19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2009 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL İlhan’la ‘Sol’ Ararken! PENCERE İnsana Layık Değil... Kimi zaman şu çivisi çıkmış dünyayı çekip çevirmek için formüller bulunur. Komünizm - beğenmediyseniz- sosyalizm gizemli bir buluştu; ileri sürülen savlara bakarsanız, inanırsanız, insanlık hep birlikte köşeyi döndü, dönüyordu... Düşünmesi kolay!.. Almanya’nın ortalık yerinden ta Japon adalarının kıyılarına dek kuzey yarımküresinde sosyalist ülkeler üzerinden yürümek olanağı vardı... Düş değil.. Eski deyişle hayal değil.. Palavra değil.. Burjuva sınıfı yok.. Sermayedar yok.. Kamu var.. Özel yok.. Sonra ne oldu?.. Eski deyişle ‘tabir caizse’ -1991’de gong vurdu- tümü birden gümbür gümbür, gümbür gümbür... Şu garip dünyamızda kimileri sevinçten öleyazdı... Eşitliğe boş ver... Sosyalizm tu kaka... Komünizm?.. Kulaklarım duymasın... Sosyal adalet?.. Haydi canım sen de! Peki, ne var, ne geçerli ve de ne egemen bundan sonra insanlıkta?.. Neoliberalizm!.. Türkçesi ne bunun?.. Para.. para.. para!.. Çok geçmedi, ben diyeyim on, siz deyin on beş sene bile yaşanmadan şu kavanoz dipli dünya yaşanmaz duruma düştü... Bir 68’li tanıyorum... 68’de sosyalistti.. Sovyetler yıkılınca kafayı değiştirdi, döndü; hazret dün sapına kadar komünistken bu kez de sapına kadar neoliberal olmaz mı?.. Geçen sefer tutkusu gerçekleşmemişti... Bu kez de tutkusu tutacağa benzemiyor... İnsanlık, rezalet, kepazelik, ahlaksızlık, acımasızlık, acı, düzensizlik, merhametsizlik, adaletsizlik üzerinde dörtnala koşturan cehennemin canavarlarıyla altüst olmuş bir canlı coğrafya gibi dalgalanıyor... Patron Amerika, bu coğrafyanın tepesinde tepiniyor... Cehennemin canavarlarıyla dünyanın insanlığı yönetilemez... 1991’de girilen süreçte ‘Küreselleşme’nin içeriği belli olmuş, ‘Yükselen Değerler’ alçalmış, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulamamıştır... Dünya egemeninin çapı ne olursa olsun, bu düzeni sürdürmeye gücü yetmeyecektir... İnsan böyle bir düzene layık değil!.. ‘Küreselleşme’nin içeriği belli olmuş, ‘Yükselen Değerler’ alçalmış, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulamamıştır... Dünya egemeninin çapı ne olursa olsun, bu düzeni sürdürmeye gücü yetmeyecektir... İnsan böyle bir düzene layık değil!.. (6 Aralık 2006 tarihli yazısı) G eorge Orwell’õn 1949’da yayõmla- nan “1984”(*) adlõ kurgu romanõnõ on yõl önce okumuş olanlar için bi- le romanõn kurgu niteliği baskõndõr. Bugün okuyanlar için ise gerçeğin ta kendisidir. Yazõldõğõ yõllarda hayal ürünü olan sü- rekli gözetlenme ve dinlemeler günümüz için top- luma kanõksama ile kabul ettirilmek istenen bir ger- çeğe dönüştü. Orwell, “Düşünce Polisi” adõnõ verdiği kont- rol mekanizmasõnõn işleyişini; “...Düşünce Po- lisi’nin, ne kadar sıklıkla ya da nasıl bir sistemle kimi izlediği bilinemezdi. Her an, canları ne za- man dilerse, alıcıyı çalıştırabilirlerdi. Çıkar- dığınız sesin işitildiği, karanlıkta olmadığınız sürece, her hareketinizin izlendiği varsayımı, içgüdüsel bir alışkanlık haline dönüşmüştü, bu- nunla yaşamanız gerekiyordu - yaşıyordu- nuz” sözleriyle anlatõr. Orwell’õn pek çoğumuzun onaylayacağõ bir di- ğer tespiti TV’nin fonksiyonuna ilişkindir: “...Or- taçağların Katolik Kilisesi bile, çağdaş ölçülerle, liberal sayılır. Eski hükümetlerden hiçbirinin, yönettikleri kişileri sürekli denetim altında bu- lundurma olanakları yoktu. Televizyonun ya- pımı ve aynı aygıtın, hem alıcı, hem verici ola- rak kullanılmasını sağlayan teknik gelişmeler özel hayata son verdi. Her yurttaşın ya da en azından gözetlenmesi gerekecek kadar önem- li herkesin, ……sürekli bir resmi propaganda bombardımanı altında tutulabilmesi olası kı- lındı...” Bu satõrlar bugünü bilinçle izleyenlere hiç de yabancõ gelmemiştir. Kitaptaki kurgu ilginç bir biçimde bugünün kontrol mekanizmasõnõn altyapõsõnõ açõklõyor. Kitapta “yenikonuş” adõ verilen yeni bir dil üret- me, günümüz küresel güçlerinin kendilerini pa- zarladõklarõ kavramsal dönüşümleri çağrõştõrõ- yor. Yönetim yerine “yönetişim” kavramõnõ yer- leştirdiğinizde, “katılım” sözcüğüne eklenen ‘yerelleşme’, ‘özelleştirme’, ‘farklılıklar’, ‘azın- lıklar’ gibi ardõllarla ulus devletten uzaklaştõran açõlõmlara doğru yelken açõldõkça; insan haklarõ- nõn evrenselleştirildiği temel kriterlerden uzak- laştõrõlõp, bölgesel kriterlere kõstõrõlõyorsunuz. ‘Etnik’, ‘dinsel’ aidiyetler öne çekilerek tercih- ler yapõldõkça, siyasette ‘diğeri’, ‘öteki’ kavramõ ağõrlõk kazanõyor ve bir yanda birleşmelerden, it- tifaklardan söz edilirken diğer yandan ötekileşti- rilenlerin ayrõşmasõ ile ‘yeni’ tartõşma başlõklarõnõn ‘yeni’ çatõşma alanlarõnõ yaratmasõ sağlanõyor. “Bize kendi isteğinle uymalısın” tümcesi ile Orwell’õn söyleminde yer aldõğõ gibi, küresel güç- lerin ve işbirlikçilerinin dayattõğõ sonucu kabul- lenmenin ötesinde bir seçeneğin olmadõğõ bir ev- ren kurulmaya çalõşõlõyor. Güvenlik adõna öz- gürlüklerden, yeni kimlik adõna önceki kimliği- nizden, yaratõlan sonuçlarõ konuşmanõz dayatõl- dõkça özgün fikir üretiminden kendiliğinizden ka- çar oluyorsunuz. “Toplu itibarsızlaştırma ha- rekâtı”na dönüşen suçlamalar zincirinde, saygõn kişi ve kurumlara yönelik haksõz saldõrõlara kar- şõ toplu tepki veremedikçe, yalnõzlõk duygusu ile edilgenleştiriliyorsunuz. Her biri yalnõz olmadõğõnõn farkõnda olan ancak bir araya gelmesinin önündeki barikatlarõn yõğõ- nõ ile yalnõzlõk hissine itilerek sindirilmeye çalõ- şõlan bir çoğunluk var. Türkiye, 20. yüzyõlõn başlangõcõnda Kurtuluş Sa- vaşõ sonrasõnda oluşturulan değerleri içselleşti- rememiş, hatta karşõ olan AKP zihniyetine, 21. yüzyõlõn başlangõcõnda iktidar yolunu açarak, demokrasi sõnavõna yeterince hazõrlõklõ olmadan girişmesinin bedelini ödemektedir. Demokrasiye inanmõşlõk ve bu kavrama yüklenen olumlu anlam, marjinal olanõ iktidar yapmaya yetmiştir. Marji- nalin marjinalleştirme çabasõ ile iktidarda kalma mücadelesine bakõnca; rejim karşõtõ görüşlerin, de- mokrasinin tüm kurum ve kurallarõ ile işletilebi- leceği sağlam bir zemin oluşturulmadan iktidara taşõnarak yumuşatõlamayacağõnõn acõ bir öğreti- si olmuştur yaşadõklarõmõz. Gözetleme, dinleme, sorgulama, baskõlama, tutuklama, delilsiz suçlama, medya marifeti ile yar- İki Bin Dokuz; Hepimiz Gözetleniyoruz!.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi Günümüzde “korku”nun yaşamõn bir parçasõ haline getirilmesi sürecini içgüdüsel bir alõşkanlõğa dönüştürmeden reddetmek için pek çok nedenimiz var. gõlama, hukuk ihlalleri, sokak çatõşmalarõ, kimlik tartõşmalarõ, komplo se- naryolarõ, katlanan iş- sizlik ve yoksulluk, tõr- manan yolsuzluklar, bö- lücü terör ve teröre kur- ban giden canlarõmõz, in- tiharlar, suikast suçla- malarõ, 2009’la geride kalmõş olacak mõ? Türkiye’nin bu hale getirilmesi kimlerin ma- rifeti? 2010 Türkiyesi’ne umutla bakabiliyor mu- sunuz? En büyük des- tekçisi ABD’de “İslam- cı bir hükümetin de- mokratik ilkelere bağ- lılığı sallantıda gözü- küyor” ifadesi ile iç mu- halefeti susturma uy- gulamalarõndan vazgeç- mesi telkin edilerek, ga- zete başyazõsõnõn eleşti- ri konusu olurken; AKP ile Türkiye’nin demo- kratikleşeceğine hâlâ ina- nõyor musunuz? Ne olduğunu tam bil- mediğimiz biçimsellikle yer verdiğimiz demok- rasi, birilerinin kendi is- tedikleri biçime dönüş- türdükleri başka bir şey olarak geri dönerken; Batõ’dan yükselen sesle- re bakõnca, AKP’nin uy- gulamalarõnõn demokra- si anlayõşõ ve hukuk dõ- şõna taşan kõsmõ bugün artõk yalnõz Türkiye’nin değil, Batõlõ ülkelerin de sorunu. Günümüzde “kor- ku”nun yaşamõn bir par- çasõ haline getirilmesi sürecini içgüdüsel bir alõşkanlõğa dönüştürme- den reddetmek için pek çok nedenimiz var. De- mokrasinin ne olduğu konusu giderek muğ- laklaştırılsa bile, insanı aşağılayan totaliter uy- gulamaları reddedecek, insanı öne alan birikimi var dünyanın. Türki- ye’de AKP’ye iktidar yolunu açacak kadar bir özgürlük anlayõşõ birik- mişse, bu birikim, öz- gürlükleri hedef alan an- layõşõ kovabilecek, tüm baskõlara karşõn baskõ- cõlarõ üzerinden atabile- cek güçtedir demektir. Bu gerçeği hepimiz ama önce baskõ yolu ile öz- gürlükleri askõya alarak yerlerini sağlamlaştõrma hesabõ yapanlar dikkate almalõ. (*)George Orwell; BİN DOKUZ YÜZ SEK- SEN DÖRT, Can Ya- yõnlarõ, 16. Basõm, Mayõs 2007, İstanbul. “Sol Türkiye’de neden birleşmeli? Birleşmenin mantığı önce bir yaşam yasasına dayanıyor: Sol birleşmezse yok olacak...” Sol şimdi yok mu? ‘Var’ diyebilir misiniz? Nerde? Hangi yanda, hangi köşede, hangi çıkmazda, hangi karanlıkta, hangi kavgada? Ara da bul, bulabilirsen!.. İlhan Selçuk’un yıllar önceki yazısını okuyorum. “Türkiye’de Solun Birleşme Sorunu” ‘İskele Sancak’ kitabından... Geldik 2010 yılına... İlhan’ın yazısından bu yana nice zaman geçti. Bir değişme, bir uyarma, bir aydınlanma, bir yüreklendirme var mı? Meydan ‘sağ’ın elinde.. sağın hem de en koyusu, din sömürücüsü, halk soyguncusu, insanlık dışı, bağnaz, geri, ilkel, belirli çevrelerin, güç kaynaklarının elinde... Sol ise haritadan silinmiş... Niye sol gerekli? İlhan Selçuk şöyle açıklıyor: “Çünkü Türkiye’de sol, demokrasiyi kurmak ve faşizmi engellemek için birleşmek zorundadır. Laiklik düşmanlarına karşı durabilmek için birleşmek zorundadır. Şeriat tehlikesine karşı birleşmek zorundadır. Emeğin hakkını koruyabilmek için birleşmek zorundadır... Avrupa’da ne şeriat tehlikesi var, ne 12 Eylül’ün ’83 Rejimi geçerlidir, ne demokrasiyi kurma davası gündemdedir, ne de Batı’da emeğin hakkı Türkiye’deki gibi ayaklar altında çiğnenmektedir. Avrupa’da sol, bölünse ne yazar, birleşse ne yazar.. Batı’da sol ha muhalefette olmuş, ha iktidarda.. Türkiye’de ise solun birleşme sorunu iki sözcük: ‘Olmak ya da olmamak’...” Bugün ‘sol’ denebilecek partiler yok mu? Var! Hem de kaç tane! Seçimlere de giriyorlar. Yüzde birlerde ikilerde oy topluyorlar! Hiçbir etkileri yok, hiçbir gerçek yandaşları, savunucuları, destekçileri.. Onlar da yok. Olanlar da parça parça, birbirlerine karşı, hatta düşman... Ya eski solcular nerde? Sermayenin elinde!. Bir bir saysak mı yetmişlerin, seksenlerin ünlü Marksçılarını, Maocularını, Lenincilerini? Hepsi ‘liberal’ ‘demokrat’ maskesi altında güzel yaşam yolunda... Bu ülkede ‘sol’ diye tanımlanacak bir parti, bir birlik, bir güç olmaması kimin işine yarıyor? İlhan, bunu da, şu açıklamayla dile getirmiş nice yıllar önce: “Solda parçalanma demokrasiye karşıt olanlara yarıyor. Solda parçalanma laiklik düşmanlarına yarıyor. Solda parçalanma bölücülere yarıyor. Solda parçalanma sermayeciye yarıyor...” Bu gerçeği bilmek o kadar zor mu? Belirli bir öğretimden geçen her insan ülkesinin gelişmesini, zenginleşmesini, insanlarının kölelikten kurtulup özgür bir yurttaş olmasını, bilinç ışığının tüm toplumu aydınlatmasını ister... Ama korku mu, ürkeklik mi, baskı mı, ezilmişlik mi, suskunluk mudur toplumun uyanışını önleyen? İlhan Selçuk ‘İskele-Sancak’ kitabında, “Türkiye 1923’ten geriye doğru yürüyerek yüzyıla giremez, üçüncü binyıla ulaşamaz, ancak ortaçağa doğru sürüklenir” diyor. Sürüklenerek değil, itile kakıla ortaçağın içine gömülüyoruz! Bu gidişle ortaçağdan da daha gerilere gideceğiz... İlhan’ın yıllar önce dediği gibi sorun, “olmak ya da olmamak”... Sevgili İlhan, evine dönmüş. Çok sevindim, onu hastanede yatağında görmek içimden gelmemişti. Şimdi evinde görüşmek benim için bir mutluluk olacak. Yakında, yazılarına da başlayacağını umutla bekliyoruz, gözlerinden öpüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle