25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 OCAK 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL İşte Gerçek Soykırım!.. “Sonra, çok sonra, limandan kalkan o ufacık, o çürük, eski zaman kadırgalarına benzeyen gemi- lerden biriyle, Ester ile Roza’yı özledikleri yerlere, insanlara doğru yolcu ettim. Yıkılacak kadar yük- lü gemilerdi bunlar. Ama içlerinde yarınki yaşam- larına atılmaya koşan yığınlarla insan vardı. Bu ara- da, dünyayı bitmeyecek bir serüven olarak ka- bullenen Ester’le Roza...” 1951’de yazdığım “Ester’le Roza” öyküsü böy- le bitiyordu... İsrail devletinin kurulduğu yıllardı. Yahudi hal- kı dünyanın, Avrupa’nın, Asya’nın, Amerika’nın her yerinden yeni ülkelerine gemilerle geliyordu. Yüz- yıllar sonra devletlerini kuracaklar, geçmişte yaşadıkları horlanmışlıkları, acıları unutup barış için- de özgürce yaşayacaklardı. İki devlet kurdu Birleşmiş Milletler... Biri Yahu- dilerin İsrail’i, öbürü Arapların Filistin’i. Yan yana iki devlet... Nazi Almanya milyonlarca Yahudiyi ölüm kamp- larına tıkmıştı. Binlercesini de fırınlarda yakmıştı. Saçını dişini, işe yarar her yerini sömürmüştü. Uy- gar dünya bu büyük acıyı derinliğine duymuştu. Ama 1945’te İsrail devletinin kurulmasıyla, bu ezi- len insanların kendi ülkelerinde özgürlüğe ka- vuşması, hepimizce memnunlukla karşılanmıştı. Ne mi oldu sonra? Yetmedi toprakları, yetmedi elde ettikleri, yet- medi bağımsızlık, yetmedi bilimle, sanatla, sev- giyle bir düzen kurmaları, komşu Filistinlilerle eşit koşullarda sevgiyle birlikte yaşamaları... Benim umutla yazdığım o öyküden bu yana, beklenenler, umulanlar bir türlü gerçekleşmedi. Na- zi kamplarından çıkan, her türlü ezilmişlikten, öl- dürülmekten, kıyımlara uğramaktan kurtulan bir ulus, bir halk, bu kez yeni bir Nazi Almanya olmaya başlamıştı. Yeni topraklar elde etmek, Arapları yurt- larından kovmak, yörede kesin egemenlik kurmak dünya ölçüsünde etkin bir güç olmaya kal- kışmak... Nazi kamplarında çektiklerini unutarak!.. Bitip tükenmez bir savaş, bir düşmanlık, ben- cilce bir tutumla yoksul halkları ezip üstün çıkmak. Bu arada zamanla Filistin devletinin de ortadan kalkmasını sağlayıp, Arap halkını kendi yönetimine almak, onlara bir çeşit parya gibi davranmayı üs- tün ırk olmanın gereği saymak!.. İşte yine günlerdir Gazze’yi, binlerce insanı, ço- luk çocuk, kadın erkek demeden uçaklarla, tank- larla yok etmeye çalışıyor... Ardında ABD var, Bush var, yarın da Obama olacak inancıyla!.. 1940’lı yıllarda Nazi kamplarında acı çekmiş ün- lü Yahudi yazarlar, sanatçılar bu korkunç soykı- rım karşısında nasıl susuyorlar? Ya benim, Este- rim, Rozam, yaşıyorlarsa, ne diyorlar bu bağışlan- maz cinayetlere? PENCERE Devlet Kadın Düşmanlarının Elinde... Doğalgaz artık toplumsal yaşamın olmazsa ol- mazına dönüşmüş bir yakıt... Ankara’da, daha başka deyişle Türkiye’nin başkentinde bu işin başındaki kişi kim?.. Veysel Karani... Hazretin adı güzel... Veysel Karani Müslümanlığın ünlülerinden sa- yılır; Muhammet çağında yaşamış, gözleri kör- müş, bir aslanla dolaşırmış... Bizim Veysel Karani de anlaşılan ılımlı İslamcı... Ankara’da doğalgaz faciasıyla yaşamını yitiren yedi üniversiteli genç olayına ilişkin basın top- lantısında gazetecilere demiş ki: “- İşi kısa tutun; cumaya gideceğim...” Demek ki akıl fikri faciada, doğalgazda falan de- ğil, cumada... Aferin!.. Geçenlerde gazetelerde bir fotoğraf yayımlandı; Türk Hava Yolları Genel Müdürü hacdan dönü- yor, ayaklarında şıpıdık terlikler, beş adım arka- sında da karısı yürüyor.. Genel Müdür “sempatik” kişi... Objektife gülümsüyor. Ciddi hizmetlerin başına geçirilen AKP’lilerin ço- ğunda İslamcı kimlik ağır basıyor; kadını aşağı ya- ratık sayıyorlar... İçlerinde çok iyi yetiştirilmiş olanlar var; Ame- rika’da üniversiteler, doktoralar, diplomalar, fa- külteler, falan filan... En çarpıcı örnek kim?.. Ali Babacan.. Dışişleri Bakanı.. Amerika’da yetiştirilmiş, öğretim görmüş, özel- likle eğitilmiş, bire bir ılımlı İslamcı... Ama, hanımı nasıl?.. Dışişleri Bakanı kadın-erkek eşitliğine karşı... Hanımı tesettürlü... Çok partili rejimde döndük, dolaştık, dinciliğe demir attık... Demokrasi bu mu?.. Irak’ta sınırdaşımız olan toplumda Kürt kardeşler çok partili rejime kavuşunca sözüm ona parla- mentarizmde ne yaptılar?.. Erkeğe çok karılı evliliği yasayla meşrulaştır- dılar... Kadınlara düşmanlık yalnız İslamcılıkta yok... 18’inci yüzyıl Fransa’da ‘Aydınlık Çağı’ değil mi?.. Ünlü Michelet 18’inci yüzyıl için ‘Büyük Yüz- yıl’ demişti... Voltaire bu büyük yüzyılın yıldızıydı, ünü bu- gün de dillere destandır... Peki, Fransa o dönemde nasıl bir toplumdu?.. Fransa’da kadın düşmanlığının Batı’daki somut simgesi ‘Cadı Yasası’ geçerliydi... Zavallı kadınlar bu kanuna göre cadılık suçla- masıyla yakılıyorlardı... Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığı dincilik per- desi altında tırmandırılıyor; bir yanda Atatürk dev- rimiyle kadınlara kazandırılmış haklar ‘fiilen’ iş- lemez hale getiriliyor; öte yanda iktidarı ele ge- çiren AKP’nin liderleri eşlerini tesettüre mahkûm ederek demokrasi yaptıklarını söyleyebiliyor- lar... Devlet kadın düşmanlarının elinde... Ne yazık ki kadınlar bu düşmanlığı tasfiye ede- cek bilinç düzeyine daha ulaşamadılar... Çağları iç içe yaşıyoruz... Aydınlanmacı Voltaire yaşarken Fransa’da ka- dınlar yakılıyordu... Bugün Atatürkçüler yaşarken Türkiye’de kadın düşmanlığı iktidarda geviş getiriyor... Peki, sonuç?.. Hiç kimse merak etmesin, tarihsel başarı ‘Ay- dınlıktan’ yana olanların kaçınılamaz üstünlüğü- nü vurgulayacaktır. İ stanbul, tarihi bir dünya kenti. Doğasõ ve kültürel varlõklarõ ile tüm dünyada il- gi ve hayranlõk uyandõran bir metropol. Nüfusu 12-13 milyon olan İstanbul’un temel sorunu; kentin bu özelliklerini, ya- ni tarihi dokusunun ve kültürel mirasõnõn özen- le korunarak, gelişmesinin ve büyümesinin bir plan dahilinde yürütülüyor olmamasõdõr. Bugünkü durum, maalesef iç açõcõ değildir. Ortada bilimsel esaslara ve kamu yararõna da- yalõ bir planlama ve yönetim anlayõşõ bulun- mamakta, kent bütünlükten yoksun, rant odaklõ kõsmi imar planlarõyla daha da çir- kinleşmekte, tarihi doku bozulmaktadõr. 15 yõldõr İstanbul’u yöneten AKP’li bü- yükşehir belediyesi ortaya bir İstanbul vizyonu koyma becerisini gösterememiştir. Cumhu- riyetimizin 100. yõlõnda İstanbul’un nüfusu- nun 22 milyona ulaşacağõ tahminlerine rağ- men ortaya hâlâ bu nüfusu çağdaş koşullar- da güvence altõna alan bir master plan yok. Onun yerine, son dört yõlda parsel bazõn- da ranta ve rant paylaşõmõna dayalõ 4 bin imar tadilatõnõn yapõldõğõndan söz ediliyor. Aynõ şekilde, İstanbul’un eskiyen mahallelerinin, depreme dayanõklõ olmayan semtlerinin ve ta- rihi bölgelerinin yenilenme projeleri de ran- ta odaklõ projelere dönüştürülüyor. Oralarda oturan ve çoğu dar gelirli insanlar, on yõllar- dõr oturduklarõ yerlerden adeta sürülüyor. Oysa kentsel dönüşüm projelerinin onlar- ca yõldõr oralarda oturan insanlarõ esas alarak, kamu yararõna uygun bir biçimde ve elbette katõlõmcõ anlayõşla yapõlmasõ gerekir. Bu, kentlilerin haklarõna saygõnõn ve demokrasi- nin gereğidir. İstanbul’da yerleşimin ve bü- yümenin plansõz olarak gelişigüzel yürütül- mesi, ulaşõm, trafik, su, yeşil alan, park gibi altyapõ konularõnda da büyük sorunlar ya- şanmasõna neden olmaktadõr. Böyle olunca da İstanbullularõn yaşam kalitesi giderek düşmektedir. İstanbul’da ar- tõk bir yerden bir yere gitmek, evden işe ulaş- mak büyük bir sorun. Normalde yarõm saat- te gidilecek bir yol, zamanõna göre 2-3 saat sürüyor. 15 yõldõr yönetimde olan AKP’li büyükşehir belediyesi üniversitelerin, uzmanlarõn ve il- gili meslek kuruluşlarõnõn katõlõmõyla, gele- cek 25-30 yõlõn ulaşõm master planõnõ bile or- taya koyabilmiş değil. Bugün İstanbul’da kent içi ulaşõmõn yüz- de 92’si lastik tekerlekli araçlarla, yüzde 5.5 kadarõ metro ve raylõ sistemle, yüzde 2.5’i ise denizden yapõlõyor. AKP’li büyükşehir yö- netiminin bu tabloyu dünyanõn çağdaş met- ropollerinde olduğu gibi tersine çevirecek bir vizyonu ve programõ yok. Metro ve raylõ sis- temler neredeyse yerinde sayõyor. Denizden ulaşõmsa üç-beş deniz taksisiyle gerçekleşti- rilmeye çalõşõlõyor. Oysa İstanbul denizle iç içe, ama nedense (!) denizden gerektiği gibi yararlanõlmõyor. Diğer yandan, depreme karşõ hazõrlõklõ ol- mak, artan nüfusun ihtiyacõ olan temiz suyun temini, kentin su havzalarõnõn, ormanlarõnõn, yeşil alanlarõnõn korunmasõ, kent yoksullarõ- nõn kent yaşamõna katõlabilecek şekilde sos- yo-ekonomik bakõmdan güçlendirilmesi, kente yeni parklarõn, kültür-sanat kurumlarõnõn kazandõrõlmasõ, kent merkezi ile varoşlar arasõndaki eşitsizliğin giderilmesi gibi önem- li sorunlar da çözüm bekliyor. İstanbullular AKP’li büyükşehir belediye- sinin bu yaşamsal konularõ nasõl çözmeyi dü- şündüğünü bilmiyor. Çünkü, bu sorunlarõn çö- zümüne ilişkin, bütünselliği olan programlar- projeler ve bir uygulama takvimi yok. Durum; bütünlükten yoksun, günlük “gösteriş pro- jeleri” ile idare ediliyor. Oysa Başbakan 2004 yerel seçimleri ön- cesinde; “İstanbul Türkiye’nin vitrinidir, bu nedenle İstanbul’un gelişmesine büyük önem veriyoruz. Yerel seçimlerden sonra İstanbul tarihsel bir dönüşüm yaşayacak ve Türkiye’nin gelişmesinin bir lokomotifi ve örnek bir dünya kenti olacak” şeklinde iddialõ sözler söylemişti. Aradan geçen 5 yõldan sonra, bõrakalõm bir dünya kenti olmayõ, İstanbul’da yaşam kali- tesi daha da düştü. İstanbul’un tarihi dokusu ve kültürel varlõğõ da tehdit altõna girdi. Ar- tõk bu kentte oteller saray bahçelerine değil, Sultanahmet’te olduğu gibi doğrudan saray kalõntõlarõnõn üzerine inşa edilir oldu. O da yet- medi, 500 yõllõk bir geçmişe sahip olan Alevi toplumu için büyük manevi değer olan Sütlüce’deki Tekke-i Âliye (Yüce Tek- ke) diye anõlan inanç merkezinin üzerine de bina dikilmesine izin verildi. Ve şimdi bu bi- nayõ AKP il başkanlõğõ kullanõyor. Sorunla- rõ bilimsel yöntemlerle, demokratik olarak çözme becerisini gösteremeyen AKP ve Başbakan, sonunda çözüm için İstanbul’a vi- ze konulmasõnõ önerdi. Bu öneri hiçbir şekilde gerçekçi ve uygulanabilir bir öneri değil. İstanbul bir yönüyle zengin bir kent. Ülke gelirinin yüzde 50’ye yakõn kõsmõnõn yara- tõlmasõna katkõda bulunuyor. Ama İstanbul- lularõn tümü bu zenginlikten aynõ ölçüde pay alamõyor. İstanbul’un varsõlõ çok, ama yok- sulu kat kat daha çok. Bu yoksulluğun nedeni, solun CHP’nin sü- rekli vurguladõğõ, adaletsiz gelir bölüşümü- dür. AKP iktidarõ döneminde uygulanan neoliberal ekonomi politikasõ, işsiz ve yok- sullarõn sayõsõnõ daha da arttõrmõş bulunuyor. Bu durum ABD’de ortaya çõkan finansal kriz ile birleşince tüm ülkede olduğu gibi İstan- bul’da da on binlerce insan işinden oldu. İş- ten çõkartmalar bütün hõzõyla sürüyor. İşsiz ve yoksul İstanbullularõn sayõsõ giderek ar- tõyor. Sosyal devlet gibi sosyal belediyecilik de önemsenmediği için İstanbul’da işsizler ve yoksullar kaderleriyle baş başa bõrakõlõyorlar. Düzensiz ve kayõrmacõ bir anlayõşla dağõtõlan kömür ve gõda yardõmlarõysa hem gerçek ih- tiyaç sahiplerinin önemli bir bölümüne ulaş- mõyor hem de sorun ortadan kalkmõyor. Kanõmõzca, tüm bu nedenlerle 29 Mart’ta yapõlacak yerel seçimler, CHP Genel Başkanõ Deniz Baykal’õn da vurguladõğõ gibi, yere- lin de ötesinde bir anlam taşõyor. O bakõm- dan bu seçim hem kentlerin AKP tarafõndan kâr odaklõ birer işletme gibi yönetilmelerine ve hem de AKP iktidarõnõn sürekli ve eşitsizlik yaratan sosyo-ekonomik uygulamalarõna yol- suzluklarõna son vermek için bir fõrsat ola- caktõr. Artõk İstanbul’da demokratik bir değişimi gerçekleştirme zamanõdõr!.. İstanbul’un değişmesi aynõ zamanda Tür- kiye’nin değişmesinin yolunun açõlmasõ de- mektir. ‘İstanbul Değişir, Türkiye Değişir!’ Ercan KARAKAŞ Eski Kültür Bakanõ / SODEV Onursal Başkanõ 29 Mart’ta yapõlacak yerel seçimler, CHP Genel Başkanõ Deniz Baykal’õn da vurguladõğõ gibi, yerelin de ötesinde bir anlam taşõyor. O bakõmdan bu seçim hem kentlerin AKP tarafõndan kâr odaklõ birer işletme gibi yönetilmelerine ve hem de AKP iktidarõnõn sürekli ve eşitsizlik yaratan sosyo-ekonomik uygulamalarõna, yolsuzluklarõna son vermek için bir fõrsat olacaktõr. B ir krizi çözebilmek için tanõmõnõn doğru yapõl- masõ gerek. Herkes mev- cut krizi finansal olarak isim- lendiriyor. Bu doğru mu? Cevap “Hayır!” olacak. Evet, kriz fi- nans sektörü tarafõndan tetik- lendi. Başka türlü olmasõ da beklenemezdi. Ancak sorunun asõl kaynağõ gelir dağõlõmõnda- ki bozukluk ve günümüzün ege- men kapitalist ekonomisinin kaynaklarõ ve toplumsal doku- yu tarumar etmesidir. 1980’lerde iktidara gelen neo-liberal düşünce özellikle Vietnam Savaşõ’nõn ekonomi- de yarattõğõ tahribatõn neden ol- duğu teknolojik geriliğe ve durgunluğa yine askersel har- camalarla (yõldõzlar savaşõ vs.) cevap bulmaya kalkõşõnca bü- yük bir kaynak sorunuyla kar- şõlaştõ. 160 milyar dolar civa- rõnda olan bu ihtiyaç, içeride geliri çalõşanlar aleyhine yeni- den bölüştürülerek dõşarõ da ise yüksek faiz politikasõyla kay- nak transfer edilerek karşõlandõ. Burada ayrõca Japon Yen’inin değerinin bir gecede dolar kar- şõsõnda iki katõna çõkarõldõğõnõ da hatõrlayalõm. Bu politikalar sonucunda o an itibarõyla ABD’nin en büyük ra- kibi haline gelen Japonya yük- sek döviz kuruna zorlanmasõn- dan dolayõ hâlâ altõndan kalka- madõğõ bir durgunluğa itilir- ken 1990’lara gelindiğinde Clinton Amerikasõ yeni bir teknolojik devrim çağõna girdi. Askersel Endüstri Komplek- si’nin ürünleri PC’ler, internet bağlarõ aracõlõğõ ile sivil eko- nomide kullanõm bulmaya baş- lamõş, bu da yatõrõm furyasõnõ kamçõlamõştõ. 2001 yõlõna gelindiğinde reel ekonomi aşõrõ borçlanmõş, kul- lanamayacağõ kapasite fazlasõ yaratmõştõ. Sonuç 2001 krizi oldu. Cisco adlõ teknoloji şir- ketinin yürütme kurulu başka- nõnõn ünlü ifadesi ile “Birileri ışığı aniden söndürüvermişti”. ABD Borsasõ bir anda 1.3 tril- yon dolar değer kaybetti. Bugün dünya ekonomisinde gelir dağõlõmõ altüst olmuş du- rumdadõr. Kazançlõ çõkanlar en başta Askersel Endüstri Kom- pleksi, büyük petrol şirketleri, borsada oynayan zenginler ve tüm dünyayõ hõzla kolaçan edip ülkeler batõran sõcak para (do- lar) sahipleridir. Bu arada OPEC ülkeleriyle Uzakdoğu ülkeleri de ABD’nin politikalarõ sonucunda olağan- üstü boyutlarda dolar rezervine sahip olmuştur. ABD finans sektörünün yõllõk toplam kârõn yüzde 60’õna sahip olduğu söy- lenmektedir. 90’lõ yõllarda ya- ratõlan değerin yüzde 90’õnõn nüfusun yüzde 5’ine ait olduğu aktarõlmaktadõr. Ekonomiye yoğun teknoloji kullanan askersel endüstrinin egemen olmasõ sonucu, vasõflõ işgücünün ve orta sõnõfõn sos- yolojik olarak yok olduğu ifa- de edilmektedir ki gelir dağõlõ- mõndaki aşõrõlõklarõn arkasõn- da bu yatmaktadõr. Servetin konaklamasõnda aracõ olan ban- kalar da daha başka kârlõ yatõ- rõm olanaklarõ bulamadõklarõ için, bu parayõ fakirleşen halka kredi ve kredi kartõ vererek ve daha sonra bunlarõ allayõp pul- layõp saygõn yatõrõm araçlarõ olarak “piramit usulü” pazar- layõnca balon patlamõştõr. Durum bu olunca krizin çö- zümü ekonominin tekrar halk- çõlõk temelinde sivilleştirilme- sinde ve gelirin adilce dağõtõl- masõnda yatõyor. Aksi halde insanlõğõn tekrar köleci topluma dönüşü kaçõnõlmaz olacaktõr. Krizin Çözümü Var mõ? Dr. Enis ÜSER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle