04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kıbrıs’ta ‘Yoldaşlar’ İşbaşında Hristofyas’ın yeniden başlamasını istediği çözüm sürecinde, daha önce kendi partisi AKEL ’in ret oyu verdiği Annan Planı’nın ortaya koyduğu çözüm şeklinden Rum tarafı için çok daha iyi bir çözüm elde etme peşinde olacağı varsayılmalıdır. PENCERE Sadun Aren... Bir uygar insanda aranan tüm niteliklerle donanmıştı Sadun Aren... Eğitilmişti.. Serinkanlıydı.. Dengeliydi.. Efendiydi.. İnsanlara muhabbetle bakışı sosyalist kimliğiyle özdeşleşmişti... Politikayı bu kapsamda bilimle yoğurmaya çalışıyor, kahrolası dünyamızda ezenle ezilen çelişkisini çözmek için yol yordam arıyordu... ? Oysa Aren’in özlediği ve amaçladığı dünyaya giden yollar engebelerle doluydu... Daha epeyce uzun bir tarihsel sürede, ‘sosyalizmi tuttum tutuyorum’ diyenlerin elleri yanacaktı... Ne olursa olsun... 20’nci yüzyılın defteri kapansa da sosyalizmin defteri açık duruyor... Ne ezen, ne ezilen.. Hakça bir düzen.. İnsanlık köleliği tasfiye ettiği gibi elbette sosyalizme de erişecek, toplumculuk yerkürede yaşam biçemine dönüşecek... İnsanın aklına bir kez düşmüş sosyalizm... İlle de gerçekleşecek... ? Ne var ki Sadun Aren ve arkadaşları, sosyalist ‘İşçi Partisi’ni kurdukları zaman, Türkiye, Cumhuriyet tarihinin ilginç bir aşamasındaydı... Batı’nın sanayi toplumlarında emekçi sınıfının yüzlerce yıllık savaşımlarıyla kazanılan haklar 1961 Anayasası’na yazılmıştı... En başta sendikal haklar.. Toplusözleşme hakkı.. Ve grev hakkı.. Emekçi partisi bu hakları anayasada hazır ve nazır, emrine amade bulmuştu... ? Nasıl olmuştu bu iş?.. Türkiye 1950’de sözüm ona demokrasiye geçmiş, halk sandığa giderek büyük çoğunlukla Demokrat Parti’yi iktidara getirmişti.. DP (Demokrat Parti) tam 10 yıl grev ve toplusözleşme haklarını emekçilere yasakladı... Ve 27 Mayıs müdahalesiyle iktidara geçen askerler grev ve toplusözleşmeyi anayasal haklara dönüştürdüler... Batı’da sosyalist partilerin kan revan içinde varabildikleri hedefe Türkiye’de askerle kolayca ulaşıldı... Peki, Aren ve arkadaşları İşçi Partisi’yle ne yapacaklardı?. ? Sosyalist bir Türkiye kurulacaktı... O yıllarda dünya sosyalizmle balayı dönemlerini yaşıyordu; öylesine ki İslam dünyasında bile Cezayir’de Bin Bella, Mısır’da Nasır, Libya’da Kaddafi sosyalizminden söz açılıyordu... Ancak bugün tüm Müslüman coğrafyasında dinci rejimler geçerli... Peki, bir tarihsel ve toplumsal gerçeğin kafalara dank etmesi mi gerekiyor?.. İslam coğrafyasındaki dinci toplumlarda Aydınlanma devrimi yaşanmadan ve gerçekleşmeden ne demokrasiye, ne liberalizme geçilebilir ne de sosyalizme... ? Sevgili Aren ve daha nice sosyalist, yaşadıkça kahırlı gerçeklerin pençesinde acılar çektiler... Kim bilir, belki de tarihsel zamanın bilincini duyumsayan bir toplumcu için bu acıları çekmek de vazgeçilemez bir yazgıydı... Her insan bir zaman diliminde yaşar... Yaşadığı zaman diliminde hem tüm tarihsel zamanların bilincini yaşamak, hem de artık uyanmış insanların vicdanına aşılanmış sosyalizmi algılayarak soluk alıp vermek ayrıcalıklı bir mutluluk oluşturur... Aren tüm yaşamında bu mutluluğu duyumsadı... O’na selam olsun!.. ‘Önce Kartaca’yı Yıkmak...’ Evet: “Kartaca yıkılmalıdır!” Bizim de bir Kartacamız var; Adalet ve Kalkınma adlı bir parti... Bu partinin iktidarı sona ermeden, sona erdirilmeden, ülkede ne yapılsa ne yapılmasa, ne dense ne denmese boştur boş!.. Öncesi de var elbet... Ama bu AKP’nin işbaşına geçtiği altı yıldır adım adım tükendi, tüketildi tüm zenginliklerimiz, tüm eserlerimiz, aydınlıktan yana tüm güçlerimiz, yapıtlarımız, hatta geleceğimiz... Roma İmparatorluğu Senatosu’nda biri varmış, yaşlı bir politikacı, ne zaman söz alsa, şu iki sözcüğü söylermiş: “Kartaca yıkılmalıdır.” ??? Bir odayı, bir masayı, bir evi yeni baştan düzenlemek için eskiden kalmış, biriktirilmiş, yanlış uygulanmış, kullanılmış, ne var ne yok, hepsi bir yana itilir. Her şey yeniden, daha güzel, daha iyi, daha yararlı olarak düzenlenir. Mustafa Kemal Atatürk’tür o Kartaca’yı yıkan, yok eden, ortadan kaldıran, yerine yepyeni, çağdaş, uygar bir Cumhuriyet kuran... On beş yılda bu kadarını yaptı, gerisini bizlere bıraktı. Ama bizler yetmiş yılda yavaş yavaş sildik, yozlaştırdık, bozduk o güzelim Atatürk Cumhuriyeti’ni... Dışa bağlandık önce! Dış güçlere başta yer verdik! Para gelsin, yardım gelsin, ders alalım, yapamadığımızı onların eliyle gerçekleştirelim diye!.. Daha Mütareke’de başladı bu çöküş. Neyse ki bir Mustafa Kemal çıktı, Osmanlı kafasını, anlayışını, dış güçlere boyun eğişini yok etti, halkını geriliklerden kurtardı, gençlere, genç olanlara, kendini genç sayanlara “Bu ülkeyi size emanet ediyorum” dedi. Emanete hıyanet budur işte!.. ??? Boşuna yazıyoruz, boşuna umuyoruz, boşuna şu parti bu parti, şu lider bu lider diye kendimizi avutuyoruz, yarım yamalak düzeltmelerle, kafası yüzyıllar gerisinde kalmış politikacı takımıyla hiçbir iş düzelemez, çünkü onlar da bunu istemiyor ki! Önce AKP’ler, AKP kafası, Tayyip Bey, Gül Bey, bilmem kim beyin kafası değişebilseydi! Olacak şey mi bu? Öyleyse ne bekliyoruz, ne umuyoruz? Altı yıl geçti gitti, beraberinde nice ulusal yapıtlar, bankalar, fabrikalar, tesisler, topraklar hepsi... Batı’nın canavarları para akıtarak kaptı ucuza hepsini!.. Hem de gururla yapıyoruz bunları, bugünü kurtarmak diye yarınları teslim ediyoruz, yabancı ellere... “Kartaca yıkılmalıdır!” AKP, şu bu yoldan, seçimle seçimsiz, belki de kendiliğinden yıkılacaktır. O kadar çürük bir yapı kurulmak istendi ki zamana dayanacak gücü kalmadı. Satacak bir şey de bırakmadı. Onuru da, güveni de, bağımsız düşünceyi de paraya çevirdik... Roma senatörü yıllar yılı boşuna mı söylemiş, “Kartaca yıkılmalıdır” diye... Ben de yaşlı bir yazar olarak, Atatürk devrimini yaşamış bir yurttaş olarak yarının genç kuşaklarına diyorum ki: Önce Kartaca’yı yıkın! Sonra Mustafa Kemal gibi, Cumhuriyeti yeni baştan kurun, elden çıkarılan, para uğruna ortadan kaldırılan ulusal zenginliğimizi yeniden canlandırın... Nasıl Roma, Kartaca’yı yerle bir ettikten sonra o koskoca Roma uygarlığını yarattıysa işte öyle... Tugay ULUÇEVİK Emekli Büyükelçi gilerin rengi değiştirilmiştir. Yıllardır benimsenmiş ilkeler göz ardı edilmiştir. Buna rağmen Sayın Talat’ın döneminde ve Annan Planı’nın ortaya çıktığı günlerde iktidara gelen AKP zamanında da bugüne kadar çözüme ulaşılamamıştır. K ıbrıs Rum kesimindeki başkanlık seçiminde tarihi bir sonuç ortaya çıktı. Komünist “Çalışan Halkın İlerici Partisi”nin (AKEL) Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin cumhurbaşkanı seçildi. Böylece AB liderlerinin aile fotoğrafına bir komünist siyasetçi dahil oldu. Kıbrıs’ta komünist güçlerin iktidara gelmeleri, 1990’lı yılların başına kadar, bütün Batı camiasında ancak korkulu rüyalara konu olabilirdi. Oysa şimdi, MarksistLeninist kökenli Hristofyas’ın cumhurbaşkanı seçilmiş olması, Batı ülkelerinin resmi çevrelerinde (bazılarında ihtiyatlı ölçüde) memnuniyet yaratmıştır. Memnuniyetin asıl sebebi, Hristofyas’ın seçilmesinin, AKEL’le aynı ideolojik kökenden gelen Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) eski başkanı M. Ali Talat’ın KKTC Cumhurbaşkanı olduğu döneme tesadüf etmesidir. Batılı çevreler, iki tarafın liderleri arasındaki ideolojik ortaklığın, AKEL ve CTP arasındaki sürekli temas ve iletişimin, Kıbrıs sorununun yakın gelecekte çözülmesi için bir fırsat penceresi oluşturacağı düşüncesini taşımaktadırlar. Çözüm arayışları Tecrübeler, Kıbrıs sorununda çözüm şansının artmasının veya çözümsüzlüğün devam etmesinin iki taraftaki liderlerin kişisel düşünce ve tutumlarına ve iki tarafın liderleri arasındaki özel ilişkilerin mahiyetine doğrudan bağlı olmadığını ortaya koymuştur. Çözüm arayışları Haziran 1968’de başlamıştır. O zamandan bu yana Rum tarafında lider koltuğunda Makarios, Kyprianou, Vassiliou, Klerides ve Papadopulos bulunmuştur. Kıbrıs Türk tarafında lider olarak Sayın Denktaş çözüm için yıllarca sebatla çalışmıştır. Kıbrıs konusunun gerçeklerini bilmeyenler, konuya çok sathi bakanlar ve özellikle Sayın Denktaş’ın davasının bütün ayrıntılarını bilenlere, davasının haklılığına inananlara ve Türk ulusunun bir davasını savunmanın onurunun bilincine varanlara özgü bir rahatlık ve güven duygusu içinde müzakerelerde kararlı davranmasının altında ezilen iç ve dış mihraklar, kasıtlı olarak, Sayın Rauf Denktaş’ı uzlaşmazlıkla suçlamışlar ve suçlatmışlardır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda, 24 Nisan 2004 referandumlarında çözüm planına “hayır” diyen Papadopulos ve Kıbrıs Rum halkı için eleştiri anlamına gelen ifadelerden kaçınmış; aksine “Rum halkının iradesine saygı gösterilmesinden” söz etmiştir. Rumların ret oyu vermelerini mazur gören ifadeler kullanmıştır. Oysa müzakere sürecinin bir aşamasındaki şartların gereği olarak takındığı kararlı tutum yüzünden, BM Güvenlik Konseyi 14 Nisan 2003 tarihinde aldığı 1475 sayılı kararında Sayın Denktaş’ın tutumu hakkında “esef” ifade edebilmiştir. “Çözümsüzlükten” yana olmakla suçlanan Sayın Denktaş’ın yerine Sayın Talat’ın KKTC Cumhurbaşkanı olmasının çözüm getireceği sanılmıştır. KKTC’nin ve Türkiye’nin çözüm için on yıllardır temel aldığı parametrelerin, kırmızı çizgilerin en alt sınırlarına, limitlerine inilmiş ve hatta kırmızı çiz Engelleme çıkışları 1993’te Klerides GKRY’de başkan olunca, özellikle dış çevrelerde Denktaş ile Klerides arasındaki eski tanışıklığın, aynı baroda avukat olarak çalışmış olmalarının, her iki lider arasında dostluk olarak kabul edilecek bazı müşterek hatıralar bulunmasının çözümü kolaylaştıracağı ümidi beslenmiştir. Sonuç çıkmamıştır. Klerides Rumları mücadelesinde direksiyonu AB yönüne kırmıştır. AKEL’in ve Hristofyas’ın iktidara gelmesinin Kıbrıs sorununun muhtemel çözüme olabilecek katkısı değerlendirilirken şu faktörlerin de dikkate alınmasında yarar olabileceğini düşünüyoruz: Kıbrıs Rum kesiminde bütün siyasi partiler ENOSIS ülküsüne bağlıdırlar. Rum Ulusal Meclisi’nin 1967’de aldığı ENOSIS kararına AKEL de destek vermiştir. Rum siyasi partileri 1974 Barış Harekâtımızdan sonra ilan edilen “uzun vadeli mücadele stratejisini” oybirliğiyle kabul etmişlerdir. Şimdi bu mücadele AB zemininde yürütülmektedir. AKEL ve Hristofyas adadan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tamamen çekilmesinin ve 1974’ten sonra yerlerini terk eden Rumların eski yerlerine ve mülklerine dönmelerinin çözümün temel unsurlarından olduğunu söyleyegelmektedir. Hristofyas başkan seçildikten sonra yaptığı ilk açıklamada, “Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altındadır, bu işgale karşı mücadele edeceğiz” demeyi ihmal etmemiştir. AKEL ve Hristofyas Kıbrıs sorununun BM kararlarına göre çözülmesini istemektedir (CTP’nin öteden beri savunduğu tez de böyle olmuştur). Oysa Türkiye, Kıbrıs konusundaki BM Genel Kurulu kararlarının, biri hariç, tümüne olumsuz oy vermiştir. Üyesi olmadığı Güvenlik Konseyi’nin tek yanlı kararlarını da ya reddetmiş ya da çekince beyan etmiştir. Hristofyas, Annan Planı çerçevesinde Karpaz Yarımadası’nı Kıbrıs Türk tarafına bıraktığı için Papadopulos’u eleştirmiştir. AKEL soğuk savaş döneminde Sovyet Komünist Partisi, Yunanistan’daki Dış Komünist Partisi ile sacayağı oluşturmuştu. Kıbrıs sorununun çözüm şekli ve yöntemi konusunda SB ile aynı dili kullanıyordu. Bugün hem tüm olarak GKRY’nin hem de AKEL’in Rusya ile yakın ilişkisi ve işbirliği vardır. Güney Kıbrıs sadece stratejik açıdan değil, ekonomik açıdan da Rusya için bir çıkar alanıdır (sermaye akımı, kayıt dışı ekonomik ilişkiler, kara para aklanması). Bu durum, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan Rusya’nın, sorunun çözümünü doğrudan olmasa bile dolaylı olarak etkileyebilecek konumunu kuvvetlendirmektedir. Bu etki AKEL’in iktidarı döneminde daha da artacaktır. Çözümsüzlükte Rusya faktörü de ortaya çıkmaktadır. AKEL, Annan Planı’na Papadopulos’un DIKO Partisi ile beraber “Hayır” oyu vermiştir. Militan sol EDEK Partisi de ret oyu kullanmıştır. Çözümsüzlükten AKEL de sorumludur. Son seçimde Hristofyas’ı Papadopulos’un DIKO Partisi desteklemiştir. Hristofyas hükümetini DIKO ile koalisyon halinde kuracaktır. Bu koalisyona, çözüm konusunda en radikal görüşlere sahip militan sol EDEK Partisi’nin de katılacağı anlaşılmaktadır. 20032008 döneminde DIKOAKELEDEK koalisyonu Papadopulos’un liderliğinde kurulmuştu; 2008’de bu koalisyon Hristofyas’ın başkanlığında oluşacaktır. Papadopulos faktörü, hükümet ortağı ve Ulusal Konsey üyesi olarak devam edecektir. Sorunun çözümü konusunda kilisenin ağırlığı da dikkate alınan bir faktördür. ? Arkası 8. Sayfada CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle