03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 MART 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Uludağ’ın eteğindeki kent peyzajını ‘kapatan’ beton kütleye ‘meydan’ diyorlar! 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bursa’nın ‘Rant Meydanı’ ursa’daki kitap fuarına katılan 1 2 Cumhuriyet yazarları, “hüzün”lü döndüler... Ali Sirmen, her pazar andığı “sevgili”sine diyordu ki; “Tanpınar’ın Bursa’sını beyhude aradım. Çeşmeler, türbeler, camiler.. beton bloklar içinde kaybolmuşlardı...” (Cumhuriyet 16 Mart 2008) Ataol Behramoğlu da eski santral gaSOYLU KENTE SOYSUZ YAPILAŞMA... rajda yükselen beton blok için şöyle yaz“Meydan” projesi için yıkılan santral garaj bu kadarcıktı (1). Garaj binasının dı: “Kentlilerle alay edercesine ‘kent “engel” sayılarak kaldırıldığı alandaki “meydan düzenlemesi” ise işte bu devasa meydanı’ adı verilmiş dev süpermarket, yapıyla gerçekleştirildi (2). anlamsızlığı, yapaylığı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor...” (Cumhuriyet Dergi 16 Mart 2008) Soylu geçmişlerini “soysuz” apartman si gerektiğini savunan bir yerel yöneticiDuygulu şairimiz, zarifliğinden ekleye lara kurban eden kentlerdeki “suç” oran yi ara ki bulasın. miyor; “Bir de rantı arttırmaktan...” larının yüksekliği de “insancıl”lıklarını yiİşte böylesi bir kimliksizleşmenin adetirmiş olmalarındandır. ta “moda”laşması da kimi yerel yönetiENTİN ‘DOKUNULMAZ’LARI cileri o denli etkiliyor ki en olmadık yerOysa dünyanın tüm kentlerinde hem ÜKETİM HANGARLARI lere alışveriş merkezi kurmak, en çekici peyzaj değerlerinin, hem de “meydan”laİşte bu evrensel ilkelere hemen hiç al “oy projeleri” haline geldi. Kentlilere rın dokunulmazlıkları vardır. Onlar karşı dırılmayan ülkemizde, özellikle otomobil “dostluk ortamları” sında, kimsenin aklına rant gelmez; gelir sevdasına dayalı “Amerikan şehirciliği” yaratmak yerine, kredi se bu en ilkel “yüz kızartıcı suç” sayılır. düşkünlüğümüz, hem kartlarıyla “söğüşlenÇünkü kentsel dokunun her yönden “al tarihin, hem de me mekânları” yaratgılanabilir” olması, orada yaşayanların cumhuriyetin armamak, “başarılı yerel “oralı” olma duygularını “sürekli” kılar. ğanı meydanlarımıhizmet(!)”in gösterKimse bu insanlık hakkını kentlilerin elin zı “kavşak”laştırdı. gesi kabul ediliyor. den alamaz; almaya yeltenemez. Tıpkı, dünyanın en Yayaların “ezilme Meydanlar ise ne bir kişiye, ne de ku tehlikesi” yaşamatüketici ülkelerinde ruma aittirler... Tüm kentlilerin en kutsal dıkları bir meydanıbile benzeri görüleortak malı; kenti “birlikte yaşama” me mız ise neredeyse kalmeyecek kadar çıkar düşkânlarıdır. Bu nedenle bir kentin silueti par madı. künü olan “Bursa Kent Meydanı ve Çarçalandığında, “ruh”u da zedelenir; en şiAynı anlayışın son yıllardaki yeni sev şı” projesi gibi... Üstelik Uludağ’ın etekirsel “asude”lik bile yerini “toplumsal ge dası da “alışveriş merkezleri”... lerindeki, görmüş geçirmiş bir başkentin rilim”lere bırakır. Meydanları olmayan Rant ekonomisi, eline geçirdiği her ye en “görmemiş” projesi olarak. ya da “kalmayan” kentlerde “toplumsal re bu “tüketim hangarları”nı sıralıyor. İnyaşam kültürü” gelişemez; “demokra sanların reyonlar arasında “el arabalaENTİ ‘KAPATAN’ MEYDAN! si bilinci” ise asla güçlenemez; hatta ge rı”yla dolaşıp, pazarcıyla ya da esnafla koBu “ucube”yi görmeyenler inanamayariler. nuşarak değil, “raf”larla bakışarak söz caklar ama özellikle Yalova Yolu’ndan Nitekim hiçbir demokratik “yetki”, ken de alışveriş yapmalarına “çağdaşlaşma”(!) Bursa’ya yaklaşırken, karşıda beliren ve ti kuşaktan kuşağa yaşanabilir kılacak de denebiliyor. Dahası bu “muhabbet yok insana “bir an önce kavuşmak” duyguğerleri “yok etme hakkı” da değildir; öy sunu” hangarlara da sözde kente “gö su veren, Uludağ peyzajıyla bütünleşmiş le olsaydı, belediye başkanlarının adı da nül”(!) veren “muhafazakâr”lar önder anıtsal kent manzarası artık yok! Kentin tarihten beri değişmeyen bu “karlik ediyor. “seçilmiş kent kralları” olurdu. Oysa diğer dillerde olmayan “alışve şılama” aksında, kuşaktan kuşağa bellekDünyanın en demokratik kentlerine bakın. Aynı zamanda tarihsel yapılarını, so riş” sözcüğümüzün bile, “alan”lar ve “ve lere yerleşen Bursa görünüşü, “meykaklarını, meydanlarını ve özgün siluetle ren”ler arasındaki “insan ilişkisi”ni tanım dan(!)”ın arkasında kaldı; yani önü “kaladığını; asıl bunun “muhafaza” edilme patıldı”... Hem de Yargıtay Başsavcısı’nın rini de yaşatmakla övünmüyorlar mı? Turgut Özakman’ın Hatırlattıkları... Kimi eserler vardır, kendi değerlerinden kaynaklanan önemin yanı sıra, yazıldıkları dönemin özel koşullarından ötürü de derin anlamlar kazanırlar. Değerli yazar ve araştırmacı Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” ve “Diriliş Çanakkale 1915” başlıklı dev belgeselromanları da kanımca bu türe giren eserlerden. Özakman, “Şu Çılgın Türkler”de Milli Mücadele’nin öyküsünü yaklaşık yedi yüz sayfalık ve tümüyle gerçeklerden kaynaklanma bir destan niteliğiyle kaleme almıştı. Son çıkan eseri “Diriliş Çanakkale 1915”te yazar, bu anlatımını sürdürerek bu kez Çanakkale Savaşları’nın destanını, yıllardır kendi çabalarıyla oluşturduğu son derece zengin bir arşiv malzemesinin rehberliğinde sunuyor. Özakman, “Şu Çılgın Türkler” için kaleme aldığı önsözünün bir yerinde şu saptamalarda bulunmuştu: “Gençlerimize uzun zamandır Milli Mücadele’yi gerektiği gibi anlatmıyoruz. Bu yüzden şimdiki birçok orta yaşlılar da Milli Mücadele’yi iyi bilmiyor. Bilmemek oranı gittikçe artıyor. O görkemli olayı eski, soluk fotoğraflara benzettik. Oysa cumhuriyetimiz o mücadelenin ürünü ve kaçınılmaz sonucudur. Yeni devletin kuruluş felsefesini o mücadele belirlemiştir. Anadolu aydınlanması, birliği ve yurttaşlık bilinci o büyük mücadeleyle başlamıştır. O dönem bilinmeden bugünü okuyamayız, yarını göremeyiz. Milli Mücadele’nin emperyalizme karşı verilmiş ve kazanılmış ilk kurtuluş savaşı olduğu anlatılmadığı için gençlerimiz başkalarının kurtuluş mücadelelerine imrendiler. Kendi tarihlerine, kendi kahramanlarına yabancılaştılar…” Turgut Özakman, bu son derece doğru saptamalarına ekleyebileceğimiz: “Atatürk’ün ölümünden bu yana, kurtuluş ve kuruluş dönemlerine ait hangi olayları soluk fotoğraflara benzetmedik ki?” tarzında sorular bir yana, tarihi anlatmakla yetinmeyen, fakat anlattıklarını hep bugüne yönelik uyarılarla da pekiştiren bir yazar. Bu nedenle, her iki dev çalışmanın bize hatırlattıklarının en az anlatılanlar kadar önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. “Şu Çılgın Türkler” ve “Diriliş Çanakkale 1915” neler mi hatırlatmakta ya da hatırlatmalı bize, bir bakalım. Örneğin, ırkçılık sarmalına kapılmamış bir ulusçuluk anlayışının, geçmişte olduğu gibi günümüzde de devletlerin temelini oluşturma bağlamında ne kadar önem taşıdığını hatırlayabiliriz; ve böyle bir hatırlama eyleminin yardımıyla, evrenselliğe temelsiz bir ‘ötekileşme’ tutkusuyla değil, ancak geçmişiyle birlikte çok iyi sindirilmiş, bilincine varılmış bir ‘öz’ün yardımıyla ulaşabileceğimizi anlayabiliriz. Örneğin, gerçek anlamda aydın olmanın yolunun sürekli taklitçilikten, birer sömürge mensubu gibi, ‘buralı olmama’ çabasından değil, fakat ancak ‘buralılığı yadsımaksızın’ bakışlarımızı dünyaya çevirmekten geçebileceği gerçeğinin bilincine varabiliriz. Örneğin, yıllardır daldığımız gaflet uykusundan sonunda uyanabilir, “Ne mutlu Türküm diyene!” diye bağıran ve penceresine kendi ülkesinde kendi bayrağını asan bir Türk kadının evi taşlanırken, taşları fırlatanların elebaşısının hapisteki koşullarını rahatlatmayı talep etmeyi aydın tavrının doğal gereği saymaktan vazgeçip, kendimize gelebiliriz! Turgut Özakman’ın, bize artık gerçek olamayacak güzellikte birer destan gibi gelen, oysa satır satır yakın tarihimizin gerçekleri olan anlattıklarını toplayan iki kitabı, basında kalem sahiplerinin önemli bir bölümünün, umarım en azından farkında olmaksızın, “aydın olalım!” derken, Türkiye Cumhuriyeti’nin yoluna sağlıklı bir ulus bilinciyle ve böyle bir bilinçten kaynaklanacak onur duygusuyla devam etmesini gerçekte asla istemeyen güçlerin sözcülerine dönüştükleri bir dönemde yayımlandı. Benim tavsiyem, özellikle gençlerimizin gerek “Şu Çılgın Türkler”i, gerekse “Diriliş Çanakkale 1915”i çok büyük bir dikkatle, satır atlamaksızın ve o satırlarda nelerin anlatılmakta olduğunu bir an bile gözden kaçırmaksızın okumalarıdır. Çünkü laikliği artık fazla önemsemeden nasıl demokrat olunabileceği ya da hukuka, yasal yetkilerini kullanan en yüksek yargı organlarına sövüp saymakla nasıl bir ‘Hukuk Devleti’ oluşturulabileceği gibi çelişkili soruların doğru yanıtlanabilmesi, ancak yakın tarihimizi çok iyi bilmekle erişilebilecek bir sonuçtur! [email protected] B “kapanmalı” dediği bir siyaset tarafından. Savcılıkça “5 yıl siyaset yasağı” istenilenler, yargıda aklanmasalar bile yaşamlarını sürdürecekler. Bursa’nın önünü kapatan heyulanın kentsel “kalıcı tahribat”ı ise kim bilir kaç 5 yıl sürecek. Taa ki “sözde muhafazakâr”lığın yerini “özde korumacı”lık alıp; kültürel değerler yerine kültürsüz “ilkel”likleri yıkıncaya kadar. Osmanlı’nın ilk başkentini süpermarketin arkasına gizleyenler, ikinci başkent Edirne’deki Selimiye Camisi’nin, siluetteki etkinliğini sürdürme çabalarından ders alabilirlerdi. Orada kente yaklaşanları hâlâ Mimar Sinan karşılıyor; ya burada? ARŞI’YA ARSA’ YARIŞMASI! Böylesi duygusuz yapılaşmanın “mimari yarışma”yla gerçekleştirilmiş olması ise insanın yüreğini burkuyor. Gerçi kentteki tartışmalarda kazanan projenin “büyütülerek” yapıldığı konuşuluyor... Yine de yaşanan ayıbın temelinde, meydanı “çarşı arsası”na dönüştüren “yarışma konusu” yok mu? Bursalılar diyorlar ki: “Önceki dönemde, buranın geleneksel kent meydanlarımızı andırabilmesi için, bazı tek katlı yapılar ve açık dinlence yerleriyle sınırlanmasını öngören; diğer gereksinmeler için de kentin görünümünü asla perdelemeyecek yeraltı mekânlarıyla yetinilen tasarımlar bile tepki toplamıştı...” Şimdi ise acımasız bir rant düşkünlüğünün bilmem kaç bin m2’lik işgal yapılaşmasına “yarışma ürünü” demek, ne kadar da hazin! Bu akıl almaz işgal, herhangi bir şehircilik ve mimarlık aymazlığı sayılamaz. Bursa’da, toplumsal gelişmeyi önemsemeyen ve kültürel sürekliliğin “esenliği”ni gözetmeyen bir “imar darbesi” yaşanıyor. Kentteki hemen herkesin karşı çıkışına aldırılmadan gerçekleştirilmesi ise demokrasinin sadece “yaşama alanı”na değil, “kendisi”ne de “umarsız”lığın göstergesi değil midir? ‘Ç K T K C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle