23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 7 KASIM 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 7 Kasım GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Ekonomik Bunalımın Yükü Kaynağı yurtdışında bulunsa da son ekonomik bunalımın bize zararı oldukça yüksek olmuştur. Milli Gelirimiz, 2008’de yüzde 3.6, 2009’da yüzde 6.0 oranında küçülmüştür. 2009’da TL dolara karşı değer yitirdiği için, ABD Doları’yla ölçüldüğü zaman, Milli Gelir’deki azalma, yüzde 17-18 gibi çok yüksek düzeylerde hesaplanabilmektedir. Toplamda ve kişi başına değerlerle ilgili ilk tahminler böyledir. Buna ek olarak, vergi sistemimizdeki ve gelir dağılımındaki dengesizlikler nedeniyle bu gelir azalmasının, dar gelirlilerimiz üzerindeki etkisi daha da ağırdır. Gelir azalmasının, toplum içindeki etkileri, henüz belirli araştırmalarla ölçülmüş ve açıklanmış değildir; ama şimdiden bu tür bir tahmin yapmak ve gelecek için alınacak önlemleri, bu tahminlere göre yönlendirmek zorunluluğu vardır. Açıklanmış bulunan üç yıllık ekonomik programda, öngörülmüş bulunan bütçe açıklarının dolaylı vergi ve devletçe tespit edilen mal ve hizmet fiyatlarının artırılmasından azaltılacağı düşünülmüştür. Kamu kesimi gelirlerinin temel kaynakları bunlardan oluşmaktadır. Bununla birlikte, devlet ve yerel yönetim bütçelerinin bize göre çok yükseklerde ve vergi olanaklarımızın üzerinde bulunan giderlerinin büyük bölümü, yukarıda sözü edilen kaynaklardan karşılanınca, bu bunalımın asıl sorunlarından biri olan talep ve yatırım düşüklüğü sorunlarının çözümünde de güçlüklerle karşılaşılacağı bellidir. Arttırılan KDV ve ÖTV oranları, mal ve hizmetlerin satış fiyatları üzerine eklendiği için, mal ve hizmet talebini azaltma yönünde etkili olacak ve yatırımların maliyetlerini yükselttiği için de yatırım heveslerini azaltacaktır. Gelecek günlerde kamu kesiminde gider tasarrufu yollarının aranmasının yararlı olacağını sanıyoruz. Kamu kesimi giderlerinin fazla esnek olmaması, bu konuda olanakların sınırlı olduğunu gösterse de bu yolun daha fazla denenmesinin, bunalımdan çıkışı kolaylaştıracağını sanıyoruz. 2010 yılında, bu nedenlerle, bunalımdan çıkışı kolaylaştırmak açısından devlet maliyesi politikalarından fazla bir şey beklenmemelidir. Açıklandığı biçimde uygulandığı takdirde, özellikleri belli olmuş bulunan bu maliye politikasının, devlet yatırımlarının arttırılmasını, vergi ve faiz yüklerinin hafifletilerek özel kesim yatırımlarının da özendirilmesini gerektiren uygulamaları ve bunalımdan çıkışı zorlaştırması beklenmelidir. Yine aynı nedenle, 2010 yılında, bunalımdan çıkışı kolaylaştırma açısından Merkez Bankası ve ekonomimizi yönetenlerce uygulanacak para politikası önlemlerinden daha çok olumlu katkı beklemek zorunluluğu vardır. Yapılan açıklamalara göre Merkez Bankası, uygulanan maliye politikasının özellikleri nedeniyle, gelecek yılda enflasyonu kontrol etmenin kolay olmayacağını düşünmekte ve para politikasında “daraltıcı” yönde davranılacağının işaretlerini vermektedir. Bu açıklamalara göre içinde bulunduğumuz günlerde, yıllık enflasyon oranları, eski yıllardakilere göre oldukça düşük düzeylerde (yüzde 5 gibi) gitmektedir. Ancak beklendiği gibi yıl sonuna doğru işler açıldığı zaman başlayabilecek yüksek kredi talebi, Merkez Bankası’nın finansal pazara para pompalaması konusunda baskılar yaratabilecektir. Böyle baskılar, enflasyon hedefinin aksi uygulamalar ve mal ve hizmet fiyatlarının, enflasyonun ve faizlerin yükselmesi yönünde etkiler yaratabilecektir. Merkez Bankası açıklamaları, gelecekte TL değerinin yüksekte tutulmaya çalışılacağını da göstermektedir. Açıklamalara göre TL’nin yüksek değerli (döviz fiyatlarının düşük) tutulması yolu, enflasyonu dizginleme hedefine daha iyi hizmet edebileceği için uygulanmaktadır. Oysa aynı uygulama dışsatımı kısıtlayacak, dışalımları hızlandıracak ve ekonominin öteki hedeflerine ulaşmayı zorlaştıracaktır. Uygulanmakta olan politikalar arasındaki çelişkilerin giderilmesi gelecek günlerde daha çok tartışılmalı ve para politikası ile maliye politikası gibi politikaların kendi içindeki çelişkiler giderilmeye çalışılmalıdır. maysan@cumhuriyet.com.tr İmam ile cemaati Bakanlar Kurulu’nda söylemiyor, çağırıp makamında uyarmıyor da, grupta gözünün içine baka baka, herkesin ortasında neredeyse azarlıyor. Domuz gribi aşısı nedeniyle Başbakan’dan uluorta fırça yiyen Sağlık Bakanı, hiçbir şey olmamış gibi koltuğunda oturmaya devam ediyor. Kişisel onurmuş, devlet ciddiyetiymiş filan, unutun onları... Cemaat bağlantısı böyle bir olgu işte! Gedik Uzmanlarına danıştık. Söyledikleri basit: “Dünyadaki her ordunun kendi iç istihbarat örgütü vardır. Bu örgüt, memleket içindeki ve dışındaki -siyasi gelişmeler dahil- edindiği bilgileri, sürdürdüğü izlemeleri, yaptığı belirlemeleri ve analizleri, komuta kademesine iletmekle yükümlüdür. Aldığı bu bilgiler ışığında nasıl davranacağını belirlemek ve bu konuda bir karara varmak da komuta kademesinin yetki alanındadır. Adı üstünde ‘askeri istihbarat’ gizli çalışır. Eğer, bu gizlilik gedik verdiyse, burada hem içerden, hem de dışarıdan destekli bir ‘operasyon’ olduğu kesindir.” O operasyonu da, yalnızca “ihbarcı subay”ın yarattığı bir “bit yeniği” olarak algılamamak gerekiyor. Daha kapsamlı ve örgütlü bir olay çünkü... Okurdan özür Kanal 24 televizyonu yapımcıları, Ahmet Ta- ner Kışlalı’nın ölüm yıl- dönümü öncesinde “nes- nel bir belgesel” yapa- cakları savıyla bizim de görüşümüze başvurmuş- tu. Geçen hafta sonunda belgesel yayımlandı. İzle- dik ve gördük ki, Prof. Dr. Fikret Başkaya dı- şında belgesel için ko- nuşturulanlar, hani nere- deyse “figüran” olmuşlar. Kışlalı dosyasından ne kadar bilgi sahibi olduğu- nu anlayamadığımız Fik- ret Başkaya’nın belgesel- deki kolaycı, kanıtı olma- yan, havada kalan yoru- muna bakılırsa, suikastı “Ergenekon” örgütü ger- çekleştirmiş! Belgeselin gelip dayandığı nokta bu! Oysa biz “Ahmet Taner Kışlalı suikastında tetik çe- kenler yakalanmış ve hü- küm giymişlerdir. Ancak, onları kimin kullandığını çözümleyemeyen öldürü- mün arkasında Türkiye üzerinde çıkarları olan güçler yatmaktadır” yo- rumunu yapmıştık. Bel- geselde bu yorumun ya- rısını kullanmışlar, sonu- cunu hiç dikkate alma- mışlar. Böylelikle biz de, Fikret Başkaya’nın de- ğerlendirmesine “dolgu malzemesi” olmuşuz. Gazeteciliği propa- ganda aracına dönüş- türenlere alet olduğu- muz için okurlarımızdan özür dileriz... Toplum öylesine ayrıştı ki, kendi saf tuttuğu yerden başını kaldıramaz, ta- raftarlık duygusu nedeniyle sorgula- yamaz, farklı bir bakış açısı yakala- yamaz ve böylece yalın gerçekleri gö- remez oldu. Geçtiğimiz pazartesi günü bu kö- şede yayımlanan “TSK’nin Yeni Ro- tası” başlıklı yazıya aldığımız kimi tepkiler, bu ortamın yarattığı duygu- sallığı yansıtıyordu. “TSK’nin Yeni Rotası” başlıklı yazı- mızda, Silivri’deki davanın savcısının elinde bulunan ve şimdiye değin ya- lanlanmamış bir belgeden, eski Ge- nelkurmay Harekât Başkanı Korge- neral Nusret Taşdeler’in Eylül 2007’de hazırladığı rapordan söz et- miştik. Raporda, Türkiye’deki “İslami demokrasi” bağlamında kazanılmış olan ivmeyi geri çevirmenin zorluğu- na değiniliyor, “ılımlı İslam” veya “de- mokratik İslam” olarak nitelendirilen yeni devlet düzeni içinde, TSK’nin ken- disine nasıl bir yer bulabileceği ve bu- rada nasıl barınabileceği üzerinde duruluyordu. Raporda ayrıca, “Türki- ye’deki güvenlik, siyaset, ekonomi ve sosyal hayatla ilgili gelişmelerde AB ve ABD’nin önemli rol oynadığına, her iki- si ile de duygusallıktan uzak, gerçek- çi ve birebir bir diyalog kurulmasına ih- tiyaç bulunduğuna” vurgu yapılmak- taydı. Raporda yer alan tüm bu sapta- malardan yola çıkarak demiştik ki: “TSK -kimilerine göre makas de- ğiştirme olarak kabul edilse de- rota- sını belirlemiştir ve bu rota, AKP, AB ve ABD ile çatışmamayı, hatta uyuş- mayı öngörmektedir.” Vay sen misin bunu diyen... Kimi- lerine göre, biz de TSK karşıtı cepheye geçmiştik ve yürütülen operasyona dahil olmuştuk. Hayır, olay öyle değil. Elde bir bel- ge var ve yalanlanmamış. Belgede yer alan saptamalar da, TSK’nin Temmuz 2007 seçimlerinden ve Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten hemen sonra kendisine yeni bir rota çizdiği- ni gösteriyor. Kamuoyuna bu gelişmeyi tüm çıp- laklığı ile aktarmak bir gazetecinin mesleksel sorumluluğu gereğidir. Biz o görevi yerine getirdik ve içimiz ra- hat. Kaldı ki, “Yok, TSK yeni bir rota çiz- medi” diye bir açıklama yapacak olan biri varsa, o da TSK’nin kendisidir. Taraftarlık duygusu GDO’ya Hayır SADIK ÇELİK Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılmasıyla elde edilen yeni, farklı canlı organizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.” kısaca “GDO” adı veriliyor. Genetik oynamalar mısır, pamuk, kanola, soya gibi özellikle birçok gıdada katkı maddesi ve girdi olarak kullanılan genel olarak katma değeri yüksek ürünler üzerinde yapılmaktadır. Böylelikle başta mısır nişastasının, mısır şurubunun kullanıldığı tatlılarla, pudinglerle, hazır çorbalarla, çikolatalarla, gofretlerle, bisküvilerle, gazlı gazsız içeceklerle vb. hazır paketlenmiş endüstriyel ürünlerle ya da doğrudan soya katkısıyla hazırlanmış hazır köfte, sucuk, sosis ve bunlar gibi yüzlerce ürünle, bu maddeleri market tezgâhından ya satın alabilirsiniz ya da bunlar büfede, lokantada, yemekhanede size sunulabilir. Dolaylı yoldan ise; mısır, soya, pamuk ve benzeri GDO’lu ürünlerden elde edilen, hayvanlara yedirilen yemlerle GDO’lu ürünler sütten yoğurda, etten tüm bu ürünlerin mamullerine kadar her yiyecek ve içecekle irademizin dışında da beslenmemizin içerisindedirler. GDO’lar sağlığımız, biyolojik çeşitliliğimiz üzerinde tehdit oluşturmakla kalmıyor, GDO’lu tohum üreten ABD’li, Arjantinli, Brezilyalı tekeller tohumları patentleyerek insanlığın ortak değeri olan tohumların kendilerinin dışında hiç kimsenin mülkiyetinde olmasını istemiyorlar, çiftçilerin tohum ayırma hakkını da elinden alıyorlar. Ülkemizin biyolojik çeşitliliği, tarımsal üretimdeki zenginliği, bu alandaki potansiyeli ve gen kaynakları düşünüldüğünde Türkiye’nin bunlara ihtiyacı olmadığı açıktır. Verim artışı, tarım zararlılarına karşı dayanıklılık ve bunun gibi gerekçeler bitkiler üzerindeki genetik oynamalarla; canlı sağlığı, biyolojik çeşitlilik, ekolojik dengenin bozulması, ekonomik bağımlılık, canlıların yaşam hakkının ellerinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı oluşturulmasını haklı gösteremez. Meseleye elbette tek taraflı bakmamalıyız. Bilime sonuna kadar saygılıyız ancak bilimin görevi belirsizlikleri de ortadan kaldırmaktır. Bilim, bilim adamları da tekellerin, şirketlerin değil bilimin ve insanlığın hizmetinde olmalıdırlar. Bunun için de devletler üniversitelerini, bilim adamlarını tekellere, şirketlere muhtaç etmemelidirler. Üretimi ve ithalatı yasak olmasına rağmen çeşitli yollardan GDO’lu ürünler ülkemize yaklaşık son on yıldan beri girmektedir. Gördüğümüz kadarıyla mevcut durumun ara bir çözümle yasallığa kavuşturulma ihtiyacıyla 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimi”ne dair yönetmelik çıkarılmıştır. Bizim bu konudaki korkumuz, GDO’lu ürünlerin tıp bilim adamlarının belirttiği gibi kanser, alerji, antibiyotiğe dayanıklılık, bebeklerde cinsiyet sorunları gibi korkunç sonuçlara yol açmasıdır. Biyogüvenlik yasası çıkarılmadan GDO yönetmeliği çıkarılarak Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı işe tersinden girmiştir. Yapılması gereken ise önce konunun kamuoyunda ve TBMM’de enine boyuna tartışılarak, AB uyum yasalarına, mevzuatına ve ülkemiz çıkar ve menfaatlerine uygun olarak bir yasanın çıkarılması, ardından da yönetmeliklerin yayınlanmasıyla bu alandaki boşluğun doldurulması olmalıydı. Bakanlığın çıkardığı bu yönetmeliğin kendi kendisi ile çeliştiğini bu konuda uzman kurum ve kuruluşlar dile getirmektedir. Örneğin yönetmelikte yalnızca bebek gıdalarında GDO’lu ürün kullanılmayacağı yazıyor, peki bu durumda hamile kadınların ya da emziren annelerin durumu ne olacak? Bir başka çelişki ise bu yönetmelikle ürünlerin üzerinde “GDO’suzdur” ifadesinin kullanılması yasaklanıyor, yani halkımız satın aldıkları ürünlerin GDO’lu mu GDO’suz mu olduğunu ayırt edemeyecek, bu uygulamayla halkımızın en doğal bilgi edinme hakkı elinden alınmış olmayacak mı? GDO’ların insan sağlığına, doğaya, tarıma vereceği zararlar açıkça bilinmekteyken mesele yönetmeliklerle geçiştirilemeyecek kadar ciddi ve hayatidir. Siyasetçiler ise bu konudaki sorumluluklarını bürokrasiye yüklemeden, bilimden sonuna kadar yararlanarak ülke menfaatlerini korumalıdırlar. sadikcelik@keyveni.com.tr Adalet tepelenirken 12 Eylül’de “Atatürk, Atatürk” diye diye Atatürk tepelenmişti. Bugün de “demokrasi” ve de “adalet” diye diye diktatörlüğün birinci perdesi aralanıyor. Baksanıza, 15 yıldır Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nın çatısı altında onlarca demokratik kitle örgütünün gerçekleştirdiği “Adalet ve Demokrasi Haftası”nın hazırlık toplantısı polis olduklarını söyleyenlerce basılmış. Gelenler “Ne yapıyorsunuz burada? Ne diye adalet ve demokrasi konuşuyorsunuz?” demeye getirmiş. Demokratik örgütler ne yapsalardı yani? Son günlerde sıkça izlediğimiz siyasi “aç- aç”lardan mı düzenleselerdi? (Bilgi notu: Aç-aç; askerler için kışlalarda düzenlenen moral gecelerinde, orasını burasını açan dansöz kumpanyasına verilen genel addır.) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Ufak doğranmõş sebzelerin kuşbaşõ et ya da kõymayla pişirilmesiyle ya- põlan yemek. 2/ Hisse, pay... Anka- ra’nõn bir ilçesi. 3/ İzmir’in Menderes ilçesinin eski adõ. 4/ Karaman’õn bir ilçesi. 5/ Eski dilde bulut... Bir renk... Suudi Arabistan’õn plaka imi. 6/ Bir nota... Atõlgan, gözü pek. 7/ Os- manlõ devletinde iki alay- dan oluşan askeri birlik... Büyük erkek kardeş. 8/ Kumaşla astar arasõna konularak giysinin dik durmasõnõ sağlayan kola- lõ bez... Dolaylõ olarak anlatma. 9/ Her şeyin ekonomik nedenlerle be- lirlendiği ve işçi sõnõfõ sa- vaşõmõnõn yalnõzca ekonomik bir savaşõm olduğunu ileri süren düşünce akõmõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Rendelenmiş kabakla yapõlan bir tür köfte... Bir cetvel türü. 2/ Yüce, yüksek... Antalya’nõn Serik ilçesine bağlõ turistik bir belde. 3/ Eşek, katõr gibi hayvanlarõn sõrtõna konulan oturmalõk... Uluslararasõ Çalõşma Örgütü’nün simgesi. 4/ Eskiden harman ürünlerinden onda bir ora- nõnda alõnan vergi... Moğollarda vergi toplamakla görev- li devlet memuru. 5/ Asma kütüğü. 6/ Bağlama işlemle- rinde kullanõlan ağaç çivi... İşaret. 7/ Osmanlõ devletinde taşradaki nüfuzlu ailelere verilen unvan... Bir iskambil oyunu. 8/ Osmanlõlarda gece bekçisi... Çõplak toprak. 9/ İlhan Berk’in bir şiir kitabõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K U Ş G Ö M Ü U İ F A T O N O Z P O R T A L S U P L A N O L İ N A B A A Z A R O T U Z L İ F A R A M İ S S Ü D A N A O M M A N R A F İ N E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle