. Stilist deniyordu. “Moda-
cı” sözcüğüne sinir oluyordum o zaman.
Modacõ diye bir şey yok, moda tasarõmcõsõ
var diye bağõrõp çağõrõyordum. Şimdi düşü-
nüyorum da zaten bilmedikleri bir şeyi an-
latmaya çalõşõyormuşum. Ancak “moda”
hâlâ Türkiye için yeni bir olgu. Hep bili-
yormuşuz gibi davrandõk. “Markalaşmak
gerek” söylemini her fõrsatta tekrarlõyoruz
ama bunu bu söylemin altõnõ hiç doldurma-
dan yapõyoruz. Peki nedir markalaşmak? Bu
soruyu yönelttiğimiz zaman içi kocaman bir
boşluk olarak ortaya çõkõyor. Çünkü henüz
hem sektör hem de tasarõmcõlar olarak bir
olgunlaşma süreci geçirmek zorundaydõk.
‘SEKTÖR İLE TASARIMCILAR
ARASINDA KÖPRÜ KURULUYOR’
- Peki bugün hangi noktadayız?
- Bence şu an harika bir zaman. Bu orga-
nizasyon 10 yõl önce yapõlmaya kalksaydõ
bence başarõlõ olmazdõ. Şimdi tasarõm kav-
ramõnõ benimsedik. Hem sektörden hem de
bu işin eğitimini almak isteyen gençlerden
gelen yoğun ilgi ve talep de bunu gösteri-
yor. Son 5 yõlda sektör ile tasarõmcõlar ara-
sõnda bir köprü kurulmaya başlandõ. Şimdi
bunu doğru ve verimli kullanmanõn zamanõ.
- Siz de buradan yola çıkarak Moda
Tasarımcıları Derneği’ni oluşturdunuz.
- Evet, Nisan 2006’da. İHKİB’nin moda
tasarõmcõlarõna hep desteği oldu. Yurtdõşõna
fuarlara gitmek, yarõşmalar, teşvikler... An-
cak biz bir bütün olamadõğõmõz için hep bir
şeyler kaçõyordu. Ya yanlõş yönlere kayõyor
ya da tam olarak yerine oturmuyordu. Mo-
da tasarõmcõlarõ olarak ortak sorunlarõmõz
olduğunun farkõna vardõk. Arzu Kapol,
Hakan Yıldırım, Ümit Ünal, Özlem Süer,
Hatice Gökçe, İdil Tarzi ve ben dernek-
leşme kararõ aldõk. Şimdi 92 üyemiz var.
750’ye yakõn da moda tasarõmõ eğitimi alan
öğrencilerden oluşan gönüllü üyelerimiz
bulunuyor. Dernek, devlet desteklerinin ta-
sarõmcõlara eşit dağõtõlmasõ, İHKİB ile tasa-
rõmcõ arasõndaki iliişkinin düzenlenmesi,
kendimizi hem yurtiçinde hem de yurtdõşõn-
da daha etkin tanõtabilme konularõnda çalõş-
malar yapõyor. Daha önce kendimizi iç pa-
zar tüketicisine bile anlatmakta zorlanõyor-
duk. Örneğin içlerinde en eski marka be-
nim. Ama Bahar Korçan nerede neyi kaça
satar, bilmiyorlardõ. Korkup dükkândan içe-
ri girmeyen vardõ. Bu korkuyu aşmamõz ge-
rekiyordu. Tabii bir diğer unsur da son yõl-
larda ortaya çõkan moda tasarõmcõsõ patla-
masõna bir disiplin vermek...
- Gerçekten de moda tasarımcısı furya-
sı başlamış gibi görünüyor...
- Evet inanõlmaz bir patlama yaşanõyor.
Benim bildiğim kadarõyla 2 yõllõklar dahil
19 üniversite moda tasarõmõ eğitimi veriyor.
Çok popüler olduğu için üniversiteler he-
men bu bölümü açõyorlar. Tamam da bu
eğitim verecek hoca sayõsõ o kadar fazla de-
ğil ki...
‘TÜRKİYE’DE İYİ EĞİTİM VERİLİYOR
DİYEMİYORUM’
- Peki “Türkiye’de iyi ve doğru bir moda
tasarõmõ eğitimi veriliyor” diyebiliyor mu-
sunuz?
- Diyemiyorum. Daha değil.
- Tasarımcıların ürünlerinden marka
yaratacak hazır giyim ve konfeksiyon fir-
malarının iş yapış şekillerinde nasıl bir
değişiklik oldu?
- Birçok firma artõk tasarõmcõlarla çalõş-
malarõ gerektiğinin farkõna vardõ. Belki de
tek çõkõş yolu bu; tasarõm ve marka ile
farklõlõk yaratmak. Tasarõm ürünü ile piya-
sada olduğunuzda fiyat tutturabiliyorsunuz.
Bu farkõndalõğõn yaratõlmasõnda Türkiye
Giyim Sanayicileri Derneği’nin de önemli
payõ oldu. Kimileri tasarõm bölümlerini
kurdular, kimileri kurma aşamasõnda. Ama
sektörün öğrenmesi gereken bir şey daha
var. Tasarõmcõ bölümü açmakla hemen so-
nuç elde edilmez. Bu bir evlilik gibidir. Sü-
re tanõmak lazõm. Şu an o süreyi tanõmakta
problemler yaşanõyor. Özellikle kriz orta-
mõnda bunu gerçekleştirmek hayli güç. Gü-
nü kurtarma politikalarõ mecburen daha ön
plana geçiyor.
Tasarım hayatına
1982’de Vakko’da sti-
list asistanı olarak baş-
ladı, 1992’de ITKIB
Türkiye Stilistler Yarışması’nda ‘Natürel’ adlı ko-
leksiyonuyla Türkiye birincisi oldu. Aynı koleksiyon
Dusseldorf IGEDO Fuarı’nın açılış şovunda sergi-
lendi. 1993’te Türkiye’nin ilk stil bürosunu açtı. Pa-
ris ‘CAROLE DE BONA’ Fuarı’nda sergilediği,
dünyanın 3. büyük kazısı olan Çatalhöyük’ten esin-
lenerek hazırladığı ‘Başka Zamanın Kadınları’ 98
ilkbahar-yaz koleksiyonuyla büyük beğeni topladı.
Bu defileyi izlemek amacıyla dünya moda basının-
dan seçilmiş 60’ı aşkın uluslararası basın mensubu
Türkiye’ye geldi. Defilenin geliri Çatalhöyük Derne-
ği’ne bağışlandı. İlk kez gerçekleştirilen İstanbul
Moda Günleri’nde düzenlenen 1999 Moda Ödülleri
kapsamında En İyi Tasarımcı seçildi. 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü’nde Marmara Üniversitesi Rektörlü-
ğü tarafından düzenlenen organizasyonda ‘Başarılı
Kadın’ ödülünü aldı. Nisan 2004’te Bahar Korçan-
İstanbul Mağazası Nişantaşı Abdi İpekçi Cadde-
si’nde açtı. Ağustos 2005’te 2006 Yaz Koleksiyonu
HİS 3’ü anlatan kısa film çekti. Film AK Sanat Kısa
Film Festivali’nde özel gösterime hak kazandı.
Ocak 2005’te TGSD’nin (Türkiye Giyim Sanayicile-
ri Derneği) yönetim kuruluna seçilen ilk moda tasa-
rımcısı oldu. 2006 Nisan ayında kurulan Moda Ta-
sarımcıları Derneği’nin başkanlığını yürütüyor.
PORTRE
- Tasarımcı olmak, kendi ko-
leksiyonunuzu ve markanızı ya-
ratmak fikri ilk ne zaman aklı-
nıza geldi?
- Bu çok eskiye taa ortaokul sõ-
ralarõna dayanõyor. Ben sürekli
bir şeyler çiziyordum. Kâğõtttan
bebeklere giysiler yapõyor, giydi-
riyordum. Bence tasarõmcõ olarak
doğuluyor, sonradan üzerinize
yüklenebilen bir şey değil bu. İçi-
nizdeki o taa derinlerden gelen
ses çok önemli. Ben işte hep o se-
si dinledim. “Ben giysi tasarla-
mak istiyorum” dedim ve başka
bir şey istemedim. Liseyi bitirdim
ve Paris’te yaşayan teyzem vasõ-
tasõyla orada Esmod’a kaydõmõ
yaptõrdõm. Ama gidecek param
yoktu. O dönemde gazetelerde
bir ilan gördüm. Vakko stilist arõ-
yordu. İş görüşmesinde, “Çizim-
leriniz iyi ama iş deneyiminiz
yok” diye bana kapõyõ gösterdi-
ler. Ben ise “Siz bana fırsat ver-
mezseniz kim verecek?” tarzõ
konuşunca durdular. Vitali Hak-
ko beni bir daha dinledi. Sonra
“Paris’e gitmiyorsun, pazartesi
işe başlıyorsun” dedi. “Peki üni-
versite okumayacak mıyım?”
diye sorduğumda “Çekirdekten
öğreneceksin ve bu daha çok
işine yarayacak” yanõtõnõ aldõm.
Bu o dönem için doğru karardõ.
Şimdi eğitimini almak isteyene
seçenek çok daha fazla. Ama bir
tek Vitali Hakko vardõ. O da be-
nim hayatõma değdi. Bu yüzden
çok şanslõyõm. 8 sene Hakko’nun
yanõnda çalõştõm. Sonra 1992 yõ-
lõnda İHKİB’nin açtõğõ moda ta-
sarõmcõsõ yarõşmasõnda birinciliği
kazandõm. Ondan sonra ise zaten
kafamda şekillenmiş olan Bahar
Korçan markasõnõ yaratmak, atöl-
yesini kurup işe başlamak için ilk
adõm atõlmõş oldu.
Türkiye tasarõmõ fark etti
‘Şanslıydım, Vitali Hakko vardı’
TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com
Zehir ve Panzehir!..
Doğu toplumlarının
en büyük derdi olan
töre, açtığı kanlı ya-
ralara kendi çapında
derman da üretir! Tö-
re bu yüzden zehiri de
panzehiri de aynı şi-
şede tutan toplumsal
bir hastalıktır!.. Örne-
ğin Doğu’da parasız-
lık yüzünden evlene-
meyenler için berdel
çözümüne yönelen ai-
leler, kızları ve erkek-
lerini karşılıklı olarak
evlendirerek başlık
parası belasından
kurtulurlar...
Geri kalmış toplum-
ları zehirleyen töre ve
feodalitenin buna kar-
şı ürettiği panzehirin
örnekleri bununla kal-
maz! Kan davaların-
da daha fazla insan
öldürülmemesi için
aşiretler arasına barış
elçileri girer. Mağdur-
lara, para, silah, arazi
ve çoğu zaman da
genç ve güzel kızlar
verilir. Yani genç bir kı-
zın bekâret kanıyla as-
lında kanlı çatışmalar
önlenir!..
Güneydoğu’daki
yaygın bir töresel çö-
züm de “kan parası”
uygulamasıdır. Aile ve
aşiretler bir cinayetin
kan davasına dönüş-
memesi için bedel
öderler. Bu bedeli ba-
rış için araya giren aşi-
ret liderleri belirler.
Ölen kişinin yaşı, mes-
leği ve sosyoekonomik
durumu ile bakmakla
yükümlü olduğu ailesi
paranın miktarında et-
kili olur! Sonra bu be-
del cinayet işleyen ki-
şinin yakınlarından
orantılı olarak toplanır
ve mağdur tarafın ai-
lesine verilir. Bu para
ödenirken kurbanlar
kesilir ve barış ye-
mekleri yenilir! Mağdur
taraf bu parayı ölen
kişinin geride kalmış
eşi ve çocukları için
harcar. Kısacası ölen
öldüğüyle kalır, vuran
taraf ise can korku-
sundan kurtulur!..
Bir Canın Bedeli!..
Peki bir canın bedeli ne kadardır? Bu
soruya yaşanmış bir öyküden yola çı-
karak yanıt vermek daha çarpıcı olur...
Urfa’da yaşayan Dınai aşireti men-
suplarından Cemil Avcı tüm umudu-
nu, bir dönem verimli arazilerine de-
ğer biçilemeyen Suruç Ovası’ndaki tar-
lasına bağlamıştı.
Ova eskiden çok sulak bir bölgey-
di. Yörenin en güzel narları orada ye-
tişirdi. Ancak bir süre sonra yeraltı
suları çekilmiş ve ovanın tamamı ku-
rak topraklara dönüşmüştü. Pa-
muk tarımını yaygınlaştırmaya ça-
lışan bölge üreticilerinin tek umudu
sondaj kuyularıydı.
Cemil Avcı da o gün tarlasında
sondajla kuyu açacaktı. Arazisine
yaklaştığında sondaj makinesinin
komşu tarlaya yöneldiğini görünce
şaşırmıştı. Olup biteni anlamaya
çalışırken, Naimen aşireti mensup-
larından İbrahim Çiftçi ile tartışmaya
başladı. Çiftçi, makinenin önce ken-
di tarlasında çalışmasını istemişti.
Tartışma büyümüş, silahına sarılan
Çiftçi, Cemil Avcı’ya kurşun yağdır-
mıştı...
Avcı’nın kanı kendi toprağına ak-
mıştı. Talihsiz adam, aynı gün sessizce
toprağa verilirken aşiret intikam yemini
etmişti. Çünkü törenin yasalarında
şöyle yazıyordu:
“Aynı köyde ikâmet eden iki aile ara-
sındaki bir tartışma cinayetle sonuç-
lanırsa, katil ile en yakın akrabaları baş-
ka köye göçerler. Barış sağlanıncaya
kadar geri dönemezler.”
Naimenliler bölgeden kaçmıştı. Dev-
let, Avcı’nın Kürt aşiretiyle Çiftçi’nin
Arap aşireti arasındaki kan davasının
etnik bir çatışmaya dönüşebileceğin-
den de endişelenmişti. Dınailerin sal-
dırı hazırlığıyla ilgili istihbarat jandar-
maya ulaşınca, valilik girişimlere baş-
ladı. Araya CHP Urfa örgütü de girin-
ce iki aile uzun uğraşlardan sonra ba-
rışa ikna edilebildi. Barış imzasının Ce-
mil Avcı’nın aşiretinin yaşadığı Su-
ruç’un Doruklar köyünde atılmasına
karar verildi.
16 Temmuz 1993 günü Doruklar kö-
yünde davul ve zurna sesleri arasın-
da kurulan kıl çadırların önüne ren-
gârenk keçeler serildi. Bürokratların ya-
nı sıra çevre köylerden çok sayıda aşi-
ret lideri de barış yemeğine geldi. Dı-
nailerin lideri Sinan Avcı ve Naimen-
lerin lideri Halil Güven beyaz bayrakları
birbirlerine teslim ettikten sonra ku-
caklaşıp öpüştüler.
Törenin en trajik olayı bundan son-
ra yaşandı. Cemil Avcı için toplanan
kan parası bir torba içinde aşiret
meclisinin önüne bırakıldı! Bu be-
del, kan parasını ödeyecek olan
Arap aşiretince toplanmıştı! Herkes
öldürülme korkusuyla payına düşen
paraya itiraz bile edememişti! Ko-
loni yaşamının bir bedeliydi bu!..
Arabulucuların Naimenlerden al-
dığı 165 milyon lira, kan bedeli ola-
rak Dınailere teslim edildi!.. Dolar
1993 yılının Temmuz ayında 10 bin
880 liraydı. 165 milyon liranın kar-
şılığı o gün için 15 bin 165 dolardı!..
Cemil Avcı’nın eşi ve çocukları,
ağalar meclisinin aşiret arenasında
borsaya düşürdüğü insan kanını, vah-
şi kapitalizmin çarkları arasında nasıl
bir pazarlık unsuruna dönüştürdüğü-
nü ibretle izlediler!.. Sondaj sırası
nedeniyle öldürülen Cemil Avcı’ya
biçilen değer işte bu kadardı!.. Peki,
Avcı’nın toprağa giden kanını çıkara-
cak bir sondaj makinesi icat edilmiş
miydi?..
Etiler’in Töresi!
Durup dururken bu kan parası
öyküsünü niye mi anlattık?.. İs-
tanbul Etiler’de başı kesilerek öl-
dürülmüş halde bulunan Münev-
ver Karabulut’un babası Sürey-
ya Karabulut, cinayet şüphelisi
Cem Gariboğlu’nun ailesinden
barışma teklifi almış! Süreyya Bey
de, barışmak için bazı koşullar ile-
ri sürmüş! Örneğin Cem Gari-
boğlu’nun adalete teslim edilme-
sini istemiş. Ayrıca vahşi cinaye-
te kurban giden kızının adına bir
okul yapılmalıymış.
Buraya kadar her şey normal
sayılabilir. Peki Süreyya Karabu-
lut’un bundan sonraki isteğine
ne demeli?.. Televizyonlarda “ada-
let istiyorum” diye çığlık atan Ka-
rabulut, sanki kan davası güde-
cekmiş gibi katil zanlısının aile-
sinden 3 milyon Avro talep etmiş!
Bunun adını da “helallik bedeli”
koymuş!.. Yani aslında, verin pa-
rayı kızımın kanını helal edeyim,
demek istemiş!..
Doğu kırsalında tezek kokusu-
na bulaşan kanlı para, Etiler sos-
yetesinde tedavüle çıkınca Avru-
pa Birliği standartlarında yıkana-
biliyor!.. Bunun adına da helallik
deniliyor! Helal olsun Etiler’in tö-
resine!..
Sahipsiz Ölüler!
Medya aylardır Türkiye’de
işlenmiş tek cinayetin tek mağ-
duruymuş gibi işte bu babanın
feryadıyla uğraşıyor! Basının
ilgisi görülüyor ki katili bulma-
ya değil ama, kan parasının mil-
yonlarca Avro’ya ulaşmasında
bayağı etkili oluyor! Oysa bı-
rakın katillerin saptanmasını, bu
ülkede kimliğinin belirlenmesi-
ne çalışılan yüzlerce ceset 7 yıl-
dır morglarda bekletiliyor!..
Emniyet Genel Müdürlüğü
Asayiş Daire Başkanlığı, 2001
yılından itibaren kimlikleri be-
lirlenemeyen cesetlere ait bil-
gileri internet sitesinde yayım-
layarak, yurttaşlardan yardım
istiyor. Ülke genelinde 605’i er-
kek olmak üzere 738 cesedin
kimlere ait olduğu bir türlü
saptanamıyor! Bu cesetlerin
büyük bölümü İstanbul’da bu-
lunuyor. İstanbul’da bekleti-
len 75’i kadın 431 cesedin
kimliğinin saptanması için med-
yanın da desteği isteniyor. Oy-
sa medya bilerek ya da bilme-
yerek “sahipli” katillerin ve
mağdurların peşinde koşmak-
tan “sahipsiz” kurbanları unu-
tuveriyor!
obursali@cumhuriyet.com.tr