22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 30 KASIM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL GDO’larõn ‘Kara Kutusu’ GDO (genetiği değiştirilmiş organizma), insanõn ve in- sanlõğõn geleceğini yakõndan ilgilendiren önemli bir konudur. GDO konusunun çok kapsamlõ ve çok karmaşõk bir konu olduğu, değişik görüşlere sahip bilim insanlarõnõn açõkla- malarõndan anlaşõlmaktadõr. Ancak görsel ve yazõlõ medya- da gördüğümüz ve okuduğumuz kadarõyla, bu konu salt “ye- diğimiz, içtiğimiz gıdalara” odaklandõrõldõ. Oysaki bilimsel açõklamalardan gen ve genetik değişimi- nin, günümüzdeki bütün organizmalarõ kapsadõğõ anlaşõl- maktadõr... Başvuru kaynaklarõ organizmayõ şöyle tanõmla- maktadõr: “Canlı ya da organizma: İşlevlerini yaşama olanakla- rını tümüyle sürdüren basit yapılı moleküllerin veya kar- maşık sistemlerin bir araya gelmesiyle oluşan varlıklar için kullanılan bir kavramdır. (…) Evrende birçok can- lı vardır ve bilim insanlarının bunların her birini tek tek incelemesi mümkün değildir. Bu yüzden, canlılar sınıflara ayrılırlar. Canlıların belirli özellikleri göz önüne alınarak yapılan gruplandırmaya, sınıflandırma veya biyosiste- matik denir.” (Kaynak: Vikipedi) Bu tanõma göre, bitkilerin, hayvanlarõn ve insanoğlunun da bir “organizma” olduğu anlaşõlmaktadõr. Ancak yazõlõ ve görsel medyada konunun, bugün bir mil- yara ulaşan insanõ yakõndan ilgilendiren açlõk sorununa çö- züm getirmek için GDO’larõn gündeme geldiği vurgulan- maktadõr. Verimlerini arttõrmak için genleriyle oynanan ürünlerin, insan vücudunda özümsendikten sonra, gerek o in- sana, gerekse o insandan üreyen kuşaklara da neler aktara- cağõ bilinmemektedir. Sayõn Orhan Bursalı’nõn yönetmenliğinde, 23 yõldõr ya- yõmõnõ kesintisiz başarõyla ve “kalitesinden ödün vermeden sürdüren”, değerli bilim insanlarõmõzõn görüşlerinin yer al- dõğõ, “Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi”nin, 20 Kasõm 2009 günlü 1183. sayõsõnda, sayõn Yrd. Doç. Dr. Oğuz Öz- demir, GDO’larõn yalnõzca “gıda sektöründeki ürünleri” değil, bu ürünler dõşõnda, insanõ da kapsayan başka canlõla- rõ da etkileyip etkilemeyeceği konusundaki aydõnlatõcõ bilgileri de okurlarõna açõk, anlaşõlõr bilimsel bir anlatõmla “GDO’la- ra Eleştirel Bakış” yazõsõnda aktarmõştõr. “(…) GDO’lar kamuoyu tartışmalarına başta gıda ve tohum şeklinde girdi. Oysa, GDO’lar sadece gıda ve to- hum demek değil. Biyoteknoloji uygulamalarıyla gelişti- rilen GDO’lar gıda üretiminin yanında, sağlık sektöründen endüstri sektörüne kadar oldukça geniş bir yelpazede kul- lanılmakta. Dolayısıyla, GDO’ları gıda üretimiyle sınır- lı tutarak tartışırken diğer alanlardaki yararlarını ve ge- tirebileceği olası problemleri gözden kaçırmamak gere- kir. (…) Uzmanlar ve Tarım Bakanlığı’nın üst düzey yetkilile- rinin açıklamalarına göre Türkiye’nin, tarımsal potan- siyelini etkili şekilde değerlendirirse tarımsal amaçlı GDO’lara ihtiyacı bulunmadığını gösteriyor. GDO risklerinin değerlendirilmesi doğru yapılmıyor. (…) Oysa doğaya yönelik bir müdahalenin insan ve çev- re sağlığına yönelik etkilerinin öngörülebilen süre içinde tam olarak anlaşılabilmesinin mümkün olmayacağını ya- şanan deneyler gösteriyor. (…) GDO’ların çevresel et- kilerini kısa vadede tam olarak belirleyebilmek ve de- netlemek mümkün değil. (…) Bu nedenlerle, organizmaların içinde bulundukları çok yönlü etkileşim göz ardı edilerek biyolojik süreçleri belirli genlerin davranışlarıyla sınırlı tutan indirgemeci determinist anlayışın öne çıkarılması, insan ve toplum ha- yatını öngörülemeyecek ve telafi edilemeyecek sürece so- kabilir. (…)” Evrende, GDO’lar zaman yolculuğunda “bir kara kutu” ile dolaşmaktadõr. Doğa bu “kara kutuyu” günü geldiğin- de açacaktõr. Kara kutunun içinden ne çõkacağõ da ancak ku- tu “açıldığı zaman” belli olacaktõr. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY Beyaz Saray Ne Diyecek? ABD’deki gelişmeleri yakından izleyen ga- zeteci dostumuz Yılmaz Polat’a sorduk: “Aralık ayında gerçekleşmesi beklenen Obama-Erdoğan görüşmesi öncesi Beyaz Saray’da Türkiye’ye bakış ne?” İşte Polat’ın yanıtları: “New York Times gazetesinden sonra Washington Post gazetesinde Başbakan’ı eleştiren sert bir yazının yer alması, ziyare- tin Erdoğan açısından daha öncekiler gibi tatlı geçmeyeceğini gösteriyor. Washington’da yaşayanlar bu iki gazete- nin Beyaz Saray ve Kongre üzerindeki özel- likle de Demokratlar üzerindeki etkilerini iyi bilir. Washington Post’un,‘Sayın Erdoğan ve Partisi’ diye başlayan yazısının şu paragra- fı çok şey anlatıyor: ‘Bir zamanlar Washington’da birçok kişi tarafından dindar Müslümanların nasıl de- mokratik siyaseti uygulayabileceğinin bir modeli gibi görünüyordu. Bu imaj hızla ka- rarıyor. Tamamen yok olmaması için Sayın Erdoğan, Müslüman diktatörlerine itina göstermekten vazgeçmeli ve onların iç muhalefeti susturma uygulamalarını takip et- meye son vermeli.’ Bu satırları biraz daha açık tercüme etmek gerekirse ampul sönüyor, tamamen karar- maması için şunları ve şunları yapmalısın de- niyor. Bunu da kim söyleyecek? Obama... Amerikalılar, sert mesajlarını yumuşak bir diplomatik üslupla vermesini iyi bilir. Ayrıca, Obama eski bir senatör. Siyaset dilini de iyi konuşuyor. Oval Ofis’te Erdoğan’a kim re- fakat edecekse, Obama’nın basın hürriye- ti, Ergenekon ya da Kürt açılımıyla ilgili gö- rüşlerini nasıl ifade ettiğine dikkat etmeli. Sa- tır aralarını iyi okumalı. Obama’nın ülke içinde birinci gündem maddesi ekonomi, yani işsizlik. Dış politikada da Afganistan’a asker gönderme konusu var. Bu da önemli, ancak büyük bir aciliyeti yok, çünkü henüz tam bir strateji belirleyemedi- ler. Obama, NATO çerçevesinde Türki- ye’den asker talep edebilir. Türkiye, ABD politikaları için her zaman önemli bir ülke. Buna şüphe yok. Ancak, Obama’nın şu anda Türkiye’den acil olarak talep edebileceği bir şey yok. Başka bir de- yişle Başkan Bush dönemindeki gibi bir du- rumla karşı karşıya değiliz. İran ya da İsrail konularında istekleri olabilir, ama büyük bir aciliyet arz etmiyor. Erdoğan’ın Obama’nın desteğine ihtiya- cı var mı? Tabii ki var.” Yılmaz Polat’a bir soru daha: “Washington; Erdoğan ve ekibini, Bush ka- dar desteklemeye devam edecek mi?” Aldığımız karşılık tek tümce: “Ülkesinde kan kaybeden liderler Was- hington’da da kaybeder.” Hasan Cemal, kalpaklı Atatürk bayraklarından rahatsızmış: “Bir yanda gerilla kıyafetli çocuklar... Öte yanda pencerelerden sarkıtılan kalpaklı Atatürk bayrakları... Barış bunun neresinde? Kalpak ve gerilla! İkisi de savaşın simgeleri değil mi?” Biri emperyalizme karşı verilen bağımsızlığın simgesi, diğeri kullanılmışlığın, maşalığın... Atatürk’ün kalpağı ile Apo’nun “gerilla”sını aynı kefeye koyan Hasan Cemal’in bir bildiği vardır elbette. Ne de olsa kendisi, Alman yanlısı Enver Paşa’nın yakın arkadaşı, Fransız yanlısı Cemal Paşa’nın torunudur. Dedikodu Pankobirlik “En pa- halı şekeri yiyoruz, ka- çağa 100 milyon dolar ödüyoruz” dedikodu- larına karşı “Bu iddia- nın tekzibi pancar tar- lasındadır” diyerek hal- kı uyarıyor: “Bu iddianın za- manlamasının GDO’lu ürünlerin ülkeye girişi- nin tartışıldığı günlere denk gelmesi kadar, şeker fabrikaları özel- leştirmesinde ilk grup şeker fabrikaları için son teklif verme gü- nüne 5 gün kala orta- ya atılması ilginçti. On- dan daha ilginç olanı ise iddiayı ortaya ata- nın kimliğiydi. Pancar şekerinin rakibi olan, mısırdan nişasta bazlı şeker üretimi yapan ve yakın bir zamana kadar üretim tesisleri- ni birinci sınıf tarım arazisine kurmakla suçlanan bir firmanın yetkilisiydi bu.” Eğitim-Sen’in “anadilde eğitim” ey- lemleridir, KESK’teki gerileyişin dönüm noktası... Eğitim-Sen, bu süreçten sonra gi- derek erimeye başlamış, KESK’ten kopmalar bu noktadan sonra hızlan- mıştır. Canan ve Yıldırım Koç; özenle ha- zırladıkları KESK tarihi adlı kitapta, KESK’in kan yitirmesinin gerekçesini büyük ölçüde “Kürt milliyetçilerinin taleplerini öne çıkaran politikalara” bağlamışlar: “Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketi tarihinde ‘demokrasi’ talebi ön plandadır. KESK’in metinlerinde yer alan ‘özgürlük’ talebi ise akla Kürt mil- liyetçilerinin ‘özgür vatan’ talebini ge- tirmektedir. KESK’in kuruluşunda yapılan basın toplantısında yer alan ‘işveren devlet’ kavramı da ilginçtir. Bu formülasyon, Kürt milliyetçilerinin ve bazı sosyalist- komünistlerin karşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni genel kamu ça- lışanları kitlesinin de karşısına koy- maktadır.” Canan ve Yıldırım Koç, “Her ağacın kurdu kendi özünden olur” demişler KESK için. Çok doğrudur. KESK’i yönlendiren- ler, 12 Eylül sonrası zayıflayan işçi sen- dikaları karşısında taze ve güçlü bir emek hareketinin “etnikçilik” üzerinden yürümesinin yolunu açmış ve böylelikle “demokratikleşme” için var olan bir gi- zilgücü boşa harcamış, yeşeren fida- nı kof bir beden haline getirmişlerdir. Boşa harcanan PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Empati “Empati”, son zamanlarda sık kullanılan bir sözcük. En basit anlamıyla bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması anlamına geliyor. İlk bakışta kolay gibi gelse de empati kurmak oldukça zor bir eylem. Kendi kişisel deneyimlerimizi anımsayalım. Bir arkadaşımız, bir yakınımız ya da herhangi biri bize bir sorununu anlatır, dinleriz. Dinledikten sonra da çoğu kez o sorun üzerinde düşünecek yerde ona toplumun genel yargılarından yola çıkarak bir tepki veririz. Tepkimiz genellikle kişisel duygularımızı dillendirmeden toplumun çoğunluğunun benimseyip kullandığı “kalıp” anlatımları birbiri ardınca sıralamak biçiminde olur. Ya da karşımızdakinin sorunu üzerinde kafa yoracağımıza bu sorunu bir yana koyup kendimizi, “değerli”, “zengin” ve “öğretici” bulduğumuz deneyimlerimizi anlatmaya başlarız. Her iki yöntem de empati kavramıyla hiçbir ilgisi bulunmayan, dolayısıyla karşımızdakine hiçbir yarar sağlamayan kolaycı yaklaşımlardır. Ne var ki bu yaklaşımlarımız, karşımızdaki için “bir şeyler” yapmış olmak duygusu verdiği ölçüde bizi mutlu eder, rahatlatır.. Bir de üçüncü tip bir yaklaşım vardır ki bu en zor olanıdır; kendimizi karşımızdakinin yerine koyar ve içimizden, “Ben asla böyle bir sorunun öznesi olmazdım!” dememize karşın toplumun değer yargılarını ve kişisel düşüncelerimizi bir tarafa bırakarak onun gibi düşünmeye çaba gösteririz. Düşünürken kendi deneyimlerimizi değil, onun yaşadığı deneyimleri öğrenmeye çalışır, öne çıkarırız. Bu yaklaşım bizi bir sonuca götürür. Sorununa ilişkin bir çözüm önerisinde bulunamasak da, ona mutlaka hak vermesek de sorununu anlamaya çalışmamız, karşımızdakini rahatlatır. Böyle bakıldığında empati, her türlü uzlaşmanın, dayanışmanın, işbirliğinin sağlam zeminidir. Bu konu geçen haftaki bir günlük memur eylemine ilişkin televizyon görüntülerini izlerken geldi. Televizyon habercileri “grev mağduru” yurttaşlar arasında dolanıyorlar, görüş alıyorlardı. Yurttaş çoğunluğu “mağduriyetini” dile getiriyor, grevcilere ateş püskürüyordu. Onların gidecekleri yere birkaç saat gecikmeleri, okullarda dersliklerin bir gün öğretmensiz kalması, hastanelerde polikliniklere bir günlüğüne hasta kabul edilmemesi, tren seferlerinin durması, iki milyon kamu emekçisinin uzun yıllardır ilk kez ve bir günlüğüne demokratik haklarını kullanmalarından çok daha önemliydi. Yurttaş çoğunluğu kendisini bir kerecik olsun demiryolu emekçilerinin, sağlık emekçilerinin, eğitim emekçilerinin ve öbür kamu emekçilerinin yerine koymayı, sorunlarının ne olduğu üzerinde düşünmeyi denemiyordu. En sık duyulan, “Vatandaşa bu eziyet çektirilir mi?” sözüydü. 1980’li yıllarla birlikte bu ülkede “kitlesel hak aramak” kötü bir edim, yasaklanması gereken bir eylem olarak görülür olmuştu. Başta Başbakan olmak üzere AKP ileri gelenleri eylemci emekçilere öfke kusuyordu. Hesaplar mutlaka verilecek, cezalar mutlaka çekilecekti! Küresel kapitalizmin işbirlikçisi bir iktidarın sözcülerinin bu emek düşmanlığı doğaldı; onların ellerindeki güç bu ülkenin emekçi sınıflarının ezilmesi, sindirilmesi, sömürülmesi üzerinden yükselmişti. Güçlerini yitirmemek, iktidarlarını sürdürebilmek için kurulu düzeni ne pahasına olursa olsun korumak, olduğu gibi işletmek, emekçi haklarının önünde barikatlar kurmak zorundaydılar. Ne var ki hayat akışları bir günlüğüne aksadı gerekçesiyle kendileri de emekçi kimi yurttaşların - bilinçsiz de olsa- kendilerini her gün ezen, sömüren, kanını iliğini emen sermaye iktidarının yanında yer almaları, yürekleri burktuğu kadar insanın yüzünü de kızartan bir görüntüydü. Empatinin bu nedenle önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ülkeye bir gün “gerçek demokrasi” gelecekse buna toplumumuzun her kesimden emekçileri öncülük edecektir. Emekçiler kendilerini başka emekçilerin yerine koyup onları anlamaya çalışmazlarsa, sağlam bir zeminde sınıf dayanışması sağlanamazsa özlediğimiz o aydınlık gelecek hep bir hayal olarak kalacaktır. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com Kefe 1980’li yıllarda An- neler Günü’nde Sem- ra Hanım’ı ziyaret eden, Turgut Özal Cumhurbaşkanı ol- duktan sonra da yine Semra Hanım’ın ANAP’a genel baş- kan seçilmesini öne- ren... Bir de bakmışsınız, bugün Rahşan Ha- nım’ın gözdesi... Ceviz içi BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Soluk yeşil renk. 2/ Leyleğe benzer bir kuş... İçinde şa- rap yapõlan bir tür fõçõ. 3/ Havadaki su buharõ... Beddua. 4/ Bayağõ, sõradan. 5/ Yollarõ sulamaya yarayan motorlu araç... Alan ölçüsü birimi hektarõn kõsa yazõlõşõ. 6/ Bir gös- terme sõfatõ... Tar- lalar arasõnda sõnõr çizgi- si olarak kullanõlan ekil- memiş bölüm... Eski Yu- nan mimarlõğõnõn üç bi- çeminden biri. 7/ Ulus- lararasõ Çalõşma Örgü- tü’nün simgesi... 21 yaşõn altõndaki oyunculardan meydana gelen spor ta- kõmlarõ için kullanõlan söz- cük. 8/ Tavõr, davranõş... Roma mitolojisinde aşk tanrõsõ. 9/ Kum, çakõl ve kil ka- rõşõmõyla yapõlõp buldozerle sõkõştõrõlan yol. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kahverengi ile kurşunrengi arasõnda olan renk. 2/ Oyun- da cezalõ çocuk... Bir kumar aracõ. 3/ Irmaklarda ve sõğ sularda yük taşõyan bir tür tekne... Serbest meslek adam- larõnõ içinde toplayan resmi birlik. 4/ “Kakım” da deni- len kürk hayvanõ... Üye... Avrupa Birliği’nin kõsa yazõ- lõşõ. 5/ Eskişehir’in bir ilçesi. 6/ İyi, güzel, tam... “Terle- meden --- kazanan zalimler / Can verirken solumasõ zor imiş” (Dadaloğlu). 7/ Hõristiyanlarõn en büyük bayramõ... Sõkõ dokunmuş bir tür pamuklu kumaş. 8/ Tunus’un pla- ka imi... Kadõnlarõn süs için saçlarõnõn üstüne taktõğõ, çe- şitli renk ve biçimde yapõlmõş küçük başlõk. 9/ Karade- niz Bölgesi’nin en yüksek dağõ... Bir nota. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 O D İ Y O L O J İ M O K A A P E L A L A A M E L E C A H A İ R A Z A R S A D E B İ D E İ S E S A S İ S K A K E N T D A İ M O R T O D O N T İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle