21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Tıkır Tıkır İşlemek “Acaba hangi kentimiz, kü- resel sömürgeciliğin kültür ve çevre düşmanı saldırılarına karşı direnişin bizdeki öncüsü olacak?” İtalya’dan dünyaya yayõlan “Yavaş Şehir” (Citta Slow) ha- reketi için sürdürdüğümüz bu merakõmõza; “Seferihisar”, ya- nõtõnõ alõnca hem sevindim, hem düşündüm; “Gerçekten başa- rılabilir mi? Otomobil sevda- sından, fast-food alışkanlığın- dan, AVM çılgınlığından, sü- permarket düşkünlüğünden, çok yıldızlı otel saplantısın- dan… vazgeçebilir mi?” Nice belediye başkanõ biliyo- rum ki en sõkõşõk kent merkez- lerini bile otomobile yasaklaya- madõ... Nicesini tanõyorum ki yabancõ markalõ ‘hızlı yemek’ lo- kantalarõnõn çoğalmasõnõ, “mo- dern”lik adõna destekliyor... Ni- ce “halkçı”lar, kent halkõnõ tü- ketim tekellerine tutsak eden AVM’leri çoğaltmayõ “çağdaş- lık” sanõyor… Nice “muhafa- za”kârlar da asõl muhafaza et- meleri gereken geleneksel çarşõ ve pazarlarõmõzõn baş düşmanõ süpermarket zincirleriyle övü- nebiliyorlar… Hele şu “paketlenmiş turist- ler”in 24 saat kapatõldõklarõ “her şey dâhil” kamplarõna ne de- meli? Kente ve kentlilere beş ku- ruş hayrõ olmayan bu soygunu, “gelişme” kabul edebilen baş- kanlarõmõz bile var... İşte böylesi insan onuruna ay- kõrõ bir “kalkınma(!)” sürecinin dolu dizgin desteklendiği; hatta açõkça “dayatıldığı” bir dö- nemde, “Bütün bunlarda artık ben yokum” diyebilen Seferi- hisar, gerçekten başarabilecek mi? “Kaygı”mõ ilk gideren, Bele- diye Başkanõ Tunç Soyer’in gözlerindeki “sevinç” ve “ka- rarlılık”tõ... “129. Yavaş Şehir biz olduk” derken, sesindeki heyecan ve gurur “başara- cak”larõnõn da kanõtõydõ. Bu kanõtõn “güvence”si ise İtalya’daki “üyeliğe kabul” tö- reninden dönüşlerinde halkõn sergilediği sevinç gösterileri... Tanõtõmda izlediğimiz “karşıla- ma” görüntülerini; uzun araç konvoylarõyla kente giren Başkan ve ekibini kucaklayan, öpen, sarmalayan Seferihisarlõlarõn coş- kularõnõ, umutlarõnõ, gözyaşlarõ- nõ keşke görebilseydiniz... Ancak Türkiye, Habur’daki karşõla- mayla meşguldü; Seferihisar’daki “izdaham” ne ekranlarda, ne de gazete sayfalarõnda yer bulabilmişti... Oysa bu insanlar da “yö- resel kültürleri”yle yaşa- mayõ kutluyor; “yabancı- laşma”ya karşõ en insani di- renişin bayramõnõ yapõyor; kimlikli ve esenlikli bir ge- lecek için en “demokratik” haklarõ olan “öz değer- ler”ini koruma ve geliştirme yü- rüyüşünü başlatõyorlardõ... Medya ise “tüm hızı”yla li- derlerin polemikleri peşindeydi... Roma yakõnlarõndaki Yavaş Şehir’lerin öncüsü Orvieto’nun Belediye Başkanõ Cimicchi di- yor ki; “... artık McDo- nald’slara yüz vermemeli”… Yavaş Şehir olunabilmesi için Seferihisar’õn da imzaladõğõ 50’den fazla “taahhüt” arasõn- da ise şunlar yer alõyor: “Kent değerlerini ve çevreyi koru- mak”, “Toprağın işgalini değil, kullanımını geliştirmek”, “Ge- netiğiyle oynanmamış yöresel besinleri yeğlemek”, “Kültür ve gelenekleri koruyarak yer- li üretimi özendirmek”, “Tu- ristleri otellerde değil evlerde ağırlamak...” Başarõlar Seferihisar... Darõsõ yeni yavaş şehirlerimizin başõna... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Yaşasõn Seferihisar... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] 23 ARALIK 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Recep, yine Suriye’de. Nasıl olsa vize kalktı! Çapraz Suat Özbilgi: “Mehmetçiğe çapraz ateş, yurtsever aydınlara çapraz sorgu; işte Türkiye bu!” Fors Aydın Türkaydın: “Başı bağlı baş bayan Hayrunnisa, Çankaya’da eşyalar, halılar, tablolar derken forsu da değiştirmiş. Hem de Gül’e oynaya!” Yusuf Attila Aşut: “Hukuku dolanarak çözüm arayan YÖK’çü Yusuf’un B Planı belli oldu: Düz liseleri imam hatipleştirmek!” YağmurDeniz CHP’ye iktidar yolu açıldı! HÜKÜMETİN haline bakıp ana muhalefet lideri Deniz Baykal’a iktidara en kısa yoldan gitme tarifleri veriyor Kaya Çetin: “Her şeyden önce hızla varsıllaşmalı ve kısa zamanda kaynağını açıklayamayacağı büyük bir servete sahip olmalı. Derhal ilk uçakla Washington’a gidip Barack Obama ile baş başa görüşmeli; ne görüşeceği önemli değil karşısında 10 dakika ayak ayak üstüne atmalı ve Oval Ofis’te fotoğraf çektirmeli. Bize anladığımız dille hitap etmeli. Örneğin vatandaş işsizlikten yakınıyorsa, ‘Provokasyon yapma lan şavalak. İşin vardı da ben mi elinden aldım; hadi uzan’ demeli. Vatandaş açlıktan yakınıyorsa, ‘Ahenk yapma lan çatlak zurna, fayrap et de ense tıraşını görelim’ demeli. Terörden yakınıyorsa, ‘Daha düne kadar aynı kabağa üflüyorduk; kaparoz fazla mı geldi dingil’ demeli. Zamlardan yakınıyorsa, ‘Sen enginara bi danış da ondan sonra cavcav et. Kafayı da fazla sallama torbayı düşüreceksin çalı zeybeği’ demeli. Vatandaş velev ki adaletsizlikten yakınıyorsa, ‘Defteri kebirden okutma bizi kokoz pilakisi, ne oldu şimdi, bitin mi kanlandı’ demeli. Bu arada vücut dilini de sonuna kadar kullanmalı. Deniz Baykal, bugünden itibaren bunları yapsın, ilk seçimlerde iktidar olmazsa dişimi kırayım.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” SOSYAL devletin olmazsa olmazı “sosyal güvenlik” ilkesine dikkati çekiyor Aysel Ergüney: “Sosyal güvenlik, sosyal devlet için ‘yük’ değil, ‘görev’dir. Sağlık; sosyal güvenlik kavramının en önemli alanıdır ve ticari değil, insanı esas alan anlayışla ele alınması, yönetilmesi gerekir. Devlet, asıl sorumluluk alanına giren bu konuyu özel sektörden hizmet satın alarak yönetmek isterse sonuç, sistemin iflası olur ki bugün Türkiye’de gelinen nokta budur. Sağlık sektörü birbirini tamamlayan; hasta, doktor ve hastane, eczaneden oluşan bir bütündür. Tanı, tedavi ve ilaç bu sektörde verilen hizmetlerin temel unsurlarıdır. Bu unsurlardan ilaç, uluslararası tekellerce üretildiğinden, sağlık sisteminin maliyet yapısı içinde en önemli paya sahip olanıdır. Buna özel sektörden satın alınan doktor ve hastane hizmetlerinin maliyetleri de eklendiğinde sistemin ağır bir maliyet yükü altına girmesi kaçınılmazdır. Böyle olunca; ilaç üretimi ile doktor- hastane hizmetlerinin kamu denetiminden uzaklaştığı ölçüde sosyal güvenlik- sağlık hizmetlerinin maliyetlerinin pahalılaşacağı rahatlıkla söylenebilir. İktidarın güya Sağlık Reformu adı altında sağlık hizmetlerini ticarileştirmesi üzerine açık daha da büyüyünce, sigortalı hastaların özel hastanelere ödedikleri katkı payı yüzde 30’dan yüzde 70’e çıkarıldı. Hastaların en büyük yardımcısı eczacılar halkla karşı karşıya getirildi. Şimdi de hükümet, eczanelerin kapısına kilit vurmak için fırsat kolluyor, gün sayıyor. Sosyal güvenlik sistemini pahalı yönetmek yolunu tercih ederek azınlığın çıkarlarına hizmet edenler, bunun faturasını halkın bir parçası olan eczacılara ödetmek istiyorlar. Biz yurttaşlar sağlık ve sosyal güvenlik kapsamında kazanılmış haklarımızı her geçen gün biraz daha kaybediyoruz. Kapitalist sistemin acımasızlığına karşı ancak yeterince bilinçli ve örgütlü hale gelerek mücadele edebiliriz. Bugün eczacılar, demiryolu çalışanları, TEKEL çalışanları, otoyol çalışanları gibi haklarımızı arayabileceğimiz sivil toplum örgütlerinde bir araya gelmeliyiz; yasal eylemlere girişmeliyiz. İşverenler bile isteklerini kendi örgütleri kanalı ile dile getirmiyorlar mı? Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği, 1973 yılında dönemin başbakanı Bülent Ecevit’i tam sayfa gazete ilanı ile sarsmamış mıydı?” İflas SESSİZ SEDASIZ (!) HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Bir süredir televizyon kanallarında bir reklam filmi dönüyor; ülkemizin “önde gelen” sanayicileri ekranda belirip Türkiye’nin makinelerinin tıkır tıkır çalıştığını söylüyorlar. Onlar “tıkır tıkır” sözcüklerinde anlatımını bulan makinelerinin “başarılı” işlemesiyle ekonomiye “can” veriyorlar. Söylediklerini şöyle de çevirebiliriz: Can verdikleri ekonomi tıkır tıkır çalışınca yürürlükteki sistem de tıkır tıkır çalışıyor, durum böyle olunca ülkede de her şey tıkırında gidiyor. Reklam, bize bir mesaj veriyor. Deniyor ki “Ey insanlar, bizim başarımız ülkenin başarısıdır; siz, siz olun, her şey tıkırında yürürken sakın tekerimize çomak sokmayın!” Yani “Susun!”, “Yazgınıza boyun eğin!”, “Sokaklara dökülmeyin, varsın tencerelerinizde aş yerine taş kaynasın!” Bunu demek istiyorlar. Söylediklerinden bunları çıkarmasam yazımın ilk tümcesinde tırnak içine aldığım “önde gelen” sözcükleri yerine “büyük” sözcüğünü kullanırdım. Değiller. İşçilerin örgütlenmesine, sendikacılığa karşı çıkan, işyerlerinde örgütlü emekçiye hoşgörü gösteremeyen, işçi haklarına yasakçı bakışla bakan anamalcılar/anaparacılar, bir başka deyişle kapitalistler “büyük” önadına layık olabilirler mi? Aralarında her ne kadar yaptıkları “hayırsever” hizmetlerle toplumdan aldığını topluma geri veriyor gibi görünenler de olsa tek başına bu, bırakın büyüklüğü, sınıfsal konumlarına uygun düşen “burjuva” sözcüğüyle tanımlanmaları için yeterli midir? Salt üretim araçlarının sahibi olmak bu tanımlamalar için yeterli değildir. Türkiye’nin anamalcıları/anaparacıları varsıldırlar, zengindirler, servet sahibidirler, fakat ne “büyük” ne de “burjuva”dırlar. Türkiye’de toplum, emek-sermaye çelişkisi temelinde hızla ayrışan, varsılın daha varsıllaştığı, yoksulunsa daha yoksullaştığı vahim bir süreç yaşamaktadır. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde sınıflar arası uçurum böylesine derinleşmemiştir. Bugün Türkiye’de milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşamaktadır. Öyle ki ülkenin en güvenilir devlet kurumlarından biri olması gereken Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) bile bu utanılacak gerçeği saklayabilmek için insan mantığının kabul etmesine olanak bulunmayan sayılar açıklamaktadır. Örneğin, TÜİK 2008/2009 verilerine göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırını 255 TL olarak açıklamıştır. Bir simit 0.75 TL’dir. Bir litrelik şişe suyun fiyatı da aynıdır. Buna göre 30 gün çeken bir ayda bir aile üyesi her öğün bir simit yese ve gün boyu iki şişe su içse harcayacağı para 90 simit için 67.50 TL, 60 şişe su içinse 60.00 TL, toplam 127.50 TL’dir. Dolayısıyla yalnızca simit ve su ile beslenen dört kişilik bir ailenin gereksinimi olan aylık gelir 510.00 TL’dir, yani devletin belirlediği açlık sınırının iki katı! Devleti yönetenlerin, bir devlet kurumu olan TÜİK’in yayımladığı bu sayılar karşısında yüzleri kızarmamaktadır, çünkü onlar var olan düzenin bekçileridirler ve bu düzen böyle sürsün diye oradadırlar. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’de nüfusun en varsıl yüzde 10’u gelirden yüzde 34.1 pay alırken, en yoksul yüzde 10’unun payı ise yüzde 2.0’dir. Ekonomi büyüdükçe bu makas da her yıl biraz daha açılıyor. Buna göre ünlü Forbes dergisinin yıllık değerlendirmelerinde dünyanın en zengin 500’ü arasına her seferinde Türkiye’den yeni dolar milyarderlerinin katılması da, çöplüklerde yiyecek arayan yoksul sayısının artması da olağandışı bir durum değildir. Resmi ağızlarca kişi başı yıllık gelirin 7.400 dolara yükseldiği söylenen ülkemizde 10 milyonun üzerinde yurttaşımız günde 2 dolarla yaşamını sürdürüyor. Türkiye Avrupa’da gelir dağılımının en çarpık olduğu ülke konumunda; bundan ne devlet, ne de kapitalistlerimiz rahatsızlık duyuyor. Devlet de, devletin koruyucu kanatları altındaki kapitalistler de bu düzen hep böyle sürsün istiyorlar. Bu nedenle emekçi örgütlenmelerine en ufak hoşgörüleri yok; dolayısıyla genel sendikalaşma oranının ücretlilerde yüzde 6 dolaylarına inmesi, bu oranın özel sektörde yüzde 3’lere kadar düşmesi rastlantı değildir. Kısacası, tıkır tıkır işleyen bu düzenin tekerine çomak sokmanın günü çoktan geldi, geçiyor. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Ermenistan’õn kendi dilindeki adõ. 2/ Akdeniz Bölge- si’nde bir akarsu... Kadõnlarõn omuzla- rõnõ örtmek için kul- landõklarõ geniş at- kõ. 3/ Eldiven ve giysi yapõmõnda kullanõlan bir tür yumuşak deri... Her yiyeceği canõ çe- ken. 4/ Bir tür ba- ğõmsõzlõğõ olan büyük il... İlkel bir silah. 5/ Sürüngen bir hayvan. 6/ Adõn durum eklerinden biri... Gemiler- de oda. 7/ Bir işi yaptõra- bilme gücü... Yaklaşõk 75- 90 cm’lik eski bir uzunluk ölçüsü. 8/ Gelin olacak kõ- za erkeğin verdiği para ya da armağan... Kuzu sesi. 9/ Bir mülkü başkasõna bõ- rakma... Kayõsõ, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Şarkõcõ. 2/ Biriyle eğlenme ve onu küçümseme... Ener- ji. 3/ Suni... “Pencereden --- geliyor/ Gurbet bana zor ge- liyor” (Türkü). 4/ Iğdõr’õn bir ilçesi... Bir nota. 5/ Suudi Arabistan’õn plaka imi... Bir ilimiz. 6/ Seyrek dokunmuş bir tür kumaş. 7/ “ --- derdiyle hoşem el çek ilacõmdan ta- bib” (Fuzuli)... Bir meyve. 8/ Türkiye’nin de üyesi oldu- ğu bir örgüt... İstanbul’un bir semti. 9/ Anadolu’nun gü- neybatõsõna antik dönemlerde verilen ad... Rütbesiz asker. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 T R O M B O N F R O D A R E A L O Z A L İ T P İ M E İ F A K A T P A B A N O Z E B R U C L S T A S P A Y E T K I R O O L E D İ Z E A Z A P 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 “lütfen sessiz... O artık “yavaş” ve mutlu...” 94’teki bir yazõmda “Yeni kente kaçmayın, asıl Adana olan tarihi Tepebağı’nızı yaşatın” demişim Adana için.. Bu serzenişimi anõmsa- tan gazeteci Seyit Ali Ak- gül’ün, “nihayet dileğiniz oluyor” diyerek kaleme aldõğõ son makalesi geçen hafta bu köşenin konuğuydu. Çuku- rova Bayram’daki yazõsõnda, Tepebağ’da başlatõlan “res- torasyon”lardan sevinçle söz ederek şunu söylüyordu: “Mektubunuz 15 yıl sonra adresine ulaştı...” (16 Aralõk 2009-Cumhuriyet) Adana temsilcimiz Çetin Yi- ğenoğlu, aziz kardeşimizi tra- fik kazasõnda yitirdiğimizi bil- dirdi. Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nden çalõşma arkadaşõ Ömer Üney’in deyimiyle “kente ve kentliye duyarlı, dik duruş sergileyen” Akgül’ün, ailesine, yakõnlarõna, tüm dost- larõna ve Adanalõlara başsağ- lõğõ diliyorum... Adana’ya başsağlõğõ... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle