21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Tayyip Bey Anayasasına Doğru mu? PENCERE Gerçek Katiller Kimler?.. Nereden nereye geldik?.. Soruya yanıt vermek için en çarpıcı gösterge ne?.. Medyada uçuşan sözcükler ve deyişler... Kan davası.. Cemaat.. Aşiret.. Töre cinayeti.. Tarikat.. Vahşet.. Bu garip toplumun reytingci medyası da birin- ci sayfalarında ve köşelerinde olağanüstü bir ça- bayla timsah gözyaşları döküyor... Neden?.. Mardin’in bir köyünde töre cinayeti işlenmiş... Bu kez öldürülenler kalabalık: 44 kişi... AB Komisyonu üyesi Olli Rehn Efendi bile “şok yaşadığını” açıklamış... O günleri yaşayanlar bilirler, 1950’de Türkiye sözüm ona demokrasiye geçtikten sonra öğret- men düşmanlığı başlamıştı... Öğretmenler yurdun hangi köşelerinde ve ni- çin dövülüyorlardı?.. Artık iktidar, ağa, aşiret reisi, tarikat ya da ce- maat başının etkisine girmişti... Öğretmene dayak haberleri basında sıradan- laşmıştı... Neden?.. Çünkü toplum uyutulmalıydı... Kişi aydınlanmadan uzakta yaşamalıydı... Aşiret reisi, cemaatin başı, tarikatın şeyhi han- gi partiyi tutarsa sandıktan o çıkıyordu... Cehalet mi?.. Diz boyu... Kan davası mı?.. Pöh... Kadın özgürlüğü mü?.. Sakın ha... Cemaatin başı erkeklere, erkekler kadınlara hangi partiye oy verileceğini tebliğ ediyorlardı... Bugün de pek değişmiş bir şey yok; üstelik ce- maatçilik, aşiretçilik, erkek egemenliği, kadın düşmanlığı bir ölçüde köylerden kentlere de ta- şındı... Peki, Mardin’in Bilge köyünde 44 kişiyi öldü- ren katiller kimler?.. Siz bakmayın dökülen timsah gözyaşlarına... Katil sen.. Ben.. Biz.. Onlar.. Hele birinci derecede cinayet sorumluları ni- cedir ‘muhafazakârlık’ ayağına bu ülkeyi dincili- ğin siyasetinde afyonlamaya çalışan politikacı- lar... İktidar sahipleri... Atatürk’ün Aydınlanma devrimine karşı çıkıp Türkiye’yi 21’inci yüzyılda kan davasının ilkelli- ğine bağlayan kadın düşmanları... Ama, ilerlemiyor muyuz?.. Olur mu canım... Gazetelere bakarsanız Mardin’in Bilge köyün- deki kan davası cinayetinde son model otoma- tik silahlar kullanılmış... Peki, ne olacaktı?.. Anayasa Mahkemesi yargıcını son model din- leme aygıtlarıyla mandepsiye bastırmaya çalı- şanların iktidarında kan davası cinayetinin silahı da son model otomatikmiş... Çok mu?.. B aşkan Oba- ma’nın ülkemizi ziyareti sırasın- da TBMM’de yaptığı konuşma etkileyiciydi. Hem bu ko- nuşması, hem de çeşitli te- masları sırasındaki söylemi, Obama’nın Türkiye’ye iyi niyetle ve önyargılardan arınmış bir zihniyetle baka- bilen bir lider olduğu izleni- mini bıraktı. Ne yazık ki bu izlenimi lobilerin baskõsõna karşõ koyamayarak kõsa süre- de sildi ve Türkiye’yi ciddi bir düş kõrõklõğõna uğrattõ. Nitekim Obama, 24 Nisan açõklama- sõnda “soykırım” (genocide) kelimesini kullanmõş olmasa da, “soykırımın” Ermenice li- sanõnda tam karşõlõğõ olan ve “büyük felaket” anlamõna ge- len “metz yeghern” kelime- lerini kullandõ ve bunu iki ke- re tekrarladõ. Ayrõca, “her yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde katledilen ya da ölüme yürüyen 1.5 milyon Ermeniyi anıyoruz” ifadele- riyle Türkleri suçladõktan son- ra, “O dönem hakkında dü- şüncelerim değişmedi. O dö- nemin gerçeklerinin dürüst ve tam olarak kabul edilme- sini istiyorum” diyerek se- çim kampanyasõ sõrasõnda beş kez kullandõğõ “soykırım” söz- cüğünü çağrõştõrdõ. Yargısız infaz Bu ifadeler, Ermeni tarafõnõn “soykırım” iddialarõnõ güç- lendiren bir peşin hüküm oluş- turuyor ve Türkiye ile Erme- nistan arasõnda yürütülen mü- zakereler çerçevesinde kurul- masõ öngörülen Ortak Tarih Komisyonu’nun etkin ve işlevini yapabilecek bir yapõda olmasõnõ engelleyecek bir ni- telik taşõyor. 1915 olaylarına ilişkin gerçeklerin ortaya çı- karılması amacını güdecek olan Ortak Tarih Komisyo- nu’nun kurulması, Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin nor- malleşmesinde kilit unsur- dur. Ve Türk tarafõnõn, sõnõr ka- põlarõnõ Ermenistan’a açmasõ- nõn başta gelen bir nedeni bu komisyonun kurulmasõdõr. Çünkü, Türkiye ve Erme- nistan arasında gerçek barış ve uzlaşı, Türk ve Ermeni uluslarının yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerinin nes- nel bilimsel araştırma ile gün ışığına çıkarılmasından ve iki tarafın tarihleriyle yüzleş- melerinin yaratacağı trav- madan doğacaktır. Bu ba- kõmdan, Türkiye’ye Erme- nistan’la ilişkilerini normal- leştirmesi önerisinde bulunan Başkan Obama’nõn, Ortak Ta- rih Komisyonu’nun yapacağõ göreve ve çalõşmalarõ sonu- cunda ortaya çõkaracağõ bul- gulara saygõ gösteren bir şe- kilde konuşmasõ gerekirdi. Oy- sa, Obama tam bir yargısız infazla Ortak Tarih Komis- yonu’nun bulgularını sıfıra indirgemeye çalışmıştır. BM Soykırım Sözleşmesi Sayõn Obama, Harvard Hu- kuk Fakültesi mezunudur ve aynõ zamanda Amerika’nõn hukuk alanõnda en çok alõntõ yapõlan dergilerinden biri olan “Harvard Hukuk Dergisi”nin (Harvard Law Review) baş- kanlõğõnõ yapmõş bir kişidir... Saygõdeğer bir hukukçudur. Ama, ne yazõk ki evrensel hu- kuk prensiplerini pervasõzca çiğnemiştir. Çünkü uluslararasõ bir suç olan “soykırım” bir uluslar- arasõ hukuk enstrümanõyla kodifiye edilmiştir. Bu ens- trüman, 1948 yõlõnda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tara- fõndan oybirliğiyle kabul edi- len “Birleşmiş Milletler Soy- kırımın Önlenmesi ve Ceza- landırılması Sözleşmesi”dir. Soykõrõm Sözleşmesi’nin 2. maddesi suçu tanõmlamõş ve suçun mevcut olmasõ için ka- nõtlanmasõ gerekli olan objektif ve sübjektif unsurlarõ belirle- miştir. Bir zanlının ve devle- tin soykırım suçu ile suçla- nabilmesi için, yetkili mah- keme tarafından suçun ob- jektif ve sübjektif unsurları- nın kanıtlanması ve bilhassa suçun özel kasıtla işlendiğinin saptanması gerekir. Sözleşme, soykõrõm iddiala- rõnõ kapsayan davalara bak- makla yetkili mahkemeleri de belirlemiştir. Sözleşmenin 6. maddesinde, yetkili mahke- melerin, ya olayõn vuku bul- duğu ülkenin yetkili mahke- mesi, yahut da taraflarõn üze- rinde anlaşacaklarõ yetkili ulus- lararasõ ceza mahkemesi oldu- ğu belirtilmiştir. Ayrõca, söz- leşmenin 9. maddesinde, dev- letlerin soykõrõm konusunda aralarõnda çõkabilecek ihtilaf- larõ Uluslararasõ Adalet Diva- nõ’na götürebilecekleri öngö- rülmüştür. Bu bakımdan, bir zanlıya yöneltilen soykırım suçunun, eğer yetkili hukuk mercileri tarafından, objektif ve süb- jektif unsurlarının mevcu- diyetleri kanıtlanmamış ve suçun özel kasıtla işlendiği saptanmamış ve bu veriler ışığında suçun işlendiği hük- me bağlanmamışsa, böyle bir isnat hiçbir hukuki değeri olmayan bir iftiradan ibaret kalır. Sayõn Obama’nõn bunlarõ bilmemesi kabil mi? Bugüne kadar, yetkili bir uluslararası ceza mahkeme- si kararı olmadan hiçbir zanlı soykı- rımla veya onun ka- dar ağır bir suç olan insanlığa karşı suçla suçlanmamıştır. Ni- tekim, Nüremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, in- sanlõğa karşõ suçlarla suçlanan Alman Na- zilerinin ileri gelenle- rini uzun bir mahkeme sürecinden sonra suçlu bulmuş ve bunlardan 22 tanesini ölüme mah- kûm etmiştir. Keza, Ruanda ve Yugoslavya çatõş- malarõ sõrasõndaki soykõrõm zanlõlarõ, Ruanda Uluslar- arası Ceza Mahkemesi ve Yugoslavya Uluslararası Ce- za Mahkemesi tarafõndan soy- kõrõm suçuyla mahkûm edil- mişlerdir. Her iki mahkeme de, Birleşmiş Milletler Gü- venlik Konseyi kararõyla ku- rulmuş bulunan geçici nitelik- te mahkemelerdir. Masumiyet karinesi Başkan Obama’nõn, kökleri 1215 tarihli Magna Carta’ya giden ve hukukun temel ilke- si olan masumiyet karinesi- ni bilmemesi mümkün mü? Masumiyet karinesi (pre- sumption of innocence), 1948’de Mirleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafõndan oy- birliğiyle kabul edilen, Ev- rensel İnsan Hakları Bildir- gesi’nin 11. maddesinde şöyle ifade edilmiştir: “1. Bir suç iş- lemekten sanık herkes, sa- vunması için kendisine ge- rekli bütün tertibatın sağ- lanmış bulunduğu açık bir yargılama ile kanunen suçlu olduğu tespit edilmedikçe masum sayılır. 2. Hiç kimse işlendikleri sırada milli veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen fiillerden veya ihmallerden ötürü mah- kûm edilemez.” Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/2. maddesinde şu ifadeler yer alõr: “Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu kanıtla- nıncaya kadar masum sayı- lır.” ABD Anayasası’nın “5. De- ğişikliği” (Fifth Amendment) ve “14. Değişikliği” de (Fo- urtenth Amendment) “bir ki- şinin adil bir mahkeme sü- recinden geçmeden suçlana- mayacağını ve cezandırıla- mayacağını” öngörür. Bu bakımdan, Başkan Obama, 24 Nisan açıklama- sıyla, hem ABD Anayasa- sı’nı, hem uluslararası hu- kuku, hem de hukukun temel prensiplerini çiğnemiştir. Seçim meydanõnda yalan yanlõş bilgilere dayanõlarak ve- rilen sözler nedeniyle, Oba- ma’nõn, kendi anayasasõna ve uluslararasõ hukuka bu denli ters düşmeyi kabul edebilme- si, Türkiye’deki kredibilitesine ciddi bir gölge düşürmüştür. TBMM’de yaptõğõ konuşmada, Başkan Obama, Türkiye ile örnek bir ittifak ilişkisi geliş- tirmek istediğini belirtmişti. Ancak, Obama’nõn bu ifade- leri ile tutumu arasõndaki uçu- rum, Türk kamuoyunun bun- dan böyle ABD Başkanõ’nõn açõklamalarõna kuşkuyla bak- malarõna yol açmayacak mõdõr? Obama’nõn Açõklamasõ: Yargõsõz İnfaz Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili Obama açõklamasõyla uluslararasõ hukukla birlikte ABD Anayasasõ’nõ ve hukukun temel prensiplerini de çiğnemiştir. Seçim meydanõnda yalan yanlõş bilgilere dayanõlarak verilen sözler nedeniyle, Obama’nõn, kendi anayasasõna ve uluslararasõ hukuka bu denli ters düşmeyi kabul edebilmesi, Türkiye’deki kredibilitesine ciddi bir gölge düşürmüştür. SAYFA CUMHURİYET 7 MAYIS 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kriz... T CMB ve Banka- lar Birliği’nin ve- rilerine göre kredi kartõ borçlularõna diğer bireysel krediler de ek- lendiğinde yaklaşõk 10 milyon kişi bankalara kredi borçlusudur. Bu ra- kam aile ile birlikte dü- şünüldüğünde Türki- ye’nin ortalama yarõsõ- nõn bankalara bireysel kredi veya kredi kartõ borçlusu olduğu ortaya çõkar. Ayrõca, büyük bir grubu oluşturan kredi kartõ sahipleri ise sadece “asgari tutarı ödeye- rek” şimdilik durumu ancak idare edebilmek- tedirler. Dolayõsõyla bu rakamlara yakõn zaman- da önemli bir kitlenin da- ha eklenmesi sürpriz ol- mayacaktõr. Bu durum ileride ekonominin talep yönünün daha da olum- suz etkileneceğine yöne- lik olarak çalan son alarm sirenleridir. Oysa, kriz ortamõnda dõşarõdan gelen küresel etkilere karşõ bir şey yapõlabilmesinin ola- nağõ yok. Dolayõsõyla, ekonomik krizi atlatmak için “iç talebi canlı tut- mak” başlõca bir gerek- lilik olarak karşõmõzda durmaktadõr. Türkiye’nin milli gelirinin yaklaşõk yüzde 70’e yakõn kõsmõ- nõn özel tüketimden gel- mesi karşõsõnda “iç tü- ketimin canlı tutulması krizden en az zararla çıkmanın başlıca temi- natını oluşturacaktır”. Bu vesile ile yeri gel- mişken tüm yetkililere ve özellikle de bizzat bankacõlõk sektörüne ar- tõk “Altın yumurtlayan tavuğun kesilmek üzere olduğunu” bir kez daha anõmsatmak yararlõ ola- caktõr. Tam da bu nokta- da, “Küresel krizin ne- deninin ödenemeyen konut kredileri olduğu- nu; bizde de özellikle kredi kartı borçlarının makul bir çözüme ka- vuşturulmaması halin- de ödenemeyen borçla- rın çok övündüğümüz bankacılık sistemini kaosa sokabileceğini” önemle vurgulamõş ola- lõm. Oysa, bir toplumda oluşan sorunlarõn anlayõş ve hoşgörü esaslarõ çer- çevesinde elbirliğiyle çö- zülmesi demokrasinin ol- duğu kadar huzurun ve sosyal barõşõn da temeli- ni oluşturur. Aslõnda, gü- nümüzün küreselleşen piyasalarõnda tutunup re- kabet edebilmenin yolu da “asgaride evrensel tüketici haklarının sağ- lanmasını ve korun- masını” gerekli kõlmak- tadõr. “Yönetime gelen pek çok ünlü kişi kendi ölçüsüne göre bir anayasaya sahip olmak is- temiştir” diye yazmış ünlü Fransız yazarı Benjamin Constant “Anayasalar Üstüne Düşünceler”inde... Örnek olarak Napolyon Bo- napart’ı göstermiş! Napolyon, sürgün edildiği Elbe adasından döndüğünde bakın ne demiş: “Devletin anayasası bana uygun geldiği için, ulusun ba- şına geçmiş değilim. Fransa başka bir anayasa isteseydi, o anayasa bana uygun olma- saydı, gidin kendinize başka bir hükümdar bulun, derdim.” Napolyon Bonapart gibi adamlar kendi varlıklarını her şeyden daha önemli sayarlar! Onlar olmasa ulus işleri yanlış yollara sapacaktır, yenilgiden yenilgiye gidilecektir. “Benim Fransa’ya ihtiya- cımdan daha çok Fransa’nın bana ihtiyacı var” diyordu açık açık... Sonuç ortadadır, büyük dev- let adamı, büyük asker, ama gerçekler yerine düşler gören Bonapart, elli yaşlarında yeni- den sürgüne gidecek, orda ölecektir. Ardından da yenil- miş, yıkılmış ezilmiş bir Fran- sa bırakacaktır. Biz, şimdi yeniden bir Ana- yasa hazırlığına girişmiş görü- nüyoruz: AKP ve lideri Erdo- ğan, iktidara geldiği günden bu yana kendi özlemine, ama- cına uygun bir anayasa arayı- şındadır... Okurlarım bilirler; bu ana- yasa konusunda pek çok ya- zı yazdığımı, 27 Mayıs’ın dev- rimci anayasasını bozmak, de- ğiştirmek, onun yerine yeni bir anayasa hazırlamak iste- yenlere karşı çıktığımı... Bu yolda askeri mahkemelere he- sap vermeye çağrıldığımı, mahkûm olarak üç ay da ha- pis yattığımı... 22 Temmuz 1982 günlü ya- zımda dediğimi bir kez daha anımsatayım: “Anayasa hepi- mizin sorunu değil mi? Öyle ol- mamalı mı? Bırakalım birtakım kişiler bizim yaşantımızı dü- zenlesin, biz ilgisiz kalalım... Bu mudur bilinçli insan olmak, aydın olmak, yurttaş olmak?” Eskileri yenilemek kadar acı bir şey olamaz! “Biz haklı çık- tık, keşke çıkmasak” diye yaz- dı kaç kez İlhan Seçuk... Yir- mi, otuz yıl önce bu gazetenin köşelerinde yazmışız, duyur- muşuz, uyarmışız! “1982 Ana- yasası’na halkımız oy verme- melidir” diye... Ama ‘hayır’ de- mek yasaklanmış, hayır diyen cezalandırılmış, yüzde dok- sanları aşan bir oyla, halkımız Evren Paşa anayasasını onay- lamış! Aradan yirmi beş yıl geçiyor, AKP adlı bir parti ik- tidara geliyor, “Ben kendime uygun bir anayasa istiyorum” diyor. Öyle bir iktidar ki, Ana- yasa Mahkemesi’nin kararıyla ‘laikliğe karşı odak’ sayılmış, nerdeyse kapatılacakmış... Bu durumdaki bir hükümet yeni bir anayasa yaptırıp halka onaylatacak, tek ses, tek ko- muta, ama belirli çevrelerin çıkarı, yararı önde olan bir anayasa düzeni kurulacak!.. “Yurttaş Olarak Görevimiz” 82 Anayasası’na ‘hayır’ de- mektir diye yazdım. Üç ay ha- pis yattım... Şimdi AKP ana- yasasına tüm toplumun, bütün okur yazarların, bilime, kültü- re, insana Atatürk’e inanan- ların, eskisini aratacak bir ana- yasa hazırlığına önceden kar- şı çıkmanın baş koşul oldu- ğunu söylemek istiyorum... Hapiste yattığım o günlerde, Bülent Ecevit gönderdiği kut- lamada “yurttaş olarak gör- evinizi yerine getirmiş olmanın huzuru ve onuru” diye yazı- yordu: Erdal İnönü de “bir ya- zarın düşüncelerini en saygılı bir şekilde ifade ederken böy- le cezalandırılması inanılmaz bir şey; düşüncelerden korkmak, galiba kurtulunması daha zor bir hastalık” diyordu mektu- bunda... Bakalım bu kez neler ola- cak? Başımıza neler gelecek? Ferda HEKİMCİ Tük. Dern. Fed. Kurucu Bşk.Yrd.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle