Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D
ediğim gibi, koğuşumuzda has
bir yazar var zaten: Erdal Ata-
bek, ama o oraya girmeden doğ-
muş bir yazar, orada serpiliyor.
Samim Lütfü ise bir fantezinin ürü-
nü.. bir gün, koğuşta sarõlõyor kaleme ve
Cumhuriyet’e yazõlar yazmaya başlõyor.
Yazõlar dolaylõ yoldan çõkarõlõyor ve haf-
tada üç gün yayõmlanõyor . Erdal Atabek
“İnsan Sıcağı”nda da şöyle anlatõyor Sa-
mim Lütfü’yü:
“Burada hapishanede Samim Lüt-
fü doğuyor. Samim Lütfü kim? Bir
yanı ile Ali Sirmen, bir yanıyla emek-
li bir büyükelçi. Olaylara, dışarıya pek
çıkmadığı anlaşılan evinden bakıyor.
Evi de çok sade. Her yana yayılmış ki-
tapları, notları, kâğıtlarıyla yaşlıca bir
bekâr evi. Evlenmeye zaman mı bu-
lamamış, evlenip ayrılmış mı.. kimse
bilmiyor. Bizim Samim Lütfü böyle
şeyleri konuşmaz... Sürekli düşünür,
kafasının bir yanının hep düşündü-
ğünü sanıyorum. Sizinle konuşur-
ken, evinde dolaşırken, otururken
hep düşünür...
Çok yer görmüş, çok olay yaşamış,
çok insan görmüş bir Samim Lütfü...
Samim Lütfü’nün yazıları çok be-
ğeniliyor...
Ali Sirmen’in Samim Lütfü’yü hiç
unutmayacağını şimdi daha iyi anlı-
yorum.
Samim Lütfü, dünyanın koğuştan
dışarı çıkmasıdır...”
Samim Lütfü’nün kim olduğunu çok
kişi merak ediyor. “Amerikan Haber-
ler”in Basõn Sorumlusu, bir gün orada
çalõşan dostum Olcay Sezen’e gidiyor
ve,
- Bu Samim Lütfü kim ise beni
onunla tanõştõr! diyor.
Aziz dostum kem küm ediyor, ama sõr-
rõ açõklamõyor.. Aradan 15 gün geçiyor
aynõ yetkili geliyor:
- Zahmet etme! Kim olduğunu öğ-
rendim, tabii ki tanõştõramazsõn, diyor.
Samim Lütfü’nün yazõlarõ Cumhuri-
yet’te yayõmlanmaya başlayõnca, pro-
testo mektuplarõ geliyor gazeteye “Siz,
Ali Sirmen içerdeyken yerine başka-
sını nasıl yazdırırsınız” diye...
Tahliyemizden sonra gazetedeki ya-
zõlarõma yeniden başladõğõmda Samim
Lütfü kendine kan veren Ali Sirmen için
can verip de, yazõlarõ sona erince, yine
mektuplar geldi. “Ali Sirmen yazsın,
ama Samim Lütfü’yü de gönderme-
yin” diye.1986 baharõnda bir gün İs-
tanbul’a gelmiş olan Uğur Mumcu ile
gazetede konuşuyoruz, alt katta bir böl-
meyi gösteriyor ve,
- Nadir Bey ile konuştuk, sana bura-
da parmaklõklõ bir hücre yaptõracağõz,
orada daha güzel yazarsõn.
Samim Lütfü’nün macerasõ 15 ay
sürdü. Yaşamõmõn geri kalan kõsmõnda
onu çok kõskandõm, ama hiç o düzeye
ulaşamadõm...
Samim Lütfü hapishanenin yarattõğõ
bir yazardõ.. o, yazarak özgürleşiyordu.
Ben ne yapayõm da, onun kalitesine
ulaşayõm, yeniden hapse mi girmek ge-
rek?..
Yazarlarõ özgürlükler yaratmaz, ya-
zarlar özgürlükleri yaratõr.
CMYB
C M Y B
15 AĞUSTOS 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
Y A R I N : A R A M I Z D A
O L M A Y A N L A R
İstemeyeistemeyeC-1’e
H
apishanede zaman bol, iş azdõr..
hapishane insanõ çürütür. Genelde
koğuşlarda, zeytin çekirdeğinden
tespihler, boncuktan sallamalar ve süs-
ler yapõlõr, onun dõşõnda çok fazla bir
faaliyet yoktur. Bizim Sağmalcõlar’daki
yaşamõmõz, öyle geçmedi.
C-16’da başlayan faaliyet ve çalõş-
malar, daha türdeş ortamda, daha elve-
rişli koşullar altõnda, artarak sürdürülü-
yordu B-1’de.
Okumaktan söz etmeyeceğim, bizim
konumumuzdakilerin hemen hepsi için
hapishane bir okuma cennetidir. Barõş-
çõlar için olduğu kadar, diğer siyasiler
için de durum aynõydõ. Çok çeşitli dil
dersleri yapõldõ okumanõn yanõ sõra,
Gencay bana İngilizce dersi veriyor,
ben ona Fransõzca.. Fransõzca öğrenen-
ler arasõnda Haluk Tosun da var. Genç
fizikçi beyninin bu dilin haritasõnõ çõka-
rõp, kafasõna nakşetmesini, yõllarõmõ
verdiğim grameri bu kadar çabuk ve
kolay sindirmesini şaşkõnlõkla izliyo-
rum.
Ali Taygun, Necdet’e Braille alfa-
besi ile İngilizce öğretiyor, Necdet
Sağmalcõlar’da öğrendiği Braille’i ge-
liştirecek, sonra da Almanya’da körlere
ders verirken kullanacaktõr. Ali tuhaf
bir çocuk, hat sanatõna merak sardõ,
kendi kendine eski yazõyla onu gelişti-
riyor, bir yandan da, eski Yunan’dan
başlayarak, tiyatro kurslarõ yapõyor me-
raklõlarõna. Haluk Tosun, bilgisayar
kursunu başlattõ. Dersleri anlatõyor,
sonra arada sõnav da yapõp not veriyor.
Herkes işi ciddiye alõyor.
Ama burasõ Türkiye.. bilgisayar kur-
sunun her şeyi tamam, üniversite öğre-
tim üyesi hocasõ var, yalnõzca bilgisa-
yar yok... Günlük gazeteler serbestçe
geliyor, hatta bana gazeteden eski Le
Monde’larõ kimi dergileri ve New York
Herald Tribune’ü de gönderiyorlar.
B-1 açõk üniversite haline gelmiş du-
rumda. Herkeste bir faaliyet. Metin
Özek zaten hasta bir okuryazar, bir
şeyler çalõşõp yazmasa yaşamasõna ola-
nak yok.
Erdal Atabek, daha 1982’de, ilk ha-
pishane kitabõ, “Alkol”ü Kartal - Mal-
tepe Zõrhlõ Tugay’da yazmõş, çõktõktan
sonra, bir bölümünü hapishanede ta-
mamladõğõ, bir bölümünü de tasarladõğõ
iki kitabõnõ, “İnsan Sıcağı” ve “Sö-
züm Sanadır”õ yayõmladõ. Hapishane,
doğuştan yazar olan Atabek’in yazarlõ-
ğõnõ pekiştirdi, çõktõktan bir süre sonra,
kendini tümüyle bu işe verecek...
Orhan Taylan girdiğinden beri re-
sim çalõşmalarõnõ sürdürüyor zaten. Bir
de öğrencileri oldu B-1’de.. onlarõ da
yetiştiriyor.
1
985 Ocak ayõnõn ikinci haftasõnõn
sonlarõnda, C-16’ya gelen idarenin
temsilcileri yeni bir koğuşa nakle-
dileceğimizi, bunu bizi daha rahat ettir-
mek için yaptõklarõnõ söylüyorlar.
Doğrusu önce inanmõyoruz. Ama za-
man onlarõ doğrulayacak. Sağ blokta has-
tane olarak kullanõlan yere gideceğiz. Er-
dal Atabek ile Metin Özek gidip bakõ-
yorlar, döndüklerinde anlattõklarõndan or-
taya çõkan şu ki, felaket bir yer, büyük
olasõlõkla da mikrop yuvasõ.
Uzun müzakerelerden sonra, isteme-
ye istemeye, bütün siyasiler oraya gidi-
yoruz. İlk izlenim felaket. Siyasilerden
herkesin çok sevdiği, elinde bomba pat-
ladõğõ için gözleri görmeyen Necdet, ko-
ğuşa girdiğinde arkadaşlarõna soruyor:
- Nasõl bir yer?
Atõlõyorum:
- Bir kez de görmemenin avantajõnõ ya-
şa Necdet.. bõrak anlatmasõnlar.
Necdet, resmî tanõmlamaya göre gü-
ya terörist, elinde bomba patlamõş, göz-
leri görmüyor. Ama Necdet şimdiye
kadar gördüğüm en duyarlõ, en insancõl,
en beyefendi insanlardan biri. Onu her-
kes seviyor, sayõyor. Haber saatinde
BBC istasyonu radyodan aranõrken,
gözleri görmediği için midir, doğal du-
yarlõlõğõnõn yansõmasõndan mõ bilmem,
Necdet’in hassas elleri ve kulaklarõ, he-
pimizden iyi buluyor BBC’yi.
MÜJDE AR’IN
KOMBİNEZONU
Necdet, Erdal Atabek’in üstündeki
ranzada yatõyor. İnsan sõcağõnda ona bir
bölüm ayõrmõş olan Erdal Ağabey, “Bir
gün yatağa çıkışını ve inişini duyma-
dım, bir gün uyurken üstümdeki ran-
zadaki varlığını hissetmedim” der.
Necdet’e arkadaşlarõ gazete okuyorlar
hep, o da bütün duyargalarõ açõk dinliyor.
Bir sabah, onlarõ uzaktan izliyorum.
Gazetelerden biri okundu bitti, Necdet,
- Dilerseniz bir de ilaveye bakalõm, de-
di.
Sonra sordu: Ekte ne var?
- Müjde Ar’õn resmi, diye yanõtladõ
arkadaşõ.
Necdet üsteledi: Üstünde ne var?
- Bir kombinezon, yanõtõnõ alõnca se-
sinde hafif bir titreme ile yine sordu:
- Bacaklarõ da görünüyor mu?
Necdet ile daha geçenlerde telefonla
Cumhuriyet yazarõ SamimLütfü doğuyor
Harabe ve mikrop yuvasõ yeni koğuştan el ele verilerek bir ev, bir yuva yaratõlõyor
konuştuk. Almanya’da yaşõyor,
evlenmiş, boyundan büyük bir
oğlu var. Fotoğrafõnõ e-mail ile
göndermiş, orada körlere ders
veriyor şimdilerde.
HARABEDEN EV
SICAKLIĞANA
B-1 kapõsõndan ilk girdiği-
mizde, görmeyeni, görmediğine
şükrettirecek durumda idi. Ba-
rõşçõlar, hepsi de solda olan çe-
şitli fraksiyondan arkadaşlar,
hep birlikte el ele vererek, çok
kõsa bir sürede, yepyeni bir ko-
ğuş, bir ev, bir yuva yaratõldõ.
Bunda Erdal Atabek’in organi-
zatörlüğü ve öncülüğü, gençle-
rin yõlmayan azimleri ve disip-
linleri başrolü oynadõ. Koğuş
baştan aşağõ temizlendi, dezen-
fekte edildi, boyandõ, badana-
landõ, mutfak baştan aşağõ ter-
temiz edildi, zamanla önce bir,
sonra iki buzdolabõ alõndõ. He-
lalarõn yanõna kontrplaktan bir
bölme yapõldõ, orasõ banyo oldu.
Her şey birbiri ardõndan hõz-
la gelişiyor, benim gibi hayatõ tü-
keterek geçirmiş biri kõrklõ yaş-
larõnda yaşamõnõn araçlarõnõ
üretmeyi öğreniyordu.
Zamanla koğuşumuzu çiçek-
lendirme kararõ verildi, idareden
alõnan izinle Mine Sirmen’in
getirdiği saksõlara yine onun ge-
tirdiği fide ve tohumlar ekildi.
Daha sonra İlhan’õn çiçek sak-
sõlarõndan birinde, arkadaşlardan
birinin domates yerken düşür-
düğü çekirdekten olacak bir de
domates fidanõ çõkacaktõ. Su so-
rununa karşõ önce bir, sonra iki
depo yapõlacak, bunlar iyice te-
mizlendikten sonra kullanõma
açõlacaktõ. Tepeden tõrnağa ken-
dimiz yaptõğõmõz bu koğuşta bir
ev sõcaklõğõ buluyorduk.
DEMOKRASİ
UYGULAMASI
Bütün sakinlerinin siyasi ol-
duğu koğuşta, “Barışçılar” yaş-
larõ dolayõsõyla ağabey konu-
mundaydõlar. Onlara temizlik
hizmeti konmuyordu. Hatta bu-
laşõklarõna da yardõm öneril-
mişti ama, biz bunu kabul et-
memiştik.
Koğuşta büyük bir görev bö-
lümü vardõ, ama ast üst ilişkisi
yoktu. Diğer koğuşlardaki
“meydancı” kurumu burada
kaldõrõlmõştõ. Her grup ya da ki-
şi kendi işini görüyordu.
Kararlar, kavga etmeden, tar-
tõşmayla, oylamayla demokratik
usullerle alõnõyor ve müzakere-
ler hiçbir zaman fazla uzamõyor,
ortak çözümün bulunmasõ fazla
zaman almõyordu.
Kim demişse ki, “Uzlaşmaz-
lık, klikçilik solun yapısında
vardır” haltetmiştir. Bunun
böyle olmadõğõnõ, demokrasinin
ne olduğunu da yaşayarak öğ-
rendiğim, Sağmalcõlar B-1 ko-
ğuşunda gördüm ben.
B
-1’e dõşardan gelen kitaplar bir
daha dönmüyor, sahibi okuduk-
tan sonra, ortaya bağõşlõyor;
derme çatma tahtalardan bir de ki-
taplõk yapõldõ.
Sağmalcõlar’daki son 15 ayõmda,
ciddi olarak başvuru kitaplarõna ihti-
yaç duyacağõm bir uğraşõn içine giri-
yorum. Tabii bütün bunlarõ edinme-
nin mümkün olmadõğõnõ düşünürken,
birden dehşetle fark ediyorum ki, eş-
siz bir kitaplõk elimin altõnda durmak-
tadõr. Bu Amerikalõ bilim kurgu yaza-
rõ Ray Bradbury’nin François Truf-
faut tarafõndan filmi de yapõlmõş olan
“Fahrenheit - 451” adlõ yapõtõnda
söz ettiği türden bir kitaplõk. Gelecek
zamanda bilinmeyen bir ülkede geçen
öykü kõsaca şöyle. Ülkede egemen
olan yönetim, kitaplarõ yasaklamõş ve
yakmõştõr. Bir yerde kitap olduğu ha-
ber alõndõğõnda itfaiye örgütü gidip
onu da yakmakta ve kitap bulundu-
ranlarõ da yakalamaktadõr. Aslõnda
bir itfaiyeci olan romanõn kahramanõ
bir gün kitaplara merak sarar ve ki-
tap okuyanlara katõlõr, başõndan ge-
çen bin türlü işten sonra, bütün kitap-
severler gibi o da ormana kaçar. Or-
manda bir şeyler mõrõldanarak gezen
adamlar görür, ne olduğunu anlamaz,
sorar.. muhatabõ birer birer gösterir:
Şu Dante’nin Cehennemi, şu Shekas-
peare’in Otellosu, öteki Platon’un
Devleti...
Evet her insan bir kitabı ezberle-
miştir, her birey bir kitaptır ve ölme-
den önce ezberini ötekine geçirmek-
tedir. Benim de öyle bir kitaplığım
olduğunu fark ettim. Bilim konusun-
da bir konuyu öğrenmek istediğimde
Aykut Göker ile Haluk Tosun’a; tõp,
psikiyatri konularõnda Metin Özek,
Erdal Atabek’e; tiyatro ve edebiyat
alanõnda Ali Taygun’a; toplum bilim-
lerinde Gencay Şaylan’a; plastik sa-
natlarda Orhan Taylan’a başvuruyo-
rum. 12 Eylül’ün yakmasõndan, yağ-
masõndan B-1’e sõğõnmõş külliyatõmdõ
onlar benim...
Üretkenlik
had
safhada
ELLİ - AYAKLI, GARİP BİR KİTAPLIK
Sözde muhafaza-
kâr yayın organları-
nın, “İslamcı basın”
diye nitelenmesi İslama zarar
veriyor. Bunlar, “gerici”, “takıyyeci”
ya da “dinci medya” tanımlamasını da-
ha çok hak ediyor! “Benim yazarım ta-
ciz etmez”, “Benim politikacım rüşvet
almaz”, “Benim işadamım sahtekâr
olamaz” şeklindeki hastalıklı zihniyet de
ancak bu tanımlamalara sığabiliyor.
CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, pazarte-
si günü TBMM’de düzenlediği basın
toplantısında, AKP
Genel Başkan Yar-
dımcısı Şaban Diş-
li’nin akçeli ilişkileriy-
le ilgili bir belgeyi açık-
ladı. Kılıçdaroğlu, Diş-
li’nin bu belgeye, bir milyon dolar rüş-
vet alacağına ilişkin imza attığını söy-
lemişti.
Haber salı günü “İşte rüşvetin bel-
gesi” başlığıyla bir tek Vatan gazete-
sine manşet oldu. Bu büyük skandal
Milliyet ve Hürriyet’in birinci sayfala-
rında küçük görüldü. AKP’ye yamanan
El Sabah gazetesi ise haberi, 22. say-
fasının eteğinde “Kılıçdaroğlu’ndan
Dişli’ye ağır suçlama” başlığıyla vermeyi
tercih etti. Dinci medya ise yine “Bi-
zimkiler yapmaz” yalanına sığındı ve
olayı yazamadı! Kendisini “İslamın gür
sesi” diye niteleyen Vakit ve “Türki-
ye’nin birikimi” sloganıyla çıkan Yeni
Şafak haberi es geçti! Maymun kari-
katürüne bile sansür uygulayan Zaman
ise bu iki gazeteyle birlikte üç may-
munları oynamayı tercih etti! Kendile-
rini “İslamcı” diye niteleyenler adaletin
timsali Hz. Ömer’in kemiklerini bir
kez daha sızlattı!
Rüşvet olayının ikinci perdesini ön-
ceki gün “Siz ikna oldunuz mu” başlı-
ğıyla manşet yapan Vatan’ın genel ya-
yın yönetmeni Tayfun Devecioğlu,
medyanın duyarsızlığına kızmıştı! Çar-
şamba günkü yazısında bu yüzden
“Şaban Bey yakalandı. Gazeteler de...”
şeklinde çok manidar bir başlık vardı.
Devecioğlu, “Türki-
ye’de iktidar partisi-
nin önemli isimlerin-
den birinin adı rüş-
vetle, iş takibiyle, nü-
fuz ticaretiyle, arsa
rantıyla anılıyor ama Türk gazeteleri uyu-
yor. Hâlâ anlamış değilim. Yaz rehaveti
mi, başka bir şey mi?” diye sormuştu.
Büyük gazeteler Dişli’nin imar planını
değiştirdiğine ilişkin habere çarşamba
ve perşembe günleri de hak ettiği ye-
ri vermemişlerdi. Dişli’nin parasal iliş-
kileri dün ise yalnızca Vatan ve Cum-
huriyet’te manşet olmuştu. Peki her
gün sayfalarında adalet, ahlak, hak ve
hukuk edebiyatı yapan takıyyeci med-
ya son üç günde hükümet düşürebi-
lecek bu rüşvet rezaleti karşısında ne
yapmıştı?.. Koca bir hiç!.. Gür sesleri
kısılmış, birikimleri tükenmiş, zamana
uymuşlardı! Sinmiş ve başlarını kuma
gömmüşlerdi! Ne de olsa karşılarında
“Dişli” biri vardı!
Fatih Altaylı Kanal
1’de yayımlanan Teke
Tek programına ilginç
konuklar çıkarıyor. İlgiyle izle-
nen program her hafta gündem yara-
tıyor. Pazartesi gecesi Altaylı’nın kar-
şısında gazeteci Tun-
cay Özkan ile tuhaf dav-
ranışlar sergileyen yeni-
çeri kılıklı biri vardı! Ata-
türk ve Cumhuriyet hak-
kında iftiralarla dolu bir
kitap da yazan bu şahıs,
program sırasında Cumhuriyet mi-
tinglerine katılan yurttaşları darbeci ol-
makla suçladı. Milli Mücadele’yi “Yu-
nan savaşı” diye niteledi. Bu da yet-
medi, Atatürk’ten, “Az kitap okumuş,
dil bilmez, yurtdışına çıkmamış, kül-
türsüz” diye söz etti! Peki her fırsatta
Cumhuriyetin kurucusuna saldıran bu
şahıs kimdi? Bir süre önce eşinin ka-
fasına bir kavanoz dolusu insan dışkısı
döktüğü iddiasıyla mahkemelik olan
Sevan Nişanyan! Fatih Altaylı çok iyi
yaptı. Kültürü kava-
nozlara bile sığma-
yan bu şahsiyetin ka-
litesini ve ruh halini
tüm Türkiye’ye gös-
terdi! Ancak bu şah-
sın hakaretlerini çar-
şamba günü bir tek Güneş gazetesi
“Cahil adam” diye sürmanşete çıkar-
dı. Güneş, “Nişanyan ve benzeri cahil-
cühela bu cesareti kimlerden alıyor” di-
ye yazmış ve “Savcılar uyuyor mu” di-
ye sormuştu!
Siyasallaşan PKK!..
“Ertuğrul Özkök’ün, Başbakan’ın
hanımını da yanına alarak bir restora-
na gidip yan masadakilere ‘Sağlığını-
za...’ diye kadeh kaldırmasını öneren
‘Lütfen bir kadeh’ başlıklı yazısını dur-
madan okuyorum. Bu arkadaşların
Meclis’e girdikleri gün yaptıkları ilk iş,
rakı bardağına benziyor diye su bar-
daklarını değiştirmek değil miydi? İç-
ki yasağını getiren AKP... Anadolu’da
bira içilecek yer kalmadı. Boşuna bek-
leyecek Ertuğrul Özkök...”
Bekir Coşkun, Hürriyet
“Neden ‘üç çocuk doğurun’ dendi-
ğini çözdüm. Üç tane doğur ki, erkekse
biri askerde, biri Tuzla gibi iş güvenli-
ğinin olmadığı yerlerde çalışırken ölür-
se, geriye bir tanesinin sağ kalacağı ga-
ranti olsun... Kalan evlat kızsa, onu da
kaçak kursta ‘şehit verme’ veya ‘namus
cinayeti’nde kaybetme riski yüksek. En
iyisi mi ortalama çocuk sayısını dört ya-
palım, ülke batacak yoksa.”
Mehveş Evin, Akşam
e-posta: mfarac cumhuriyet.com.tr
MED CEZİR
MEHMET FARAÇ
Dişi Çekilmiş Maymunlar!..
SHP listelerinden TBMM’ye giren
Güneydoğulu milletvekilleri 1991’de
hezimet yaşamıştı! HEP Milletvekili
Leyla Zana Meclis kürsüsünde Kürtçe,
“Bu yemini Türk ve Kürt halklarının
kardeşliği için yapıyorum” deyince kı-
yamet kopmuştu! Aslında milletvekille-
ri enselerinden tutulup Meclis’ten atı-
lacak kadar büyük bir suç işlememiş-
ti! O dönemde ülke sınırları ve Türk bay-
rağının geleceği üzerine herhangi bir he-
sapları yoktu! “Öcalan bebek katili de-
ğil” gibi laflar bile etmemişlerdi. Buna
karşın HEP’liler, kardeşlik vurgusu ya-
pılan bir yemin yüzünden 10 yıl ceza-
evinde yatmışlardı!
Ve yıl 2008... Kürt eksenli siyasetçi-
lerin Meclis’te artık grubu var. DTP mil-
letvekilleri artık Öcalan’dan “Sayın” di-
ye söz ediyor. Yani PKK’nin siyasal-
laşmasının boyutları onların her açıkla-
masında da dışa vuruyor! Bunları niye
mi yazdık? Mardin Milletvekili Emine
Ayna, DTP Lice İlçe Örgütü’nün önce-
ki gün düzenlediği “Halkla dayanışma”
toplantısında, “15 Ağustos Zafer Bay-
ramınız kutlu olsun” demiş!.. PKK 15
Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye
baskın düzenleyerek eylemlere başla-
dığını ilan etmişti ya!.. Bugün yine 15
Ağustos!.. Çevrede “serseri mayın”
olabilir diye güvenlik güçleri alarmda!..
Sezer’den Sonra!..
Bazı üniversitelere AKP’li milletve-
kili adaylarını rektör yapan Abdullah
Gül yeni bir sınavla karşı karşıya.
YÖK’ün 23 üniversitenin rektörlüğü için
Cumhurbaşkanlığı’na gönderdiği isim-
ler arasında türbana özgürlük bildiri-
sine imza atan profesörler de varmış.
Vatan yazarı Güngör Mengü dünkü
köşesinde bu girişimi “kışkırtıcı bir
hamle” olarak nitelemiş ve “Gül’ün,
Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgi-
li kararını görmezden gelecek kafada
rektörler ataması, bu iktidarın demo-
kratik hukuk devleti ile barış yapmaya
asla niyetli olmadığının kanıtı olacak-
tır” diye yazmıştı. Mengü haklıydı an-
cak saptamaları eksikti! Cumhurbaş-
kanı Ahmet Necdet Sezer’in görev
süresinde üniversiteler karanlığın per-
desini yırtmış, aydınlanma yolunda cid-
di ataklar yapmıştı. AKP’lilerin rektör
yapılmasından sonra türban bildirici-
lerinin de üniversitelerin başına geti-
rilmesinin ardından karanlık perdenin
eğitim yuvalarının üzerine çöreklene-
ceğinden kimse kuşku duymasın! Bu-
ralarda salt türban serbest olmaya-
caktır! Fakülte binalarının bodrumla-
rında mescitler açılacak, mürit aka-
demisyenler sınıfları medreseye dön-
üştürecektir! Ramazan aylarında kan-
tinler kapatılacak, İngilizce dersle-
rinde Said Nursi okutulacak, loj-
manlarda ayinler düzenlenecek, laik
öğrencilere baskılar yoğunlaşacak,
çalışanlar tıpkı eskisi gibi dinci gaze-
te ve dergilere zorla abone edilecek-
tir! Üzerlerinde rektör cüppesi olanlar
da düşünce özgürlüğü ve demokra-
si naralarıyla bunlara izin verecektir!
Sezer sonrasında, kampuslardaki
manzara-i umumiye şimdiden bellidir!14Ağustos2008(Vatan)
Teke Tek!..