29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çalkantıları Anlama EVDEKİ bozuk ütüyü onarırken ya da bilgisa- yarda yazarken masanın bir köşesine ilişip sizi sey- reden kediyi seyretmek kadar eğlenceli bir şey ola- maz. Merakının anlamı nedir? Sadece eğleniyor mu, yoksa öğrenmek gibi bir nedeni mi var me- rakının? Mühendis ya da yazar mı olacak acaba? Kedinin merakını gördükten sonra, çevresinde olup bitenlere anlam vermeye çalışmadan yaşayıp giden insanlara şaşmamak mümkün değil: Çal- kalanan dünyaya boş gözlerle bakılabilir mi? Örneğin Gürcistan’da yaşanan savaştan Türk dış politikası için çıkarılacak bir anlam yok mudur? Berlin Duvarı yıkılmadan önceki dünyanın iki ku- tuplu dengesini tamamlayan, onun dışında ka- larak insanlara karma modeller sunmaya çalışan bir “Bağlantısızlar” âlemi vardı. O âlemin ülkele- ri, yeryüzünün çeşitli köşelerinden üç-dört lide- rin öncülüğünde, kendi devletlerini Kemalist Tür- kiye’nin 1938 öncesi yaptıklarına benzer yön- temlerle kalkındırmaya, toplumlarını çağdaşlaştır- maya çalışırlardı. İkinci Dünya Harbi sonrasının Türkiye’si o ülkelerle sıkı ilişkiler kurup nüfuz ala- nını genişletme fırsatı bulamamıştı; çünkü savaş galibi bir Stalin, Çarlar Rusyası’nınkilere benzer isteklerle Ankara’yı ürkütüp ABD kalkanına sığın- mak zorunda bırakmıştı, Neredeyse yarım yüzyıla yakın süren bu sığınışın Türkiye açısından hatalı yanı, yalnızca bir korun- ma içgüdüsünden ibaret kalmayıp Batı’ya im- renmeye ve hatta onu taklide varmış olmasıdır. Bu ideolojik yamanış Soğuk Savaş sonrasında da bir süre devam etti. O yıllarda dünyaya verdiğimiz gö- rüntü yine hep “Batı’dan ve özellikle ABD’den ya- na bir Türkiye” görüntüsüdür. Orta ve Önasya’nın yeni bağımsızlaşmış devletleriyle olan ilişkilerimizde bile bir çeşit Amerikan ve AB taşeronluğu izleni- mi verir olduk. Bugün hâlâ Gürcistan’la yakın ilişki- ler kurmamızı ve o devleti biraz güçlendirmeye ça- lışmamızı Batı’nın Putin Rusya’sını çemberleme politikasına bir eklenti olarak görenler var; hem Moskova’da, hem de başta başkentlerde. Ankara’nın böyle bir izlenim verecek davra- nışlardan uzak durması ve kendisini merkez olarak alan bir bölgesel dış politika çizgisine gir- mesi gerekirdi. Avrasya’nın Batı-Doğu ve Rusya ile Akdeniz’in Kuzey-Güney eksenlerinin kesiştiği noktadaki bir ülke için ancak böyle bir politika ya- rarlı olabilir. Böyle bir seçeneği benimseyen ve şimdiki kutuplaşmalardan birine yanaşmak yeri- ne kendi bölgesel dış politikasına ağırlık verip onun merkezine yerleşen bir Türkiye, çevresindeki so- runların çözümünde en elverişli bağlantıları ser- bestçe kurup doğru sonuçlara varabilirdi. Örneğin, komşu Gürcistan’ın Abhazya ve Osetya’yla so- runları varsa, bunların çözümü için ABD’ye gü- venmek yerine Rusya Federasyonu’yla görüşmek, hem Gürcistan, hem de Türkiye için daha yarar- lı olmaz mıydı? Sorunların anahtarı uzaklarda değil bölgede aranır. [email protected] PENCERE Şehitlerden Kim Sorumlu?.. Yetki ile sorum ya da sorumluluk birbirinden ay- rılamaz bir bütündürler veya ikiz kardeştirler.. Sorumluluk nedir?.. Bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bu- lunduğu ya da yaptığı iş için hesap vermek duru- mudur... Ne yetkisiz sorumluluk olur.. Ne de sorumsuz yetki.. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Kemah’taki mayınlı pusuda şehit olan dokuz askerimizden Murat At- sen’in evine başsağlığına gitmiş... Evde, elinde Türk bayrağı olan Yılmaz Öztürk, AKP’li Bakan’a dönüp demiş ki: “- Yazıklar olsun size!.. Hep bizim evlatlarımız ölü- yor. Söz veriyorsunuz ‘Evlatlarımız ölmeyecek’ di- yorsunuz, tutmuyorsunuz...” (Posta, 14 Ağustos 2008) Bakan Çelik şaşırmış.. Sessiz kalmış... Çünkü AKP’li Bakan’ın tepki karşısında söyleye- cek tek sözü yok... AKP 2002’de iktidara geçtiği zaman terör olayları gündemden kalkmıştı; İslamcılar döneminde orta- lığı cenazeler, tabutlar, şehitler sardı... Cenaze.. Tabut.. Şehit.. Fatiha.. Nutuk.. Her gün televizyonlarda sanki gösteri yapılıyor... Ardı arkası kesilmiyor bu içtenlikli gösterinin; şe- hitler uğurlanırken çocuklar, anneler, eşler, babalar gözyaşı döküyorlar... Hep böyle mi sürecek bu acıklı film?.. Bu ülkede şehitlerden kim sorumlu?.. Söz konusu yalnız terör mü?.. Ölüm kusan tersaneler, durup dururken yıkılan bi- nalar, can veren işçiler, yasak Kuran kurslarındaki yıkımlarda hayatını yitiren kız çocukları... Cenazeler, cenazeler, tabutlar, tabutlar, Bakan- lar, politikacılar... Her gün TV’de izlediğimiz ölüm tablolarının res- samı kim?.. Kim olacak?.. Siyasal iktidar!.. Eğer sen ülkeyi yönetmeye kalkışmışsan, Müs- lümanlık taslayarak sorumluluktan kurtulamazsın... AKP iktidara geçeli TV’lerde RTE’yi, Gül’ü ve or- taklarını izliyoruz... Bu yaz hazretler gâvur işi tatillere de sardılar... Ama, adları, sanları, suretleri, eşleriyle ekranlar- da boy gösterirken cenazelerin, tabutların, şehitle- rin manzaralarıyla şallak mallak oluyorlar... Bu devletin, bu ülkenin, anayasanın, Meclis’in bu AKP’li takıma yüklediği hiçbir sorumluluk yok mu?.. İktidara geçtiğinden beri cenaze, şehit, ölüm, te- rör ve yolsuzlukla bütünleşen bu iktidara kim ‘dur’ diyecek?.. Vatandaş AKP’li Bakan’a hatırlatmış: “- Hep bizim evlatlarımız ölüyor...” Peki, AKP’li yöneticilerin evlatları nerede?.. Ya Amerika’da, ya bir iltimaslı şirketin başında, ya tatilde keyif sürerken İslamcılık gösterisinde... Şehit cenazeleri bunların umurunda değil... K uşkusuz hiç kimse herhangi bir yabancõ dili bilmediği için eleş- tirilemez. Ancak kişi eğer ağõr si- yasi sorumluluk taşõyan bir ko- numda ise ve anlamadõğõ bir dildeki önemli hukuksal metinleri ülkesinin ka- muoyuna yanlõş yansõtõyor ise iş değişir. Ki- şi, kulaktan dolma bilgiler yüzünden ya da maksatlõ olarak gerçekleri çarpõtmõşsa durum daha da vahimleşir. Adõnõn önündeki bilim- sel sanlar ilgi ve merak uyandõran, AKP Ge- nel Başkan Yardõmcõsõ Sayõn Bayan Edibe Sö- zen ne yazõk ki bu durumlardan birine ya da ötekine ya da hepsine birden düşmüştür! Bi- lindiği üzere, AB standartlarõna yükselebilme adõna, Alman yasalarõna dair edindiği yanlõş bilgilerle, ülkemiz okullarõnda her din için iba- dethane açõlmasõnõ ve gençlerin toplumsal ha- yatlarõnõn kõsõtlanmasõnõ yasalaştõrma girişi- minde bulunan bu sayõn bayan, yetkili ağõz- larõn, Türk asõllõ Alman parlamenterlerin kendisini yalanlanmalarõ ve ülkemiz kamuo- yundaki haklõ tepkiler üzerine bu girişiminden şimdilik vazgeçmiştir. Bu, şimdilik vazgeçiş kendisini sorumluluktan kurtaramaz! Kaldõ ki Alman yasalarõ Sayõn Edibe Hanõm’õn bu- yurduğu gibi olsaydõ bile, Edibe Sözen’in te- mel yanlõşõ değişmezdi; şu sebeplerle: 1) Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Anayasasõ’nõn değiştirilemez nitelikteki mad- delerinden biri devletin laik ve üniter özel- likleridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasa- sõ 20. yüzyõlõn ikinci yarõsõnda iki kez değiş- tirilmiş, ancak bu olgularla ilgili maddeler de- ğişmemiştir. Alman Federe Devleti’nin ana- yasasõnõn ise eskilerin deyişiyle lafzı değil, ru- hu laiktir.(1) Bu laik öz, devletin resmi bir ki- lisesi olmamasõyla ve devlet işlerinin dinsel- liğin dõşõnda tanõmlanmasõyla kendini belli eder. Anayasanõn söyleminde laikliğe vurgu yapõlmaz.(2) Ve adõ üstünde Alman devleti fe- dere bir devlettir. Alman devletinin bugün- kü durumu, 20. yüzyõl boyunca seyretmiş ve Türkiye’nin katettiği yolla benzerlik göster- meyen özgül tarihsel koşullarõn sonucudur. Do- layõsõyla Türkiye Cumhuriyeti’nin politika- cõlarõ, ülkemiz standartlarõnõ yükseltmek için illa bir kapõya başvurmak dileğindeyseler (ki bu durum başlõ başõna bir dramdõr; bir ülke- nin kendi özelliklerini göz önünde bulundur- madan başka ülkelerdeki uygulamalara özen- mesi, dersini çalõşmamõş öğrencinin sõnavda kopya çekmesine benzer) bu kapõ Almanya olamaz; olsa olsa anayasasõnõn hem söyle- minde hem özünde laiklik vurgusu bulunan ve üniter bir yapõ olan Fransa Cumhuriyeti ola- bilir. Elmalar ancak elmalarla kõyaslanabilir! Yakõn geçmişimizde anayasayõ değiştir- me suçunu işledikleri varsayõlanlara uygu- lanmõş ağõr müeyyideler anõmsanacak olursa, günümüz siyasetçilerinin anayasa konusundaki bu ciddiyetten uzak tutumlarõ talihsizlik değil de nedir? 2) Sayõn Edibe Hanõmefendi, laiklik karşõ- tõ girişimlerin odak noktasõ haline geldiği Ana- yasa Mahkemesi tarafõndan sabit görülmüş par- tisinin yeni bir laiklik karşõtõ girişimini ne ya- zõk ki temsil etmektedir. Ayrõca, kişi olarak, laiklik denen olgunun özüne vakõf olamadõ- ğõnõ da sergilemektedir. Laiklik dinle devlet işlerinin ayrõlõğõdõr; toplumsal hayatõn aklõn ve bilimin doğrultusunda gerçekleşmesi, devle- tin her inanca (ve inançsõzlõğa) aynõ uzaklõkta -yakınlıkta değil!- durmasõdõr. Bireyin din ve vicdan özgürlüğünden ancak bu koşullarda, ya- ni devletin ve toplumsal aktörlerin özel ya- şama, bireysel mahremiyete kesin müdaha- lesizlik alanõ içinde söz edilebilir. Aksi hal- de, özellikle bizim gibi, arkasõnda iki yüz - üç yüz yõllõk bireysel özgürlük savaşõmõ ye- rine köklü bir itaat alõşkanlõğõ bulunan top- lumlarda, bireysel seçimden, bireysel özgür- lükten söz etmek, ortalõğõ laf salatasõna boğ- maktan ve gitgide bireyselliklerini yitirip kö- leleşen insanlarõmõzõn hazin serüvenini göz- lerden gizlemeye teşebbüs etmekten başka bir sonuç doğurmaz. Mevcut devlet okullarõnõ sa- tõşa çõkartan bir hükümete her okula ibadet- hane açma yükümlülüğü kargalarõ güldürmek için mi getirilmek istenmektedir? Başkentin merkezi metro istasyonunda toplu namaz kõ- larak ibadeti toplumsal gösteriye çeviren ve böylece diğer yurttaşlarõn ulaşõm hakkõnõ ve özgürlüğünü engelleyen kitlesel eylemleri bireyin din ve vicdan özgürlüğü kapsamõnda görmeye ve göstermeye çalõşan anlayõştan bil- mem ki ne bekleyebiliriz! Gene de Edibe Hanõm örneğinde istifa me- kanizmasõnõn çalõşmasõnõ beklemek, laik ve de- mokratik toplum yandaşlarõnõn hem hakkõ hem ödevidir. Böyle bir hak ve ödev beklentisi ha- yalcilik gibi görünebilir. Öyle ya önlemsizlik, denetimsizlik, öngörüsüzlük, politik hõrs gi- bi nedenlerle vuku bulmuş kitle kõyõmõ bo- yutlarõndaki kazalardan sonra bile, hukuk devletinin müteselsil sorumluluk anlayõşõndan yoksun bulunan ilgili siyasi otorite(ler) istifayõ akõllarõnõn ucundan geçirmemekte; İslam di- ninin “Önce önlemini al, sonra Allah’a sı- ğın’’ yolundaki uyarõsõnõ da kulak arkasõ edebilen bu dindar kişi(ler) suçu “takdir-i ilahi’’ye atmakta beis görmemektedirler. Böyle bir ortamda Alman yasalarõnõn yanlõş yorumlanmasõ vesilesiyle laiklik karşõtõ bir na- bõz yoklama girişiminin daha yapõlmõş olma- sõ mõ önemsenecektir? Önemsenmelidir. De- mokrasi üzerinde kafa yormuş herkesin, ku- surlu olanõn istifa etme teamülünün işlemediği ortamlarda sistemin de işleyemeyeceğini id- rak etmiş olmasõ gerekmez mi? Demokrasi işleyecekse, bunu ülkece yürü- teceğiz; inisiyatifi sadece iktidara bõrakama- yõz. Edibe Hanõmefendi istifa olgunluğunu gös- terebilmelidir; gösteremiyorsa, partisinin şai- beli durumunu temize çõkarmak istediği umu- lan Sayõn Başbakan konuya el atmalõdõr; si- vil toplum örgütleri protestolarõnõ yükselt- melidir. AKP yönetimine güvenen, bu yöne- timden demokratikleşme bekleyen aydõnlar ke- simi asgari samimiyetlerini kanõtlamak niye- tindeyseler, bu istifa konusunda özellikle ti- tizlenmek durumundadõrlar. Laiklik karşõtõ gö- rüşlerin sahibi AKP Başkan Yardõmcõsõ’nõn yardõmcõlõk görevinden çekilmesini sağla- mak, TBMM’deki tüm muhalif milletvekil- lerinin ortak ve acil görevi olmalõdõr! (1) Bu konuda daha detaylõ bilgi için bkz. Matthias Mahlman http://ec.europa.eu/em- ployment_social/fundamental_rights/pdf/ane- val/religion_depdf (2) İkinci Dünya Savaşõ ertesinde Federal Al- manya’nõn yeni anayasasõ hazõrlanõrken, öz ve söylem vurgusu haliyle bu ulusun yakõn ma- zisindeki yaraya, yani õrkçõlõğa odaklanmõş- tõr. Türkiye’de ise vurgu, gene doğal olarak, ül- kemizin yarasõna, yani uzak ve yakõn geçmi- şimizde can almõş olan kõyõcõ irtica kalkõş- malarõnda toplanmõştõr. Edibe Sözen İstifa Etmelidir! Prof. Dr. Erendiz ATASÜ Edibe Hanõmefendi istifa olgunluğunu gösterebilmelidir; gösteremiyorsa, partisinin şaibeli durumunu temize çõkarmak istediği umulan Sayõn Başbakan konuya el atmalõdõr; sivil toplum örgütleri protestolarõnõ yükseltmelidir. AKP yönetimine güvenen, bu yönetimden demokratikleşme bekleyen aydõnlar kesimi asgari samimiyetlerini kanõtlamak niyetindeyseler, bu istifa konusunda özellikle titizlenmek durumundadõrlar. S on günlerde başta Antalya bölgesi olmak üzere, denizel ortamlarõmõza yakõn yer- lerde çok sayõda orman yangõnõ olmuş ve büyük ölçüde yanan yerler tamamen kül ha- line gelmiş ve kontrol altõna alõnan yerlerde de yanmalar içten içe devam etmiştir. Diğer ta- raftan, Yatağan Termik Santralõ’nda baca ga- zõ arõtma sisteminin devre dõşõ kalmasõ ve Ba- kû-Tiflis-Ceyhan boru hattõnõn Refahiye’de- ki kontrollü devam eden ham petrol yangõnõ, çevre kirliliği açõsõndan işin ciddiyetini artõr- mõştõr. Ciğerlerimiz sadece sönmedi, yan- gõnlarda oluşan ve çevreye saçõlan kansorejen bir madde olan dioksinlerden de etkilendi. Dioksin, organik klorlu bileşiklerin üreti- minde ve yanmalarõnda ortaya çõkmakta ve çevreye girmektedir. Çöp gömme çukurla- rõndaki ya da çöp yakma tesislerindeki yan- malar, bazõ kimyasal atõklar, fosil yakõtlarõn kontrollü ya da kontrolsüz yanmalarõ ve orman yangõnlarõ dioksin oluşumunda en önemli sõ- rayõ alõr. Bazõ ülkelerde dioksin oluşumun- da en yüksek oranõ (yüzde 54’le) orman yan- gõnlarõ almaktadõr. Sedimentlerde yapõlan ça- lõşmalarda dioksinleri tarihleme yaparak in- celemişler, eski yõllarda olmadõğõ ortaya çõk- mõştõr. Günümüzde ise pestisitlerin (böcek öl- dürücü, mantar öldürücü, yabancõ ot öldürü- cü, vb.) kullanõmõ, endüstriyel aktiviteler, or- man içi mazot kullanõm faaliyetleri, orman- larõmõzda bol bulunan plastik şişe, poşet ve nay- lon torbalar ile dioksinle kontamine olmuş hay- vanlarõn orman içlerine olan göçleri, orman yangõnlarõnõn da dioksinin ana kaynaklarõn- dan biri olduğunu göstermiştir. Kutuplarda bi- le pestisit kalõntõlarõ bulunmuştur. 1 kg. odun- dan 160 mikro gram dioksin oluştuğunu unut- mamak gerekir. Halk sağlõğõ üzerindeki dioksinlerin etkisi 1960’lardaki DDT etkilerine eşdeğer tutul- maktadõr. Kõsa sürede, dioksin ve furanõn yük- sek dozlarda bulunmasõ deri hastalõklarõna ve karaciğer bozukluklarõna neden olmaktadõr. Uzun sürede ise bağõşõklõk sisteminin bozul- masõndan tutun da sakat doğumlara kadar bir- çok hastalõğa sebep olmaktadõr. Yeni doğan- larõ ve hõzla gelişen bebek organlarõnõ etki- lemeleri de üzerinde durulacak bir başka ko- nudur. Tehlikeli atõk içeren ve bazõ endüstri- yel aktivite sahalarõna yakõn olarak yaşayan- larõn durumu da anlamlõdõr. Uzun sürede yük- sek dozlara maruz kalmanõn sonucunda kan- serleşme kaçõnõlmaz olmaktadõr. Bu kirletici- ler sadece insan sağlõğõnõ değil, doğal yaşamõ da etkilemektedir. İnsanlarõn bu kirleticilere maruz kalmalarõnda en büyük payõ tüket- tikleri besin maddeleri almakta, yaklaşõk yüzde 90 oranõnda (et, süt ürünleri, süt, ta- vuk, balõk ve yumurta sõralamasõnda), ikinci sõrada teneffüs yolu ile alma söz konusu ve son sõrada da içilen sudan olan kontaminasyon gelmektedir. Bu oran ve dağõlõmõn hava şart- larõ, kontaminasyon düzeyleri, bulunulan ye- re, alõnan diyete ve birçok faktöre bağlõ ola- rak büyük farklar göstereceği de kesindir. Ülkemizde yoğun şekilde kullanõlan ve bir kõsmõ da kaçak olarak satõlan pestisit (bazõla- rõ arsenik içerikli) türlerinden, cam, emaye, ala- şõm ve elektronik sanayileri ile anti-fouling bo- yalardan, çevremizde arsenik kontaminasyo- nu oluşmuştur. Halkõmõzõn bildiği, sadece bazõ şehir sularõndaki arsenik miktarõdõr. Di- ğer ağõr metaller ve organik kirleticilerin dü- zeylerinden kimsenin haberi yoktur. Mevcut bulgularda çok yetersiz olup süreklilik de içer- memektedir. Arsenik sadece sudan alõnmõyor ki... Yenilen tüm gõdalarda da arsenik bulun- masõ olasõdõr. Çikolatadan tutun da domates su- yunda da arsenik analizleri yapmak ve müsaade edilen alõm düzeylerini saptamak, halka du- yurmak ve gerekli önlemleri almak gerekir. Çözüm Öncelikle her türlü yangõnõ ve çöp ya da atõk içeren yerlerde (bir kõsmõ metan gazõ oluşumu ile başlamaktadõr) çõkan yangõnlarõ ya da yanmalarõ önlemek zorunluluk haline gelmiştir. Zirai mücadele ilaçlarõnõn yani pestisitlerin sa- tõlmasõ, türleri ve kullanõmõ disiplin altõna alõn- malõdõr. Başta organik tarõm olmak üzere ye- tiştirilen tüm ürünlerimiz hava kirliliği yolu ile kontamine olacaktõr. Bir yerde hava kirliyse orada mutlaka sular da kirli olmaktadõr. Klor içeren plastiklerin ve PVC’lerin kullanõmõ sõ- nõrlandõrõlmalõ, ormanlarõmõz da temiz tutul- malõdõr.Ülkemizde laboratuvar çalõşmalarõ yapmadõklarõ için, analiz bulgularõna sahip ol- mayan çok sayõda çevre vakfõ ve derneği mev- cuttur. Bunlarõn bir kõsmõnõn maddi olanaklarõ da vardõr. Emsal teşkil etmesi açõsõndan bazõ önemli su ve besin maddelerimizi içeren ör- neklerde dioksin analizlerini yurtdõşõnda bel- li bir ücret karşõlõğõnda (300-1900 dolar) yaptõrõrlarsa, halk sağlõğõ için anlamlõ bir gö- rev yapmõş olurlar. Çevre konusunda yöntem, kuram ve bilgi içeren yenilikler getiren çalõş- malardan çok, analiz bulgularõ ortaya koyan rutin çalõşmalarõ destekleyen projelere daha faz- la gereksinim vardõr. İşin ilk bölümünü ta- mamlamadan hiçbir sonuç alõnamaz. Orman Yangõnlarõ ve Dioksin Dr. Sayhan TOPCUOĞLU Radyoekolog
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle