23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 30 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 30 Ağustos SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU “Ayı”nın Rusçası… “Ayının Rusçası nedir?” Hiç durmadan Moskova’nın son yıllardaki büyük dönüşümünü anlatan rehberimizin birden nutku tu- tuldu. Kafiledeki Batılı turistlerden biri, genç rehbere bo- doslamadan bu soruyu sorunca, ortalık buz kesti… Şaşkınlığını hızla üzerinden atan rehber kızımız, ko- nuyu hiç şakaya, laga lugaya getirmedi. Deneyimli bir diplomat ağırlığıyla dönüp, sesini yükseltmeden ama hepimizin duyabileceği desibelde; tane tane ver- di yanıtını: “Bu soruya şimdi ben nasıl bir anlam yüklemeliyim? Batı basınında çıkan tüm karikatürlerde Rusya’nın ‘ayı’ şeklinde çizildiğini biliyoruz. Size şu kadarını söyle- yeyim ki, ABD bu kez baltayı taşa vurdu!” Bu kadar. Güncel politikaya, hele hele Kafkaslar’da olan bi- tene, kıyısından köşesinden bulaşmamaya özel gayret gösteren turist rehberlerinden yolculuğu- muz boyunca aldığımız en siyasi yanıt bu oldu di- yebilirim, Gürcistan krizinin yoğun günlerinde…. Sovyet dönemi gibi neredeyse. Profesyonel reh- berler; “turizm” dışına çıkmamaya bariz biçimde özen gösteriyor Putin Rusyası’nda. İlk kez karşı karşıya ge- linen yabancılarla konuşulacak konuların listesi, ka- tı sınırlarla önden belirlenmiş nerdeyse… “Uluorta si- yaset”, listenin ön sıralarında belli ki yer almıyor. Beklenen “had bildirme” fırsatı! “Kafkas krizi” üzerinde bariz biçimde rehberi ko- nuşturmayı amaçlayan bu “tahrik edici” “ayı soru- sunun” anlamı; siyasi bir tartışmanın kıvılcımını çak- maktı tabii ki. Aldığımız yanıt kısa ama ülkede hızla yükselen milliyetçiliğin ruhunu yansıtmak bağla- mında yeterince açıklayıcı oldu. Yalnız Moskova ve St. Petersburg’da değil; Vol- ga üzerinde yaptığımız nehir yolculuğu boyunca Rus- ya içlerinde uğradığımız tüm küçük kentlerde “Batı karşıtı milliyetçiliğin” yükselişine tanık olduk. En li- beralinden en milliyetçisine, Rusları “Batı emperya- lizmine karşı” kenetleyen güçlü bir harç işlevi görmüş Saakaşvili’nin ağustos savaşı, ABD ile ABD’nin müt- tefiklerine karşı; uzun süredir kollanan ve özlenen bir “had bildirme” fırsatı yaratmış. Çarın tartışılmaz iktidarı pekişti! Krizin, başkanlık seçimlerinde ABD neo-conlarına -Moskova’nın iddia ettiği gibi- avantaj sağlayıp sağ- lamayacağı halihazırda kuşkulu ama “Çar Putin’in diz- ginlerinin” bu meyanda sağlamlaştığı kesin... Putin’in 2000’ler başındaki ilk yükselişi ile Çeçen savaşı arasındaki yakın ilişkiye dikkat çeken “Mos- cow Times” yazarı Yulia Latynina; Kafkaslar’daki sa- vaşın daha ilk günlerinden bu sonuca dikkat çekiyor: “Putin’i iktidara getiren süreç, Grozni’yi yeryüzün- den silen ikinci Çeçen savaşı olmuştu...” diyor Laty- nina: “Bu kez de Şinvali’nin Grozni’ye benzer şekil- de yerle bir edilmesi, Putin’ in tartışılmaz iktidarını önü- müzdeki uzun yıllar boyunca garantiye alacaktır!” (13 Ağustos 2008) Kafkaslar’la Karadeniz’de dehşet verici bir “nüfuz alanı” kapışması olması ötesinde; Ağustos savaşının karşımıza çıkarttığı somut ilk sonuç, Putin çarlığının görülebilir gelecekte hiçbir biçimde yerinden edile- meyeceği gerçeği... Ağır suçlama ve tehditlerin havada uçuştuğu bu de- vasa krizin, henüz açılış perdesindeyiz. İşin varabi- leceği noktalar konusunda, saçlarını Rusya’yı etüt ederek ağartan uzmanlar bile fikir birliği içinde de- ğil. Ama özellikle bu son Rusya seyahatimin arka- sından; bir “soğuk savaş” ve -evlerden ırak!- “sıcak savaş” ihtimali bana pek yakın görünmedi… Bunun tek nedeni, küreselleşme! Rusya’ya benim bu dördüncü gidişim. İlk seyahatim Sovyetler’in hemen yıkılışından sonraydı. İkincisi on, üçüncüsü üç yıl önceydi. Her gidişimde farklı bir Rus- ya buldum. Karşılaştığım son Rusya bana pupa yel- ken “küreselleşmeye açılmış bir üçüncü dünya ül- kesini” hatırlattı… Hindistan ve Çin’den farklı olarak, hiçbir teknolo- ji atağı ya da “öz üretimi” yok çünkü Rusya’nın. Sö- mürge ülkeleri gibi adeta, zenginliği -çok muazzam olsa da!- yanlız doğal kaynaklarla sınırlı bir ülke bu. Üretimi tümüyle dışa; özellikle de Batı’ya bağımlı. Küreselleşmeyle böylesine iç içe geçen, böylesi- ne bağımlı bir ekonomi; ’50 li yıllarda olduğu gibi Ba- tı’ya nasıl tavizsiz ve uzun soluklu kafa tutar? Kolay değil! Devamı Pazartesi’ ye... nilgun@cumhuriyet.com.tr Yabancılaştırmaya Giden Yol TEKEL’in sigara bölümünün özel- leştirme adı altında yabancılaştırıl- masına karşı açılan davanın dilekçe- si bir dönemi gözler önüne seriyor: “Yapılan araştırmalarda, özelleştir- me sonrası kârlılık ve verimliliğin art- madığı görülmüştür. Örneğin; blok sa- tış yöntemiyle satılan 5 çimento fab- rikasının ortalama satış kârlılığında yüzde 92 oranında azalış, ortalama is- tihdam miktarında yüzde 30 oranın- da azalış, ortalama üretim miktarında yüzde 5.5 oranında azalış görül-müş- tür. 29 şirket ile 56 işletme biriminin özelleştirme öncesi ve sonrası faali- yetlerine ilişkin yapılan incelemeler; iş- letmelerin büyük bir kısmının, özel- leştirme sonrasında kâra geçmediği- ni, bu kuruluşlardan bazılarının faali- yetlerine son verildiğini, özelleştirme öncesi kârlı çalışan kuruluşların bazı- larının kârlarını arttırırken, bazılarının ise zarar etmeye başladıklarını göster- mektedir. Örneğin; SEK, Et ve Balık Kurumu, Sümer Holding ve ORÜS iş- letmeleri, PETLAS, Karabük Demir Çelik, ÇİNKUR’un özelleştikten 3 yıl sonra faaliyetlerine son verilmiştir. Amerikan devi Cargill’in fabrikası bi- rinci sınıf tarım arazileri üzerinde inşa edilmiş, aleyhine birçok yargı kararı bulunmasına karşın, Cargill’i meşru kıl- mak amacıyla Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’na geçici madde 3 eklenmiş, Anayasa Mahke- mesi’nin kararı nedeniyle uygulana- mayan maddenin yerine bu kez Car- gill için 26/03/2008 tarih 5751 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle geçici 4. madde eklenmiştir. Elde edilen sonuç, büyük yabancı şirketlerin kamuya kaynak aktarması değil, aksine bu şir- ketlere kanunlar yoluyla ne gerekiyorsa onun verilmesidir. Petrol Ofisi 1 milyar 250 milyon do- lara bir yerli konsorsiyuma satılmış, konsorsiyum, zarar eden şirketleri ile birleştirerek devleti her yıl 150 milyon YTL vergi kaybına uğratmış, daha son- ra da bu kuruluş 5 milyar dolara ya- bancılara satılmıştır. TEKEL’in önce alkol bölümü Nurol- Limak-Özaltın-TUTSAB konsorsiyu- muna 292 milyon dolara satılmış, bu birleşme Mey İçki Sanayi ve Ticaret AŞ adını alarak Şubat 2004’te faaliyete başlamıştır. 2006 yılında Mey İçki, Tex- sas Pacific Group’a -TPG- yüzde 90 payını 810 milyon dolara satmıştır. Va- deli satış olduğu için henüz özelleş- tirme paralarını ödemeden şirketin ne- redeyse tamamını satan Mey İçki, kı- lını bile kıpırdatmadan 4 katı kâr et- miştir. Bu satışın Türkiye Cumhuriyeti devletine ve milletine ne yararı ol- muştur? Bugün testlerle büyüyen ilk- okul öğrencisi bir çocuk bile bu he- sabı gördüğünde sonucun devlet ve millet (kamu) için ne olduğunu kolay- ca görür.” Özelleştirmelere karşı çıkanlara ya- ramaz çocuk gibi bakılmasının ne- denini şimdi daha iyi anlıyoruz. 76. Dil Bayramı Dil Derneği, 76. Dil Bayramı’nı bu yıl birkaç ilde birden kutlayacak. İzmir’deki bayram 20 Eylül’de başlayacak ve Konak Belediyesi’nin de katkılarıyla 5 gün 5 gece sürecek. Üniversite gençliğinin katılımı ile gerçekleştirilecek Zonguldak’taki tören 23-24 Eylül’de. Dil Derneği’nin Ankara’daki töreni de 26 Eylül’de. Ömer Asım Aksoy Ödülü ile Kerim Afşar Ödülü’nün sahiplerini bulacağı törende, Ahmet Necdet Sezer, Talip Apaydın, Muzaffer İzgü, İskender Özturanlı, Berin Taşan, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Refet Erim, Prof. Dr. Ahmet Kocaman, Ali Dündar, Prof. Dr. Türkân Saylan, Prof. Dr. Sevda Şener, Hikmet Çetinkaya, Orhan Bursalı, Emin Çölaşan, Muzaffer A. Tunçağ ve Prof. Dr. Bektaş Açıkgöz’e “76. Yıl Onur Ödülü” sunulacak. Türkçemizin bayramı için daha şimdiden takviminizin bir yanına not düşün. Unutmayın. Özcan Karabulut’un son romanı “Amida, Eğer Sana Gelemezsem”in okuyup kapağını kapattığınızda belleğinizde kalan tortu, “Bunca sorun sevgiyle alt edilebilir mi?” sorusu oluyor... “Amida, Eğer Sana Gelemezsem” bir aşk romanı, ama doğrudan bugünü anlatıyor. Yıllar önce Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına”da yaptığı gibi... Türbandı, kimlikti, bilinen, yaşanan çok güncel toplumsal çatışma alanları romanı çevreleyen ortamı oluşturuyorlar. Açıkçası Özcan Karabulut, bir tarafa taraf olarak popülizme kaçma kolaylığından uzak durmuş. Çok keskin taraflarla adeta ortadan yarılmış bir toplumun en yakıcı tartışmalarını konu edinmeye cesaret etmiş. Bir tür tanıklık yapmış. Tarafsız değil kuşkusuz, ama söyleyeceklerini olabildiğince kendi nesnelliği içinde kurgulamış. Özcan Karabulut’a “Bugünün romanını yazarken kaygın neydi?” diye soracak olduk, kimi ipuçları verdi: “Edebiyat, insanın ve hayatın trajedisini anlatır. Kendimle, ötekiyle, insanla, hayatla bir derdim olduğu için yazıyorum. ‘Amida, Eğer Sana Gelemezsem’de beni rahatsız eden bir değil, birden fazla temayı anlatmak istedim. Öncelikle, aşkı ve yalnızlığı. Sonra, ölümü, şiddeti ve Diyarbakır’ı. Arka planda çocuk işçileri. ‘Kadınlar senin için ölsün’ cümlesinin serüvenini de elbette. Romanda kendi sesimle, kendi kelimelerimle ağrıyan, kanayan yanlarımı anlatmak istedim ve savaşa karşı çıktım, insanların yaşama hakkını ve bir arada yaşamalarını savundum. Bütün bunları yaparken suya sabuna dokundum ve aşk söz konusu olduğunda her şeyin mümkün olduğunu anlatmaya çalıştım.” Unutmadan... Özcan Karabulut, romanıyla son yıllarda unutulan bir olguyu özellikle vurgulamak istemiş: Sınıfsal kimlik... Günün romanı Organik Tarım Doğal Tarımın Sonu mu(I) SADIK ÇELİK * Organik tarımın önceliği ve çı- kış nedeni, içinde yaşadığımız kir- lenen ve doğal dengesi bozulan dünyamızda çevre ve insan sağ- lığının olmazsa olmaz önemde ol- duğunun, öncelikle kuzey ya- rımkürede yaşayanların endüstri ötesi ürünlerin istilasına ve kötü- lüklerine ve yapaylığına karşı tekrar insanın doğasına, özüne dönme arayışları ve çiftçilerin emeklerinin karşılığını alabilmeleri, insanca yaşama standartlarına kavuşturulması görüşleri ile tek- rar ve öncelikli olarak içinde bu- lunduğumuz yüzyılın öncelikleri arasına zorunlu olarak girmiştir. Organik tarımın, sertifikasyon gi- bi pazarlama araçlarıyla ciddi bir ticari, piyasacı iş alanı haline geldiği ve giderek daha fazla alana yayılarak etkisini arttırdığı, dünya genelinde 35 milyon hek- tarın üzerinde sertifikalı organik tarım arazisinin işlendiği, bu ara- zilerin üzerinden de kuzey pa- zarları için 35-40 milyar Avro değerinde ürün yetiştirildiği tah- min ediliyor. Organik tarım pazarı, konvan- siyonel gıda ürünleri pazarların- dan çok daha hızlı, çok daha ca- zip, çok daha iştahlı büyüyor. Sertifikalı organik ürünlerin ye- gâne öncellikli büyük pazarı ku- zeydir. Güneyde, ihracata yöne- lik organik üretim de bu talep doğrultusunda sürekli biçimde ar- tış göstermesi için sıradan çift- çilere yönelik yerel organik gıda ve çiftçilik tarım sistemlerinin geliştirilmesi yolunda yeni sis- temler, yeni stratejiler oluşturul- ması empoze ediliyor ya da da- yatılıyor. Çiftçiler de sertifikas- yona, ticari ve piyasacı yaklaşı- ma ve dayatmaya karşı her ge- çen gün protestolarını yükseltiyor, örgütleniyor, direniyor ya da bu dayatmacı mantığı reddediyorlar. Organik tarımdan organik ürün elde edersiniz, bu da sertifikas- yonsuz olmaz. O halde sertifika- lı organik ürünler nelerdir, soru- suna cevap: “Sertifikalı organik ürünler ayrıntılı ve hassas teknik standartlara uygun olarak üretil- miş, depolanmış, işlenmiş, pa- ketlenmiş, pazara sürülmüş ve bir sertifikasyon yetkili kurumu tara- fından ‘organik’ olarak belgelen- dirilmiş ürün demektir.” Sertifikalı organik tarımda or- ganik olarak üretilmiş tohum kul- lanımının zorunlu tutulmasına ilişkin hem Avrupa’da hem de ABD’de kabul edilen son dü- zenlemeler, yerel çeşitlerin (vari- ety) tohumlarını ertesi yıllara sak- layan ve değiş tokuş eden küçük çiftçiler ile süpermarket kanalla- rının taleplerine uyumlu modern çeşitlerin tohumlarını satın alan ti- cari çiftçiler için farklı anlamlar ifa- de ediyor. Bu mevcut durum organik tarımın gelişmesini ko- laylaştırmak için daha iyi bir kav- rayış ve daha fazla işbirliğini ge- rekli kılıyor gibi gözüküyor. Yasal düzenlemelerin tohum şirketleri ile tüm dünyadaki organik çiftçi- leri zorunlu bir işbirliğine zorla- dığını net biçimde görülüyor, an- cak buradaki oyunu doğru algı- lamak gerekiyor; daha net anla- tımla çeşitli yerel tohumları kul- lanan küçük çiftçilerle organik mono kültürler yetiştiren büyük çiftçiler için “farklı anlamlar” a sa- hip olacağını söylemek, sorunu olağanüstü hafife almak demek- tir. Sertifikalı organik tohumlar için yapılan bir zorlama, çiftçi temel- li tohum sistemlerinin organik pazara erişimini önleyecektir. Organik çiftçilik için gereken to- hum arzı , organik tohumları ye- ni bir “yüksek değerli” pazar fır- satı olarak gören bir avuç büyük şirketin ellerine geçecektir. Neti- cede tohum fiyatları yükselecek, genetik çeşitlilik daha da dara- lacaktır. Dünyadaki organik ürün- lerin büyük çoğunluğu küçük öl- çekli çiftçiler tarafından üretiliyor ve organik ürünlerinin çoğunluğu organik olarak belgelendirilmiş (sertifikalı) değildir. Milyonlarca çiftçi, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) tanım- lamasıyla “sertifikalı olmayan or- ganik tarımı” uyguluyor. Bu tarz tarım, yerel tohum geliştirme ve değiş tokuş sistemleri yolu ile sür- dürülen muazzam tohum çeşit- liliğine, zenginliğine, geleneksel bilgiye ve kırsal toplulukların et- kin katılımına dayanıyor. Bu dön- gü sadece, bir milyarın üzerinde insanın ihtiyacının karşılanması- nın ötesinde, daha verimli ve sürdürülebilir döngünün, eko sis- teminin devamını sağlıyor. Anlatabildiğimiz kadarı ile or- ganik tarımın doğuş gerekçesi, baştan beri insanlık tarihiyle ya- şıt doğal tarım ürünlerine kentli- lerin, toprağa bağlı yaşamayan- ların, tekrar kavuşma talepleridir, arzularıdır. Ancak vaziyetin öyle olmadığı ABD, AB’deki bazı uy- gulamalar özellikle mevcut tohum yasalarına göre tescilli olmayan çeşitlerden gelen tohumları de- ğiş tokuş etmek veya satmak ya- sadışıdır. Bu nedenle çiftçilerin ta- rihleri kadar eski tohumların yer- altına inmesi, tehlikeli ve yasadı- şı varlığa dönüşmesi durumuyla karşı karşıyayız. Bugün yasal zorunluluklar organik gıda zinci- rindeki şirketlerin varlığının bü- yümesi bağlamında değerlendi- rildiğinde, tablo daha da karan- lık hale geliyor. Büyük tedarikçi- ler, müşterileri olan perakende zincirleriyle askeri nizamda uygun adımla yürüyorlar. Süreç içeri- sinde her geçen gün daha küçük organik gıda şirketlerini ele ge- çiriyorlar veya kendi organik üre- tim işletmelerini gerçekleştiri- yorlar. Bu da insanoğlunun sonun başlangıcına tekrar dönmesinden başka bir şey değildir. İnsanlık hem ekolojik dengenin devamı- nı, hem ürün ve tohum çeşitlili- ğinin korunmasını, hem doğal ta- rımın ve dolayısı ile insanlık tari- hinin en eski yaşam pınarlarından biri olan doğal tarımın ve bu tür tarımın uygulayıcıları küçük çift- çilerin sürekliliğini sağlamak isti- yorsa, uluslararası tekellerin oluş- turduğu mevcut koşullara karşı kayıtsız kalmamalıdır. * Keyveni Hazır Yemek ve Catering Kurucusu BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Venezüella’nõn para birimi. 2/ İnce ve düzgün dokun- muş pamuklu bir kumaş... Mevlevi dervişlerinin döne- rek yaptõklarõ ayin. 3/ “ --- Tekin”: Ya- zarõmõz... Yüz met- rekare tutarõnda alan ölçüsü birimi. 4/ Gördek balõğõna verilen bir başka ad... Sarhoş ya da kül- hanbeyi bağõrmasõ. 5/ Av- rupa’ya özgü, kõsa öykü- lü halk şarkõsõ. 6/ Ergene- kon’dan çõkõşlarõnda Gök- türklere yol gösterdiğine inanõlan dişi kurt. 7/ Bir nota... Sakarya Meydan Savaşõ’nda Başkuman- danlõk Karargâhõ’nõn ku- rulduğu, Polatlõ ilçesi ya- kõnlarõndaki köy. 8/ Budizm inanõşõnda şeytan... Bir tüm- ceyi oluşturan birimlerden her biri. 9/ Güney Anadolu’da yaşayan Türkmenler arasõnda yaygõn olan ve “ırızva” da denilen telli bir çalgõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Geniş kenarlõ ve yüksek bir şapka. 2/ Silis grubundan değerli bir mineral... Gökyüzü. 3/ Şaka... “--- ü namus şi- şesini taşa çaldõm kime ne” (Nesimi). 4/ Kemiklerin iç boş- luklarõnõ dolduran yağlõ madde... Çanakkale Boğazõ’nda, pek çok deniz kazasõnõn meydana geldiği bir burun. 5/ Üç bentten oluşan bir Batõ şiiri türü. 6/ “Orhan —-”: Oyun ya- zarõmõz. 7/ Renyum elementinin simgesi... Küçük taneli ve ekşi bir üzüm cinsi. 8/ Güney Amerika’da yaşayan ve “Patagonya tavşanı” da denilen kemirgen bir hayvan... Birleşik bir şeyi oluşturan yalõnç şeylerden her biri. 9/ Dü- zensiz, gelişigüzel iş. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A R T İ N G F I S A S I R G A R İ S K S E U L I İ S A F T E N Ü M A Y İ Ş Z I R A A Y A Z M E Ö Z E M E K M A N İ A R I L İ R N Ö R O N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle