21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yelpazede Bir Adam ADAMLAR vardır, adlarını tarihin temiz sayfa- larına yazdırmış olmakla yetinmezler, başkaları- nın bozduğu sayfaları düzeltip yeniden yazmayı göze almadan da duramazlar. Hüsamettin Cindoruk onlardan biri. Merkez sağdaki aksamalar, bozulmalar, sap- malar, şaşkınlıklar karşısında seyirci kalmaya daha fazla katlanamadı ve bunları düzeltmek için Demokrat Parti’nin büyük kongresinde genel başkanlığa adaylığını koydu. Keşke daha önce atsaydı bu adımı. Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalist sistemin doğru işlemesi, eleştirilmesi, uyarılıp yanlışların düzeltilmesi amacıyla girişilen çabalar, ne yazık ki, hep cumhuriyeti içlerine sindiremeyenlerin tep- kileriyle karşılaşmıştır. Bunda başlıca iki etkenin rol oynadığı görülür. Birincisi şu: Yalnız geniş halk yığınları değil, kur- tuluşta payı olanlar bile Kemalizmin özünde ya- tan “özgürleştirme” kavramını tam sezemediler. Yeni rejimin ve hemen arkasından gelen devrim- lerin otoriterlik görüntüsüne karşın aslında insanları serbestçe düşündürmeye, hurafelerden arındırıp çağdaşça yaşatmaya yönelik olduğu ya iyice an- latılamadı ya da anlaşılmak istenmedi. İkincisi, kurtuluş için çalışanların bir bölümü, al- tı yüz yıllık bir rejimin böylesine kesin biçimde so- na erdirilmesine akıl erdirememiş, artık iktidar so- rununun bu yeni çerçeveyi benimseyerek çözül- mesi gerektiğini anlamadan ve kendilerine bu çer- çeveyi sunan cumhuriyetin anlamını sezeme- den onun kurucusuna karşı olumsuz bir tutum içi- ne girivermişlerdir. 1924-25 Terakkiperver Cumhuriyet ve 1930 Ser- best Cumhuriyet “fırka”larıyla başlatılan girişim- lerin başarısızlığı bu nedenlerden kaynaklanır. 1946 sonrasının Demokrat Partisi’ni kuranlar, devrimlerin partisi olan CHP’nin içinden geldik- leri için bu hataya düşmeyebilirlerdi. Ancak, al- dıkları oyların ağırlığıyla belirgin bir “milli irade” baş döndürücülüğüne sürüklenince özgürleştirici atı- lımlar ile demokratikleşme arasındaki bağlantıdan yoksun değişik bir otoriterlik eğilimine kapıldılar. Ama, Cumhuriyetçi Cindoruk’un hukukçu vicda- nı, onları 27 Mayıs Mahkemeleri önünde savun- masız bırakmadı. Bir cumhuriyet rejiminin sağ kanadı, kalkınma felsefesinde, ekonomide, sosyal sorunlarda is- ter istemez dengeleri kollayan temkinli bir mu- hafazakârlığın bayrağını taşıyacaktır. Kim ne der- se desin, Cindoruk’un DP’ye başkanlık etme ni- yeti, içlerindeki boşluğun yanlış dolduruluşundan endişe duyan merkez sağdaki yüreklere su serp- miş olmalıdır. Siyasal yelpazede cumhuriyetin özüne kastet- meyen böyle bir sağ kanadın bulunması, sosyal diyalektiğin erdemine inanan sol kanadı ancak memnun eder. [email protected] PENCERE Elinizdeki Bu Gazete... Her gazete bir zaman ve mekânda kurulur... Cumhuriyet 20’nci Yüzyılın ilk çeyreğinde ku- ruldu... Şimdi 21’inci Yüzyılın ilk çeyreğini yaşıyo- ruz... Ancak, gazete olarak, geçmişimizi anımsadı- ğımız ve geleceğimizi düşündüğümüz zaman hem özelliğimizi hem de kimliğimizi saptamak olana- ğını bulabiliriz... Cumhuriyeti -Atatürk’ün isteğiyle- kuran Yu- nus Nadi kimdir?.. Bir anı: 1920’de işgal polisi İstanbul’a egemendir. Türk subayları yolda gördükleri işgal subayları- na selam vermek zorundadırlar... İşte böyle bir zamanda ve mekânda bir gün iş- gal polisi Yunus Nadi’nin evini basar... Yunus Nadi bir sandığa saklanır, eşi Nazime Nadi sandığın üstüne oturur... Evi basan polis ortalığı denetlerken Nazime Na- di yerinden kımıldamaz... İşgal polisi gittikten sonra Nazime Hanım otur- duğu yerden kalkar, sandığın kapağını açar... Yunus Nadi, Nazime Hanım’ı ve çocuklarını İs- tanbul’da bırakarak Ankara’ya kaçar; o günler- de sonu belirsiz bir macera sayılan Kemalist di- renişe katılır... Peki, bu anı bize neyi anlatıyor?.. Cumhuriyet gazetesinin tarihçesinde Ulusal Kur- tuluş Savaşı direnişiyle Kemalist devrimin harcı karılmıştır... Bugün Cumhuriyet gazetesinde çalışanlar hangi tarihte ve hangi mekânda çalıştıklarını çok iyi biliyorlar... Bilmek yetmez... Bilginin bilincini hem beyinlerinde, hem yü- reklerinde taşıyorlar... Yunus Nadi Cumhuriyet gazetesini kurdu... Nadir Nadi bu kuruluşu binbir zahmet ve di- rençle kurumlaştırdı... Bugünkü Cumhuriyet çalışanları bu tarihin mi- rasını üstlenmişlerdir... Cumhuriyet yalnız Türkiye’de değil, dünya öl- çeğinde, bir eşi daha bulunamayacak bir tarih- çeye sahiptir... Bizim yüzümüz bu tarihçede mayalanmış bir ge- leceğe dönük... Okuruyla, yazarıyla, çalışanıyla kurumlaşan Cumhuriyet, kendi varlığının Atatürk Cumhuri- yetiyle özdeş olduğunu çok iyi biliyor... Atatürk Cumhuriyeti bittiği gün Cumhuriyet de biter... Ve ne yazık ki 20’nci Yüzyılın ilk çeyreğinde ku- rulan gazetemiz, 21’inci Yüzyılın ilk çeyreğinde bu tehlikeyle karşı karşıya... Ancak biz, bugünkü koşullar ne olursa olsun, Atatürk Cumhuriyeti’nin yaşama gücünü koru- duğuna ve varoluşunu savunduğuna inanıyoruz... İşte bu inancın heyecanıyla 85’inci yılımızı kutluyoruz... Okurlarımızla birlikte geleceğe Atatürk’ün laik Cumhuriyetinde yürümek istencimiz tamdır... 85’inci yılımız hepimize kutlu olsun... H ukuk devleti, devletin veya kamu görevlilerinin yapa- caklarõ haksõzlõklara / yasa- dõşõlõklara karşõ yurttaşõ ko- rumak üzere geliştirilmiş bir toplumsal barõş ve güven projesidir. Devlet gücünü elinde tutanlarõn, bu gücü kötüye kullanma eğiliminde olduklarõ ta- rihsel gerçeğine uygun olarak geliştirilen kuvvetler ayrõlõğõ ilkesiyle, yargõ kuru- muna yürütme ve yasama işlemlerini de- netim görevi ve yetkisi tanõnmõş, kamu gü- cünün kötüye kullanõlmasõnõn önlenme- si amaçlanmõştõr. Ancak hukuk devleti kavramı, salt yargı organı ve yargıçları bulunan bir devlet anlayışına indirgenemez. Bir hu- kuk devletinde, öncelikle devlet adõna yet- ki kullanan kamu görevlilerinin “huku- ka” uygun davranmalarõ, her türlü devlet iş ve işleminin, hukukun öncelikli ve üs- tün sayõldõğõ bir anlayõşla ele alõnarak yü- rütülmesi doğal bir süreç olarak görülür. Yurttaşlarõn, devletin / kamu uygula- malarõnõn hukuka uygun olmadõğõndan kuşku duymalarõ halinde ise yargõ dene- timine başvurma haklarõnõn olduğu, böy- le bir olanağõ her zaman kullanabilecek- leri bir ortamõ hazõrlamanõn da yine dev- letin görevi olduğu bilinir. Kõsaca, bir hu- kuk devletinde hukuk, sorun yargõnõn önüne gelmeden önce varlõğõnõ gösterir ve yurttaşlar, hukuksal güven içerisinde ol- duklarõ duygusunu her aşamada yaşarlar. Hukukun üstünlüğü Oysa ülkemizde, devlete ait iş ve iş- lemlerin hukuka uygun yürütülmesi ye- rine, haksızlığa uğrayan kişinin hak arama olanaklarına sahip olması ve bu hakkı kullanabilmesi olarak algılanan bir hukuk devleti anlayışı yerleşmiştir. Bu anlayõş, devleti kutsallaştõran ve hu- kukun üstünde gören bir düşüncenin ürü- nüdür. Bu nedenle, kendisini devletle özdeşleştiren kimi kamu görevlileri ken- dilerini hukukun üstünde ve dõşõnda gör- mekten çekinmezler. Uygulamalarõ da bu yönde olur. Böyle eksik ve eskimiş bir hukuk anlayõşõnõn, hu- kukun üstünlüğü ile bağdaşmadõğõnõ söy- lemek bile gerekmez. Hukuk devleti ile ilgili olarak ikinci bir yanlõş kavrayõş daha bulunmaktadõr. Sa- nılıyor ki, bir işlemi savcı veya yargıç gerçekleştiriyorsa o işlem hukuka uy- gundur ve bu anlamda dokunulmazdır. Oysa hukuku asõl yozlaştõran bu anlayõş- tõr. Hukuk kavramõ hukukçu ile ilintili ol- sa da her yargõ işleminin hukuka uygun ol- duğu kabul edilemez. Bu, bizatihi huku- kun kendisine ve asõl amaç olan adalet kavramõna aykõrõ düşen bir yaklaşõmdõr. Hesaplaşma Hukuku içselleştirememiş bir hukuk- çunun yargõç, savcõ ve avukat sõfatõ taşõ- masõ, yaptõğõ işlemleri hukuka uygun ha- le getirmez. Hukuka uygunluk, işlemi yapanın kimliğinden bağımsız bir kav- ramdır. Yargõç, savcõ ve avukatlarõn yanlõş karar verme olasõlõğõ her zaman var- dõr. Önemli olan, yargõlamanõn diyalek- tiği içinde üretilecek son kararõn “adil” bir karar olmasõdõr. Ayrõca, yargõlama sürecinin kendisinin de haksõzlõk ve hukuksuzluk üretmeme- si, yargõlama adaletine uyulmasõ gerekir. Bu nedenledir ki, haksõz yere bir kişinin hapse girmesindense, bin suçlunun “dı- şarıda” olmasõ yeğ tutulur. Oysa hukukun gündemden düşmediği şu günlerde, kimi savcõ ve yargõçlar “hu- kuka” aykõrõ kararlara imza atmaktan çe- kinmiyorlar. Hukuku toplumsallõğõn üre- tildiği, barõş ve uygar ilişkiler ortamõ ol- maktan çõkartarak, hesaplaşma arenasõna çevirdikleri izlenimi veriyorlar. Ortaya çõ- kan toz duman içerisinde, hukukun kime hizmet ettiği bilinmiyor, giderek meşru- luk temeli kayboluyor ve doğal olarak ka- musal niteliğini yitiriyor. Örneğin, tüm yurttaşlarõn dinlenmesine ilişkin bir kararõn altõna bir yargõç sonu- cunu düşünmeden imza koyabiliyor; özensizlik o noktaya varõyor ki, kendi mes- lektaşlarõ için, hatta kendisi için dinleme kararõ verdiğinin farkõnda olmayabili- yor. İnsanlar, temel hak ve özgürlüklerinden yõllarõ aşan süreyle yoksun bõrakõlabiliyor. En doğal demokratik haklarõn kullanõlmasõ sanki suç imişçesine, yargõ eliyle korku ya- ratõlabiliyor. Hukukun, özgürlük ve barõş sağlama işlevi tersine dönerek, toplumsal huzur yok edilebiliyor. Yargı siyasallaşırsa Yukarõda örnekleri sayõlan ve benzer- leri fazlasõyla yaşanan işlemleri “hu- kuk” olarak kabul etmek ve bunlarõ ya- şatanlarõ “hukukçu” olarak tanõmlamak elbette mümkün değil. Bütün bu olup bi- tenler hukuk değilse, ne yapõlmak isten- diğini sorgulamak gerekmez mi? Böyle bir sorgulama bizi ister istemez, yargõnõn siyasallaştõrõldõğõ sonucuna götürecektir. Hukuku üstün ve yararlõ kõlan onun top- lumsal işlevidir. Bu işlev, barõş ve adale- ti gerçekleştirmek, korkusuz, eşitlikçi bir toplum yaratmak amacõna yöneliktir. Bu amacõn pratik sonuçlarõnõn toplumca gö- rülüp yaşanmasõ gerekir. Hukukun işlev ve sonuçlarõ ise mahkeme kararlarõnda kendisini gösterir. Hukuksal gerçekçilik bakõmõndan hu- kukun işlevini son tahlilde mahkeme/yar- gõç yerine getirir. Yargõ siyasallaşõrsa bu işlev yerine gelmez. Bu nedenle, yargı- cın önüne gelen olaylarda kamusal vicdanı tatmin eden bir karar verme- si, onun kaçınamayacağı, zorunlu bir görevidir. Bunun doğal sonucu olarak, yargõç kararõ keyfilik kaldõrmaz, belirsizlik içeremez, kuşku uyandõramaz ve soyut / gerekçesiz olamaz. Yargõçlara yüklenen bu sorumluluk, aynõ zamanda hesap ve- rilebilirlik anlamõndadõr. Çünkü yargõç hu- kukun üstünde değildir. Hukuk, yargõca karşõ da işletilebilir. Yargõç kararlarõnõn hukuka aykõrõlõ- ğõyla ilgili soruna yargõ organõ kendi ya- põsallõğõ içinde çözüm üretmek ve huku- ka aykõrõ davrananlarõ sistem dõşõna atmak zorundadõr. Böyle bir cesareti bulamayan yargõ organõ, varlõğõnõ yadsõmõş olur. Bu nedenle yüksek yargõ yerleri ve Hâkim- ler ve Savcõlar Yüksek Kurulu kendili- ğinden harekete geçmelidir. Kimse bizim yetkimiz yok, görevimiz değil diyerek so- rumluluktan kaçamaz. Yargõlamanõn te- mel unsuru olan avukatlar ve barolar da “yargı bağımsızdır(!), yargılamanın işine karışılamaz” diyemezler. Halkõn hu- kuk temsilcileri olarak hukuksuzluğa anayasal bir görev olarak müdahale et- melidirler. Çünkü artõk apaçõk görülüyor ki “bir toplumda bir kişiye yapılmış haksızlık, o toplumun tümüne yönel- tilmiş tehdit demektir”. YargõçSorumluluğu:HukukuKorumak Av. Başar YALTI İstanbul Barosu Yargõç kararlarõnõn hukuka aykõrõlõğõyla ilgili soruna yargõ organõ kendi yapõsallõğõ içinde çözüm üretmek ve hukuka aykõrõ davrananlarõ sistem dõşõna atmak zorundadõr. Böyle bir cesareti bulamayan yargõ organõ, varlõğõnõ yadsõmõş olur. Bu nedenle yüksek yargõ yerleri ve Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu kendiliğinden harekete geçmelidir. ‘Yerle Bir Edilen Milli Eğitim’ A ltõ yõlõ aşkõn bir süre görevde kaldõktan sonra yerini ilk ka- dõn Milli Eğitim Bakanõ Sayõn Nimet Çubukçu’ya bõrakan Hüseyin Çelik, 4 Mayõs 2009 tarihinde yapõlan devir teslim töreninde yaptõğõ konuş- mada: “Yapısal reform olarak yapılma- sı gereken ne varsa yapıldı. Tepki çe- keceğini bile bile kimseden kork- madan reformlar yapıldı ve Ba- kanlık otomatik pilota bağlandı. Bakan arkadaşıma yol haritası bı- rakıldı. Bazıları ‘Bakan değişti’ diye boşa seviniyor. İktidar değişmedi, Bakan değişti” dedi. O sõrada Bakanlõk Personel Genel Müdürlüğü, Hizmet İçi Eğitim Daire Başkanlõğõ’nda Şube Müdürü olarak çalõşan Mustafa Yakutcan ayağa kalkarak: “Sizi, eğitimi, adaleti, liyakati, is- tişareyi ihmal eden bakan olarak ha- tırlayacağız” dedi. (5 Mayõs 2009 Ga- zeteler) Eski Milli Eğitim Bakanõ’nõn devir teslim sõrasõndaki sözleri, görevi dev- ralan arkadaşõna hakaretin yanõnda, hu- kuk tanõmadan yapõlan partizanca kadrolaşmanõn itirafõ olan sözler. Eğer bu talihsiz sözleri söylemeseydi belki bu yazõyõ yazmazdõk. Ama söz konu- su olan insanõ biçimlendiren eğitim. Ül- kenin, çocuklarõmõzõn geleceği. Ne- reden nereye geldik, getirildik? Cumhuriyet tarihi boyunca Türk eğitim sistemi bu denli bozulmadõ; öğ- retim birliği Hüseyin Çelik dönemin- deki kadar çiğnenmedi. Eğitimde dinselleştirme ve özelleş- tirme politikalarõnõ uygulamak için Milli Eğitim Temel Kanunu, Milli Eğitim Örgütlenme Yasasõ, yönetme- likler, ders programlarõ, ders kitapla- rõ birçok kez değiştirildi. Sayõn Hüseyin Çelik görevden ay- rõlõrken bile yangõndan mal kaçõrõr gibi 76. maddeye göre 350 kişiden faz- la yöneticiyi atadõ ve gitti. Bakanlõkta göreve ilk geldiği gün- lerde Zaman gazetesi muhabiri Sayõn Tuncer Çetinkaya H. Çelik’e soruyor: Eğitimde köklü reformlar diyorsu- nuz, nedir bunlar? Bakan’õn yanõtõ: “Devletin özel okullardan hizmet satın alması dediğimiz zaman kök- lü bir reformdur. Atamalarda me- sela merkeziyetçi yapıyı yerle bir edeceğim. 81 il müdürünü tayin edeceğim, gerisini mahalline bıra- kacağım.” (26.03.2003) Evet, eğitim sistemi Hüseyin Çelik döneminde yerle bir edildi. Yalnõz il milli eğitim müdürleri değil, hemen bü- tün birimlerdeki yöneticiler değişti. Öğ- retmenlerin yarõsõnõn kadõn olmasõna karşõn üst düzey kadõn yönetici nere- deyse bõrakõlmadõ. Talim Terbiye Ku- rulu, Eğitim Teknolojileri Genel Mü- dürlüğü gibi birimler kadrolaşma yü- zünden tanõnmaz duruma geldi. Bu dönemde ilk kez okullar satõl- maya başlandõ; okul-aile birlikleri pa- ra toplayan kuruluşlar olarak işlev gördü. İş güvencesinden yoksun söz- leşmeli öğretmenlik uygulamasõna başlandõ. On binlerce atanmayõ bek- leyen öğretmen adaylarõ dururken ka- rõn tokluğuna ücretli öğretmenler ça- lõştõrõldõ. Sõnav kazananlar dururken mülakatla yöneticiler atandõ. Yapõlan olumsuzluklar saymakla bitmez. Bir ülkede ekonomik çarpõklõklar za- manla giderilir, ama eğitimde, kültür- de yapõlan yanlõşlõklarõn bedelini yõl- larca çocuklar, gençler daha açõğõ ül- ke öder. Hüseyin Çelik yukarõda adõnõ ver- diğimiz söyleşide gazetecinin “Türk Milli Eğitimi’nin en büyük proble- mi nedir?” sorusuna da şu yanõtõ ve- riyor: “Öğrenci sayısının çok kabarık ol- ması, dersliklerin yeterli olmaması, hoca başına düşen öğrenci sayısının çok olması.” Altõ yõlõ aşan bir süre görevde kal- dõktan sonra sözünü ettiği bu sorunda bir değişiklik var mõ? Kalabalõk sõ- nõflar, ikili öğretim, birleştirilmiş sõ- nõflar gibi sorunlar sürüp gitmiyor mu? Bu sorunlarõn yanõnda başta eği- timde okullaşma oranõ ve nitelik olmak üzere birçok yeni sorun eklenmedi mi? AKP iktidarõ değişmedikçe Milli Eğitim politikalarõnõn değişeceğine inanmõyoruz. Her şeye karşõn yeni Ba- kan’a bu onurlu görevde başarõlar di- liyoruz. Kendisi ya eski Bakan Hü- seyin Çelik’in gösterdiği yol harita- sõ üzerinden varolan kadroyla sadece “otomatik bir pilot” olarak görev ya- pacak, sorunlarõ ağõrlaştõracak ya da öğretmenlere, onlarõn örgütlerine, uzmanlara kulak vererek birikmiş sorunlarõ, hukuktan, öğretim birli- ğinden uzaklaşmadan çözmeye çalõ- şacak, göreceğiz. Mustafa GAZALCI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle