21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 OCAK 2009 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI [email protected] Eşit, kardeş ve özgür bir 2009 Rosengård, Malmö ilinde, Arap Müslümanlarõn çoğunlukta olduklarõ bir İsveç mahallesi... Yunanistan’da, gençlik hareketlerinin yaşandõğõ yõlõn son günlerinde, Rosengård mahallesi de Müslüman gençlerin şiddet eylemlerine sahne oldu. Ancak, bu eylemlerin Yunanistan’daki gençlik hareketiyle bir bağõ yoktu. Rosengård mahallesindeki bazõ İslam kültür merkezleri ve mescitler, Malmö Belediyesi’nin aldõğõ bir kararla kapatõlmõştõ; Müslüman gençlerin ortalõğõ yakõp, yõkmalarõnõn nedeni buydu.. 3 gün süren olaylarda, polis ve itfaiye araçlarõ taşlandõ. Barikatlar kuruldu. Meydanlarda lastikler yakõldõ. Reklam panolarõ, otobüs duraklarõ parçalandõ. Çöp bidonlarõ ateşe verildi... Adõ geçen İslami dernekler 1990’lõ yõllarõn başlarõnda devletin kültür fonlarõyla desteklenerek, belediye sorumlularõnca, “farklı inançların gelişimine katkı” nutuklarõ atõlarak açõlmõştõ. O girişimlerle, İsveç varoşlarõnõn da temelleri atõlmõş oldu... Rosengård, İsveç’e ilk geldiğim yõllarda benim de yaşadõğõm bir mahalleydi. “Gül bahçesi” anlamõna gelen Rosengård, o yõllarda, geniş yeşil alanlarõ, parklarõ apartman girişlerindeki çiçek bahçeleriyle, gerçekten de gül bahçesi görünümündeydi. Her yaştan insanõn spor yapabildiği salonlar, yüzme havuzlarõ vardõ. O yõllarda mahalle nüfusunun çoğunluğu İsveçliydi. Sokaklarda müzik çalõp, dans ederek halkõ eğlendiren coşkulu çingene gruplarõ vardõ. 10- 15 yõldõr etkinliğini sürdüren İslami dernek ve mescitler, mahallenin görüntüsünü de değiştirdi. Bu süre içinde belediye konutlarõnõn bodrum katlarõ İslami dernek ve mescitlere açõldõ. Buralarda, başlarõ bağlõ küçük kõzlarõn gittiği Kuran kurslarõ açõldõ. Rosengård, zamanla, sokaklarda sakallõ, beyaz entarili adamlarõn, kara çarşaflõ kadõnlarõn, sarõklõ, cüppeli küçücük çocuklarõn dolaştõğõ bir mahalle haline geldi. Yaşanan değişimden sonra, mahalleyi, önce özgürlük tutkunu çingeneler, sonra da İsveçliler terk etmeye başladõ. Spor salonlarõ ilgisizlikten kapandõ. Açõk yüzme havuzlarõnõn kenarlarõ çarşaflõ kadõnlarõn piknik alanlarõ haline geldi. Rosengård, kendi içinde yalnõzlaşan, gettolaşan İslami kurallarõn egemen olmaya başladõğõ bir mahalleye dönüştü. Yõllar önce, oturduğum belediyeye ait konutun bodrum katõnõn bir tarikat okuluna kiralanmasõ üzerine ben de mahalleyi terk ettim... Devlet ve belediye yetkilileri, zamanla bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamaya başladõlar. Birkaç yõldõr mercek altõna alõnan dernek ve mescitlerden bazõlarõnõn çalõşmalarõ sakõncalõ bulundu. Belediye meclisi, geçen yõlõn ağustos ayõnda aldõğõ bir kararla, bu dernek ve mescitlerden bazõlarõnõn kapatõlmasõnõ kararlaştõrdõ. Rosengård’daki İslam Kültür Merkezi ve mescidi de kapatõlanlar arasõndaydõ. Üyelerinin, kapatõlan merkezin lokalini işgal etmeleri üzerine polis zor kullandõ. Çõkan olaylar aralõklarla 3 gün sürdü. Mahalle girişlerine barikatlar kuruldu. Park halindeki araçlar ve çöp bidonlarõ ateşe verildi. Yakõnlardaki bir benzin istasyonuna ait römorklar, mahalle içlerine çekilerek yakõldõ. Olaylarda 17 kişi gözaltõna alõndõ, 1 kişi tutuklandõ. Olaylardan sonra, bir dernek üyesi yakõnmasõnõ şöyle dile getiriyordu: “Önce, inancınıza saygılıyız diyerek bize yardım ettiler. Çalışmalarımızı devlet fonlarıyla desteklediler. Şimdi de, siz çok ileri gittiniz, diyerek kapatıyorlar.” Önce sõrtõnõzõ sõvazlayõp sizi yönlendiriyorlar. Eteğinizdeki bütün taşlarõ döktürdükten sonra da, “Fazla radikalleştiniz, çok ileri gittiniz” diyerek tepenize iniyorlar. Bu da, “ılımlı İslam”õn İsveç versiyonu olsa gerek... [email protected] Hindistan’da kadõnlar boz renkli kirli duvarlara karşõ, tozlu kaldõrõmlarda bitiveren mucizevi çiçekler gibiler. Esmer belleri açõkta, sarilerinin bir ucunu uçura uçura, alõmlõ, yürüyorlar kalabalõk sokaklarda. Bedenlerine dolana dolana bellerinden omuzlarõna çapraz tõrmanan rengârenk kumaşlar sõrtlarõndan aşağõ renkli sular gibi iniyor. Tahta kovasõna yol kazõsõndan toprak doldurup, başõnõn üstünde taşõyan kadõn bile, en ucuzundan beş altõ metre bir kumaşa sarõndõ mõ, sõra sõra bilezikleri, halhallarõ, küpeleriyle, sarinin içinde kraliçelere benziyor. Nar çiçeği veya koyu yeşil bir sari edinip Aralõk’õn sõcağõnda Bombay’in, yeni adõyla Mumbai’nin tozlu sokaklarõna aldõrmadan, parmak arasõ terliklerle, eteklerimi sürümek istiyorum ben de. Hindistan’da güneşin renklendirdiği teni de giyip, bu kraliçelerden biri gibi olmak zamanõ. Tam olarak nasõl bir model seçsem diye sarili kadõnlarõn sarilerini süzerken gizliden, aralarõndan geçen simsiyah çarşaflõlar acõtõyor gözlerimi. Simsiyahlar. “Bir kadına en çok yakışan giysi sariyse, en yakışmayanı da kara çarşaf” dedirten, bir kadõn olarak, kadõn namõna içlendiren bir görüntüde takõlõp kalõyorum. Nasõl bir şey acaba o güzelim sari yerine, simsiyah çarşaf içinde bir genç kõz, bir kadõn olmak? Sõcacõk güneşin altõnda, belini, kollarõnõ, sõrtõnõ açõkta bõrakan ifil ifil, cõvõl cõvõl sarilere bürünenler sağdan soldan geçerken, kapkara çarşafa girmek zorunda olmak veya girmek zorunda hissetmek? Peki bu iki giysi nasõl yaşar bir arada? Kadõnõn saçõnõn telini görmeye tahammülsüz aşõrõ İslamcõlar, ince bellere, derin sõrt dekoltelerine, uzun siyah saçlara, çiçeklerle bezenmiş başlara, aslõnda yüzlerce yõllõk bir geleneğe; pantolonu da, çarşafõ da kendine uyduramayan; özetle “kadının alabildiğine kadın” gibi görünmesi geleneğine gözleri takõldõğõnda ne düşünürler? Vakti zamanõnda, İngiliz marifetiyle koskoca Hindistan’õn din temelinde parçalanmasõnda, Müslümanlarla Hindularõn birbirlerini yemelerinde, “sarili” kadõnlarõn çõplak bellerinin de rolü olmuş muydu acaba? 1947’de İngilizlerden özgürlüklerini alõr almaz Hindistan’dan kopan topraklar ve Müslüman halkõn bir kõsmõ Pakistanlaştõktan sonra bu iki ülke, o günden bugüne tam üç kez savaşa tutuştular. Paylaşõlamayan Cammu- Keşmir’deki dinmek bilmeyen din kavgalarõ yetmezmiş gibi Mumbai saldõrõlarõ eklendi şimdi de... Bu aralar gerginlik tõrmanmakta gene. Bir ayõ geçti ama 179 kişinin yaşamõna mal olan 26/11 saldõrõlarõ ile ilgili Pakistan- Hindistan ilişkilerini geren haberler hâlâ gazete manşetlerinde. The Times Of India gazetesindeki bir haberde, “Parmak tetikte” başlõğõ altõnda Hindistan’la Pakistan’õn nükleer füze başlõklarõnõn sayõsal karşõlaştõrmasõ yer aldõ mesela. Haberde Hindistan’õn nükleer füzeyle “ilk vuran olmama kararı” vurgulanõrken, Pakistan’õn böyle bir politikasõ olmadõğõna ve nükleer silahlarõn kontrolünün tümüyle Pakistan Genelkurmay Başkanõ’na ait olmasõna dikkat çekiliyor. İslamabad’õn 26/11 olaylarõnõn elebaşlarõnõ ortaya çõkarmak için söz verdiği işbirliğinden geri adõm atmasõnõn akabinde, Hindistan Başbakanõ Manmohan Singh’in ülkenin Nükleer Donanõm Yetkilileri ile gizlice bir görüşme yaptõğõ ileri sürülüyor. Başka bir başlõk ise “Pakistan ordusuyla Taliban’ın Hindistan’a karşı birleşebileceğini” duyuruyor. Canlõ ele geçirilen tek teröristin, kendisinin ve ölen diğer dokuz arkadaşõnõn “Pakistanlı” olduğunu söylemesi iki ülke arasõndaki ilişkileri zora sokuyor. Hindistan, FBI’õn İslamabad’a, teröristlerin Pakistan’la olan ilişkisini ortaya koyan güçlü kanõtlar sunduğunu iddia ediyor. Mumbai sokaklarõ ise durduk yerde yediği can alõcõ darbeden dolayõ kõrgõn, ama canlõ. Bütün Brüksel’i sokağa atsalar görülemeyecek cinsten bir kalabalõk akõyor her zamanki gibi kaldõrõmlardan. Bir önceki ziyaretimden bu yana havaalanõndaki, alõşveriş merkezlerinin, büyük otellerin yaya ve araba girişlerindeki güvenlik önlemleri hayli artmõş. Noel ve yeni yõl eğlenceleri ise büyük ölçüde azaltõlmõş. Mumbai’nin en büyüleyici yeri olan, koloniyel döneme ait görkemli Taj Otel yaralarõnõn bir kõsmõnõ sarõp, farklõ dinlerden dualarla, saatlerce süren ritüellerden sonra denize karşõ kapõlarõnõ müşterilerine yeniden açmõş. Otelde yaşamõnõ yitiren 31 kişinin adlarõnõn yer aldõğõ geçici anõtõn önünde açõlan kocaman defter, duygu ve öfke dolu yazõlarla yarõlanmõş bile. Öfkeyi paylaşanlar arasõnda Hindistan’õn Müslümanlarõ da var. Ölü ele geçirilen teröristlerin Hindistan topraklarõna gömülmesini şiddetle reddediyorlar. Fanatik Hindularõn, azõnlõktaki Müslümanlarõn üzerindeki baskõsõna bahane olan terör eylemlerine karşõ nefret dolular. Hindistan’õn bir milyar yüz elli milyonluk nüfusunun yüzde 13.5’i Müslüman. Bu hesapla “sarili” kadõnlar çoğunlukta. Buna rağmen, onlar öylesine “açık”, Müslüman kadõnlarõn bir kõsmõ ise öylesine “kapalı” ki, Hindistan’daki bu zõtlõğõn iç içe geçmişliği bir mucize gibi geliyor insana. Ruslardaözür kampanyası başlatırmı? “Soykırım yapıldı”, “Geçmişle yüzleşmenin zamanı geldi” türünden sözlere, son yõllarda sõkça rastlõyoruz. Ukrayna’dan söz ediyorum. Geride bõrakmakta olduğumuz 2008 yõlõ, “Holodomor” olarak adlandõrõlan büyük açlõk felaketinin 75. yõlõydõ. Söz konusu açlõk felaketi, 1932 - 33 yõllarõnda, Sovyet yönetiminin tarõmda kolektifleştirme politikasõnõn ve köylülerin tarõm ürünlerine el konmasõnõn sonucunda Ukrayna’da, Rusya’nõn Don ve Volga havzalarõnda ve Sibirya’da yaşanmõş ve milyonlarca köylü hayatõnõ kaybetmişti. Ukrayna yönetimi, bazõ tahminlere göre 3, bazõ tahminlere göre ise 10 milyondan fazla insanõn ölümüyle sonuçlanan bu felaketin, dönemin Moskova yönetimi tarafõndan bilinçli olarak planlanmõş ve Ukrayna ulusunu ortadan kaldõrmayõ amaçlayan bir soykõrõm politikasõ olduğunu savunuyor. Bu iddiaya göre Don bölgesi de Ukrayna kökenli Kazaklarõn bulunduğu bir alan olduğu için, o bölgede de Ukraynalõlarõn imhasõ hedeflenmiş. Bu iddiaya karşõ çõkanlar, felaketin kõrsal alanlarda yaşandõğõnõ ve dönemin Ukrayna toplumunun büyük ölçüde köylü olmasõndan ötürü Ukraynalõlarõn çok kayõp verdiğini, diğer taraftan Ruslardan da aynõ dönemde milyonlarca kişinin hayatõnõ kaybettiğini söylüyor. Holodomor’un soykõrõm olduğu iddiasõ Soğuk Savaş döneminde Ukrayna diasporasõ tarafõndan ortaya atõldõ. 2004’teki turuncu devrimden sonra ise bu iddiayõ içeride ve dõşarõda kabul ettirmek, resmi devlet politikasõ haline geldi. Konu, Devlet Başkanõ Viktor Yuşçenko’nun ulusal proje olarak gördüğü konulardan biri. İçeride, yayõn organlarõ ve okullar aracõlõğõyla yeni nesillere, Ukraynalõlarõn sõrf Ukraynalõ olduğu için öldürüldükleri düşüncesi aşõlanmak isteniyor. Bu amaçla, iki yõl önce parlamentoda, Holodomor’un soykõrõm olduğunun inkârõnõ suç sayan bir yasa kabul edildi. Ancak söz konusu yasanõn cezai yaptõrõmõ yok; yani “soykırımı” kabul etmeyene ceza verilmiyor. Yuşçenko, geçen sene de “soykırımı inkâra” cezai yaptõrõm getiren bir yasayõ parlamentoya sundu. Ancak ülke içinde bu konuda görüş birliği olmadõğõ için, halkõn yarõya yakõnõnõ cezalandõrabilecek böyle bir tasarõ kabul edilmedi. Diğer taraftan, Kiev’de, İkinci Dünya Savaşõ’nda ölenlerin anõsõna yapõlmõş olan meçhul asker anõtõnõn yanõbaşõna, Erivan’daki “soykırım anıtını” çağrõştõran bir Holodomor anõtõ dikildi geçen haftalarda. Meçhul asker anõtõ, Kiev’i ziyaret eden yabancõ devlet yetkililerinin resmi ziyaret programõnõn ilk sõrasõnda yer alõyor. Böylece, Kiev’i ziyaret eden yabancõ devlet yetkilileri, Ukrayna’nõn “soykırım anıtını” da ziyaret etmiş olacaklar. Yuşçenko, yabancõ ülkelere düzenlediği ziyaretlerin hemen hemen tamamõnda, “soykırımın tanınmasını” gündeme getiriyor. Zaten ABD ve Doğu Avrupa ülkeleri gibi Rusya’yla gergin ilişkilere sahip pek çok ülke, “soykırımı” tanõmõş durumda. Avrupa Parlamentosu’nda da geçen aylarda Holodomor’u “Ukrayna ulusuna karşı işlenmiş insanlık suçu” olarak tanõyan bir karar kabul edildi. Fakat Rusya’nõn çabalarõ sonucunda, “soykırım” ifadesi metinden çõkarõldõ. “Soykırımı” tanõyan ülkelerin, başta Ukrayna olmak üzere, söz konusu eylemlerin Sovyet yönetimi tarafõndan işlendiğini ve bugünkü Rusya’nõn suçlanmadõğõnõ söylemelerine karşõlõk, resmen Sovyetler Birliği’nin “devam eden devleti” olarak tanõnan ve Sovyet geçmişi ile övünen Rusya’nõn bu sözlere uyup “anlayış göstereceğini” beklemek, pek gerçekçi değil; göstermiyor da zaten. Ruslar, konunun uluslararasõ kuruluşlarda gündeme gelmesinin önlenmesinde Türklerin kendilerine yardõmcõ olduğunu söylüyorlar. Rusya ise her ne kadar parlamentosu sözde Ermeni soykõrõmõnõ tanõmõş olsa da, Ermeni sorununda sessiz kalmayõ tercih ediyor. Sarili kadõnlar ‘Ilõmlõ İslam’õn İsveç versiyonu... Birileri kinli bir hararetle “Yılbaşı kâfir âdetidir” diye dünyanõn döndüğünü reddededursun, ötekiler dünyaya doğan her günün daha barõşçõl “eşit, kardeşçe ve özgür” yaşanmasõ dilek ve düşünü sürdürüyor. İnsanoğlu 21. yüzyõlda her yakalayanõn inanõlmaz bir bencillik ve vahşetle bir ucunu dişlemeye çalõştõğõ şu yeryüzünde “asil kan”larla, “yüce kat”lardan öte, insanõ insana bağlayacak öğelere, erdemlere sahip çõkamayacak mõ? Evrensel düzeyde emeğin hakkõ, dürüstlüğün ücreti, yaratõcõlõğõn payõnõ teslim etmek için; dinler-diller-gelenekler- aşiretler-uluslar ötesi bir ahlak, bir zihniyet için “Aydınlıklar devri”ne, 18. yüzyõlõn başõna geri dönmek, “ortaçağ” karanlõğõnõ yeniden yaşamak zorunda mõyõz? Mucidi kim olursa olsun herkesin gündelik yaşamda sahiplendiği elektrik, telefon, otomobil, tren gibi araçlar ne kadar doğalsa, 1789 Fransõz Devrimi’nin insanlõğa mal ettiği “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiarõnõn o denli doğal olmasõ gerektiğini düşünürken, böyle düşünenlerin küçük bir azõnlõğa düştüğünü görmek ne acõ... Sõnõrlõ ve zaman zaman ikiyüzlü de olsa Avrupa’nõn ve bugün kõsmen Güney Amerika’nõn dünya genelinde savunuculuğunu üstlendiği bu şiarõn kalbi, isim babasõ Fransa, ilk uygulamacõsõ Fransõzlar bu konuda ne düşünüyor? Fransõz Anayasasõ’nõn girişten sonraki ilk iki maddesinde, “Fransa’nın bölünmez bir laik, demokratik ve sosyal cumhuriyet; bayrak renklerinin mavi-beyaz- kırmızı, dilinin Fransızca, ulusal marşının ‘La Marseillaise’, şiarının ‘özgürlük, eşitlik, kardeşlik’ ve ilkesinin de ‘halk tarafõndan halk için halk hükümeti’ ile yönetilmek” olduğu yazar. Kõsa süreli devrimci anlarõnda (1830, 1848, 1871, 1936 ve de birazcõk 1981-82) bu hassasiyetlerini kâğõt üstünden hayata geçirmeyi başarmõş Fransõzlar artõk epeyce kötümser. Geçen yõl (2008) uzun zamandõr gerçekleştirmek istediğimiz bir gezi vesilesiyle Fransa’nõn Bordeaux kadar ünlü üzüm bağlarõna sahip Burgonya bölgesine gitmiştik. Yörenin tanõnmõş şarap beldelerinden Beaune’da katõldõğõmõz ‘tadım seansları’ndan birinde mesleğine âşõk bir üreticiyle sohbetimizde Fransõzlarõn ‘iyi şarap’ konusunda ne denli ayrõcalõklõ olduklarõnõ söylemek gafletinde bulunmuştum. “Herkes içmekte özgür içmesine de, satın alabilene...” demişti. “Büyük dağıtımcılar ele aldı alalı -ki neredeyse 30-40 yıl geçmiş- kaliteli şarap tüketimi çoktan eşitlik ilkesini rafa kaldırdı” diye yakõnmõştõ. Birkaç gün önce bir Fransõz dostumuzun doğum gününe davetliydik. Yemekte taşradan gelen 36 yõllõk subay kayõnbiraderiyle tanõştõk. Kayõnbirader Türk olduğumuzu öğrenince, “Ben sıradan bir Fransızım. Bilgim de ortalamadır ama tanıyabildiğim kadarıyla Atatürk, De Gaulle’le bile karşılaştırılamıyacak kadar büyük bir asker ve devlet adamı. Kurduğu ordu, çok tartışmalı darbelerine karşın bugün ülkenin en etkili, en saygın kurumu olarak kalabiliyor” demeden edemedi. Sonra da, “Ve belki de hepsinden önemlisi Türk ordusu temelden kendi içinde çok ‘eşitlikçi ve kardeşçe’ bir yapılanma kurmuş. Buralarda özgürüz, özgürlüğüne de benim gibi halk çocuklarının orduda subay olma şansı pek kalmadı. Hatta içerdeki ilişkiler ‘özel şirket’ dünyasına dönüştü. Anladığıma göre Türk ordusunda halen durum farklı” deyince hem adamõn ilgisine, hem saygõsõna şaşõrõp kaldõk. İki örnek, son yõllarda Fransõz toplumunda yaşanan değişim olgusunu oldukça iyi yansõtõyor. Geçen hafta Fransõz basõnõnda yayõmlanan bir kamuoyu araştõrmasõnõn sonuçlarõna bakõlõrsa Fransõzlar en demirbaş değerlerini hõzla yitirmekteler. Toplumun üç sacayağõndan en az yara alanõ “özgürlük”. O bile, 2003’te toplumun yüzde 75’inin geçerli olduğuna inandõğõ bir değermiş. Bugün Fransõzlarõn yüzde 60’õ ülkede göreli bir ‘özgürlük’ten söz edilebileceğini savunuyor. CSA araştõrma kurumunun göz önüne serdiği açõk iki gerçek var ki, pek iyimserliğe elvermiyor. 2003 ortasõnda Fransõzlarõn yüzde 52’si ülkede ‘kardeşlik’ olduğunu söyleyebiliyorlarmõş. Bu oran Aralõk 2008’de yüzde 45’e düşmüş. Belki de 21. yüzyõlõn en nadirleşecek siyasi erdemi ‘eşitlik’. Fransõzlarõn nezdinde 2004 yõlõnda yüzde 40 ile yeni yüzyõldaki en yüksek düzeyine ulaşabilen ‘eşitlik’ bugün yüzde 32’lik skoruyla kötümserliğin simgesi. Neoliberal zihniyet Fransa gibi en ilerici ‘kapitalist’ ülkelerde bile açtõğõ gedikle insanlarõ bir yanõyla bencillik ve bireysellik, bir yanõyla da dincilik ve milliyetçiliğin koynuna itmekte. Mücadele özgüllüğünü henüz tümüyle yitirmemiş Fransõzlarõn yüzde 39’u dernekler (“Hükümetler dışı kuruluşlar” veya sendikalarla değil, tümüyle bağõmsõz derneklerle), yüzde 36’sõ da okulda verilecek mücadeleyle bu gidişatõ değiştirmeyi umuyor. Yüzde 62’si bu örgütlere katõlmaya, yüzde 97’si de bir biçimde desteklemeye hazõr. En kötümserler de gençlerle yaşlõlar... 2009 yõlõnõn sõnõf, köken, inanç, cinsiyet, renk, yaş ve benzeri ölçütleri ne olursa olsun insanlõğõn yarõnõnõ “eşit, kardeş ve özgür” bir toplum temelinde kurma ütopya ve mücadelesini sürdürenler yõlõ olmasõ umut ve dileğiyle... [email protected] KİEV DENİZ BERKTAY MUMBAİ ÇİMEN TURUNÇ BATURALP MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS PARİS UĞUR HÜKÜM Buz gibibir evlilik! Kanadalı Jan ve Gerhard Pyper, hayatlarını birleştiren bağlılık yeminini buz gibi sularda etti. Yeni evlenen çift Vancouver’da yapılan 89. Kutup Ayısı Yüzüşü etkinliğine katıldı. Çift soğuk sularda kısa süre yüzdükten sonra, damat Gerhard’ın öptüğü gelin koşar adımlarla kıyıya çıktı. (Fotoğraf: REUTERS)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle