18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2009 CUMA 16 KÜLTÜR K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R Ç İ Z İ K KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Ya Davulcuya… Ya Zurnacıya… Başbakanımız, bir konuşmasında toplumu- muzda sıkça kullanılan bir deyime atıf yapmış: “Kızı başı boş bırakırsan ya davulcuya kaçar, ya zurnacıya”... Bu sözlerin tüm müzik camiasını yaralaya- bileceğini düşünseydi, derdini anlatmak için başka kelimeler arardı hiç kuşkusuz... Ama ga- riptir, tek bir müzik örgütünden ses seda çık- madı (ya da ben duymadım)… Belki de, Baş- bakan’ın konuşmalarını takip etmediklerin- dendir… Bu deyimin benzerleri başka dillerde var mı- dır acaba diye düşündüm… Sanırım yok… Bi- zim kültürümüzde sanatı, sanatçıyı aşağılamak ayıp karşılanmıyor demek ki… ‘Tiyatro Yapma!..’ ‘Artizlik Yapma!’ gibi söz- ler yabancı gelmiyor kulağınıza değil mi? Me- sela, Meclis çatısı altında bu türden konuşmalar duyabilirsiniz rahatlıkla… “Ben böyle sanata tükürürüm” deme cesa- retini kendinde bulan ya da sergide gördüğü resmi “müstehcen” diye nitelendirip, kaldırıl- masını isteyen başkanlar da gördük biz, alış- kınız bunlara… Neyse ki, sanata ve sanatçıya saygılı yerel yöneticilerimiz de var. Geçen hafta, Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın Ankara Sanat Tiyatrosu’na sahip çıkma kararını oku- dum gazetelerde. Bu kararla, Türkiye’nin en köklü özel tiyatrolarından biri olan AST’nin ka- panması önlenirken yerel yöneticilerimize dü- şen en önemli sorumluluklardan birinin, ken- tin kültürel dinamiklerine sahip çıkmak, onla- rı desteklemek olduğu vurgulanmış oluyor. Sanatı desteklemenin bir yolu, yerel yöne- time bağlı sanat kurumları (tiyatrolar, konser- vatuvarlar, sanat sinemaları, sanat galerileri, sanat evleri) oluşturmaksa, bir başka yolu da bağımsız sanat inisiyatiflerini (girişimlerini) desteklemek… Nitelikli özel tiyatrolara sah- nelerini açmak, turne yapan tiyatrolara destek sağlamak, hem bu kurumların ayakta kalma- sını sağlar, hem de sanatsal üretimin Anado- lu’nun her köşesine ulaşmasını… Yerel yönetimlerimiz, iki yoldan birini seçe- bilecekleri gibi, tıpkı Kültür Bakanlığı’nın yap- tığı gibi ikisini birden uygulayabilirler: Bir yan- dan kendi tiyatrolarını oluştururken öte yandan farklı tiyatrolara kapılarını açabilirler. İki yak- laşımdan birine yakın duruyor, şu anda görev yapan belediye başkanlarımız. Ya Eskişehir gi- bi doğrudan kendi tiyatrosunu -daha doğru- su tiyatrolarını- kuruyor ya da İzmir gibi, ba- ğımsız tiyatrolara destek oluyor. Sanırım, en sağlıklısı iki yöntemi birden uygulamak… Bu da, tek sesliliğe karşı alınabilecek en güzel ön- lem olur. Devletin sanata bakışında da, iki anlayışın at başı gitmesinde yarar var gibi geliyor bana. Ül- kemiz özelinde düşünürsek, Devlet Tiyatrola- rı’nın toplumumuzda tiyatro sevgisinin yay- gınlaşmasına katkılarını görmezden geleme- yiz. Ama mevcut merkezi yapının yerinden yö- netim ilkesi uyarınca daha esnek, daha yerel bir yapılanmaya dönüştürülmesi ihtiyacını da bir kenara koyamayız. Kültür ve Turizm Ba- kanımız Ertuğrul Günay, ‘Tiyatro’ dergisinin temmuz sayısına verdiği röportajda, Devlet Ti- yatroları’nın işlevini sınırlamadan, özel tiyat- rolara devlet katkısını artırmayı düşündüğünü, böylelikle Anadolu’da tiyatro sanatının geliş- mesinin önünün açılabileceğini söylüyor. Her kentte, devlete bağlı tiyatrolar kurup işletmek yerine, çok daha az kaynakla o kentin kültür aktörlerine destek olmak önerisi son derece mantıklı geliyor bana. Üstelik, yerel dinamik- lerin gelişmesi açısından da çok önemli… Ah, bir de Muhsin Hoca’nın vasiyetini, böl- ge konservatuvarlarını hayata geçirebilsek… Belki o zaman, “ya zurnacıya, ya davulcuya” demekten vazgeçer yöneticilerimiz. [email protected] [email protected] Amos Gitai ve Jeanne Moreau uzun zamandan beri birlikte çalõşan iki dost belli ki. Sarõldõklarõ kadar itiyorlar da birbirlerini. Beraber keşfetmeyi, yenilikleri kovalamayõ seviyorlar. Sürekli değişen, dönüşen “Işõğõn Oğullarõ ile Karanlõğõn Oğullarõnõn Savaşõ” oyununda da hareket halindeler. Çünkü Amos Gitai’nin de dediği gibi ikisinin de derdi izleyenlerin kafasõnõ karõştõrmak ve kafalarõnda yeni sorular oluşturmak. SELCEN AKSEL M eraklõsõnõn İstanbul Film Festivali’nden de ha- tõrlayacağõ Amos Gitai yaptõğõ sayõsõz film, uluslararasõ ve disiplinlerarasõ tasarõlarla gü- nümüz sinemasõ ve sanatõnõn önde gelen adlarõndan. “Işığın Oğulları ile Karanlığın Oğulları” adlõ oyu- nu İsrailli yönetmenin ikinci sahne deneyimi. 2000 yõl öncesinden bir tarihsel metinle başlayan, tarihin tanõklõk ettiği yõkõm ve işgalleri, insan halleri üze- rinden anlatan oyunun yönetmeniyle 16 yõl aradan sonra sõrasõ gelen bu tiyatro deneyimi ve dünyada olup bitenlere bakõşõnõ konuştuk. - Dünyada olup bitenlerle ilgili önemli işlere imza atıyorsunuz. Oyunun metninde ironi de var, eleş- tiri de. Kurgu düşünüldüğünde merkezinde ne yer alıyor? Tarihçi Joseph Flavius, kaleme aldõğõ tarihsel metin- ler gibi oyunun yapõsõ içinde de merkezde yer alõ- yor. Flavius, Yahudilerin Roma’ya karşõ ayaklan- masõnda başõ çekenlerden biri olsa da, bize bõrak- tõğõ metinleri olabildiğince gerçeği naklederek ka- leme almõş. Mitolojik bir sunum kaygõsõndan uzak, bir ‘süper güç’ tarafõndan bir ülkenin yakõlõp yõ- kõlmasõnõ anlatõyor. Aynõ düşünceyi paylaşmadõğõ, aynõ saflarda savaşmadõğõ kişilerin de gücünü ve gü- zelliğini yansõtõyor. Shakespeare’de de rastladõ- ğõmõz türden bir edebiyat ve anlatõm anlayõşõ var. Dahasõ Flavius rapor tutan bir muhabire daha ya- kõn bir tavõr içinde. Taraflarõn tümü, eşit biçimde varlõk buluyor yazdõklarõnda. - Kişisel öykünüz ve kameradan dünyaya bakışınız bu oyuna nasıl yansıdı? Ben bu oyunda vatandaş olarak da varõm. Oyunu mi- nimalist ve derin bir anlayõşla kurmam gerekiyor- du, yoksa politika yapmõş olurdum. Biz sanatçõlar düşünceye esin vermeliyiz, çünkü her ne kadar dün- ya maddesel varlõkla dönüyorsa da doğru sorularõ sorduğunuzda düşünce dolaşõma giriyor ve insan- larõ harekete geçiriyor. Ben gerekli sorularõ ortaya koymaya çalõşõyorum. Jeanne Morrreau da... Bana ‘Benden ne yapmamı istiyorsun ?’ diye sor- du. Yanõtõm ‘tartışmanı’ oldu. - İnsanlığın en içinden çıkılmaz, bir yanıyla da si- ze ait olan sorunlarına eğilirken nasıl bir duru- şu seçtiniz? - Bu metin o kadar uzun süre önce yazõlmasõna rağmen çatõşmalar, yõkõmlar, savaş, açlõk gibi insanlõğõn te- mel sorunsallarõ bugün de aynõ. Karanlõk ve aydõnlõk derken, ‘mutlak bir doğruyu’ aramaktan öteye geç- meliyiz... Bu oyun artõk seyircinin. -Sizce bu oyun, bugünün sahne sanatı anlayışında nasıl bir yer tutuyor? Sinemadan farklõ bir serüven sahne, yönlendirici, süs- lü bir anlatõmdan çok, sade ve derin bir anlatõmõ se- çiyorum. Tiyatronun büyüsünden olabildiğince yararlanõyorum; teknik olanaklar ve efektleri ola- bildiğince az kullandõm. Yalnõzca Flavius’un met- nini yansõtõyorum sahneye, bu da kurgusal bir öğe değil... -Savaşlar, yıkım, işgaller... Bugünün dünyası için ne söylemek istersiniz? Aşõrõ milliyetçilik, tutuculuk ve süper güçlerin gaddarlõğõ bir araya geldiğinde büyük yõkõm yaşanõyor. Bu un- surlarõ kullananlar, aslõnda kendilerini de var eden şeyleri yõkõyorlar. Hiçbir şey bu kadar basit değil- ki. Var oluşumuz aslõnda uzaktaki ya da yakõnõ- mõzdaki komşularõmõza bağlõ. Koruduğunuzu san- dõğõnõz şeyi yõkõyorsunuz böyle yola çõktõğõnõzda. Bu hassas ve karmaşõk denge içinde olduğumuza dikkat çekmeyi çok istiyorum. Yoksa hepimiz körleşebiliriz.. Merce Cunningham modern dansõ ‘modernleştiren’, düşünceyle buluşturan isimdi G eçen yüzyõlõn sonunda, bu yüzyõlõn başõnda İsodora Duncan, bale pabuçlarõnõ bir yana fõrlatõp sahnede çõplak ayakla dans etmeye başladõğõnda, 19. yüzyõlõn klasik balesine meydan okuyor ve ar- dõndan bir kapõ aralõyordu. Aralanan ka- põyõ iki insan, George Balanchine ve Martha Graham 1920’lerden başla- yarak, ardõna dek açacaklar ve sonu gel- meyen bir õrmağõn akmasõna, akmasõ- na, akmasõna neden olacaklardõ. Yara- tõcõlõkla, düş gücüyle, birbirinden fark- lõ buluşlarla, keşiflerle, araştõrmalarla, sorgulamalarla, yeniden yaratmalarla akan bir õrmak... Bu õrmak modern danstõ. Bu õrmağõn en önemli kaynaklarõn- dan biri, Merce Cunningham, birkaç gün önce 90 yaşõnda öldü. Onun ölü- müyle, dans dünyasõ önemli bir düşü- nürünü de yitirmiş oldu. Dans dünya- sõnõn “Einstein”õydõ. DANSIN KODLARINI DEĞİŞTİRDİ İşte onu önemli ve farklõ kõlan bir- kaç özelliği (Yerim dar ancak satõr- başlarõnõ veriyorum): Martha Gra- ham’õn öğrencisiydi. Onun etkisinde ye- ni açõlõmlara yönelirken ilk iş olarak ba- le ile modern dans arasõndaki rekabe- ti, çelişkiyi bir yana bõrakõp, insanõn en doğal, en güncel hareketlerinden yola çõkarak koreografi yapmaya çalõştõ. Şehir hayatõ, yoldan geçenler, sporcu- lar, yürüme, oturup kalkma, tüm hare- ketler ve hareket eden her şey onun için dansõn alfabesi olabilirdi... Yeter ki pe- şine düştüğü ‘neden, niçin ve nasıl’ so- rularõnõ yanõtlasõn. New York’lu şair, yazar, ressam, tasarõmcõ, müzikçi bir araya gelip, tüm sanatlar arasõnda- ki sõnõrlarõ yok ederken Marcel Duchamps, Ro- bert Rauchenberg, Jas- per Johns, Andy Warhol gibi sanatçõlarla sahneyi bir bütün olarak ele alõyordu. Böylelikle yalnõz dans değil tiyatro dünyasõna da uzanõyordu. Merce Cunningham’õn en verimli ve en yaratõcõ işbirliği John Cage ile olandõ. Hem iş arkadaşõ hem hayat ar- kadaşõ, can yoldaşõ besteci John Cage’le ilk deneysel çalõşmalarõ müziği ve ko- reografiyi birbirinden bağõmsõz ele al- malarõydõ. Beste ve koreografi, ayrõ ay- rõ yaratõlõr, sonra birleştirilirdi. Buradan yola çõkarak iki sanatçõ “Rastlantısal kararlılık” savõnõ geliştirdi. Sonraki yõllarda koreografilerine vi- deo sanatõnõ da kattõ. 60’lõ yõllarda onun ilk eserlerini Av- rupa festivallerinde izlediğimde, o gü- ne dek izlediğim hiçbir modern dansa benzemediğini görmüştüm. Sanki dans değildi. Dõşavurumcu tablolardõ, sokak manzaralarõydõ. 1985’te İstanbul Kül- tür Sanat Vakfõ onu İstanbul Festivali’ne getirtti. O zaman onunla konuşma fõr- satõ da bulmuştum. Şu anda notlarõm ya- nõmda değil. Ancak, “Dans insana ya- şadığını hissettirir” dediğini hiç ama hiç unutmadõm. Kõsa bir süre öncesine dek kendi de yõllara meydan okurcasõna, sahnedey- di, dans ediyordu. Son yõlõnõ tekerlekli iskemlede ge- çirdi. Sõk sõk bu durumu trajik bulma- dõğõnõ söylüyordu. Çünkü onun ilgisi- ni geçmiş ya da gelecek değil, sadece içinde bulunduğumuz an çekiyordu. Dansta yaratõcõlõğõn sonsuzluğuna ina- nõyordu. Evet, dans insana yaşadõğõnõ hisset- tirir... Geçici bile olsa... DEMİRTAŞ CEYHUN Uzaklarda bir yerde tam bu yazõyõ ya- zarken Demirtaş Ceyhun’u yitirdiği- miz haberi geldi beni buldu! Ondan oku- duğum ilk kitap “Çamasan”daki öy- küleri hiç unutmadõm. 70’lerdeydi. Sonra araya nice romanlar, öyküler, anõ- lar, dernek çalõşmalarõ, kahkahalar, ideolojik ve politik kavgalar, buluşma- lar, ayrõlõklar girdi... Haberi alõnca şim- di o çok sevdiği Aziz Nesin’le buluş- muştur diye düşünmeden edemedim... Tüm yakõnlarõna sabõrlar diliyorum... [email protected] Dansõn‘Einstein’õartõkyok... Aydõnlõk için karanlõğõn peşindelerAydõnlõkiçinkaranlõğõnpeşindeler LEMAN YILMAZ G ünlük yaşamõn koşuşturmalarõ için- de zaman, mekân ve kimlik gibi bi- zi içinde yaşadõğõmõz toplumun bi- reyleri olarak yoğuran değerlerden uzaklaş- tõğõmõz olur kimi zaman. Sonra bir an gelir durup bakarõz. O anda yaşadõğõmõz gerçek- liğin, günlük olaylarõn yanõnda kimi zaman ne kadar soyut ve uzak kaldõğõnõ düşünürüz. Bu çalõşmalar aslõnda bir ve tektir yaşamla- rõmõzda… Bir daha belki bir örneği olma- yacaktõr. Rumelihisarõ’nda sabahõn ilk saat- lerine kadar süren provanõn arkasõndan tüm bu deneyimi ve anlarõn tekliğini kelimelere dökmek kolay değil aslõnda. Bugün ve yarõn Rumelihisarõ’nda seyirciyle buluşacak “Işığın Oğulları ile Karanlığın Oğullarının Savaşı”, süreç açõsõndan san- cõlõ, farklõ dilleri ve oyuncularõ bir araya ge- tiren bir proje. Sahne tasarõmõ ve oyunculukta minimal bir tarzõn benimsendiği ama sivil sa- vaşõ, savaşõn getirdiği açlõğõ anlatan güçlü metni ve müzikleriyle bir tür oratoryo. Je- anne Moreau, Cüney Türel, Sedef Ecer ve Sema’dan oluşan kadrosuyla İstanbul gös- terimlerinde farklõ bir soluk getirecek. Jeanne Morreau ile bu önemli projeden Comedie- Française’deki günlerine kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik. - Amos Gitai ile daha önce iki film pro- jesinde çalıştınız, şimdi de bir tiyatro projesi için birliktesiniz. Amos’la çalışmak nasıl bir deneyim sizin için? Amos’la birbirimizi çok uzun zamandõr ta- nõyoruz. Daha önce bana proje önerdi ama ben “çok kötü” diyerek reddettim. Amos da buna çok bozuldu. Uzun yõllar boyunca birbirimize çok kõzdõk ve konuşmadõk. Da- ha sonra Almodovar’õn bir retrospektifinde karşõlaştõk. Aniden birbirimize sarõldõk. Amos bana ‘Bilinmeyen Kod’da (2007) Ju- liette Binoche ile birlikte oyna- yacağõm küçük bir rol teklif etti. Daha sonra Jérôme Clément’õn tanõklõklarõndan oluşan kitabõn bir adaptasyonunda çalõştõk. Amos’la , sürekli olarak yeni şeyler keşfe- diyoruz. Bana yeni alanlar açõyor, değişik bakõşlar getiriyor. - Projenin gelişme sürecini az çok yakından takip ettim. Metnin oluşturulma aşama- sında sizin de çok büyük kat- kılarınız oldu… Başlangõçta oldukça endişe- liydim. Hiçbir zaman tam olarak hazõr olamayacağõmõzõ düşünü- yordum. Amos’un nasõl çalõştõ- ğõ konusunda bilgi aldõktan son- ra ben de tümüyle projenin içi- ne dahil oldum. Oyun sürekli olarak de- ğişti, dönüştü. Hâlâ da değişiyor. Oyunun metni, sivil savaşõn politik oyunlarõnõ ön plana çõkaran pasajlardan oluşan bir seç- ki. Metin Fransõzca, İbranica, Arapça, Türkçe olarak çeşitli oyuncular tarafõndan okunuyor. Müzik ve yine farklõ dillerde şarkõlar da var. Oyun iç yapõsõ açõsõndan son derece gelişime açõk ve dinamik. - Comédie-Française’deki geçmişinizden bahseder misiniz? Her şeyi Comédie-Française’de öğrendim. Jean Vilar gibi kendi alanõnda eşi benzeri olmayan sanatçõlarõ tanõdõm. Sinemada ki- mileri üzerimde çok modern çalõşmalar da de- nemek istedi. Ama içgüdüyü, enerjiyi nasõl kullanacağõmõ, tekniği Denis Inès’in konservatuvardaki ders- lerinde öğrendim, 19 yaşõndayken seçmeleri kazanõp 1947’de, ilk Avignon Festivali’nde üç farklõ oyunun kadrosunda buluverdim kendimi. Michel Bouquet, Ger- maine Montero ve Alain Cuny’le- rin yanõnda... - Tiyatro yaptığınız yıllara ge- ri dönecek olursanız aklınıza ilk gelen anı hangisidir? Öncelikle çok büyük bir keder, Alman yönetmen Klaus Mic- hael Grüber’in ölümü. Bugün bile yaşamõmda büyük bir kayõp benim için. Grüber’le “Hizmet- çi Zeline’in Öyküsü” adlõ oyun- da çalõşmõştõm. İlk beş gün çok kötüydü, nerdeyse bõrakõyordum. Sonra oyun dünya turnesine çõktõ ve büyük bir ba- şarõ kazandõ. - Daha önce tiyatroda yönetmenlik yaptınız. Yeni bir projeniz var mı? Evet, Yannis Ritsos’la ilgili bir projem var. Çok beğendiğim bir yazar. Birkaç kez ya- zõştõk. Benden Phedra’yõ oynamamõ istedi ama bu rol için kendimi çok yaşlõ buluyorum. Bu oyun artõk seyircinin Bugün ve yarõn Rumelihisarõ’nda seyirciyle buluşacak “Işõğõn Oğullarõ ile Karanlõğõn Oğullarõnõn Savaşõ”, süreç açõsõndan sancõlõ, farklõ dilleri ve oyuncularõ bir araya getiren bir proje. Amos Gitai’nin yönettiği, başrolünde Jeanne Moreau’nun rol aldõğõ oyun Rumelihisarõ’nda CMYB C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle