18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 31 TEMMUZ 2009 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 S ünniler sadece dini konularda âlim- lerine başvururken, Şiiler ulemayõ, di- ni, siyasi, şahsi ve sosyal meseleler- de de başvurulacak en önemli, belki de tek merci olarak görür. Bunda elbette Sünni İs- lamda açõk olmayan içtihat kapõsõnõn Şia’da açõk olmasõnõn etkisi yadsõnamaz. Şia mensubunun karşõlaştõğõ ve içinden çõ- kamadõğõ her olayda, ki bu konunun ille de dini bir konu olmasõ da gerekmez, bir müçtehide başvurmasõ ve sorunun yanõtõnõ taklit ettiği müçtehitten almasõ inancõnõn ge- reğidir. Onun inancõna göre müçtehit, olay- larõ yorumlamada ondan yetkindir, dolayõ- sõyla müçtehide itaat şarttõr. Ehlisünnette yö- neticiye itaat şartõ ve doknulmazlõk zõrhõ Şia’da da müçtehit ya da fakih denilen ule- ma için geçerlidir. Şia’nõn müçtehidi, yeni gelişen her olayõ kendi ya da kendisinden kõdemli müçtehidin görüşleri doğrultusunda yo- rumlar. İçtihat kapõsõ kapalõ olan Sünnilikte ise âlim görüş açõklarken İslamõn ilk dö- nemlerinde oluşan icma ve fetvalara da- yanõr. Ulema sõnõfõ arasõndaki en büyük fark- lõlõk ise siyasi iktidarla ilişkilerinde görü- lür. Sünni âlim, yönetenin emrine itaat et- mek durumundadõr. Ulü’l-Emr’e itaat Sün- nilikte farzdõr. Şii ulemalarõna göre ise dünyevi iktidarlar gayri meşrudur. O nedenle ulema, idaresini beğenmediği siyasi iktidara karşõ eleştiri- yi bir hak olarak görür, yönetimi adaletsiz görüyorsa isyana bile kalkõşabilir. Kendi- sine bağlõ taklitçilerini de isyana çağõrabilir ve bu durum Şii dünyasõnda yadõrganmaz. Şii tarihi bunun örnekleriyle doludur. Şii gelenekte müçtehitler, kendilerini “İmam Mehdi” ortaya çõkõncaya kadar onun vekili olarak görürler. İmam Meh- di’nin vekili de elbette onun hata yapma- ma e sahip olacaktõr. Albert Hourani, “Arap Halkları Ta- rihi” adlõ eserinde müçtehitlerin toplumun rehberliği unvanõnõ nasõl aldõklarõnõ şöyle açõklõyor: “İmam ortaya çıkana kadar insanlığın rehberliğe ihtiyacı vardı. Ba- zı Şiiler imamlar tarafından aktarılıp yo- rumlanan Kuran ve hadisin yeterli reh- ber olduğuna inanıyorlardı. Diğerleri sü- rekli bir yorum ve önderlik ihtiyacı ol- duğunu savundular ve on üçüncü yüz- yıldan itibaren akıl, karakter ve eğitim bakımından entelektüel çabayla imanı yorumlayacak, içtihat getirecek kişileri (o zamandan beri müçtehit olarak bili- nirler) aradılar. Bu kişiler yanılmaz kabul ediliyordu. Allah’ın doğrudan rehberliği altında değildiler, sadece çok gelişmiş yetenekleri sayesinde imamla- rın öğretisini yorumlayabilirlerdi. Her kuşak için yeni müçtehitlere ihtiyaç vardı ve sıradan Müslümanlar kendi çağlarının müçtehitlerinin öğretisini iz- lemekle yükümlüydüler.” DOKUNULMAZLIK KAZANDILAR Dini kurumların konumu değişiyor Şah Abbas dönemin- de Şii dini kurumlar devletin kontrolü al- tõndayken sonraki hüküm- darlar döneminde yerel ka- bile güçleri ile Şii dini ku- rumlarõ devletin kontrolü dõşõna çõktõlar. Kurulan va- kõflar, arazi tahsisleri, bü- rokraside ve dini mahke- melerde üst düzeyde görev almalarõndan dolayõ hem ekonomik hem de siyasi özerklik kazandõlar. Safevi Hanedanõ’nõn yõ- kõlmasõndan sonra gücü ar- tan, esnaf ve tüccarlarla bir- likte en önemli sosyal grup haline gelen ulema, resmi olmayan ve adõ konmamõş bir dokunulmazlõk elde et- ti. Medreseler, vakõflar ve şer’i mahkemeler ve yargõ üst kurulu gibi kurumlar aracõlõğõyla yükselen eko- nomik ve sosyal bir statüleri oğul Rıza Pehlevi dönemi hariç İslam devrimine kadar artarak devam etti. Kaçar Hanedanõ döne- minde medreselerin Irak’a nakledilmesi, ulema sõnõfõ- nõn zayõflatõlmasõ yerine da- ha özerk hale gelmelerine vesile oldu. Tütün boykotu, anayasa devrimi, esnaf ve tüccarla- rõn yabancõ şirketlere karşõ hakkõnõ korumayõ amaçla- yan protesto eylemlerinde mollalarõn öncü rolünü oy- namasõ, halk nezdinde on- larõ daha da dokunulmaz kõldõ ve siyasete müdahil ol- manõn önünü açtõ. Ulemanõn toplumsal sõ- nõflar içinde dominant ol- masõnda ve siyasete aktif bir şekilde müdahalede bulun- masõnda tarihsel gelişmele- rin rolü kadar Şia’ya bağlõ Usuli ve Ahbari ekollerinin çekişmesinin de payõ önem- lidir. Ahbari ekolüne göre ulema, dünyevi işlerle ilgi- lenmez, Peygamber ve imamlarõn sünnetinin dõ- şõnda farklõ bir uygulama yapamaz ve kendi başlarõna içtihatta bulanamazdõ. Usu- li ekole göre ise müçtehitler, gelişen olaylar karşõsõnda özgürce yorum yapõp karar alabilirlerdi. Ahbari ekolün aksine Usulilere göre, dün- yevi iktidarlar, Mehdi’nin dönüşüne kadar adaletsizli- ğin simgesi ve gayri meş- ruydu. Bu meşruiyet tartõş- masõ üzerinden kendilerine siyasal bir misyon yükleyen ulema, düzene başkaldõr- mayõ görevleri arasõnda say- dõ. On dokuzuncu yüzyõlõn sonlarõna kadar Ahbari eko- lünün etkisinde olan ulema, o tarihten sonra Usuli tari- katõnõn görüşüne meyletti. RUSYA İLE YAPILAN SAVAŞLAR İran üzerinde nüfuz mücadelesi İ ran’a gelen Türkmen boylarõndan olan Ka- çarlar, Safevi Devleti döneminde, sarayda ve eya- letlerde önemli hükümet görevlerine getirilmişti. Na- dir Han’õ devirip yönetimi ele geçirdiklerinde İran, hem içeride hem de dõşarõ- da en karõşõk günlerini ya- şõyordu. İlk yõllarõnda iç isyanlarla uğraşmak zo- runda kalan Kaçarlar, 19. yüzyõlõn ikinci yarõsõndan itibaren de dõş sorunlarla karşõ karşõya kaldõ. Rusya ile yapõlan savaşlar, İran’õn sadece toplumsal ve de- mografik yapõsõnõ değiştir- mekle kalmadõ, ekonomik ve kültürel alanda da önem- li değişimleri beraberinde getirdi. Rusya’nõn Deli Pet- ro’dan beri sõcak denizle- re açõlma hayalinin önün- de, Kafkasya’nõn ele geçi- rilmesinden sonra tek en- gel olarak İran kalmõştõ. İran üzerinde emelleri olan ülkelerden biri de İngilte- re’ydi. Her ne kadar deniz yollarõnõn etkin bir şekilde kullanõma girmesiyle İpek ve Baharat yolu üzerinde olan İran, stratejik önemi- ni yitirmiş gözükse de Hür- müz Boğazõ gibi stratejik bir limana sahip olmasõ, Hindistan ve Rusya ile sõ- nõr komşuluğu nedeniyle yine de önemli bir coğraf- yadaydõ. İran’õ sürekli tahrik ve ta- cizlerle savaşa çekmekte başarõlõ olan Rusya, arka arkaya yapõlan iki savaştan galip çõkõnca emeline ulaş- tõ. Rusya, Türkmençay ve Gülistan antlaşmalarõyla toprak kazanõmlarõnõn ya- nõnda diplomatik ve eko- nomik imtiyazlar da elde etti. İran üzerinde ege- menlik kurmasõ halinde Rusya’nõn gözünü Hindis- tan’a dikeceğini tahmin eden İngiltere, benzer im- tiyazlar elde etmek için İran’õ sõkõştõrmaya başladõ. Ekonomisi iflasa sürükle- nen ve savaşlarda da top- rak kaybeden İran, Rusya ve İngiltere’nin imtiyaz taleplerini geri çevirecek durumda değildi. Güm- rük, bankacõlõk, ulaşõm, telgraf hattõ kurma gibi alanlarda ekonomik imti- yazlar elde eden Rusya, yargõ sistemini düzenle- mekten ordu kurulmasõna kadar birçok alanda İran’õn içişlerine müdahil oldu. İngiltere de gümrük kârõnõn yüzde 60’õ karşõlõğõnda devlet bankasõnõn tekeli, al- tõn ve gümüş dõşõnda ma- denlerin işletilmesi, gele- cekte sanayi tesislerini kul- lanma, tramvay, demir- yollarõ, sulama kanallarõ ve karayollarõnõn inşasõ gi- bi imtiyazlarla İran’õn sa- nayi ve ticaretine hükme- decek duruma geldi. İran’õn dönemin iki sü- per gücüne boyun eğmesi ülke içindeki ekonomik, soysal ve siyasal bir tahri- bata yol açtõ. İran’õn başta tekstil olmak üzere tarõma dayalõ üretim kapasitesi düştü. Geleneksel el sa- natlarõ, ipek üretimi ve gõ- da sektörü çökme noktasõ- na geldi. Dõş ticaret hac- mindeki artõş, ağõrlõklõ ola- rak dõşa bağõmlõ hale geti- rilen milli sanayinin ihti- yacõ olan ara mallarõn it- halatõndan kaynaklanõyor- du. İran, hammadde teda- rikçisi ve pazar ülke ko- numuna gelmişti. İran, sõkõşõnca önce top- raklarõnõ ardõndan da elçi- liklerini, bakanlõklarõnõ ve yüksek yargõ organlarõnõ satõlõğa çõkardõ. Kõzõlbaş Türkmen Safevi Devleti’nde reform zorunluluğu Müçtehitlerin eğitimi ve hiyerarşisi G elişen olaylar karşõsõnda her müçtehit yorumlarda bulunabilir. Sadece kendi taklitçilerini bağlasa da farklõ farklõ iç- tihatlarda bulunabilirler. Bu içtihatlar birbiri- ne zõt olsa da farketmez. Her biri kendi taklit- çileri içinde kabul görür. S afeviler döneminde sadece dini konu- larla ilgilenen ulema, Kaçar Hane- danlõğõ süresince dünyevi işlerle daha çok meşgul oldu. Bu kargaşa döneminde üst yargõya kurullarõna da ortak olan ulema, ev- lenme, boşanma, miras, mülkiyet v ticari söz- leşmeleri onaylayan Şer’i mahkemelerin hakimleri olarak görev yapõyordu. V akõflar yoluyla ekonomik örgütlenme- leri de devletten bağõmsõz olan müçte- hitlerin gelir kaynaklarõ, büyük ölçüde taklitçilerin ödemekle yükümlü olduğu “hu- mus” ya da “beşte bir” denilen ödentilerden oluşur. Bir müçtehide bağlõ taklitçilerin ze- kâtlarõnõ kullanma tasarrufu da ulemaya aittir. Bu nedenle ulema, büyük bir ekonomik güce hükmeder. Müçtehit adaylarõnõn, Kum ve Meşhed ken- tindeki medreselerde önce kõdemli bir müçtehidin eğitiminden geçip icazet almasõ gerekiyor. Bu un- van, kendisine bağlõ mukallitlerin sayõsõ, bu mu- kallitlerin ödedikleri humusun miktarõ, yayõm- ladõğõ eserler göz önüne alõnarak kõdemli müç- tehitler tarafõndan veriliyor. Müçtehit adayõ, her biri dört yõl olan üç aşamalõ bir eğitimden geç- mek zorunda. İlk aşamada Kuran ve Arapça öğ- reniyor, sonra camilerde vaaz ve dini törenleri yönetme konuma gelebiliyor. İkinci aşamada bel- li konularda yorum yapacak düzeye gelmesi için fõkõh öğreniyor. Üçüncü aşamada mollalõk ve di- ni mahkemelerde yargõçlõk unvana sahip olabi- liyor. Son aşamada ise Kuran, hadis ve diğer di- ni metinleri şerh etme ve şeriat hukuku konu- sunda hüküm verme, içtihat yapma ehliyetini ka- zanõyor. Hocasõ, öğrencisinin yetiştiğine kana- at getirirse öğrenci müçtehitlik ruhsatõnõ alõyordu. Ulemalar, eğitimleri sõrasõnda dini bilgile- rin yanõnda belagat sanatõnõn inceliklerini öğreniyor. İran Şiiliğinde hitabete çok önem verilir. Kerbela olayõnõn hikâyeleştirildiği ta- ziye geleneğinde ve diğer dini törenlerde hal- ka hitap eden molla, halkõn dikkatini kendi- sinde toplamak için özel çaba gösterir. O ne- denle mimiklerini ve ses tonunu halkõ coştu- racak şekide incelikli kullanmaya dikkat eder. Merkezi bir dini kurumdan söz etmek müm- kün değilse de kendi iç hiyerarşisini 19. yüz- yõlõn sonlarõnda oluşturdu. Bõraktõğõ etki ve tak- litçilerinin sayõsal oranõna göre, Ayettullah, Hüccetü’l-İslam, Ulu Ayetullah (Ayetullah El-uzma) ya da Merci-i Taklit gibi unvanla- rõ elde edebiliyor. Ancak bu unvanlar, taklit- çilerinin sayõsal oranõ ve müçtehitlerin ortak onayõna bağlõ. K õzõlbaş Türkmen Safevi Devleti hü- kümdarõ Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim padişahlõğõndaki Osmanlõ Devleti ile ile 23 Ağustos 1514’te yapõlan Çaldõran Savaşõ’ndan yenik çõk- masõ devletin yapõsõnõ da kökten değişti- recek bazõ reformlarõ dayattõ. Her şeyden önce düzenli bir orduya sahip olunmasõ ge- rektiğini anlamõşlardõ. Düzenli ordu demek aynõ zamanda bu orduyu finanse edecek düzenli bir gelir elde etmek demekti. Bunun için bürokrasi deneyimi olmayan eğitimsiz göçebe Kõzõlbaşlarla yola devam edilemezdi. Tahmasb’ döneminden baş- layarak Şah İsmail’in torunu Abbas dö- neminde doruğa çõkan kurumsallaşma ve merkezi otoriteyi sağlamlaştõrma yö- nündeki idari reformlar güç dengesinin Kõ- zõlbaş Türkmenler aleyhine bozdu. Şah Abbas, savaşçõ Türk beylerinin gücünü dengelemek için Gürcü, Çerkes, Ermeni ve Türklerden oluşan yeni bir ordu ku- runca Kõzõlbaş Türkmenler, ekonomik ve askeri açõdan güç kaybettiler. Safevi monarşisi, otoritelerini pekiştir- menin yolunun sadece devleti değil, dini de kurumsallaştõrmaktan geçtiğini düşünme- ye başladõ. Reaksiyonel ve itaat geleneği olmayan Kõzõlbaşlõğõn Şiiliğin almasõ ha- linde, devletin kurumsallaşmasõ daha ça- buklaşabilirdi. O nedenle Şiilik devletin res- mi dini olarak seçildi. Gerçi Şiilik Şah İs- mail/in Tebriz)i almasõndan sonra devlet di- ni olarak ilan edilmişti ancak Şah İsmail’in anladõğõ Şiiliğin, bugünkü Şiilikle pek il- gisi yoktu. Yalnõz bir sorun vardõ. İran’da Kum ve İsfahan’da küçük Şii semtleri dõ- şõnda, nüfusun çoğu Sünniydi. Şii sayõsõnõ çoğaltmak için Bahreyn, Necef ve Suri- ye’den Şii ithal edildi. İkinci aşama olarak da Şii ulemayõ bir bürokrasi olarak örgüt- lediler. Şii türbeleri onarõldõ, medreseler, va- kõflar kuruldu ve toprak tahsisleri yapõldõ. İsfahan, Kum, Necef ve Meşhed Şii inan- cõnõn en önemli merkezleri haline geldi. Davit Morgan, Safevi devletinin bu re- formlarõ yapmak zorunda olduğunu belir- tiyor: “Eğer Safevi devleti salt bir Türk- men aşiret devleti olarak kalsaydı, Tah- masb yönetiminin başlarında ve onun ölümünden sonra karşılaşacağı sıkıntı- ların üstesinden gelemezdi. Safevi dev- leti varlığını sürdürdü, çünkü iki ayrı te- mele sahipti: Yeni ‘devlet dini’ olarak On İki İmam Şiiliği ve Fars bürokrasisinin desteği.” Safevilerin Sünnilik yerine Şiiliği tercih nedenini M. Fischer şöyle açõklõyor: “Sünni Osmanlı’ya karşı duracak ve içeride de devleti birleştirecek bir poli- tik araç olarak Şiilik tercih edildi.” Merkezi hükümetin ve ordunun zayõf- lamasõ Safevi hanedanõnõn otoritesini de zayõflattõ. Bu durumu fõrsat bilen, yerel ka- bile güçleri ayaklanmalara kalkõştõlar. 18. yüzyõlda İran’da tam bir kaos ortamõ yaşanõyordu. İktidar önce Afganlar, Ça- ğatay Türklerinden Nadir Han ve Kaçar hanedanõna geçti. Şah İsmail. Yavuz Sultan Selim. Ehl-i Sünnet’in ulemaya bakõşõ ile Şia’nõn ulemaya bakõşõ ve onlardan beklentileri arasõnda da derin farklar vardõr Şiilikte ulemanõn konumuŞia mensubu içinden çõkamadõğõ bir durumda müçtehite başvurur. Sünni inancõnõn tersine itaat değil eleştiri esastõr. Ulema, idaresini beğenmediği siyasi iktidarõ eleştirebilir hatta bu bir haktõr. Bağõmsõz ve özerk bir yapõya sahip olan ulema, kendisine bağlõ taklitçilerini isyana da çağõrabilir. YARIN: Tütün boykotu ve anayasa devrimi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle