03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 MART 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Demokrasi ve Parti Kapatmak... Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açtığı dava bu bağlamda hukuka ve demokrasiye içtenlikli bağlı olmanın açık bir göstergesidir. Yasaya tam uygun bir tavır olarak değerlendirilmelidir. PENCERE Çanakkale Zaferi’nin Anlamı... Bugün 18 Mart... Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü... Ne var ki Çanakkale savaşları bir gün değildir; öncesi ve sonrasıyla değerlendirilmesi gereken olağanüstü bir süreçtir. “DirilişÇanakkale 1915” adlı yapıtı yeni çıkan Turgut Özakman kitabın önsözünde diyor ki: “... Çanakkale bir dirilişti, Türk’ün geri dönüşüydü, Milli Mücadele’nin ve Cumhuriyetin habercisi, taç kapısı, arifesiydi, ‘Yeni Türkiye’nin önsözüydü...” ? “Çılgın Türkler”in yazarı Özakman, yarım yüzyıllık birikimle üretilmiş ve donatılmış başyapıtını eski ve yeni kuşaklar harmanına sunarken vurguluyor: “ Eğer Çanakkale Savaşı, bazı özellikleri olmasaydı, (Birinci Dünya Savaşı’ndaki) acı yenilgiler içinde bir teselli olarak kalacak ve hüzünle anılacaktı. Ama geleceği kuran büyük özellikleri dolayısıyla unutulmaz bir diriliş, yeniden doğuş anıtı olarak yükseliyor.” ? Çanakkale’nin anlamı nedir?.. İngilizlerin başını çektiği Fransızlar ve Anzaklardan oluşan düşman ortaklığı ne istiyordu?.. Amacı neydi?.. Önce Çanakkale Boğazı’nı geçmek... Denizde ya da karada Türkleri yenilgiye uğrattıktan sonra İstanbul’u ele geçirmek... İstanbul’a el koyduktan sonra da Karadeniz’e çıkıp Rusya ile birleşmek... ? Çanakkale Zaferi bu tasarımı üç yıl geciktirdi... İngilizler İstanbul’u işgal ederek Boğazlar’ı ele geçirdikleri ve Karadeniz’e çıktıkları zaman ise iş işten geçmişti... Rusya’da 1917 ihtilali gerçekleşmişti... Çanakkale’de adını duyuran Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığı zaman, Kurtuluş Savaşı’nda sırtını dayayabileceği bir Bolşevik Rusya kurulmuştu... Kim bilir?.. İngilizler Çanakkale’yi 1915’te aşıp İstanbul’u ele geçirselerdi, Moskova’nın yazgısı da değişebilirdi... Ve Anadolu dört yandan kuşatılmış olurdu... ? Mustafa Kemal hem Çanakkale savaşlarında, hem Kurtuluş Savaşı’nda gazileşti, Mustafa Kemalleşti... Cumhuriyet devriminde Atatürkleşti... Turgut Özakman diyor ki: “ Çanakkale, Milli Mücadele ve Cumhuriyet, bir büyük sürecin, biri ötekine milyonlarca can ve kan damarıyla bağlı üç büyük aşamasıdır. Bunları birbirinden ayırmaya, maksatlı olarak karşılaştırmaya kalkışmak, bütünlüğü parçalamak, gerçeğe ihanet etmektir...” ‘Diriliş’ bir solukta soluksuz okunacak büyük bir başyapıt... Okumak ve gençlere okutmak, hele bu dönemde, kaçınılmaz bir görev içeriği ve niteliği kazanıyor... Tayyip Bey’i Kutlamak! Ya o çok akıllı? Ya bizler çok akılsızız!.. O dediğim AKP’li Başbakan Tayyip Bey!.. Kamuoyunu, basını, halkı, yandaşlarını, muhaliflerini, bu arada askeri sivili, herkesi kolaylıkla yönlendirmesini öyle ustaca öyle gerçekleştiriyor ki!. Elde değil, beğenmemek!.. “Her kadın üç çocuk doğurmalı. Benim dört tane var, bereketiyle geldi.” Haydi tartışmaya başlıyoruz... Olur mu hiç, milyonlar açlık sınırında iken; nüfus çokluğu daha derin yolsuzluklara yol açarken; işsiz güçsüz sayısı artarken; sen kalk kadınlar üç çocuk doğursun, nüfusumuz artsın de!.. Yazılar, konuşmalar, yergiler gırla... “Af etmek devlete düşmez. Af, katillerin kurbanlarına aittir.” Yine başlıyoruz, ne demek bu.. bir yakınını öldürmüşler, katil idama mahkum olmuş, ama devletin af etmesi olmaz diyor başkan.. “Af devlete değil, o katilin kurbanlarına düşer...” Bu demektir ki, o katile ceza vermek de devlete değil, kurbanın varislerine düşer.. bir çeşit kısasa kısas, şeriat yasalarındaki gibi!. Kolunu kesersin, bacağını koparırsın, öldürürsün, öcünü alırsın? Derken tutuyor; “Başörtüsü, türban bir simgedir”. Tıpkı CHP’nin altı oku, MHP’nin 9 ışığı gibi... Yine tartışmalar, karşı çıkmalar.. simge nedir, ne değildir; neyin simgesi? Demirel de “Şeriatın simgesidir’’’ diyor. O mu, bu mu?.. Haydi bir karmaşa daha... Bir de sınırötesi tartışması var.. Askeri kim gönderdi, kim emir verdi.. ABD mi, yoksa bizim asker mi.. niye tam temizlik yapamadı, ya da elinden geleni gerçekleştirdi! Askerle CHP, derken MHP kapıştı, kapıştırıldı! Tayyip Bey seyirci, hatta memnun, sevinçli.. oh, birbirlerine girdiler diye!.. Biz aptallar, Aziz Nesin’in dediği gibi yüzde altmışlar.. hayallerle, düşlerle, boş umutlarla kendini aldatanlar, uyuşturulduğumuzu bir türlü anlamıyoruz... Yoksulluk, açlık, hırsızlık, soygun, binlerce sorun bir yanda durup dururken, önde gelen politikacılar da, çocukları da türlü yollardan köşeleri dönerken! Milletvekillerinin tümü gazi sayılırken, maaşlarına yeni ekler, haklarına yeni haklar eklenirken, günden güne dışa, özellikle AB’ye bağlılıklar artarken!.. ??? Kutlamak gerekir, en başta Tayyip Bey’i, sonra da Tunaya’nın deyimiyle, ‘üçbeş kişilik ekibi’ni... Altı yıldır sürdürüyorlar bu oyunu; bizler de arada bir yazarak, konuşarak, söyleşerek bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ama beceremiyoruz bir araya gelmeyi; bir güç olmayı!.. Şimdi Belediye seçimleri var. Ne olacak? Eskiden olanlar mı bir daha yinelenecek! AKP’nin bir adayına karşı dört beş soldansağdan aday çıkartacaklar, oylar parçalanacak, AKP’li aday yüzde yirmi beş oyla seçimi kazanacak!.. Geçmiş yıllarda olduğu gibi.. Sol partilerimiz bir araya gelmedikçe, seçimlere tek adayla girmedikçe, Tayyip Bey’ler bu güzel oyunlarını daha yıllar yılı sürdürürler... Not: Tayyip Bey amacına ulaştı! Ne demişti: “Demokrasi bizim için amaç değil araçtır..” Sonunda başardı, amacı Anayasa Mahkemesi’nde hesap vermeye çağrılmakmış.. O da oldu işte!.. Dr. ALEV COŞKUN Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi eçen cuma günü Yargıtay Başsavcısı, AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Yüzde 47 oy alarak iktidarda bulunan bir siyasal parti aleyhine belki de dünyada ilk kez böyle bir dava açılıyor. AKP’yi destekleyen kesimler koro halinde “Demokrasilerde siyasal partiler kapatılmaz” diye konuşmaya ve yazmaya başladılar. Kimisi “İktidardaki bir partiyi kapatmak demokratik hukuk devleti ile bağdaşmaz”, kimisi “Demokrasilerde cezayı sadece halk verir”, kimisi “Dava, demokrasiye aykırıdır. Demokrasilerde anayasa koyucunun üzerinde bir makam yoktur”, kimisi “Hukuk, demokrasi ve millet iradesi ayaklar altına alındı”, kimisi de “En iyi ve sağlam yol halkı kapatmak” dedi. Kim söylerse söylesin, unvanı ne olursa olsun tüm bunlar hukuka dayanmayan, duygusal ve tepkisel söylemlerdir. Demokrasilerde siyasal partiler kapatılamaz sözü doğru değildir. Ama, demokrasilerde siyasal partiler de ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar demokrasinin temel ilkelerine aykırı hareket etmemelidir sözü doğrudur. G Hele iktidarda olan bir siyasal parti, “demokrasi dışı amaçlarını gerçekleştirmek olanaklarına” daha çok sahip olduğu için demokrasinin evrensel ilkelerine ve anayasada yer alan cumhuriyetin temel niteliklerine titizlikle ve daha çok sadık olmak zorundadır. Öyleyse, demokrasilerde siyasal partilerin demokrasinin kurallarına ve ülkenin anayasasının temel ilkelerine ters düşmemesi gerekir. Öncelikle ve hele iktidardaysa, titizlikle temel ilkelere aykırı davranmama gayreti içinde olmaları gerekir. Bugün en ileri ülkelerin anayasaları, o ülkenin temel kuruluş ilkelerine, felsefesine aykırı hareket eden partilerin kapatılabileceğini belirleyen maddeler içermektedir. Bunun en güzel örneği Alman Anayasası’nın 21. maddesidir. Bu madde Almanya’da siyasi partilerin demokrasi için taşıdığı vazgeçilmez önemi hukuk devleti içinde savunurken, daha önceki AlmanVeimar Anayasası’nın “yanlış bir özgürlük anlayışıyla” demokrasiyi zarara sokan bir duruma yol açtığını kabul etmiştir. Özgürlük ve demokrasiyi kullanarak iktidara gelen Hitler’in sonunda demokrasi dışı diktatörlüğe gitmesi, yeni Alman Anayasasında öz gürlük ve demokrasi ilkesinin sonsuz olamayacağının belirlenmesine neden olmuştur. Almanya’daki Hitler, İtalya’daki Mussolini örnekleri, demokrasinin korunması için “militan demokrasi” anlayışını yaratmıştır. Militan demekrosi Militan demokrasi kavramı aslında Batı Avrupa’da totoliter akımların yıkıcı etkilerinin kendini hissettirdiği yıllarda siyasal bilimciler tarafından ortaya atılmıştır. (1) Çünkü faşizme karşı korunabilmek için ancak “militan demokrasi” anlayışıyla ve demokrasinin temel ilkeleri kesinkes korunarak karşı durulabilir. Çünkü demokrasilerde, “özgürlüğü yok etme özgürlüğü” olamaz. (2) Uluslararası alanda da bu önemli yaklaşım özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde kesin olarak benimsenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 17. maddesinde “düşünce ve örgütlenme özgürlüğü” konularında önemli sınırlamalar getirilmekte ve bu madde “özgürlüğü yok etme özgürlüğünün” olamayacağını belirtmektedir. Konuyla ilgili Alman Yüksek Mahkemesi, Alman Anayasası’nın Alman hükümetini, sadece vatandaşları kişisel olarak korumakla değil, ayni zamanda Alman ulusunu bir bütün olarak tutmakla yükümlü olduğuna karar vermiştir. Klasik demokrasinin önemli teorisyenlerinden Henry B. Mayo, Demokratik Teoriye Giriş adlı eserinde “demokrasinin korunması için siyasi parti çalışmalarının anayasal sınırı aşmaması gerektiğini” açıkça belirtir. Oysa AKP, anayasanın temel ilkelerini zorlamakta, laiklik ilkesini tahrip edici odak oluşturmaktadır. Anayasa Mahkememiz artık süreklilik (istikrar) kazanmış, çeşitli kararlarında laiklik ilkesini tanımlamış ve bu ilkenin demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğuna karar vermiştir. RP’nin kapatılması kararında laiklik ilkesinin tahrip edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. Anayasa Mahkememiz laikliği şöyle tanımlıyor: “Laiklik; ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğünün, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan uygar yaşam biçimidir…” Anayasa Mahkemesi, laiklik ilkesi kapsamındaki parti kapatma davalarında çok titizdir. Siyasal partinin laiklik ilkesine aykırı odak haline gelmesi durumunda, “özgürlüğü yok etme özgürlüğünün” olamayacağı temel ilkesine dayanmaktadır. Bu konuda seçimle gelmiş parti kapatılamaz gibi söylemlerle “demokrasi havarisi” gibi “ahkâm” kesenlere Avusturya örneği hemen anımsatılmalıdır. Bilindiği gibi, geçen dönemde Avusturya’da Heider’in partisi seçimlerde en çok oyu almıştı. Hikmet Çetinkaya’nın pazar günkü yazısında ayrıntılarıyla belirttiği gibi Heider siyasal iktidara geliyordu. “Irkçı” olarak bilinen bu partinin iktidara ortak olmasını, Avrupa’daki diğer demokratik ülkeler istemediler. Hatta, eğer ırkçıHitler benzeri olan Heider hükümete gelirse “Avusturya’yı boykot edeceklerini” belirttiler. Sonunda Heider, hükümeti kurmaktan vazgeçti ve çekildi. Şimdi sormak gerekiyor: Avusturya’da seçim sonuçları demokratik değilmiydi? Heider’in iktidara gelmesini önleyici baskı yapmak demokratik miydi? Ama “seçim sonuçlarına saygı” bahanesiyle, ırkçı bir partinin, iktidara gelerek kadrolaşmasına ve demokratik düzeni tahrip etmesine izin verilmedi. Kuvvetler ayrılığı ilkesi Başbakan Erdoğan, AKP’ye karşı açılan bu davayı demokrasiye ve AKP’nin aldığı oya karşı bir hareket olarak göstermeye çalışıyor. Başbakan öncelikle kendi demokrasi kültürünü gözden geçirmelidir. Demokrasinin ne olduğunu iyice anlamalıdır. Danışmanlarını toplayıp kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne anlama geldiğini iyice öğrenmelidir. Başbakan yürütme erkinin başıdır. Yargı kuvvetler ayrımının en önemli ve bağımsız erkidir. Bağımsız yargı Türk milleti adına karar verir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı anayasanın ve yasaların kendisine verdiği görevleri yapmakla yükümlüdür. Türkiye’de sağlıklı bir demokrasinin işlemesi için Yargıtay Başsavcısı’na siyasal partilerin eylemlerini ve söylemlerini izleme görevi verilmiştir. Aslında bu nedenle Cumhuriyet Başsavcısı 17 Ocak 2008’de, konu üzerinde düşüncelerini açıklamış ve uyarısını yapmıştı. Şöyle ki: “Cumhuriyet’in temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü; çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği, halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır..” Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın açtığı dava bu bağlamda hukuka ve demokrasiye içtenlikli bağlı olmanın açık bir göstergesidir. Yasaya tam uygun bir tavır olarak değerlendirilmelidir. Tüm Türk aydınları ve Türk ulusu bilmelidir ki, demokratik sistemi yıkmak isteyen ve demokrasi düşmanlarıyla mücadele etmeyi beceremeyen bir demokrasi ayakta duramaz. (1) Karl Loewenstein, Militan Demokrasi ve Temel Haklar (1938), aktaran, Vural Savaş, AKP Çoktan Kapatılmalıydı, Bilgi 2008, S. 31 (2) Bu konuda Bkz. : Yusuf Şevki Hakyemez, Militan Demokrasi Anlayışı, (Doktora Tezi), Seçkin Yayınevi 2000. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle