25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 27 TEMMUZ 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Hõzlõ nüfus artõşõ önemli bir sorun’ Yazõmõzõn başlõğõnõ, 8 Temmuz 2009 günlü Cumhuriyet’te ya- yõmlanan, arkadaşõmõz Şule Köktürk’ün Prof. Dr. Özcan Köknel’le yaptõğõ söyleşiden aldõk. Prof. Dr. Özcan Köknel, Türkiye’nin öncelikle ele alõnmasõ ge- reken sorunlarõna değinmiş. Söyleşide, Prof. Dr. Özcan Köknel, hõzlõ nüfus artõşõnõn da her geçen gün artan şiddetin gelişmesinde önemli bir yeri olduğuna işaret etmiştir. “Benim Güneydoğu Anadolu’dan gelen 3 eşli 25 çocuklu has- tam var. Çocuklarının adını bilmiyor. Gelişmekte olan böl- gelerden göç edenler arasında en az çocuk sahibi olanın 6-7 çocuğu var. Sağlık Bakanı’nın bile 6 çocuğu var. 25 çocuk, 10 veya 6 çocuk, olacak iş değil. Büyük kentlere göç 40 yıl ön- cesinde de bugün de önemli sorun. Türkiye’de sağlıklı olmayan sanayileşme insanın insanca yaşamasının, toplumsal doyuma ulaşmasının da önündeki en büyük engellerden biri. O zamanki sanayileşme projeleri takip edilseydi, bugünkü durum ya- şanmazdı” diyerek yorum yapmõş ve toplumun birçok konuda, “doğru-yanlış, suç-suç değil çelişkisine girdiğini” de vurgula- mõş... “Ergenekon’da bunu yaşıyoruz, Deniz Feneri’nde bunu ya- şıyoruz. Toplumun büyük bir kesimi yasaların tarafsız uy- gulanmadığını düşünüyor. Bir toplumda insanlar neye ina- nacaklarını, güveneceklerini, neyin doğru neyin yanlış oldu- ğunu birbirlerinden farklı olarak değerlendirirse o toplum- da değer çatışmaları ortaya çıkar. Değer çatışmaları da şid- detin ilk çekirdeğidir. Üstelik bizdeki değer çatışmalarının en önemlileri, iki tane çok temel ve çok etkili kavramda ortaya çıktı. Din ve etnik köken. Bunların sonunda ortaya çıkan te- rör de bunların gittikçe artmasında etkili oldu. Türkiye’de Ça- nakkale Savaşı ya da İstiklal Savaşı dahi tartışılıyor. Çünkü İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında neler ödendiğini, karşı olan- lar bilmiyor ki ya da şehit ailelerinin neler çektiğini bilmiyorlar. Ne kadar empati yaparsak yapalım, bir annenin oğlunu şe- hit olarak vermenin getirdiği duygusal yıkılmayı anlayabilir miyiz?” Psikiyatr Prof. Dr. Özcan Köknel, Türkiye’nin 1950’li yõllarõn sonlarõndan bu yana şiddeti yaşayan bir toplum olduğunu, “Tür- kiye’nin bir şiddet dili konuştuğunu” belirterek, 40 yõl önce- si şiddet nedenleri ile bugünküler arasõnda bir fark olmadõğõnõ vur- gulamõştõr. Söyleşide, “Psikolog, sosyolog, ekonomist, iletişimci ve ço- cuk eğitimcilerinin de aralarında bulunduğu akademisyen ve yetkililerin konuyla ilgili raporlar hazırlayarak çözüm öne- rileri üretmeleri ve bunların uygulamaya konması gerektiğine” dikkati çeken Prof. Özcan Köknel, “topluma örnek olan ke- simlerin, özellikle siyasetçilerin şiddet kullanımından, şiddet dilinden vazgeçmesi gerektiğini” de dile getirmiş. Türkiye’de çok sõk yaşanan ve son zamanlarda oldukça görünür hale gelen toplumsal ve özellikle bireysel şiddet olaylarõ üzeri- ne Şule Köktürk’ün sorularõnõ yanõtlayan Prof. Özcan Köknel, 70’li yõllardaki yazõlarõnda, “eğer bunalımlar çözülmezse ilerde hem bireysel hem de toplumsal olarak sorun çıkaca- ğını anlatmaya çalıştığını” aktarõyor. “Bütün bu şikâyet etti- ğimiz durumların kökü çok eskiye dayanıyor. Şiddet dedi- ğimiz dili aşağı yukarı 40-45 yıldır konuşuyoruz ve bugün- kü duruma geldik. Şu anda yetişen kuşaklar ortada, bu di- li kullanıyorlar. Onlar için pek de acayip gelmiyor bu. Çün- kü bunu öğrendi. Bunun altyapısında var olan nedenler ise aynı, hiç değişmemiş. Şiddetin ortaya çıkmasında ekonomik nedenler başta geliyor. Bir insanın kendine ve başkasına güven duyması için gerekli olan, beslenme, uyku ve barınma gibi ihtiyaçlarının karşı- lanmaması ya da engellenmesi durumunda, o insanın içinde kesin olarak, öfke, kızgınlık ve şiddet duygusu ortaya çıkıyor. Türkiye halkının en azından yarısı beslenme, barınma gibi ih- tiyaçlarını karşılamak için engellenmiş durumda. 40 yıl ön- ce de aynı şeyler vardı.” Yazõya iki satõr da biz ekleyelim, Türkiye bugünlere, 1960’lõ yõllardan bu yana, “Plan değil pilav isteriz” diyerek milleti “elin- deki bulgurdan” edenlerle, “Herkese iki anahtar veriyoruz, biri ev biri araba” ” diyerek milletin “tek anahtarını” da elin- den alanlarla geldi. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 27 Temmuz Hız Sınırı Duble yola devam edildi de ne oldu? Özel ilgi alanı trafik olan Atılım Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Cumhur Aydın, 7 bin 500 kilometrelik yeni çok şeritli, bölünmüş yolun maliyetini şöyle özetledi bize: “Bu inşaatlarda; kamuoyuna da çok sık yansıdığı biçimiyle öncelikle uygun olmayan üst yapı seçimi ve yeterli olmayan uygulayıcı deneyimi ile bir kış mevsimi ertesinde önemli ölçüde onarım gerektiren sonuçlar ortaya çıktığı için sonuç ve elde tutma maliyetleri öngörülen yapım maliyetlerinin çok üstünde gerçekleşti. Ancak daha önemlisi bu inşaatların gerçekleştiği kesimlerin çok önemlice bir bölümü; bu tür karayolu yatırımlarında birinci gereklilik kriteri olarak tanımlanan ‘kapasite yetersizliği yaşanması’ şartını karşılamıyordu. Bunun üzerine, ‘trafik güvenliğinin geliştirilmesi’ de ikinci bir neden olarak öne sürüldü. Oysa; karayolu bağımlı taşımacılığa, büyük yatırım ve işletme maliyetleriyle plansız bir biçimde destek veren bu adımlar kazaların ve ölümlerin azalması sonucunu da doğurmadı. Yükselen seyir hızları ile ve değişen kaza türleri sonucu ölümlü kazalar arttı. Özellikle yerleşim yerleri geçişleri daha da güvensiz hale geldi. Mevcut yolların yanına hiçbir geometrik iyileştirme yapılmadan yeni şeritlerin eklenmesi ile, zaten var olan kimi ciddi eksiklik ve hatalar katlanarak büyütüldü ve genişletildi. Çok daha düşük maliyetlerle ancak trafik mühendisliği teknikleri kullanılarak mevcut yolları daha güvenli hale getirmek ve işletmek olanaklıydı.” Kazalar ve ölümler azalmayıp arttığına göre bir arpa boyu yol ilerleyememişiz... Dr. Cumhur Aydın da onu söylüyor zaten: “Yıllardır Meclis gündeminde yeni bir trafik yasa değişikliği paketi var. Önümüzdeki dönemde genel kurula inmemesinde de büyük hayır var diye düşünüyorum, çünkü birçok milletvekili yasal hız limitlerinin yükseltilmesi için büyük bir iştahla bekliyorlar. Öyle ya, bunca yeni yolu, bunca yeni arabayı daha güvenli ve daha konforlu seyahatler için değil, daha hızlı yolculuk yapmak için ürettik!” Anlayacağınız, trafik ve yol güvenliği açısından hız sınırımız sıfır... Ekonominin yeniden inşası Araştırmacı-yazar Dr. Serdar Şahinkaya, son çıkan “Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası” kitabında, Türkiye’nin 1929 bunalımının dalgalarından nasıl kurtulduğunu anlatıyor: “Korumacılık ve devletçiliğin harika sentezindeki, korumacı faktör, dünya krizine karşı doğru bir koruma mekanizması sağladı. Ekonomik kriz de Türk ekonomisini emperyalist sistemden kısmen koparabildi. Devletçilik Kemalist yönetime, dönemin tartışılan, hedeflenen şartlarından kaynaklanan üretim fazlası üzerinde iktisadi ve merkezi kontrolde bulunma ve bu fazlayı sanayileşme için fon olarak kullanma olanağı verdi. Dolayısıyla Kemalist yönetim 1930’ların başlarındaki ortamın, sanayileşme için bir fırsat olduğunu doğru bir biçimde anlamıştı. Bu konuda, bir geçmişin olmaması onları acılı ve sert denemelere ve yanlışlara itti, ancak bu şekilde, kendi amaçlarına en etkin hizmeti verecek iktisadi politikalarını bulmaya muktedir oldular.” Dr. Şahinkaya, bu saptamasının hemen ardından bir vurgu yapmış: “O dönemin uygulamalarından günümüz için çok sayıda ders çıkarılabilir. Çıkarılmalıdır da...” Sorun da burada zaten: O dersi çıkaracak babayiğit görünmüyor ortalıkta. “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyesi Ömer Uğur Gençcan’ın deyimiyle bir acil servis yasası. Kimi boşlukları var. Yargıç-yazar Eray Karınca, asıl hedefin, kadın ve çocuklara şiddet uygulanamayacağının kadın ya da erkek tüm kafalara kazınması gerektiğinin altını çiziyor: “- Yasada, boşanmış ya da yakın yaşam arkadaşlığı sürdüren kadının, bu ilişki nedeniyle şiddete uğraması durumunda, yasadaki koruyucu tedbirlerden yararlanacağının açıkça yazılmayışı önemli bir eksiklik. - Şiddet mağduru kadının, eşinin evden uzaklaştırılması durumunda, aç ve çaresiz kalmaması için nafakanın devlet tarafından ödenip daha sonra kusurlu eşten geri alınması olanağı eklenmeli. - Konuyla ilgili uzmanlara daha çok görev ve sorumluluk verilmeli. Örneğin, mağdurun doğrudan aile mahkemesine başvurması halinde, sayıca yeterli oldukları Ankara Adliyesi gibi yerlerde, angarya oluşturmayacak bir nöbet sistemi geliştirilerek, bir ön görüşme ile gerekli yönlendirmeyi yapabilirler ve mahkemeye geçici bir görüş bildirebilirler. - Yasada karara karşı kusurlu kişinin başvurma olanakları belirtilmemiş. Oysa anayasa gereği her vatandaşın kendisi hakkında oluşturulan devlet işlemine karşı başvuru şansı olması zorunlu. - Kararın, aleyhine karar verilene bildiriminin ne şekilde ve kim tarafından yapılacağı da yasada yer almamış. Uygulamada boşluk kolluk güçlerince dolduruluyor ama bunun yasal dayanağı olmalıdır.” Eray Karınca, aile hukukunun günümüzün en dinamik ve en çok değişen, gelişen alanı olduğuna dikkat çekip diyor ki: “Yasanın çerçeveyi çizip yorumu yargıçlara, hukukçulara bırakması doğru. Örneğin yasalarımızda somut ve tek bir aile tanımı yok. Buna karşın yukarıda saydığım boşlukların yasada olması gereken ve çağdaş ülkelerdeki örnekleri doğrultusunda yer alması çok da kolaylaştırıcı olacaktır.” Şiddet boşlukları HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU YÖK Kararı Üzerine Örneklemeler Federal Almanya eski Şansölyesi (Başbakanı) Gerhard Schröder’i hepimiz tanıyoruz. Yoksul bir ai- lenin çocuğu olan 1944 doğumlu Schröder, bir pa- nayır işçisi olan babası savaşta, Romanya cephesinde ölünce altı aylıkken yetim kalmış, evlere temizliğe gi- derek hayatını sürdüren annesi tarafından büyü- tülmüştür. 1951-1958 yılları arasında gittiği ilkokulu (volkssc- hule) bitirdikten sonra üç yıllık ticaret meslek okulu- na (berufsschule) girmiş, bu okuldaki öğrenimini 1961 yılında tamamlamıştır. 1962 yılında ortaokul (re- alschule) diploması almak üzere devam ettiği akşam okulundan 1964 yılında mezun olmuştur. Hemen son- ra lise (gymnasium) diploması almak üzere yeni bir okula başlamış, iki yıllık bu okulu 1966 yılında ta- mamlayarak üniversiteye girmeye hak kazanmıştır. 1966 yılında Göttingen Üniversitesi Hukuk Fakül- tesi’ne kaydolmuş, öğrenimini 1971 yılında “birinci devlet sınavını” (erste Staatsexamen) vererek ta- mamlamış, staj döneminden sonra “ikinci devlet sı- navını” da (zweite Staatsexamen) vererek 1976 yılında avukatlığa başlamıştır. Görüldüğü gibi Gerhard Schröder’in üniversiteye başlama yaşı 22, avukatlı- ğa başlama yaşı ise 32’dir. Eğitiminin sağlığı ve sağlamlığı konusunda kimsenin kuşku duymadığı Almanya’da bugün ilkokul eyalet- lere göre 9-10 yıl, ortaokul 10-11 yıl, meslek okulla- rı ilkokul ya da ortaokuldan sonra 2-3 yıldır. Bu okul- ların hiçbiri mezunlarına üniversiteye gitme hakkı ver- memekle birlikte üniversite yolu başarılı ve kararlı öğ- rencilere açıktır. Örneğin, Hamburg eyaletinde bir öğrenci önce 11 yıllık ortaokulu, sonra da 3 yıllık elektronik meslek oku- lunu tamamlamış, fakat “mühendis” olmak istiyor. Elektronik mesleğinde en az üç yıl çalışmış olmak ko- şuluyla 3 yıllık (6 sömestr) elektronik meslek yüksek okuluna gidebilir. Fakat bu ona yetmiyor, “yüksek mü- hendis” olmak istiyor, bu durumda elindeki diplo- masıyla 5 yıllık bir yüksekokula ya da üniversiteye de- vam etmek ve bazı derslerden muaf tutulduğu bu yük- seköğrenim kurumunu başarıyla tamamlamak zo- rundadır. Bu zorlu ve uzun sürecin adı “ikinci eğitim yolu”dur (zweiter Bildungsweg). Kıta Avrupa’sında kimse kimseye haybeden -başka bir sözcük bulamadım- üniversite diploması vermez. Öğrenci ya klasik lise eğitimi görmüş ya da bu zorlu ve uzun süreci arka- sında bırakmış olacaktır. Böyle bakıldığında Alman- ya’da klasik lise eğitimi (13 yıl) sonrasında elektro- nik okumuş bir yüksek mühendisin mesleğe başla- ma yaşı en az 25, ikinci yolu izlemiş olanın yaşı ise en az 32 olacaktır. İmamdan yargıç, doğramacıdan jeofizikçi, ka- portacıdan uzak yol kaptanı üretmeye çalışmak gi- bi bir garabete hiçbir sanayileşmiş, uygar Avrupa ül- kesinde rastlamak olası değildir. Bizim F tipi liberallerin tutturdukları “fırsat eşitliği” teranesi de, ikide bir or- taya attıkları “işçilerse işçi mi kalsınlar” sorusu da şa- balaklıktan öteye bir anlam taşımamaktadır. Türkiye bu noktaya basiretsiz, bilgisiz, donanım- sız fakat sapına kadar muhteris politikacılar tarafın- dan getirilmiştir. AKP, durumu daha da beterleştir- mektedir. 1974 yılında dönemin Cumhuriyet Halk Partili Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’ın idam fer- manıyla yaşamlarına son verilen sanat enstitülerini anımsıyor musunuz? Haydarpaşa, Sultanahmet, Tophane vd. sanat enstitülerini… Avrupa’da örnek gösterilen meslek eğitim kurumlarıydı. 1960’lı yılla- rın başında önde gelen Alman şirketlerinin temsilci- leri bu okulların mezunlarını kapabilmek için Top- hane’deki İşçi Bulma Kurumu’nun (Alman İrtibat Bü- rosu’nun) kapısında kuyruğa girerlerdi. O zamanlar imam hatip okulları da sorun oluşturmazdı, mezun- larından isteyen yüksek İslam enstitüsüne gider, bi- tiren ilahiyat fakültesine devam ederdi. Sanat ens- titüsü mezunlarına ise iki yıllık tekniker okullarının, bu okulların mezunlarına mühendislik (Yıldız Mühendislik, Maçka Mühendislik gibi) okullarının, bu okulların me- zunlarına da Teknik Üniversite’nin yolları açıktı. Herkes Mersin’e giderken biz nasıl da tersine git- mişiz, değil mi? BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlõ- larda sarayla- rõn güvenliği- ni sağlamak- la, padişahõn bahçe ve bos- tanlarõnõn ba- kõmõyla gö- revli kimse. 2/ Nitelikler, va- sõflar... Klav- yeli bir çalgõ. 3/ Eski Mõsõr’da gü- neş tanrõsõ... İlke. 4/ Ameliyat bõçağõ. 5/ Haberci... Ham- maddeyi işleyip mal üretme. 6/ Bir nota... “ --- derdiyle hoşem el çek ila- cõmdan tabip” (Fu- zuli)... Tavlada “üç” sayõsõ. 7/ Top- rak, kum ve saman elemeye yarayan iri delikli kalbur... Bir zaman birimi. 8/ Batõ ordularõnda atlõ ya da yaya olarak çarpõşan asker sõnõfõ. 9/ Diyarbakõr’õn bir ilçesi... Tiyatroda sahne. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Dizlere kadar inen dar ve kõsa pantolon. 2/ Düz ve geniş arazi... Halk dilinde fasulyeye ve- rilen bir ad. 3/ Nazi partisinin askeri polis örgü- tü... Baryum elementinin simgesi. 4/ Tõp dilinde kalp atõşõnõn hõzlanmasõna verilen ad. 5/ Gü- müşbalõğõnõn küçüğü... Kent. 6/ Çabuk davra- nan, çevik... Yemek. 7/ Balõk akõnõ... Mert, ka- lender ve babacan kimse. 8/ Şarkõ, türkü... Bir hayvana 24 saat içinde verilen yem miktarõ. 9/ Uğraştõrõcõ, pürüzlü iş... Japon lirik dramõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P O R T F O L Y O O L U R L İ E D T A M H A V R A U S B O N O R I K A A R A K E L İ K G O Ş U B A T G O L A F İ S S A R A P O R T B A G A J 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle