Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 3 EKİM 2009 CUMARTESİ
18
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN
HARBİ SEMİH POROY
3 Ekim
GÖRÜŞ
Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN
Zam Çözüm Değil
Ekonomimizi yönetenler, bunalım içinde geçen
2009’daki yüksek harcamalar nedeniyle hızla yük-
selmiş bulunan bütçe açıklarını kapatabilmenin yol-
larını aramaya ve bunun için de vergiler ile devletçe
tespit edilen fiyatları artırmaya başlamışlardır. Bunalım
içinde devlet bütçesi açığı kapatmanın devlet har-
camalarını kısarak yapılmasının büyük zorlukları
vardır. Uygulanan ekonomi politikalarından ve biraz
da bunalımdan kaynaklanan önceki dönemlerin
yüksek hazine harcamalarının, er/geç yüksek bütçe
açıkları yaratacağı bilinmekteydi. Ancak bunalımdan
etkilenen tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde
de bunalımla savaşımın başka yolları bulunamamıştı.
Bu konuda önlem almamak, enflasyonun hızlanma-
sı tehlikesini yeniden yaratacaktı.
Geçen haftaki yazımızda özetlenmiş olan üç yıllık
ekonomik programla ilgili rakamlar, 2009’da merkezi
devlet bütçesi açığının çok artacağını ve devlet ge-
lirlerinin yüzde 25’ine, vergi gelirlerinin yüzde 31’ine
ve Milli Gelir’in (GSYH) yüzde 6.6’sına yükseleceği-
ni varsaymaktadır. Bütçe açığının bu yükselişten son-
ra, 2010’dan 2012’ye kadar, sırasıyla, her yılın Milli
Gelir’inin yüzde 4.9’una, yüzde 4.0’ına ve yüzde 3.2’si-
ne düşürüleceği programlanmıştır. Anlaşılan, üç yıl
içinde bu hedeflere ulaşabilmek için, vergi gelirleri-
nin ve devletçe tespit edilen fiyatların hızla artırıl-
masının kaçınılmaz olacağına inanılmaktadır.
Ekonomi tarihimiz, ekonomimizi yönetenlerin,
yüksek enflasyonlardan korunmak için çoğu zaman
devlet fiyatlarını ve vergileri artırmaktan sakındıkla-
rını ve sonunda ekonominin şiddetli bunalımlara gir-
mesine neden olduklarını göstermektedir. 1950’den
beri girilen yedi büyük ve yaklaşık 20 küçük ekono-
mik bunalımda yapılan ekonomi politikası yanlışla-
rından alınacak dersler çoktur. Şimdi zam kararları
alınırken aynı yanlışların yapılmasını önleyebilmeliyiz.
Çünkü her toplum gibi bizim de vergi, fiyat ve borç
verme gücümüzün sınırları vardır. Bu sınırlar kişile-
rin ve ailelerin gelir düzeyleri, satın alma güçleri ve
tüketim alışkanlıkları ile belirlenebilir ve ancak uzun
sürelerde yavaş yavaş artırılabilirler. Halkın satın al-
ma gücü, program öngörülerine göre 2009’da art-
mayacak, aksine en az yüzde 6 oranında azalmış ola-
caktır. Üç yıllık ekonomik program, üretimin önü-
müzdeki üç yılda ancak, sırasıyla, yüzde 3.5, yüzde
4.0 ve yüzde 5.0 oranında artabileceğini öngör-
mektedir. İlk iki yılın büyümesi, 2009’daki küçülme-
yi ancak karşılayabilecek, ancak üçüncü yılda eko-
nomi büyük bunalımın zararlarından kurtulabilecek
ve uzun vadeli büyümesine yeniden başlayabilecektir.
Nitekim bunalımdan çıkmanın güç olacağını düşü-
nen üç yıllık ekonomik programın yapımcıları da, iş-
sizlik oranındaki düzelmenin gecikeceğini ve ancak
2012’de yüzde 13.3 oranına gerileyebileceğini prog-
ramlamışlardır. Bu öngörüler, önümüzdeki üç yılda
halkımızın vergi ve fiyat ödeme gücünün fazla art-
mayacağını göstermektedir.
Çok gerilere gitmeye gerek yoktur; son 10 yıl bo-
yunca, Milli Gelirimizin oranları olarak, devletin ver-
gi gelirleri toplamının yüzde 17-18 arasında, toplam
devlet gelirlerinin yüzde 22-24, toplam devlet gi-
derlerinin de yüzde 23-30 aralığında dolaştığı, hat-
ta toplam devlet gelirlerinin, 2000 yılındaki yüzde
30.8’lik düzeyinden 2008’de yüzde 23.1’e düştüğü
görülmektedir. Bu rakamlar, bu 10 yıl boyunca, hal-
kın devlete fiyat ve vergi ödeme gücünün fazla de-
ğişmediği biçiminde yorumlanabilecektir.
Bana göre çözüm, devletin mal ve hizmetlerinin hal-
ka mümkün olan en düşük maliyetle sunulmasının sağ-
lanmasındadır. Devlet harcamalarını hızla artırmaktan
her zaman kaçınmalı ve zorunlu artışların kaçınılmaz
olduğu konusundaki gerekçeler haklı olmalıdır.
Bu dönemde, devlet fiyatları ile vergi zamlarının dü-
şük tutulması, halkın tasarruflarıyla karşılanamaya-
cak büyük ve verimi düşük yatırım projelerinin erte-
lenmesi, diğerlerinin de uzun vadeli planlarla önce-
lik sırasına konması zorunluluğu vardır.
Halkın ödeme gücünün devletçe vergi ve devlet fi-
yatı ödemeye gereğinden fazla zorlanması, kayıt dı-
şı işlemlerin artması, birçok işletmenin kapanması,
işsizliğin dayanılmaz sınırları zorlaması demektir. Bu
tür zorlamaların geçmişte önemli sosyal, siyasal ve
ekonomik sorunlar yaratması önlenememiştir.
maysan@cumhuriyet.com.tr
maaysan@superonline.com
İnsanın ağzından
çıkanı kulağının
duyması gerek.
CHP’ye küsüp
soluğu AKP’de alan
Ertuğrul Günay, işi,
Atatürk ile Recep
Tayyip Erdoğan’ı
kıyaslamaya kadar
götürdü:
“Yüzyılın başında
Mustafa Kemal
Atatürk,
Cumhuriyetle büyük
devrim yaptıysa şimdi
de biz AKP eliyle
millete sırtımızı
dayayarak bir
demokrasi devrimi,
bir bütünlük devrimi
yapmaya çalışıyoruz.”
Ne yaptıkları
ortada. Kısaca,
“karşıdevrim” diyoruz
biz buna.
Sanduka
Birkaçı dışında işçi sendi-
kalarının çoğunu ele geçirdiler.
Konfederasyonlar deseniz, ay-
nısı...
Ama, yetmiyor. Muhalefet
eden kalmamalı!
Recep Tayyip Erdoğan’ın
şu söylediklerinin üzerinden
bir yıl geçmedi:
“Öyle sendikalar görüyorum
ki ben, bazen bakıyorsunuz, he-
men bir grev ilan ediyorlar,
ondan sonra 1 ay maaş öde-
yemiyorlar. İkinci aya taham-
mülleri yok. Hele hele kayna-
ğından işçinin parası kesilme-
se sendikalar belki de kaynak
bulamayacaklar.”
Reform sevdalısı Çalışma
Bakanı Ömer Dinçer, bu söz-
leri ikiletmedi. İşçi konfede-
rasyonlarının yöneticilerini ge-
çen günlerde çağırdı ve sen-
dikalara kaynağından üye ai-
datı kesilmesine ilişkin yasa
maddesini kaldıracaklarını açık-
ladı. Sendikacılar da kendisini
kuzu kuzu dinledi. Gazeteciler
olmasa, bu gelişmeden kim-
senin haberi olmayacaktı...
Hoş, duydu da ne olacak?
Sendikalar olmuş sanduka.
İçindekiler ölü kadar suskun.
Sürü
Geçenlerde toprağa ve-
rilen Abdülhamit’in to-
runu Ertuğrul Osman
Osmanoğlu’nu kimi
televizyon kanallarındaki
söyleşilerinden tanıdık.
Beyefendi bir insandı, iz-
lediğimiz kadarıyla Cum-
huriyete ve onun kaza-
nımlarına yönelik kötü bir
sözü de olmadı. Hatta
tersini yaptı, saygı duy-
duğunu açıkladı.
Cenazesini gericilik ey-
lemine dönüştüren ve
1923’ten bu yana özgür
olan yurttaşların başına bir
“efendi” oturtmak iste-
yen sürüdekilere hiç ben-
zemiyordu.
Yorumsuz
Fıkra, dostumuz Ser-
dar Şahinkaya’dan, ida-
reimaslahatçılar için:
Papaz, ölmek üzere olan
adamın üzerine eğilir:
“Öte tarafa uçmak üze-
resin, şeytanı ve onun kö-
tülüklerini lanetle.”
Adamdan ses çıkmaz.
Papaz sabırlıdır:
“Ölmeden önce şeytanı
ve onun kötülüklerini la-
netle.”
Yine ses yok.
Papaz sinirlenmiştir, ses
tonunu yükseltir:
“Evladım, neden şeyta-
nı ve kötülüklerini lanetle-
miyorsun?”
Adam, yattığı yerden
hafifçe doğrulur:
“Kusura bakma peder,
nereye gideceğimi bilme-
den kimse hakkında yorum
yapmak istemiyorum.”
Açılım bahanesiyle Türkiye’de
Kürt dilinin sürekli baskılandığı
aklımıza bir kez daha, bir kez daha
sokuluyor adeta.
Oysa, gerçek yaşamda durum
çok farklı. Şöyle ki:
1990’lı yıllardan bu yana
Türkiye’de, Kürt dili ile yayımlanan
dergi ve gazeteler arasında Welat,
Welatê Me, Azadiya Welat, Nûbihar,
Jiyana Rewşen, War, Govend,
Pêlin, Gulistan, Kevan, Vesat ve
Tîroj öne çıkıyor.
Geçen temmuz ayında yapılan bir
araştırmaya göre; yerel dergilerin
dışında Türkiye çapında 4 bin tirajlı
Nûbihar ile birlikte W, Tîroj, Çirûsk
ve Zend dergileri yayımını
sürdürüyor.
Dini çizgideki Nûbihar, 15 yıldır
çıkıyor. Edebiyat dergisi olan Tîroj
iki ayda bir Türkçe ve Kürtçe
yayımlanıyor ve 3 bine yakın
okuyucuya ulaşıyor. W,
Diyarbakır’da yayımlanıyor, son
sayısının baskı adedi 1500. Yazın ve
düşünce dergisi olan Çirûsk de
Diyarbakır’da hazırlanıp basılıyor.
Dört ayda bir yayımlanan derginin
ortalama tirajı 700. Belirli tarih
düzeni içinde yayımlanmayan Zend,
İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından
hazırlanıyor.
Ayrıca Nûbihar, Avesta, Pêrî,
Aram, Sî, Doz, Belkî, Lîs, Deng gibi
yayınevleri Kürtçe kitaplar basıyor.
Bunlar arasında Kürtçe dil bilgisi
kitapları ile sözlükler de bulunuyor.
Aynı yayınevleri, Latin alfabesi
dışında “eski Kürtçe” adı altında
Arap alfabesi ile de yayın
yapabiliyor.
Günlük siyasi gazete Azadiya
Welat ise Diyarbakır’da
yayımlanıyor. Azadiya Welat’ın yine
günlük servis yapan bir bilgisunar
sitesi de bulunuyor.
Daha ne olsun?
Kürtçe dergi ve gazeteler
Avrupa’nın En Obez
Ülkesi Olmaya Doğru…
SADIK ÇELİK
Obezitenin salgın gibi yayıl-
ması Avrupa’nın neredeyse
en obez ülkesi olmamıza yol
açtı. Yapılan çeşitli araştırma-
lar, obezitenin Türkiye için cid-
di sorun haline geldiğini gös-
teriyor.
Öyle ki 30 yaş üzerindeki ka-
dınların yüzde 21’inin, erkek-
lerin ise yüzde 43’ünün obez
olduğunu; ülkemiz nüfusunun
ise yüzde 20- 25’inin (yaklaşık
15 milyon kişinin) açık ifade ile
obez olduğunu bu araştırma-
lar ürkütücü bir biçimde orta-
ya koyuyor. Dünya Sağlık Ör-
gütü, dünyada 400 milyonun
üzerinde obez bulunduğunu,
bu sayının 2015 yılına kadar
şayet tedbir alınmazsa 700
milyonu aşacağını da bildiriyor.
Durum ülkemiz ve dünyamız
açısından pek de iç açıcı gö-
zükmüyor, karamsar bir du-
rumla karşı karşıyayız.
Obezite, tanım olarak, insan
vücudunda yağ hücrelerinde
depolanan doğal enerji re-
zervlerinin ciddi risk oluştura-
cak düzeyde artmasıdır. İn-
sanlarda vücut fazlalığının de-
ğerlendirilmesi için en yaygın
kabul edilmiş parametre vücut
kitle endeksidir; halk dilinde
vücut ağırlığının boya oranı
olarak ifade edilir.
Midede başlayan, sırasıyla
vücudun bütün organlarını ele
geçiren, beyinsel fonksiyonla-
rımıza kadar insan vücudunu
etkisine alabilen obezite kalp,
diyabet, hipertansiyon, uyku
apnesi, eklem hastalıkları, saf-
ra kesesi, pankreas hastalıkları,
Alzheimer, psikiyatrik bozuk-
luklar, depresyon, sosyal prob-
lemler ve kansere varana ka-
dar daha birçok hastalığa ve
rahatsızlığa sebep olmakta-
dır. Sebep olduğu bu büyük
sağlık riskleri nedeni ile gerek
bireylere gerekse toplumlara
büyük bedeller ödetmektedir.
Avrupa’nın en obez ülkesi ol-
maya doğru kararlı adımlarla
yürüyen Türkiye, obezite ile sa-
vaşta ne yapıyor?
Sağlık Bakanlığı geçen sene
“Türkiye Obeziteyle Mücade-
le Programı ve Ulusal Eylem
Planı Taslağı”nı hazırladığını
açıklamıştı. Açıklanan planın
ana hatları ise şunlardı: Ulusal
boyutta bir “Obezite ile Mü-
cadele Danışma Kurulu” oluş-
turulacak; ülke genelinde okul
ve işyerlerinde sağlıklı besin-
lere erişim imkânlarının sağ-
lanmasına yönelik gerekli ya-
sal düzenlemeler yapılacak;
toplumun sağlıklı beslenmesi
için temel besinlerin yanı sıra,
lif içeriği yüksek buğday, çav-
dar ve yulaf unlarından üreti-
len ekmek çeşitlerinin KDV’le-
ri azaltılacak; yaş, cinsiyet,
bölge ve sosyoekonomik dü-
zeye göre kilo ve obezite sık-
lığı belirlenecek; 2010 yılına ka-
dar toplum genelinde obezite
ve sağlık riskleri konusunda
farkındalık yaratılması için ça-
lışılacak; topluma sağlıklı, ge-
leneksel gıdalarla beslenme
ve düzenli fiziksel aktivite alış-
kanlığının kazandırılması; top-
lumda obezite riskinin azaltıl-
ması için ülke genelinde “Bes-
lenme Başöğretmeni” statü-
sünün oluşturulması; 2012’ye
kadar okullardaki fiziksel akti-
vite imkânları yüzde 50 arttırı-
larak beslenme hizmetlerinde
yüzde 80 oranında standardi-
zasyon sağlanması; beden
eğitimi derslerinin süresinin
arttırılması; çocukluk ve er-
genlik döneminde sıkça tüke-
tilen, obezite açısından risk
oluşturan yiyecek/içeceklerin
okul ve dershanelerdeki tüke-
timi sınırlandırılacak; sosyo-
ekonomik düzeyi düşük böl-
gelerde ücretsiz taze sebze-
meyve ve süt dağıtılması; ça-
lışanlara yönelik önlemler çer-
çevesinde, 500’den fazla ça-
lışanı olan işyerlerine spor
merkezi kurulması, buralarda
uzmanlarca eğitim programları
yürütülmesi planlanmıştı.
Bunların yanı sıra, gıdalara
yönelik düzenlemeler kapsa-
mında, tüketicilerin sağlıklı be-
sin seçimine yönlendirilmesi
amacıyla uluslararası yakla-
şımlar dikkate alınarak yağ, şe-
ker, enerji miktarı düşük gıda
ve içeceklerin diğer ürünlerden
ayırt edilebilmesi için etiket-
lerde özel renkli işaretler (tra-
fik lambası sistemi gibi) bu-
lundurulmasına geçilecekti.
Yine 2012 yılına kadar reklam
ve tanıtıcı faaliyetlerle ilgili ya-
sal düzenlemeler güncellene-
cek, çocuklara yönelik rek-
lamlarda istismar önlenecek,
toplumu yanıltıcı ve bilimsel ka-
nıta dayalı olmayan haberler
yayımlanmayacaktı.
Bunların ne kadarı gerçek-
leştirildi bilemiyoruz; bildiğimiz
henüz somut bir adım atıla-
madı ya da yapılanlar iyi du-
yurulamadı. Her iki durumda
da konuya yeterince önem
verilmediği ortada. Bugün dün-
yanın süper gücü ABD’nin
karşısında çaresiz kaldığı obe-
zite belasını hafife almak çok
büyük bir hata olur. Obezite
gerek bireye gerekse topluma
verdiği zarar açısından siga-
radan hiç de aşağı kalma-
maktadır, en az onun kadar
yaygın ve uygulamada etkili bir
kampanyayla mücadele ge-
rekmektedir.
Devletin “obezite ile müca-
dele planı” bunlar gibi kökten,
ulusal çözümlere muhtaçtır.
Bu uygulamalar elbette ki ilk
başta tıpkı sigarada olduğu gi-
bi bazı üretici gruplarının güç-
lü lobisi ile karşı karşıya kala-
caktır, ancak hiçbir ticari gru-
bun menfaati, çıkarı toplumsal
sağlığımızın ve bunun doğu-
racağı maddi ve manevi be-
dellerin önünde tutulamaz.
UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Açıl susam açıl
TİSK’in son aylık
ekonomik bülteninden:
“Eylül, hükümetin krize
ve gelecek üç yıla ilişkin
yaklaşımını içeren
belgelerin açıklandığı bir
ay olmuştur. Yine bu ay
içinde açıklanan 2009 yılı
ikinci çeyrek GSYH
rakamları ile ülkemizin
2008 son çeyreğinden,
2009’un ilk iki çeyreğine,
üç çeyrek üst üste
küçülerek resesyona
girdiği kesinleşmiştir.
2009’un ikinci üç aylık
döneminde bir önceki
yılın aynı dönemine göre
sabit fiyatlarla gayri safi
yurtiçi hasıla yüzde 7’lik
azalışla 23.513 milyon TL
düzeyine gerilemiştir.
Cari fiyatlarla dolar
cinsinden ekonomideki
küçülme oranı yüzde 22.9
olurken GSYH’de II.
çeyrekte 145.630 milyon
dolar düzeyinde kalmıştır.
Açıklanan büyüme verileri
Türkiye ekonomisinde
krizin derinleşmeye
devam ettiğini
göstermektedir. Her ne
kadar ilk çeyrek revize
edilmiş büyüme oranına
(yüzde -14.3) göre yüzde
7’lik küçülme bir iyileşme
gibi görünse de aynı
dönemde Fransa,
Almanya ve Japonya’nın
küçük oranlarla da olsa
pozitif büyümeyi
yakalamış olması, krizin
Türkiye’yi ağır bir biçimde
etkilediğini
göstermektedir.”
TİSK anlayamamış
meseleyi: Türkiye -kırk
bir kere maşallah- küçüle
küçüle açılıyor.
Devrimci Günay
sadik.celik@keyveni.com.tr
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Kanuni Sultan
Süleyman’õn son
seferi ve savaşõ
olan Macar kenti.
2/ Arap abecesinin
ilk harfi... Bir işe
gönlü olma. 3/
Trabzon ilinde bir
yayla... Üye. 4/
Güreşte bir oyun.
5/ Bir kişinin ya
da toplumun yaşa-
mõndaki yüce bir
olayõ anmak üzere yazõ-
lan lirik şiir türü... Sõkõn-
tõ verme, üzme... Sod-
yum elementinin simge-
si. 6/ Giysilerde, omuz-
larõn dik durmasõnõ sağ-
lamak amacõyla konulan
parça... Dünya edebiyat-
çõlarõnõ bir araya getir-
meyi amaçlayan kurulu-
şun simgesi. 7/ Karõşõk
renkli... Bir tür taze ve tuzsuz beyaz peynir. 8/ Bir spor
dalõ. 9/ Eskimolarõn kendilerine verdikleri ad... “ --- ve
Siyah”: Halit Ziya Uşaklıgil’in romanõ.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Yurdumuzun Muş ve Siirt yöresinde de yetişen, çok
dekoratif görünümlü bir ağaç. 2/ Asya’da bir õr-
mak... İnce, narin, zarif. 3/ Bilet ya da para alõp veri-
len küçük yer... Eskiden Karagöz oynatõlan kahvelere
verilen ad. 4/ “Labada” da denilen ve yapraklarõ seb-
ze olarak kullanõlan bitki... Adlarõ sõfat yapan bir ya-
põm eki. 5/ Toplumun duygularõnõ inciten olay ya da
durum. 6/ Bir bağlaç... Olumsuzluk belirten bir önek...
Bilgisiz, kültürsüz kimse. 7/ Doğu Anadolu’da bir õr-
mak... Sigorta için verilen ücret. 8/ Hoş kokulu ve ba-
harlõ meyveleri tat verici olarak kullanõlan otsu bir bit-
ki... Güney Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi. 9/ Es-
ki dilde su... Toplumda ya da bireyde, ölçü ve değer-
lerin çökmesi sonucunda oluşan dengesizlik durumu.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
O S M A N L I S
S U A R E S A P
M A T F A L S O
A R B E T A R
N E F E S M A
L A T T A Y F
I S L A M A N E
A S A Y N A Z
S P O R F E Z A
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9