Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 19 EKİM 2009 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Mahalle Filmleri
YALNIZ baskısı olacak değil a, pekâlâ
sineması da olabilirmiş mahallenin. Çevre
semtlerin küçük sinema salonları ya da yaz
aylarının bahçe sinemaları anlamında almayın
sakın; kastedilen, sinemacılık, film yapımcılığı,
senaryoculuk, oyunculuk anlamında.
Bunun ülkede ve belki de dünyada ilk
denemesi Antalya mahallelerinde yapıldı.
Son Altın Portakal Film Festivali’nde.
Büyük olasılıkla, bu yıl festivalde görev
üstlenen Vecdi Sayar’ın etkisi ve yerel
yöneticilerin teşvikiyle.
Kenti on küsur mahalleye ayırıp her birinde
film çevirmeye meraklı ve hevesli
olanlardan gruplar oluşturarak gönüllü
eğiticilerin eline vermişler. Çekim malzemesi
de cabası.
Bir iki haftalık eğitim sonrası, mahalle
sakinleri kendi kendilerine konular bulup
senaryolar yazarak içlerinden çıkan
yönetmenlerin öğretimleri yettiğince istedikleri
gibi film çekmişler.
Son akşam, büyük salonun Hollywood usulü
kapanış töreninde süslü hanımlarla şık beyler
Bornova Bornova’yı ve Kosmos’u konuşup
ödülleri alkışlarken park içindeki amfitiyatroda
mahalle filmlerinin gösterimi yaşanmaktaydı.
Amatör sinemacılar, kardeşleriyle, ana
babaları, haminneleri ve dedeleriyle hep
oradaydılar.
Kendilerini, kendi oyunlarını ve oynayışlarını
seyretmek için.
En yeni ve en geniş boyutlu bir çağdaş
sanatı Anadolu halkına sevdirmek,
benimsetmek ve insanlarımızı seyircilikten
kurtarıp çağdaşlığın yaratıcılığına çekebilmek
açısından bundan daha akıllıca bir deneme
düşünülemezdi.
Perdeye yansıtılan ürünlerin harika yapıtlar
olduğu söylenemezdi elbet. Yanlışlar,
deneyimsizlikler, toyluklar olacaktı elbet.
Bunlara karşılık, çocukluktan henüz çıkmış
eğlenceli bir genç kızlar grubunun “yaban
hayvanı çekimleri üzerine oturtulmuş insan
görüntüleri” diye özetlenebilecek bir teknik
deneyişinde de şaşırtıcı bir özgünlük vardı.
İnce benzetişler, neşeli dokunuşlar.
Festival sözcüğünü “şenlik” diye çevirip öyle
algılamak, yarışmaları birer hırs ve hırçınlık
olayı olmaktan çıkarıp olumlu yaklaşımların şen
şakrak sıcaklığında insanları birbiriyle
kaynaştırmak, zamanla basit bir taklitçiliğe
dönüşme tehlikesi taşıyan bir olayı
yerlileştirmenin en doğru tarzı olabilir belki.
mumtazsoysal@gmail.com
S
õfatlarõ arasõnda “demokratik”
olan bir açõlõmõn, ülkede demokra-
sinin giderek yok edildiği bir or-
tamda yapõldõğõnõ topluma anlatmak
giderek zorlaşõrken; direnç göste-
rebilecek toplumsal kesitlerin temsilcilerini kõs-
kõvrak bağlayan, karşõ görüşleri susturan bir
baskõ ortamõnda adõ tam konulamayan, net ola-
rak açõklanamayan bir “açılım” demokrasi ile
anõlma şansõnõ başõndan yitirmiş oluyor.
Kitle iletişim araçlarõ ülkeyi yöneten zih-
niyetin tekeline girmiş; muhalefetin söylem-
lerine kõsõtlõ ve daha çok eleştirel düzlemde yer
veriliyor. Neredeyse her TV kanalõnda hemen
her saat hükümet temsilcisi ya da yandaşlarõ-
nõn haber ve yorumlarõ yer alõyor. Okumayan,
ancak günde en az beş saatini TV izleyerek ge-
çiren bireylerin sayõsõnõn katlandõğõ ülkede be-
yin yõkama işlevinin sürdürüldüğü bu ortam
için hâlâ “demokratik” deniliyor. Demokrasi
konusu Türkiye’de en çok tüketilen bir ko-
nudur. Yoklukla özdeş olan üzerinden siyaset
yapmak, boşluğun istendiği gibi doldurulma
şansõnõ yaratõr. Türkiye’de demokrasinin tüm
kurum ve kurallarõ ile oluşturulup var edilme
ve işletilmesindeki gecikme, demokrasiye
(laikliğe, çoğulculuğa, hukukun üstünlüğüne,
yargõ bağõmsõzlõğõna, basõn özgürlüğüne, mu-
halefete tahammüle...) en uzak anlayõşõ iktidara
taşõma noktasõna kadar uzanmõştõr.
Dünyada hem yoksul hem de demokrasiyi
işleten bir ülke gösteremezsiniz. Türkiye gi-
derek artan genç işsiz sayõsõ ile yoksulluğu kat-
lanan bir ülke.
‘Zenginler kulübü’
Demokrasiyi kurumsallaştõrmõş gelişmiş
ülkelere aynõ zamanda “zenginler kulübü” de-
nilmesi boşuna değildir. Giderek yoksullaşan
halk için, evine girecek olan her lokma ekmek,
“demokrasi” ve “açılım” söylemlerinden
daha önemlidir. Soyut olan kavramlarõn ken-
di geleceği adõna taşõdõğõ önemin, karnõ aç olan
için somut ekmek lokmasõndan daha fazla ol-
masõ beklenemez. Kaldõ ki, o kavramlarõn iç-
eriğinin ne olduğu noktasõnda en bilinçli ge-
çinen kesimde dahi bir ortak payda oluşturu-
labilmiş değildir.
Demokrasi farklõlõklarõn sentezi olmak idea-
lini bõrakmõş, öteki, diğeri kavramlarõna sarõ-
larak kimlikleri, yerelliği, dolayõsõ ile ayrõş-
tõrmayõ vurguluyor olmuşsa, bunun ötesinde-
ki beklentilerin neler olduğu kuşkusunun ka-
põsõnõn aralanmasõ gerekir. Günümüzdeki ge-
lişmeler Türkiye’yi AB’ye mahkûm eden ve
bölgede kõmõldayamayan bir ülke durumuna
sürüklemektedir.
Demokrasinin içi boşaltılıyor
Türkiye için başkoyduğu AB yolu, demok-
ratikleşmede ilerleme getirmek yerine, ilerle-
yebildiği göreceli demokrasinin içi boşaltõl-
maktadõr. AB ülkeleri aracõlõğõ ile gelen tel-
kinlerle, her birini hoşnut edecek parantezin
açõlabileceği tartõşma başlõklarõ ile kamuoyu
oyalanõrken, geri dönülmesi olanaksõz dõş
politika adõmlarõ atõlmaktadõr.
“Açılım” kelimesinin başõna sõfatlar ekle-
nerek hukuk dili ile “saik” ortaya konulunca,
bu açõklanmamõş düşünceyi herkes kendi is-
tediği biçimde yorumlamaya kalkõştõ. Önem-
li olan konunun topluma kabul sürecini baş-
latmaktõ. Sonrasõ nasõlsa bir şekilde hazmet-
tirilirdi. Bir süreç tamamlanmadan diğer bir ko-
nu başlõğõ ortaya atõlarak toplumun ilgisi da-
ğõtõlarak ve kõsa devreli şoklarla toplum mü-
hendisliği yapõlmakta. Oysa tüm bunlara de-
mokrasi denilebilmesi için taleplerin toplum-
dan gelmesi, geniş kesimlerin konuyu açõklõk
içinde tartõşõyor olmasõ gerekir. Toplumun der-
di başõndan aşkõn. Toplum iş, aş derdinde. Olup
bitenlere kayõtsõz, kaygõsõz değil; ancak top-
lum adeta uyuşturulmuş, olup bitenleri şaş-
kõnlõk ve bõkkõnlõkla izlemekte. En bilgisiz yurt-
taş bile normal olmayan bir şeyler olduğunun
farkõnda.
“Türkiye pasif laikliğe geçmelidir, bu ev-
rensel uygulamadır” sözü üzerine laiklik ko-
nusunda Fransa ve İtalya’da aktif laiklik,
sağlõklõ laiklik, sağlõksõz laiklik başlõklarõnda
yapõlan tartõşmalar gündeme gelmişti. Şimdi
de; “Her alanda olduğu gibi dini ilimler ala-
nında da eski bilinenleri gözden geçirme,
güncelleme, bugünün dünyasına ve talep-
lerine göre çözümler üretme zamanıdır…
Yanlış anlaşılmalara vesile olmasın, kas-
tettiğim asla ve asla dinde reform değildir”
denilerek, din yolunda ilerleyişin önü bi-
limden dolanarak açılmaya çalışılıyor. Din
Şûrasõ’nda dile getirilen bir öneri de; Diyanet
İşleri Başkanlõğõ’nõn toplumsal sorunlar ko-
nusunda rol alõp, çözümün parçasõ olmasõ, di-
ni hizmetlere yeni ufuklar açmak, dini hiz-
metleri daha verimli hale getirmek… Yorum
sizin!..
AB’nin ilerleme raporlarõna da göz attõğõ-
nõzda AB’nin Atatürk adõna takõntõ ile bir de-
mokrasi açõlõmõ(!) öngörmeye başladõğõnõ gö-
rüyorsunuz. AB, ilerleme raporlarõ ile Türki-
ye’nin iç işlerine ve mevzuatõna karõşacak ka-
dar ilerliyor, Türkiye ise giderek kapalõ bir top-
lum modeline doğru sürüklenerek geriletiliyor.
AB’ye tutunarak yola çõkan AKP giderek AB
ile mesafeyi açõp, AB değerlerinden ülkeyi
uzaklaştõrõrken, AB çõkarlarõna hizmet eden kri-
terlere yakõnlaştõrõyor.
Irak’a demokrasi getireceğini söyleyerek ül-
keyi işgal eden ABD’nin Irak’a neyi götür-
düğünü hepimiz gördük. Belki de Bush’a isa-
bet etmeyen, isabet etmeyişi de isabetli olan
Iraklõ gazetecinin pabucundan okumak en
doğrusu, günümüzün demokrasi yalanõnõ.
Demokrasi birileri tarafõndan bir yerden bir ye-
re götürülemez. Toplumun kendi dinamikle-
ri ile işletebildiği kadarõ ile kurumsallaşabilir.
Ancak yõllarla oluşturulan kurumlarõn yerle bir
edilmesi, demokrasinin bir anda askõya alõnõp,
bir günde başka bir rejime geçilmesi müm-
kündür. Getirilebilmesi yõllara, götürülmesi ise
kõsa süreçlere sõğdõrõlabilecek bir rejimden söz
ediyoruz.
Atatürk’le başlayan modernleşme
AB kapõsõna kadar gelip, üye olma talebin-
de bulunuşumuzu Atatürk ile başlayan mo-
dernleşme hareketlerine borçluyuz. Türki-
ye’de Cumhuriyet demokrasinin yolunu aç-
mõştõr. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek is-
teyenler Cumhuriyet ve kurumlarõnõ hedef alõr-
ken, karalama kampanyasõnõ Atatürk üzerin-
den yürütmeye çalõşmaktadõrlar. Ulus’taki
Atatürk anõtõnõn sarõ yaldõzla parlatõlmasõ bu
sürecin ironik bir özeti gibi. Tüm kurumla-
rın içi, sahipleniliyormuş gibi yapılarak bo-
şaltılıyor.
Irak’a götürülmek istenen demokrasi ile sö-
zü bağlayalõm. Bush’un demokrasisini pabu-
cu ile başõna çalan Iraklõ gazeteci cezaevinden
çõktõğõnda şu sözü söyledi: “Ben özgürüm
ama ülkem değil!” Özgür bireyler ve özgür
bir ülkeyi yaratmanõn yolu demokrasiyi geti-
receğini söyleyenlerin peşinden giderek açõl-
maz. Var olan köklü kurumlarõnõza sahip
çõkmayõ gerektirir. Eline demokrasiyi sopa ola-
rak alanlarõn ülkeyi götürecekleri yer nereden
dolandõklarõndan okunabilir.
AB ve AKP ile demokratikleşmek(!)
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi
AB kapõsõna kadar gelip, üye olma talebinde bulunuşumuzu Atatürk ile
başlayan modernleşme hareketlerine borçluyuz. Türkiye’de Cumhuriyet
demokrasinin yolunu açmõştõr. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek isteyenler
Cumhuriyet ve kurumlarõnõ hedef alõrken, karalama kampanyasõnõ Atatürk
üzerinden yürütmeye çalõşmaktadõrlar.
Kim Etti Bu Teklifi Sana?
A
vrupa Birliği’nin (AB)
2009 yõlõ İlerleme Rapo-
ru’nda Atatürk’ü Koru-
ma Kanunu, ifade özgürlüğünün
önündeki engellerden biri olarak
gösterilmektedir. 1951 yõlõnda çõ-
karõlan Atatürk Aleyhine İşlenen
Suçlar Hakkõndaki Kanun, de-
mokratik düzene geçildiğinde,
devrimin karşõsõndaki güçlerin
Atatürk’ün manevi varlõğõna kar-
şõ başlattõklarõ kaba saldõrõlarõ ön-
lemek için çõkarõlmõştõ.
Dönemin hükümeti, kanunu
mutlaka çõkarmak istemesine kar-
şõn, kendi saflarõndan gelen direnç
karşõsõnda başarõsõzlõğa uğramak-
tan çekinmekteydi. Direnenler,
1924 Anayasasõ’nõn 69. maddesi-
ni dayanak yaparak kişi lehine ya-
sal düzenleme yapõlamayacağõnõ
savunmaktaydõlar.
Hükümete yakõnlõğõyla bilinen
bir milletvekilinin istemi üzerine
Prof. Hirsch “Anayasa, başka
şeylerin yanı sıra, bir şahsa im-
tiyazların tanınmasına imkân
sağlayacak yasaların çıkarıl-
masını yasaklamaktadır…. Ta-
sarıda ceza hukuku normlarıy-
la korunması öngörülen huku-
ki varlık bir şahıs olarak Ata-
türk değildir. Burada korunmak
istenen Türkiye Cumhuriye-
ti’nin kurucusuna karşı Türk
milletinde genel olarak yaygın
bulunan hayranlık ve saygı duy-
gusudur” şeklinde bilimsel görüş
belirttikten sonra tasarõ yasalaşõr.
Görülmektedir ki korunan Atatürk
değil, Atatürk’e duyulan saygõdõr.
Son çözümlemede bireydir/in-
sandõr. Dine, Tanrõ’ya, bayrağa
karşõ yapõlan saldõrõlarda da ko-
runan din, Tanrõ, bayrak değil in-
sanlarõn bağlõlõk duygusu, saygõ-
sõdõr.
İfade özgürlüğü savunulurken
bireylerin değerleri de korunmak
durumundadõr; ifade özgürlüğü, bi-
reylerin bağlõlõk duygularõna ya-
põlacak saldõrõlarõ içermez. Öte
yandan, kaba saldõrõlar, sövme, ha-
karet vb. söylemlerin ceza yasa-
larõyla yaptõrõma bağlanmõş olmasõ
ifade özgürlüğünü yabancõ un-
surlardan arõndõrmak anlamõna da
gelmektedir.
Gerçekten de Yargõtay Ceza
Genel Kurulu’nun bir kararõnda
açõklandõğõ üzere “ortak huku-
kun değişmez ilkesi olan baş-
kalarının haklarına saygı (ge-
reği) hakaret, sövgü ve iftira ni-
teliğindeki ifadeler esasen dü-
şünce özgürlüğünün özneleri
olamayacağı için yasaklama”
özgürlük alanõnõn arõndõrõlmasõ
demektir. Kaldõ ki bu tür ifadeler
fiziksel saldõrõdan daha az kötü ol-
madõğõ gibi uygar toplumlarda
buna izin verilmemesi gerektiği de
unutulmamalõdõr.
Önceleri “laiklikte çok ileri
gittiniz”, ardõndan “Atatürk re-
simlerini indiriniz” dediler. Şim-
di ve önemlisi Atatürk’ün anõsõna
saygõnõn, bağlõlõk duygusunun ko-
runmasõ şöyle kalsõn hakaretin
önünün açõlmasõ önerilebilmek-
tedir. Ve en önemlisi de AB tem-
silcilerine, Türkiye’den böyle bir
öneri yapõlõp yapõlmadõğõ araştõ-
rõlmalõdõr. AB’ye de “kim etti bu
teklifi sana” diye sorulmalõdõr.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “pa-
puççu muştalarına” gereksinimi
olmadõğõ da hatõrlatõlarak!..
Hamdi Yaver AKTANYargõtay 8. Ceza Dairesi Üyesi
‘Suyu Arayan Adam’ ve Kadrosu
S
on sözümü baştan söyleyeyim. Lütfen
bu kitabõ alõn ve hemen okuyun. Ne
zaman basõlmõş, hakkõnda kim ne
yazmõş, şu anda okunur kitaplar listesinde
kaçõncõ sõradaymõş gibi õsõnma turlarõna gir-
meden, ‘Biz onu çoktan okumuştuk’ de-
meden yeniden okuyun. Şevket Süreyya
Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlõ ki-
tabõndan söz ediyorum. Ben yõllardõr başu-
cu kitaplarõmdan olan bu yapõtõ nereye
oturtacağõmõ hâlâ bilemedim. Anõ mõ, öy-
kü mü, roman mõ, bir dönemin perde arka-
sõ mõ, bir büyük liderin ve yol arkadaşlarõ-
nõn bitmez tükenmez coşkusu mu? Karar-
sõz kaldõm, iyisi mi okumayanlar okusun,
okuyanlar yeniden okusun ve ne olduğuna
hep birlikte karar verelim.
Şimdi kitabõn sayfalarõnõ çevirelim…
“Yeni devletin bütçesi çok mecalsizdi.
Bütün kaynakları kurutan iki büyük
harpten henüz yeni çıkılmıştı. Her şeyi ye-
niden ve temelden yapmak lazımdı. An-
kara bu mecalsiz ve takatsiz bütçeye, ken-
di ruhundan bir şeyler katan, onu böy-
lece zenginleştiren idealist insanlara sa-
hipti. Çankaya’daki basit bağ köşkünde
genç, dinamik, halkına bağlı bir insan ya-
şıyordu. Ondan taşan hayatiyet havası kı-
raç ve harap Ankara’ya durmadan ya-
yılarak, ruhları tazeliyordu…
Maarif Vekili Necati Bey, genç, hare-
ketli bir insandı. Ona göre zamanın ge-
cesi gündüzü yoktu. Vekâlette iş, bütün
dairelerin kapıları kapandığı zaman baş-
lar, müdürlerin ve umum müdürlerin
odalarında lambalar gecenin geç saatle-
rine kadar yanardı. O bu toprağın bek-
lediği adamlardan biriydi, ama bu top-
rağın alıştığı adam değildi.”
Şimdi daha iyi anladõğõmõz ve özlemini
çektiğimiz o insanlara gelelim...
Onlar sanki bir başka dünyanõn insanla-
rõydõlar. Yaşamlarõnõn merkezinde devlet
malõnõ korumak, ülkeyi ve halkõ koşulsuz-
karşõlõksõz sevmek vardõ. Devletin parasõ-
nõ harcarken içleri titrer, bindikleri geminin
kaptanõ değil, tayfasõ olmayõ yeğler, “Benim
memurum işini bilir” gibisinden alçakça
ve ahlaksõzca sözleri ağõzlarõna almaz, sa-
dece görevlerini yetkinlikle yaparlardõ.
Güç odaklarõnõn, şanõn, şöhretin yanõnda yer
almazlardõ. Mafyayla, para babalarõyla,
sonradan görme zenginlerle sünnet-düğün-
eğitim giderleri gibi ilişkiler içine girmez,
taksitle yaşar, borçla ölürlerdi. Özetle “bü-
yük” sözcüğü onlarõn yanõnda “küçük” ka-
lõrdõ... Gerilere gittiğimde, bellek müzemi-
zi araladõğõmda, anõlarõn üstündeki örtüle-
ri kaldõrdõğõmda, şimdi daha iyi değerlen-
diriyorum yaptõklarõnõ…
Yõl 1920. Ankara’ya gelen milletvekil-
lerinin bir bölümü tanõdõklarõnõn evlerinde,
bir bölümü Karaoğlan çarşõsõndaki altõ ahõr
olan han odalarõnda, bir kõsmõ da yatõlõ okul
öğrencileri gibi Erkek Öğretmen Oku-
lu’nda kalõyorlar. Milletvekillerinin aylõk
ödenekleri yalnõzca 100 lira. 1930’lu yõlla-
ra gelince o milletvekilleri, 500 lira olan ma-
aşlarõnõ 350 liraya indirmek için teklif ve-
rirler ve teklif oybirliğiyle kabul edilir. Bu
olay bugün anlamakta da, anlatmakta da zor-
lanacağõmõz çok özel bir örnek olarak siyasi
tarihimizde yerini almõştõr.
Şimdi daha çok özlüyorum o insanlarõ…
1923-1938 yõllarõ arasõnda “kalkınma hı-
zı” bakõmõndan Rusya ve Japonya ile bir-
likte dünyada ilk 3 ülkeden biri olan Tür-
kiye, 2009’da kalkõnma hõzõyla olmasa da
“birilerini kalkındırma hızıyla” rakip ta-
nõmamaktadõr! Adlarõnõn önünde koca ko-
ca unvanlar taşõyan, ama utanmak nedir bil-
meyen, yõllarca uygulanan ekonomi politi-
kalarõnda sanki hiç suçlarõ, sorumluluklarõ,
önerileri, katkõlarõ yokmuş gibi davranan
adamlarõn simit, sakõz, karanfil alõp vermeye
indirgediği ekonomik krizimizle, “yurtdı-
şı eğitim bursu” içeren özel dostluklarõ-
mõzla, bir türlü açõlamayan “açılımları-
mızla”, 16 milyonu bulan açlõk sõnõrõnda-
ki yurttaşõmõzla, çocuklarõnõn sünnet ve dü-
ğün takõlarõyla sermayeyi doğrultan bü-
yüklerimizle kalkõnma hõzõmõz açõk seçik or-
tada değil mi?
Çok pahalõ bir ucuzluğun sergilendiği, va-
satlõğõn doruğa tõrmandõğõ ülkemizde, siz hâ-
lâ bu ülkede kalite niye prim yapmõyor di-
ye üzülenlerden misiniz? Üzülmeyin! Geç-
mişimizi aydõnlatan değerlerimizi düşü-
nün, geleceğimizi karartan büyüklerimizi iz-
leyin, ertelenen umutlarõmõza bakõn ve iler-
leyen yaşõmõzõ dikkate alõn...
Neşe DOSTER