24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 ARALIK 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARIdishab@cumhuriyet.com.tr İspanya tarihini yargõlõyor Avrupa ülkeleri içinde İspanya gerek siyasi, gerek kültürel, gerekse tarihi bakõmdan Türkiye’ye benzer süreçler geçirmiş bir ülke. Cumhuriyet rejiminin askeri darbelerle sekteye uğramasõndan tutun, sancõlõ demokratikleşme sürecine, zorlu AB üyelik tecrübesinden, farklõ etnik kimliklerin hak ve özgürlük taleplerine kadar Türkiye ile pek çok ortak noktasõ bulunan bir ülke. Son günlerde, İspanyol kamuoyunda epey ses getiren konulardan biri de, General Franco diktatörlüğünde işlenen suçlarõn gün õşõğõna çõkarõlmasõyla ilgili. Peki, tarihsel bellek meselesine İspanya nasõl yaklaşõyor? Bu tartõşmanõn kaynağõna inmek için önce kõsaca Franco dönemini hatõrlatmamõz gerekir... Cumhuriyetçilerin 1931’de yerel seçimleri kazanmasõyla Kral III. Alfonso İspanya’yõ terk eder ve 14 Nisan’da Cumhuriyet ilan edilir. II. Cumhuriyet’in ömrü 1936’da Franco liderliğindeki askeri darbeyle noktalanõr. Cumhuriyetçiler ile muhafazakâr Franco yandaşlarõ arasõndaki çatõşma kanlõ bir İç Savaş’a dönüşür. Yaşamõnõn son yõllarõna doğru Franco’nun diktatörlüğü daha esnekleşse de, 1975’teki ölümüne kadar İspanya sõkõyönetimle idare edilir. Franco’nun ölümünden sonra bile diktatörlük dönemindeki baskõ ve kitlesel katliamlar dile getirilmez ve hafõzalar derin bir uykuya dalar. Geçiş Dönemi’nde (1975–1982) çõkarõlan af yasasõ sessizliğe tuz biber eker. Ülkede barõşõ muhafaza etmek adõna Franco yandaşlarõnõn yargõlanmamasõ kararõ alõnõr. Bir anlamda, demokrasiye geçiş sürecine faşist güçlerin müdahale etmemesi için suçlulara sus payõ verilir. Son olarak, İspanya Ulusal Mahkemesi’nin yargõçlarõndan Baltazar Garzón’un geçen ekim ayõnda aldõğõ karar, İspanyollarõn İç Savaş ve Franco iktidarõyla hesaplaşmasõnõ yeniden gündeme taşõdõ. Franco döneminde (1939-1975) yapõlan katliamlarõn insanlõk suçu olduğunu ileri süren Yargõç Garzón, savaş ve diktatörlük döneminde öldürülen cumhuriyetçilerin yakõnlarõ tarafõndan yapõlan başvuruyu kabul etti. Böylece, Granada’da bulunan bazõ toplu mezarlarõn, kimlik tespiti yapõlmak üzere açõlmasõna yeşil õşõk yakõldõ. Toplu mezarlardan birinde Granadalõ ünlü şair Federico Garcia Lorca’nõn (1898-1938) naaşõnõn da bulunmasõ ihtimali, davanõn medyada geniş yer almasõnõ sağladõ. Ancak çok uzun sürmeden, çatlak sesler yükselmeye başladõ. Gelinen noktada, muhafazakâr çevreler -başta muhalefetteki Popüler Parti olmak üzere- kabuk bağlamõş yaralarõ kanatmamak bahanesiyle mezarlarda kimlik tespiti yapõlmasõ fikrine karşõ çõkarken, sol çevreler düşünceleri uğruna hayatõnõ kaybeden cumhuriyetçilere saygõ borcunun ödenmesi gerektiğini savunuyor. Özellikle de Madrid yakõnlarõnda Franco’nun mezarõnõn da bulunduğu “La Valle de los Caidos” (Şehitler Vadisi) adlõ anõtõn, savaşta ölen Franco yandaşlarõ anõsõna dikildiği göz önünde bulundurulursa, mağdur ailelerin isteği çok haklõ bir talep. Hele anõtõn 1940’larda muhalif mahkûmlar tarafõndan inşa edildiği ve yapõmõ sõrasõnda yaşamõnõ yitiren birçok mahkûmun Franco’nun yaptõrdõğõ anõta toplu halde defnedildiği düşünülürse… Bu tartõşmalardan etkilenmişe benzeyen Sosyalist İşçi Partisi hükümeti seçmenlerine “boyun borcunu” ödemek için 2007’de çõkarttõğõ Tarihsel Bellek Yasasõ’nõ genişletme kararõ aldõ. Böylece, dini veya sanatsal değeri olan nesneler hariç, Franco dönemine ilişkin tüm sembollerin kamusal alanlardan kaldõrõlmasõ; diktatörlük mağdurlarõna ve ailelerine tazminat bağlanmasõ onaylandõ. Ancak Garzón’un açtõğõ soruşturma, yalnõz muhafazakâr çevrelerin değil, meslektaşlarõnõn da tepkisini çekti. Yaklaşõk bir ay önce, Ulusal Mahkeme Başsavcõsõ Javier Zaragoza, Garzón’un davayõ yürütme yetkisi olmadõğõ gerekçesiyle mezarlarõn açõlmasõnõn engellenmesi için Ulusal Mahkeme’ye başvurdu. Mahkeme, Garzón’un davayõ yürütmekte yetkili olup olmadõğõ kararlaştõrõlana dek, toplu mezarlarõn açõlmasõnõ askõya aldõ. Bunun üzerine, 18 Kasõm’da Garzón soruşturmayõ ve yetkiyi yerel mahkemelere devredeceğini duyurdu. Ulusal Mahkeme’nin durdurma kararõnda, siyasi kaygõlarõn rol oynadõğõ şüphesiz. Büyükbabasõ faşistler tarafõndan öldürülen Başbakan José Luis Zapatero, “Franco döneminin, İspanyolların toplumsal belleğinden silinmesini” memnuniyetle karşõlayabildiğine göre, mahkemenin kararõ arkasõnda yatan zihniyeti anlamak çok zor değil. Bu kriz ortamõnda, mağdur aileler ve Tarihsel Belleği Yaşatma Derneği dõşõnda pek kimse sesini yükseltmedi. Garzón’un önayak olduğu bu hareketlenme, en azõndan hafõzalarõ canlandõrõp Franco döneminde verilen kayõplar konusunda kamuoyu oluşturmayõ başardõ. Toplumun her kesimi tarihle hesaplaşmayõ henüz benimsememiş olsa da, iktidarõn bundan sonra atacağõ her adõmõ iyi ölçmesi gerekecek. asliocal@gmail.com ‘Dostluk eli uzatõrdõ herkese’ Bu ev artõk Stefan Zweig’õn! Yaşamõ boyunca Avrupa ruhunu, toplumlarõn uzlaşmasõnõ düşlemiş olan bu ünlü Avusturyalõya Salzburg’un geç de olsa verdiği bir armağan! 1934’te Nazi baskõsõna dayanamayõp ailesini, evini, kentini terk eden Zweig’õ Salzburg aradan tam 74 yõl geçtikten sonra algõlõyor. Salzach Irmağõ kõyõsõna yayõlmõş tarihi kente tepeden bakan Edmunsburg’daki üç katlõ şõk 17. yüzyõl barok villa buram buram Zweig kokuyor! Burasõ artõk edebiyatla bilimin buluştuğu bir yer. Zweig’õn yaşamõ sayõsõz arşivden bulunup çõkarõlmõş fotoğraflarla ve belgeyle anlatõlõyor. Kütüphane odasõnõn raflarõnõ dünyanõn dört bir köşesinden gelmiş yüzlerce Zweig çevirisi dolduruyor. Yazõ masasõ ile uzun yolculuklarda yanõndan hiç ayõrmadõğõ daktilo da bir köşede yerini almõş. Enternasyonal Stefan Zweig Cemiyeti Başkanõ Dr. Holl, Salzburg’daki bu güzel yapõnõn artõk Avrupa edebiyatõ ve sanat tarihi üzerine düzenlenecek bilimsel toplantõlara, konuşmalara, konferanslara ve okumalara açõk olacağõnõ söyledi. Zweig üzerine araştõrma yapanlar da burada her şeyi bulacak. Çeşitli ülkelerden edebiyatçõlarõn ortak projelerine destek vereceklerini, salonlarõnõ ve arşivlerini onlara açacaklarõnõ da sözlerine ekledi. Bundan doksan yõl önce kültür aracõlõğõyla Avrupa’yõ birleştirmeyi kafasõndan geçiren Stefan Zweig’õn düşünü hep canlõ tutmak, Salzburglular için artõk bir “Avrupa projesi”. İki savaş arasõnda bütün usta eserlerini yarattõğõ Salzburg, onun gözünde “Avrupa’nın kalbi” idi. Salzach Irmağõ’nõn bir kõyõsõnda, tepede, Kapuzinerberg’de, ömrünün en önemli yõllarõnõ geçirmiş olduğu bahçeli büyük villa, öteki kõyõsõnda, tepede, Mönchsberg’de şimdi onun adõnõ taşõyan, günümüz insanlarõna onu anõmsatan başka bir villa. Geride bõraktõğõ sayõsõz eserle bizlere hep örnek olmuş ve olmaya devam eden bir insan. Yirminci yüzyõlõn iki dünya savaşõnõ yaşamõş bu büyük yazarõ, kendi güçlerine inanmõş insanlarõn dünyayõ savaşlardan arõndõracağõ inancõnõ taşõyordu. “Savaşlarla savaşmalıyız!” diyen Stefan Zweig geride bõraktõğõmõz yüzyõlõn en hümanist edebiyatçõsõ idi. Avrupa’nõn çeşitli kentlerinden Stefan Zweig Center’in açõlõşõna gelmiş insanlar, ünlü yazarõ andõ. Konuşmacõlar yirminci yüzyõlõn bu namuslu, insancõl ve iyi yürekli aydõn yazarõnõ anlattõ: “Kültürlerin birleştiği bir Avrupa... Hümanizm, güzel sanatlar, edebiyat, bir araya gelen sanatçılar, müzisyenler, edebiyatçılar... Avrupa insanlarını kültür aracılığıyla birleştiren, güçlendiren insanlar...” Stefan Zweig’õn düşleriydi. Avrupalõ Zweig bir Avusturyalõ idi. O, Avrupalõ bir modern dünya vatandaşõydõ. Politikacõlara karşõ eserleriyle düşün savaşõ vermiş, kitaplarõ yakõlmõş gerçek bir aydõndõ! Kültür aracõlõğõ ile daha iyi bir dünyayõ yaratacağõna inanmõş tam bir düşünürdü. İnsancõldõ, savaş karşõtõydõ. Her şeye bu açõdan bakardõ. İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. Bu uğurda savaşõm verdi ömrü boyunca. Zweig lirik anlatõmõ ve yalõn diliyle okuru kendine bağlar. Yaşamöyküsü olarak kabul edilen “Dünün Dünyası” (Türkçesi: Burhan Arpad) eserinin son satõrlarõ, geride kalanlar ve yarõnlarõ yaşayacaklar için umut õşõğõdõr: “Her gölge sonunda yine de ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır.” Piyanoda Chopin müziği, Barcarolle... Duvarlar bembeyaz, yüksek mi yüksek. Piyanonun tuşlarõna dokunan parmaklar ince, narin. İnsan ruhunu dolduran Chopin melodileri... Konuşmacõ sözlerini bitiriyor: “İnsancıldı, dostluk eli uzatırdı herkese, karşılık beklemeden. Gösterişi sevmezdi, insanları sevmek yaşam koşuluydu Stefan Zweig için... Toplumları birbirine yaklaştırmak bir misyondu onun gözünde...” www.ahmet-arpad.de Brüksel’in felsefesi ve felsefeci mimarõ Brüksel’i gezenler kentin atmosferinde Türk kökenli bir mimarõn önemli izleri olduğunu fark etmeyebilirler. Defalarca alõşveriş yaptõğõ alõşveriş merkezinin restorasyonunda bir Türk’ün yer aldõğõnõ nereden bilsinler ki! Kaldõklarõ otelin, para çektikleri bankanõn, her gün önünden geçtikleri Avrupa Birliği (AB) binasõnõn ya da kanalõnõn kõyõsõnda dolaştõklarõ mahallenin mimarõnõn bir Türk olabileceği akõllarõndan bile geçmez. Brüksel’de toplam 4 milyon metrekarelik bir alan üzerinde inşaat yapmõş olan Şefik Birkiye, Belçika’da toplam 5, dünyada 10 ayrõ ülkede 8 milyon metrekarelik bir alana imza atmõş durumda. Yerel çağdaş mimariyi savunan ve çalõşmalarõnda da uygulayan, insan ve çevre odaklõ mimarinin evrensel temsilcisi Birkiye, yaptõğõ binalarõn kent dokusuna ve çevreye uyumuna önem veriyor. “Her kentin bir felsefesi var, bir atmosferi var. Brüksel’de bina inşa ettiğimiz zaman, tuğla, tuğla çizgileri, renkleri, kornişler önemlidir. Çatılar 30-40 derece olacaktır, daha fazla ya da az değil” derken kentlerin de aslõnda karakterleri olduğunu vurguluyor. Felsefeye yoğun bir ilgi duyan Şefik Birkiye’nin mimarlõk anlayõşõ felsefeden etkilenmiş: “Özellikle ortak yaşamı anlatan varoluşçuluk, tek bir gerçeğin üzerinden değil ortak mahal, ortak yaşam üzerinden hareket ettiği için benim şehircilik kavramımda da etkili olmuştur. Farklı kültürlerin, farklı fikirlerin ortak yaşam alanlarında buluşmaları toplumdaki bütün bireylere özgürlük ve yaratıcılık getirmektedir” diye düşünüyor. Mimariyi, müziğe ve orkestraya benzeten Birkiye, mimarlõk eğitimini babasõnõn görevi nedeniyle geldiği Brüksel’de tamamladõ. 1979 yõlõnda kurduğu Atelier D’Art Urbain ile önemli projelere imza attõ. AB için çok sayõda binanõn yanõ sõra oteller, alõşveriş merkezleri, büyük banka binalarõ ve kentsel dönüşüm projeleri geliştiren Birkiye, projelerini kendi finanse edebilmek için gayrimenkul yatõrõm alanõnda uzman bir kadroyla proje geliştirme ve finansmanõ şirketi Vizzion Europe’u kurdu. Türkiye’deki yatõrõmlarõnõ ise 2005 yõlõnda kurduğu AAU Mimarlõk yürütüyor. Birkiye, Türkiye’de özellikle Haydarpaşa Limanõ için sunduğu projeyle gündeme geldi, hatta topa tutuldu. Mimari açõdan bir şehrin kültüründen ve geçmişinden etkilenmiş ve hiç kopmadan yeni bir yorum getirebilmenin ilk örneği olmasõ nedeniyle ilk çalõşmalarõndan biri olan İstanbul’daki Klassis Otel’in Birkiye’nin gönlündeki yeri ayrõ. Çevrenin dokusuna, tarihi yapõsõna uygun mimarlõk yaklaşõmõ ile tüketimin baş tacõ edildiği, insanõn tükettiği sürece değer kazandõğõ günümüzde, modasõ geçmeyen yapõtlarla dünya çapõnda başarõ elde etmiş ve mimarlõğõn Oscar’õ sayõlan 3 ayrõ da ödül almõş bir mimar Birkiye. “Biz ekolojik, çevresel yaklaşımda uzun yıllar dayanan stillerden yanayız. Fakat moda mimari akımlar 30 senede bir çöpe gidiyorlar. Bir tüketim mimarisi oluşuyor. Hiç modası geçmeyecek, şehrin bir parçası olacak projeleri savunuyoruz” diyen Birkiye, ekoloji üzerine yõlda 6-7 konferans veriyor. Kanal kõyõsõndaki terk edilmiş virane Brüksel’e “kanal mimarisinden esinlenerek, eski binaları konuta çevirip bir mahalle yaratarak” tekrardan can veren projede de adõna rastlanan Birkiye “Kentte yaşa, yuvanda hisset” sloganõnda özetliyor hünerini. Belçika’da aylõk olarak Türkçe yayõmlanan Binfikir gazetesinde felsefi yazõlar yazmaya başlayan Birkiye’nin ilk yazõsõ, kentlerin çirkin yapõlarla dolmasõ konusunda insanlõğõ isyana çağõrõr türden bir çõğlõk sanki: “Hep birlikte müthiş bir enerjiyle ve toplum olarak günlük hayat kalitemizin giderek bozulmasının önüne geçebildiğimiz zaman, atalarımızın dediği gibi sadece kapımızın önünü temizlemiş olmakla kalmayacağız, aynı zamanda yıllardan beri bizlere ‘tüketici’ takma adını takan ilkel, vahşi kapitalizmin politikalarına da bir tekme atmış olacağız.” erdincutku@binfikir.be Radikalİslamdindüşmanlõğõnõkörüklüyor Kõz kardeşi ziyaretine gelip gittikten sonra, aynõ işyerinde çalõşan kadõn arkadaşõ, Kenan’a sordu: “Kız kardeşin neden türban takmıyor?” Ardõndan ikinci sorusu geldi: “Kız kardeşin, Müslüman kadınlar erkeklerin elini sıkmazlar, kuralını neden yerine getirmedi?” Vardõğõ sonuç ise daha çarpõcõydõ: “Müslümanlığın kurallarını yerine getirmediğinize göre, yoksa siz Müslüman değil misiniz?” Amerikan 11 Eylül’ünden sonra, İsveç’teki insanlarõn kafalarõnda Müslümanlarla ilgili yeni değer yargõlarõ oluşmaya başladõ. Müslüman erkeğine “potansiyel terörist”, kadõnlarõna ise “erkeklerin elini sıkmayan, türbanlı, çarşaflı yaratıklar” gözüyle bakanlarõn sayõsõ çoğalõyor. Kenan’õn iş arkadaşõ Karina’nõn aslõnda Hõristiyanlõkla da fazla bir bağõ yok. Özel sohbetlerinde, Budizme ilgi duyduğunu söylüyor. Amerika’daki 11 Eylül olayõndan sonra Müslümanlarla ilgili olumsuz izlenimler edinmeye başlamõş. Dünyada her geçen gün artan İslami terör ve türbanõn İslamõn bir simgesi olduğu söylemleri Karina’nõn bu kanõsõnõ güçlendirmiş. ABD Başkanõ George Bush’un, “Yeni bir Haçlı Seferini başlattığını” söylemesinden sonra, İskandinav ülkelerinde de derin bir Müslüman karşõtlõğõ kampanyasõ başlatõldõ. Bu kampanyanõn en büyük malzemesi ise türbandõ... Birkaç yõldõr, İsveç ve Danimarka televizyonlarõnda insanda, “eşzamanlı” olduklarõ izlenimini uyandõran türban programlarõ yayõmlanõyor. Programlarõn ana figürü ise türbanlõ genç kõzlar... Program sunucusu olarak sahneye çõkarõlan genç kõzlar, olur olmaz yerde İslami “helal-haram” sözcüklerini dillendirerek, programa katõlan erkeklerin ellerini havada bõrakarak adeta, “Al, işte Müslümanlık bu!” dedirtiyorlar. Hz. Muhammed karikatürleriyle başlatõlan gerilim daha belleklerden silinmeden, Müslüman karşõtlõğõ şimdi de türban üzerinden sürdürülüyor. Ne amaca hizmet ettikleri anlaşõlamayan türbanlõ kõzlar, program sunmakla yetinmiyor, gazete ve televizyonlara, “Seçimlerde aday da olacağız, türbanı meclise de sokacağız” yollu demeçler vererek adeta kõşkõrtõcõ bir rol üstleniyorlar. “Bunlar radikal İslamcı” diyen kadõn örgütleri ayağa kalkõyor. Protesto telefonlarõ nedeniyle, programõ yayõmlayan televizyon kanallarõnõn telefonlarõ kilitleniyor. Malmö’de yõllar önce, İsveç’in en büyük camisinin yapõmõna izin verilmişti. Tepkiler de daha o zamandan başladõ. Gece, caminin camlarõnõ kõrarak içeriye domuz yavrusu attõlar. Birkaç yõl önce de, bir sabotajla tamamen yaktõlar. Yerine minareli daha büyük bir cami inşa edildi. Önümüzdeki yõl da, Ahmedi tarikatõna bağlõ Pakistanlõlara ait ikinci büyük caminin temeli atõlacak. Müslümanlar giderek radikalleşirken, onlara tepki duyanlarõn sayõsõ da hõzla artõyor... Sosyal demokratlarõn yönetimindeki Malmö Belediyesi’nin otobüs sürücüleri kadrosuna son günlerde türbanlõ kadõnlar da eklendi. Türbanlõ sürücüler, şehri otobüsle dolaşõrken bol bol destek ve tepki topluyorlar. İsveç’teki Müslümanlarõn büyük çoğunluğu Malmö şehrinde yaşõyor. Belediye yönetimi, geçen seçimlerde de listelerinde türbanlõlara yer vererek türbanõn ve çarşafõn meyvelerini toplamaya çalõşmõştõ. Türbanlõ otobüs sürücülerini görücüye çõkararak önümüzdeki seçimlerde oylarõnõ birkaç puan daha arttõrmayõ amaçlõyorlar, hepsi bu. Fazla saf olmaya gerek yok... Danimarka ve İsveç’te bunlar olurken diğer İskandinav ülkesi Norveç de türbana karşõ ilgisiz kalmadõ. Norveç’in ünlü bir et ve yumurta üretim firmasõ, işyerlerinde türbana yeni bir standart getirdi. Firma, tõpkõ kâğõt mendiller gibi bir kez kullanõldõktan sonra atõlan yeni bir türban modeli geliştirdi. Müslüman kadõnlar, çalõşõrken, artõk bu tek kullanõmlõk türbanlarõ takacaklar. Proje, Norveç İslam Konseyi’nden de onay aldõ... alinergis@yahoo.se MADRİD ASLI ÖCAL SALZBURG AHMET ARPAD MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS BRÜKSEL ERDİNÇ UTKU Bebeklere ilk merhaba Kitty’den Tayvan’daki Hau Şeng Doğumevi’nde gözünü açan bebekler karşılarında anne babaları ve tıp uzmanlarının yanı sıra çizgi film kahramanı Kitty’yi görüyor. Hastane yönetimi, duvarları pembeye boyanan, battaniyelerden çalışanların giysilerine kadar her yanda Japon kedinin resimleri bulunan doğumevinde ebeveynlerin stresini azaltmayı amaçladıklarını açıkladı. (REUTERS)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle