Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2009 CUMA
16 KÜLTÜR
K A M İ L M A S A R A C I
K Ü L T Ü R Ç İ Z İ K
KEDİ GÖZÜ
VECDİ SAYAR
Ya Davulcuya…
Ya Zurnacıya…
Başbakanımız, bir konuşmasında toplumu-
muzda sıkça kullanılan bir deyime atıf yapmış:
“Kızı başı boş bırakırsan ya davulcuya kaçar,
ya zurnacıya”...
Bu sözlerin tüm müzik camiasını yaralaya-
bileceğini düşünseydi, derdini anlatmak için
başka kelimeler arardı hiç kuşkusuz... Ama ga-
riptir, tek bir müzik örgütünden ses seda çık-
madı (ya da ben duymadım)… Belki de, Baş-
bakan’ın konuşmalarını takip etmediklerin-
dendir…
Bu deyimin benzerleri başka dillerde var mı-
dır acaba diye düşündüm… Sanırım yok… Bi-
zim kültürümüzde sanatı, sanatçıyı aşağılamak
ayıp karşılanmıyor demek ki…
‘Tiyatro Yapma!..’ ‘Artizlik Yapma!’ gibi söz-
ler yabancı gelmiyor kulağınıza değil mi? Me-
sela, Meclis çatısı altında bu türden konuşmalar
duyabilirsiniz rahatlıkla…
“Ben böyle sanata tükürürüm” deme cesa-
retini kendinde bulan ya da sergide gördüğü
resmi “müstehcen” diye nitelendirip, kaldırıl-
masını isteyen başkanlar da gördük biz, alış-
kınız bunlara…
Neyse ki, sanata ve sanatçıya saygılı yerel
yöneticilerimiz de var. Geçen hafta, Çankaya
Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın Ankara
Sanat Tiyatrosu’na sahip çıkma kararını oku-
dum gazetelerde. Bu kararla, Türkiye’nin en
köklü özel tiyatrolarından biri olan AST’nin ka-
panması önlenirken yerel yöneticilerimize dü-
şen en önemli sorumluluklardan birinin, ken-
tin kültürel dinamiklerine sahip çıkmak, onla-
rı desteklemek olduğu vurgulanmış oluyor.
Sanatı desteklemenin bir yolu, yerel yöne-
time bağlı sanat kurumları (tiyatrolar, konser-
vatuvarlar, sanat sinemaları, sanat galerileri,
sanat evleri) oluşturmaksa, bir başka yolu da
bağımsız sanat inisiyatiflerini (girişimlerini)
desteklemek… Nitelikli özel tiyatrolara sah-
nelerini açmak, turne yapan tiyatrolara destek
sağlamak, hem bu kurumların ayakta kalma-
sını sağlar, hem de sanatsal üretimin Anado-
lu’nun her köşesine ulaşmasını…
Yerel yönetimlerimiz, iki yoldan birini seçe-
bilecekleri gibi, tıpkı Kültür Bakanlığı’nın yap-
tığı gibi ikisini birden uygulayabilirler: Bir yan-
dan kendi tiyatrolarını oluştururken öte yandan
farklı tiyatrolara kapılarını açabilirler. İki yak-
laşımdan birine yakın duruyor, şu anda görev
yapan belediye başkanlarımız. Ya Eskişehir gi-
bi doğrudan kendi tiyatrosunu -daha doğru-
su tiyatrolarını- kuruyor ya da İzmir gibi, ba-
ğımsız tiyatrolara destek oluyor. Sanırım, en
sağlıklısı iki yöntemi birden uygulamak… Bu
da, tek sesliliğe karşı alınabilecek en güzel ön-
lem olur.
Devletin sanata bakışında da, iki anlayışın at
başı gitmesinde yarar var gibi geliyor bana. Ül-
kemiz özelinde düşünürsek, Devlet Tiyatrola-
rı’nın toplumumuzda tiyatro sevgisinin yay-
gınlaşmasına katkılarını görmezden geleme-
yiz. Ama mevcut merkezi yapının yerinden yö-
netim ilkesi uyarınca daha esnek, daha yerel
bir yapılanmaya dönüştürülmesi ihtiyacını da
bir kenara koyamayız. Kültür ve Turizm Ba-
kanımız Ertuğrul Günay, ‘Tiyatro’ dergisinin
temmuz sayısına verdiği röportajda, Devlet Ti-
yatroları’nın işlevini sınırlamadan, özel tiyat-
rolara devlet katkısını artırmayı düşündüğünü,
böylelikle Anadolu’da tiyatro sanatının geliş-
mesinin önünün açılabileceğini söylüyor. Her
kentte, devlete bağlı tiyatrolar kurup işletmek
yerine, çok daha az kaynakla o kentin kültür
aktörlerine destek olmak önerisi son derece
mantıklı geliyor bana. Üstelik, yerel dinamik-
lerin gelişmesi açısından da çok önemli…
Ah, bir de Muhsin Hoca’nın vasiyetini, böl-
ge konservatuvarlarını hayata geçirebilsek…
Belki o zaman, “ya zurnacıya, ya davulcuya”
demekten vazgeçer yöneticilerimiz.
vecdisayar@yahoo.com
kultur@cumhuriyet.com.tr
Amos Gitai ve Jeanne Moreau uzun zamandan beri birlikte çalõşan iki dost belli ki. Sarõldõklarõ kadar itiyorlar
da birbirlerini. Beraber keşfetmeyi, yenilikleri kovalamayõ seviyorlar. Sürekli değişen, dönüşen “Işõğõn Oğullarõ
ile Karanlõğõn Oğullarõnõn Savaşõ” oyununda da hareket halindeler. Çünkü Amos Gitai’nin de dediği gibi ikisinin
de derdi izleyenlerin kafasõnõ karõştõrmak ve kafalarõnda yeni sorular oluşturmak.
SELCEN AKSEL
M
eraklõsõnõn İstanbul Film Festivali’nden de ha-
tõrlayacağõ Amos Gitai yaptõğõ sayõsõz film,
uluslararasõ ve disiplinlerarasõ tasarõlarla gü-
nümüz sinemasõ ve sanatõnõn önde gelen adlarõndan.
“Işığın Oğulları ile Karanlığın Oğulları” adlõ oyu-
nu İsrailli yönetmenin ikinci sahne deneyimi. 2000
yõl öncesinden bir tarihsel metinle başlayan, tarihin
tanõklõk ettiği yõkõm ve işgalleri, insan halleri üze-
rinden anlatan oyunun yönetmeniyle 16 yõl aradan
sonra sõrasõ gelen bu tiyatro deneyimi ve dünyada
olup bitenlere bakõşõnõ konuştuk.
- Dünyada olup bitenlerle ilgili önemli işlere imza
atıyorsunuz. Oyunun metninde ironi de var, eleş-
tiri de. Kurgu düşünüldüğünde merkezinde ne
yer alıyor?
Tarihçi Joseph Flavius, kaleme aldõğõ tarihsel metin-
ler gibi oyunun yapõsõ içinde de merkezde yer alõ-
yor. Flavius, Yahudilerin Roma’ya karşõ ayaklan-
masõnda başõ çekenlerden biri olsa da, bize bõrak-
tõğõ metinleri olabildiğince gerçeği naklederek ka-
leme almõş. Mitolojik bir sunum kaygõsõndan uzak,
bir ‘süper güç’ tarafõndan bir ülkenin yakõlõp yõ-
kõlmasõnõ anlatõyor. Aynõ düşünceyi paylaşmadõğõ,
aynõ saflarda savaşmadõğõ kişilerin de gücünü ve gü-
zelliğini yansõtõyor. Shakespeare’de de rastladõ-
ğõmõz türden bir edebiyat ve anlatõm anlayõşõ var.
Dahasõ Flavius rapor tutan bir muhabire daha ya-
kõn bir tavõr içinde. Taraflarõn tümü, eşit biçimde
varlõk buluyor yazdõklarõnda.
- Kişisel öykünüz ve kameradan dünyaya bakışınız
bu oyuna nasıl yansıdı?
Ben bu oyunda vatandaş olarak da varõm. Oyunu mi-
nimalist ve derin bir anlayõşla kurmam gerekiyor-
du, yoksa politika yapmõş olurdum. Biz sanatçõlar
düşünceye esin vermeliyiz, çünkü her ne kadar dün-
ya maddesel varlõkla dönüyorsa da doğru sorularõ
sorduğunuzda düşünce dolaşõma giriyor ve insan-
larõ harekete geçiriyor. Ben gerekli sorularõ ortaya
koymaya çalõşõyorum. Jeanne Morrreau da...
Bana ‘Benden ne yapmamı istiyorsun ?’ diye sor-
du. Yanõtõm ‘tartışmanı’ oldu.
- İnsanlığın en içinden çıkılmaz, bir yanıyla da si-
ze ait olan sorunlarına eğilirken nasıl bir duru-
şu seçtiniz?
- Bu metin o kadar uzun süre önce yazõlmasõna rağmen
çatõşmalar, yõkõmlar, savaş, açlõk gibi insanlõğõn te-
mel sorunsallarõ bugün de aynõ. Karanlõk ve aydõnlõk
derken, ‘mutlak bir doğruyu’ aramaktan öteye geç-
meliyiz... Bu oyun artõk seyircinin.
-Sizce bu oyun, bugünün sahne sanatı anlayışında
nasıl bir yer tutuyor?
Sinemadan farklõ bir serüven sahne, yönlendirici, süs-
lü bir anlatõmdan çok, sade ve derin bir anlatõmõ se-
çiyorum. Tiyatronun büyüsünden olabildiğince
yararlanõyorum; teknik olanaklar ve efektleri ola-
bildiğince az kullandõm. Yalnõzca Flavius’un met-
nini yansõtõyorum sahneye, bu da kurgusal bir öğe
değil...
-Savaşlar, yıkım, işgaller... Bugünün dünyası için ne
söylemek istersiniz?
Aşõrõ milliyetçilik, tutuculuk ve süper güçlerin gaddarlõğõ
bir araya geldiğinde büyük yõkõm yaşanõyor. Bu un-
surlarõ kullananlar, aslõnda kendilerini de var eden
şeyleri yõkõyorlar. Hiçbir şey bu kadar basit değil-
ki. Var oluşumuz aslõnda uzaktaki ya da yakõnõ-
mõzdaki komşularõmõza bağlõ. Koruduğunuzu san-
dõğõnõz şeyi yõkõyorsunuz böyle yola çõktõğõnõzda.
Bu hassas ve karmaşõk denge içinde olduğumuza
dikkat çekmeyi çok istiyorum. Yoksa hepimiz
körleşebiliriz..
Merce Cunningham modern dansõ ‘modernleştiren’, düşünceyle buluşturan isimdi
G
eçen yüzyõlõn sonunda, bu
yüzyõlõn başõnda İsodora
Duncan, bale pabuçlarõnõ
bir yana fõrlatõp sahnede çõplak ayakla
dans etmeye başladõğõnda, 19. yüzyõlõn
klasik balesine meydan okuyor ve ar-
dõndan bir kapõ aralõyordu. Aralanan ka-
põyõ iki insan, George Balanchine ve
Martha Graham 1920’lerden başla-
yarak, ardõna dek açacaklar ve sonu gel-
meyen bir õrmağõn akmasõna, akmasõ-
na, akmasõna neden olacaklardõ. Yara-
tõcõlõkla, düş gücüyle, birbirinden fark-
lõ buluşlarla, keşiflerle, araştõrmalarla,
sorgulamalarla, yeniden yaratmalarla
akan bir õrmak... Bu õrmak modern
danstõ.
Bu õrmağõn en önemli kaynaklarõn-
dan biri, Merce Cunningham, birkaç
gün önce 90 yaşõnda öldü. Onun ölü-
müyle, dans dünyasõ önemli bir düşü-
nürünü de yitirmiş oldu. Dans dünya-
sõnõn “Einstein”õydõ.
DANSIN KODLARINI
DEĞİŞTİRDİ
İşte onu önemli ve farklõ kõlan bir-
kaç özelliği (Yerim dar ancak satõr-
başlarõnõ veriyorum): Martha Gra-
ham’õn öğrencisiydi. Onun etkisinde ye-
ni açõlõmlara yönelirken ilk iş olarak ba-
le ile modern dans arasõndaki rekabe-
ti, çelişkiyi bir yana bõrakõp, insanõn en
doğal, en güncel hareketlerinden yola
çõkarak koreografi yapmaya çalõştõ.
Şehir hayatõ, yoldan geçenler, sporcu-
lar, yürüme, oturup kalkma, tüm hare-
ketler ve hareket eden her şey onun için
dansõn alfabesi olabilirdi... Yeter ki pe-
şine düştüğü ‘neden, niçin ve nasıl’ so-
rularõnõ yanõtlasõn.
New York’lu şair, yazar, ressam,
tasarõmcõ, müzikçi bir araya
gelip, tüm sanatlar arasõnda-
ki sõnõrlarõ yok ederken
Marcel Duchamps, Ro-
bert Rauchenberg, Jas-
per Johns, Andy Warhol
gibi sanatçõlarla sahneyi bir
bütün olarak ele alõyordu.
Böylelikle yalnõz dans değil tiyatro
dünyasõna da uzanõyordu.
Merce Cunningham’õn en verimli
ve en yaratõcõ işbirliği John Cage ile
olandõ. Hem iş arkadaşõ hem hayat ar-
kadaşõ, can yoldaşõ besteci John Cage’le
ilk deneysel çalõşmalarõ müziği ve ko-
reografiyi birbirinden bağõmsõz ele al-
malarõydõ. Beste ve koreografi, ayrõ ay-
rõ yaratõlõr, sonra birleştirilirdi. Buradan
yola çõkarak iki sanatçõ “Rastlantısal
kararlılık” savõnõ geliştirdi.
Sonraki yõllarda koreografilerine vi-
deo sanatõnõ da kattõ.
60’lõ yõllarda onun ilk eserlerini Av-
rupa festivallerinde izlediğimde, o gü-
ne dek izlediğim hiçbir modern dansa
benzemediğini görmüştüm. Sanki dans
değildi. Dõşavurumcu tablolardõ, sokak
manzaralarõydõ. 1985’te İstanbul Kül-
tür Sanat Vakfõ onu İstanbul Festivali’ne
getirtti. O zaman onunla konuşma fõr-
satõ da bulmuştum. Şu anda notlarõm ya-
nõmda değil. Ancak, “Dans insana ya-
şadığını hissettirir” dediğini hiç ama
hiç unutmadõm.
Kõsa bir süre öncesine dek kendi de
yõllara meydan okurcasõna, sahnedey-
di, dans ediyordu.
Son yõlõnõ tekerlekli iskemlede ge-
çirdi. Sõk sõk bu durumu trajik bulma-
dõğõnõ söylüyordu. Çünkü onun ilgisi-
ni geçmiş ya da gelecek değil, sadece
içinde bulunduğumuz an çekiyordu.
Dansta yaratõcõlõğõn sonsuzluğuna ina-
nõyordu.
Evet, dans insana yaşadõğõnõ hisset-
tirir... Geçici bile olsa...
DEMİRTAŞ CEYHUN
Uzaklarda bir yerde tam bu yazõyõ ya-
zarken Demirtaş Ceyhun’u yitirdiği-
miz haberi geldi beni buldu! Ondan oku-
duğum ilk kitap “Çamasan”daki öy-
küleri hiç unutmadõm. 70’lerdeydi.
Sonra araya nice romanlar, öyküler, anõ-
lar, dernek çalõşmalarõ, kahkahalar,
ideolojik ve politik kavgalar, buluşma-
lar, ayrõlõklar girdi... Haberi alõnca şim-
di o çok sevdiği Aziz Nesin’le buluş-
muştur diye düşünmeden edemedim...
Tüm yakõnlarõna sabõrlar diliyorum...
zeynep@zeyneporal.com
Dansõn‘Einstein’õartõkyok...
Aydõnlõk için karanlõğõn peşindelerAydõnlõkiçinkaranlõğõnpeşindeler
LEMAN YILMAZ
G
ünlük yaşamõn koşuşturmalarõ için-
de zaman, mekân ve kimlik gibi bi-
zi içinde yaşadõğõmõz toplumun bi-
reyleri olarak yoğuran değerlerden uzaklaş-
tõğõmõz olur kimi zaman. Sonra bir an gelir
durup bakarõz. O anda yaşadõğõmõz gerçek-
liğin, günlük olaylarõn yanõnda kimi zaman
ne kadar soyut ve uzak kaldõğõnõ düşünürüz.
Bu çalõşmalar aslõnda bir ve tektir yaşamla-
rõmõzda… Bir daha belki bir örneği olma-
yacaktõr. Rumelihisarõ’nda sabahõn ilk saat-
lerine kadar süren provanõn arkasõndan tüm
bu deneyimi ve anlarõn tekliğini kelimelere
dökmek kolay değil aslõnda.
Bugün ve yarõn Rumelihisarõ’nda seyirciyle
buluşacak “Işığın Oğulları ile Karanlığın
Oğullarının Savaşı”, süreç açõsõndan san-
cõlõ, farklõ dilleri ve oyuncularõ bir araya ge-
tiren bir proje. Sahne tasarõmõ ve oyunculukta
minimal bir tarzõn benimsendiği ama sivil sa-
vaşõ, savaşõn getirdiği açlõğõ anlatan güçlü
metni ve müzikleriyle bir tür oratoryo. Je-
anne Moreau, Cüney Türel, Sedef Ecer ve
Sema’dan oluşan kadrosuyla İstanbul gös-
terimlerinde farklõ bir soluk getirecek. Jeanne
Morreau ile bu önemli projeden Comedie-
Française’deki günlerine kadar uzanan bir
söyleşi gerçekleştirdik.
- Amos Gitai ile daha önce iki film pro-
jesinde çalıştınız, şimdi de bir tiyatro
projesi için birliktesiniz. Amos’la çalışmak
nasıl bir deneyim sizin için?
Amos’la birbirimizi çok uzun zamandõr ta-
nõyoruz. Daha önce bana proje önerdi ama
ben “çok kötü” diyerek reddettim. Amos da
buna çok bozuldu. Uzun yõllar boyunca
birbirimize çok kõzdõk ve konuşmadõk. Da-
ha sonra Almodovar’õn bir retrospektifinde
karşõlaştõk. Aniden birbirimize sarõldõk.
Amos bana ‘Bilinmeyen Kod’da (2007) Ju-
liette Binoche ile birlikte oyna-
yacağõm küçük bir rol teklif etti.
Daha sonra Jérôme Clément’õn
tanõklõklarõndan oluşan kitabõn bir
adaptasyonunda çalõştõk. Amos’la
, sürekli olarak yeni şeyler keşfe-
diyoruz. Bana yeni alanlar açõyor,
değişik bakõşlar getiriyor.
- Projenin gelişme sürecini
az çok yakından takip ettim.
Metnin oluşturulma aşama-
sında sizin de çok büyük kat-
kılarınız oldu…
Başlangõçta oldukça endişe-
liydim. Hiçbir zaman tam olarak
hazõr olamayacağõmõzõ düşünü-
yordum. Amos’un nasõl çalõştõ-
ğõ konusunda bilgi aldõktan son-
ra ben de tümüyle projenin içi-
ne dahil oldum. Oyun sürekli olarak de-
ğişti, dönüştü. Hâlâ da değişiyor. Oyunun
metni, sivil savaşõn politik oyunlarõnõ ön
plana çõkaran pasajlardan oluşan bir seç-
ki. Metin Fransõzca, İbranica, Arapça,
Türkçe olarak çeşitli oyuncular tarafõndan
okunuyor. Müzik ve yine farklõ dillerde
şarkõlar da var. Oyun iç yapõsõ açõsõndan
son derece gelişime açõk ve dinamik.
- Comédie-Française’deki geçmişinizden
bahseder misiniz?
Her şeyi Comédie-Française’de öğrendim.
Jean Vilar gibi kendi alanõnda eşi benzeri
olmayan sanatçõlarõ tanõdõm. Sinemada ki-
mileri üzerimde çok modern çalõşmalar da de-
nemek istedi. Ama içgüdüyü, enerjiyi nasõl
kullanacağõmõ, tekniği Denis
Inès’in konservatuvardaki ders-
lerinde öğrendim, 19 yaşõndayken
seçmeleri kazanõp 1947’de, ilk
Avignon Festivali’nde üç farklõ
oyunun kadrosunda buluverdim
kendimi. Michel Bouquet, Ger-
maine Montero ve Alain Cuny’le-
rin yanõnda...
- Tiyatro yaptığınız yıllara ge-
ri dönecek olursanız aklınıza ilk
gelen anı hangisidir?
Öncelikle çok büyük bir keder,
Alman yönetmen Klaus Mic-
hael Grüber’in ölümü. Bugün
bile yaşamõmda büyük bir kayõp
benim için. Grüber’le “Hizmet-
çi Zeline’in Öyküsü” adlõ oyun-
da çalõşmõştõm. İlk beş gün çok
kötüydü, nerdeyse bõrakõyordum. Sonra
oyun dünya turnesine çõktõ ve büyük bir ba-
şarõ kazandõ.
- Daha önce tiyatroda yönetmenlik
yaptınız. Yeni bir projeniz var mı?
Evet, Yannis Ritsos’la ilgili bir projem var.
Çok beğendiğim bir yazar. Birkaç kez ya-
zõştõk. Benden Phedra’yõ oynamamõ istedi
ama bu rol için kendimi çok yaşlõ buluyorum.
Bu oyun artõk seyircinin
Bugün ve
yarõn
Rumelihisarõ’nda
seyirciyle
buluşacak
“Işõğõn Oğullarõ
ile Karanlõğõn
Oğullarõnõn
Savaşõ”, süreç
açõsõndan sancõlõ,
farklõ dilleri ve
oyuncularõ bir
araya getiren bir
proje.
Amos Gitai’nin yönettiği, başrolünde Jeanne Moreau’nun rol aldõğõ oyun Rumelihisarõ’nda
CMYB
C M Y B