25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 18 NİSAN 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TELEVİZYON kanalının haber spikeri elindeki bülteni okurken “Talat” deyip du- ruyor, “halat” der gibi. Yani L’den sonra- ki A’yı inceltmeksizin. N’apsın, o da yeni kuşaktan; resmî Dil Kurumu’nun emri “sayesinde” kaldırılan “şapka” işaretini bilmediği ve büyük ola- sılıkla yabancı dilde öğretim yapan oku- lundaki Türkçe öğretmeni de öğretmedi- ği için, KKTC Devleti’nin başındaki kişinin adını böyle telaffuz ediyor. Oysa, Sayın Mehmet Ali Talât bütün in- celikleri bilen, ama yerine ve duruma gö- re kullanıp kullanmayan usta bir politika- cı. Zihnini kurcalayan dertlere Atlantik ötesi inceliklerle çare aramaktan yeni döndü şu günlerde. Kuzey Kıbrıs halkı, yarın sandık başına gidiyor. Seçim, devlet başkanlığıyla ilgili de- ğil; Cumhuriyet Meclisi’ndeki sandalye dağılımının yenilenmesine yönelik. Ta- lât’ın arkasındaki çoğunluğun değişip de- ğişmemesi söz konusu. Şimdiki muhale- fetin Derviş Eroğlu başkanlığında kura- bileceği yeni bir koalisyon çoğunluğu ya- sama ve siyasal destek dengelerini de- ğiştirebilir. Güney’deki Rum medyası bu yüzden te- laşta. ABD ve AB’dekiler de. Talât’ın çözüm çabalarını destekleyen Cumhuriyetçi Türk Partisi mensupları, 1974 öncesinin Kıbrıs’ında Rumların AKEL’inkilere yakın düşüncelerle Türk toplumunun “sol”unu oluşturmaktaydılar. Hattâ bir bölümü, o dönemin ideolojik ser- bestliğinden yararlanarak, AKEL’in kad- rolarına benzer biçimde Sovyetler Birli- ği’nde eğitim görmeyi doğal saymışlardı. Ama, şu önemli farkla: Kıbrıs Rumlarının solu, tıpkı Yunanistan’daki sol gibi, müt- hiş “milliyetçi” olmakta ve Türkiye konu- sunda alışılmış önyargıları paylaşmakta sa- kınca görmezken, Kıbrıs’ın Türk solu da- ha barışçı ve uzlaşmacı kalabilmişti. Şim- di de, bunca yaşanmışlıktan sonra bile, öy- le kalabilen ve AB üyeliği çerçevesinde Rumlarla birlikteliğe sıcak bakan bir sol söz konusudur. Türkiye’den kopma pahasına da olsa. ODTÜ mezunu olan Talât’ın bundan pek farklı düşündüğü söylenemez. Böyle olduğu içindir ki, Kıbrıs’ın sorunlarını Türkiye’yi “paranteze alarak” çözmek is- teyen, özellikle Türk askerinin adadan uzaklaştırılmasını amaçlayan Batılı çevre- ler de Talât’a ve partisine hep yakın durmuş, Annan Planı döneminde olduğu gibi bu ne- denle Kuzey Kıbrıs’ın iç politikasını etkile- meye çalışmışlardır. Üstelik, bu amaçla pa- ra harcandığını bile itiraf ederek. Demek ki, Kıbrıs’taki seçim, AB’ye tam üyelik uğruna bu tarz Batılı yaklaşımlara en- gel olma gereğini duymamış olan AKP ik- tidarının tutumu için de bir sınav niteliği ta- şıyacaktır. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Adada Kumkuma mı? PENCERE Alevi-Bektaşiyle Fethullah Gülen... Aşağıdaki yazıyı 24 Mart 2007’de yazmıştım. Bugüne uyuyor... Değişen bir şey yok.. Aşkolsun şu Fethullah’a!.. Ülkemizden kaçtı, Amerika’da oturuyor, Tür- kiye’de her gün milyonu aşkın bedava gazete da- ğıtıyor, TV’ler çalıştırıyor; dünya haritasının bi- linmedik köşelerinde okullar açıyor, devlete sız- dı, iktidarda gücü var; son marifeti de ne biliyor musunuz?.. Alevilere el attı!.. Vallahi bu adam çok marifetli!.. Fethullah cemaat reisi... Fethullah Nakşi... Ve Nurcu.. Said-i Nursi’nin kulu, kölesi, şakirdi, tilmizi, öğ- rencisi, ayağının türabı... Sünni mezhebinden, Nakşibendi tarikatından, Gülen cemaati bir kol... Kutsal Müslümanlık artık dilim dilim paylaşılı- yor; o şeyh, bu hocaefendi, şu bilmem ne sarık- lısı parsayı vurmak için kendine özgü tekke ku- ruyor... Niçin?.. Paralar.. paralar.. paralar için.. Nereden geliyor bu paralar?.. Bilinmiyor, hesap sorulmuyor, sorulamıyor; devlet, dinci karanlık örgütler karşısında solda sı- fır... Fethullah’ın güdümünde her yıl ‘Abant Plat- formu’ toplanır... ‘Platform’ bu yıl Aleviliğe ve Alevilere el atmış... Para çok!.. Paranın çekimi, cazibesi, sıcaklığı her mez- hepten ve meşrepten kişileri baştan çıkarabilir... Fethullah bizim Cumhuriyet’ten bile transfer yaptı... Alevi ya da Bektaşilerden yapabilir mi? Alevi - Bektaşi felsefesiyle Sünni - Nakşi inan- cı arasındaki mantık çatışması nereden kaynak- lanıyor?... “Enel Hak”tan... Tanrı ile insan birliğini vurgulayan bu sözü Sün- ni - Nakşi erbabı küfür sayarlar... Oysa tasavvufa göre ‘Enel Hak’ evrenin birli- ğini dile getiren diyalektiğin doğal sonucudur... Alevi - Bektaşi mizahının en ünlü fıkralarından biri nedir?.. Yineleyelim: Bektaşi bir gün nasılsa camiye girmiş, imam efendi konuşuyor: - Allah ne yerdedir, ne göktedir, ne sağdadır, ne soldadır... Bektaşi: - Ulan, demiş, şuna yok diyeceksin, ama, di- lin varmıyor... Alevi - Bektaşi, paha biçilemeyen bir özgün fel- sefenin ve inancın ürünüdür; Gülen cemaatinin Saidi Nursi’ye bağlanan Nakşî anlayışı ise Isla- mın görkemli tuba ağacındaki en kısıtlı ve bağ- naz dallarından birini oluşturur... Fethullah’ın Alevi - Bektaşi cemaatini parçalayıp dağıtarak yok etmek için yapmayacağı şey yok- tur; bu yoldaki siyasetinde Gülen her şeyi mubah sayabilir. Bektaşiye sordum: - Fethullah Gülen nasıl bir kişidir?.. Erenler baş- ladı anlatmaya: - Fethullah ne yerdedir, ne göktedir, ne sağ- dadır, ne soldadır... Lafını kestim: - Baba, neredeyse Allah yapacaksın adamı... - Bektaşi: - Tövbe!.. dedi, ama baksana bu Fethullah Amerika’da, Afrika’da, Asya’da, Türkiye’de ve her yerde değil mi?.. H ukukun ana ilkele- ri üstüne fikir sahi- bi olmak için hu- kukçu olmak ge- rekmez. Asgari uy- garlõk düzeyine ulaşmõş bir ül- kenin asgari eğitim düzeyine erişmiş her yurttaşõ bilir ki hukuk eylemle, edimle ilgilenir; eyleme dönüşme yolunda net, somut de- lilleri olmayan tasarõlarla değil. Hukuk, açõk, somut, nesnel ka- nõtlarla ilgilidir; yorumlar ve se- naryolarla değil. Geniş çerçeve- li bir ifadeyi alõr, önce çerçeve- yi daraltõr, sonra içini kendi yo- rumunuzla doldurur ve bu yoru- mu suç delili olarak sunarsanõz, siz hukuku icra etmiyor, hukuk kisvesi altõnda başka bir amaca hizmet ediyorsunuzdur. Televizyon kanallarõnda gör- mekten usanç getirdiğimiz yüz- ler, durumu ne kadar tevil etme- ye çalõşõrlarsa çalõşsõnlar, söyle- diklerine kendilerinin bile ina- namadõğõ suratlarõndan okun- maktadõr. Demokrasilerde seç- menin en doğal hakkõdõr, yöne- timden memnuniyetsizliğini di- le getirmek, bu amaçla yasal ze- minde kalmak üzere toplantõ ve gösteri yapmak. Yasal izinle dü- zenlenmiş, vukuatsõz sonuçlan- mõş, zamanõnda kovuşturmaya uğramamõş mitinglerde başka anlamlar ararsanõz, olasõ haklõ ol- duğunuz konularda bile inandõ- rõcõlõğõnõzõ yitirmeniz kaçõnõl- mazdõr. 1997’de, Susurluk’ta vuku bu- lan trafik kazasõ dolayõsõyla, dev- let örgütünün kamuya açõk ol- mayan cephesindeki karanlõk iş- lerin açõk, somut, net delilleri or- taya saçõlõnca, bu ülkenin aydõn- larõ ellerine mumlar alarak so- kaklara çõktõlar; ülkenin ve dev- let mekanizmasõnõn çetelerden te- mizlenmesi için haykõrdõlar. Hukuksuzluk mağdurları Devrin başbakanõnõn “Gulu gulu dansı yapıyorlar” diye aşağõlamaya çalõştõğõ bu kitlenin bireysel tarihçeleri incelenecek olursa, hepsinin ya kendisinin ya yakõnlarõnõn Türkiye’nin (başta iş çevreleri olmak üzere, asker- si- vil hükümetleriyle ve yurttaşla- rõnõn hiç azõmsanmayacak bir bölümünün katõlõmõyla) on yõllar boyunca geçirdiği antikomünist histeri nöbeti sõrasõndaki hukuk- suzluklarda, ağõr kayõplara uğra- mõş olduklarõ görülür. Ağõr ka- yõptan kastõm can, sağlõk, vücut bütünlüğü, özgürlük ve iş kay- bõdõr. Şimdi bu insanlarõn bir bölümü, bunca yõl sonra artõk yaş- landõklarõ ve yaşlõlõkla doğal ola- rak gelen bedensel zorluklarla uğ- raştõklarõ bir dönemde, protesto ettikleri çetelerle ilişkilendiril- meye çalõşõlõyor! Bu bir farstõr! Ne yazõk ki kimseyi neşelendi- remeyen bir fars! Çünkü söz ko- nusu kişiler, uğradõklarõ mua- mele sonucu yaşamlarõnõ ya da hepten sağlõklarõnõ yitirme ris- kiyle yüz yüze bõrakõlmõşlardõr. 13 Nisan 2009 Pazartesi günü bu kişilerden birinin yüzü ek- ranlarda belirdi: Prof. Dr. Tür- kan Saylan. Türkan Saylan, gençliğinde köy köy dolaşõp, bir modern çağlar ermişi gibi hasta tedavi ederek cüzam denen illeti bu ülkenin tarihine gömmüş bir hekim, dünya tõp literatürü- ne çok değerli katkõlarda bu- lunmuş bir bilim insanõ, insan- lõğõn sözsüz hiyerarşisinde en alt basamakta duran hastanın ve sakatın en az sağlamlar kadar değerli olduğunu halkõmõzõn bi- lincine yerleştirmeye azimli bir hümanist, insanca değerler için yõlmaz bir güçle çabalayan etkin bir yurttaş, eli öpülesi bir değer! Ve kanserin had safhasõnda bir hasta! Ona ve diğer bilim in- sanlarõna reva görülen muame- le sadece yönetimin değil, tüm Hukukun Tükendiği Yerde İnsan Onuru Prof. Dr. Erendiz ATASÜ ülkenin utancõdõr. Aynõ gün, ruhunun niteliği ve kültür birikiminin sõğlõğõ yüzüne vurmuş bir seçil- miş, televizyon kanalla- rõnda “Kimse devletten üstün değildir” diyerek demokrasi kültüründen yoksunluğunu farkõnda ol- madan itiraf etmekteydi! Asgari uygarlõk düzeyi- ne erişmiş her ülkenin as- gari eğitimini almõş her yurttaşõ bilir ki, Batõ de- mokrasilerinin açõklanan amacõ devletin hizmetinde yurttaş yetiştirmek değil, yurttaşõn esenliğini sağ- layan devlet örgütlenme- sini gerçekleştirmektir. Batõ demokrasilerinin bu hedefe doğru yürüdükleri varsayõlõr. Bugün Türkiye’de, ikti- dara muhalif aydõnlar ara- sõnda, valizi hazõr vaziyette kapõsõnõn çalõnmasõnõ bek- lemeyen yok gibidir. Yö- netim bu tedirginliği ya- ratmayõ başarmõştõr! Kendilerini ve destek- çilerini en büyüğünden en küçüğüne kadar kutluyo- rum; çünkü bu, demokra- tik olduğu iddia edilen bir yönetim ve onun liberal olduklarõnõ ileri süren yan- daşlarõ için az buz bir to- talitarizm başarõsõ(!) de- ğildir! Ancak, telaştan ol- sa gerek, unutulan iki ay- rõntõ vardõr. Ayrõntõlardan biri maddi, diğeri man- evidir. Maddi olan ayrõntõ şu- dur: Hukuksuzluğun mağ- dur ettiği yurttaşlarõmõzõn uluslararasõ hukuk ma- kamlarõna başvurmalarõ halinde, Türkiye Cumhu- riyeti’nin büyük bir ola- sõlõkla ödemek durumun- da kalacağõ tazminatõn ağõr mali külfeti. Manevi olansa daha önemlidir. Tedirginlik her zaman yõlgõnlõk ve teslimiyet ya- ratmaz. Türkan Saylan’õn yaşõnda ve sağlõk duru- mundaki bir insanõn evi- nin terör kuşkusuyla sa- atlerce aranmasõ ve bu saatler boyunca kendisinin gerekli sağaltõmdan yok- sun bõrakõlmasõ ağõr bir iş- kencedir. Ancak, Türkan Ha- nõm’õn ağõr fiziki yorgun- luğun izlerini taşõyan, âkil, sakin, öfkesiz ama son- suzca kararlõ narin yüzü, sonlulukla sonsuzluk ara- sõndaki ince çizgide yük- selen görmüş geçirmiş bir insanõn o güzelim yüzü, Türkiye’nin karanlõk or- tamõnda insanlõk onuruy- la õşõyan bir güneş gibi parlamõştõr; en ağõr ko- şullarda bile kişinin ruhsal bütünlüğünü, iradesini ve onurunu zedelenmeden koruyabileceğini kanõtla- yarak uğranõlan haksõzlõ- ğõ eninde sonunda yaşanõp ötesine geçilecek bir de- neyime indirgemiş, özen- le örülmüş korku ağõnda kocaman bir hava deliği açmõştõr. 2009 Türkiye’si, 1933’ün Almanya’sõ ol- mayacaktõr! mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle