14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 ARALIK 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ÇOCUKLARIN, bebeklerle yaşlıla- rın, hatta her yaşta insanın yaş günü kutlanır da gemiler için yaş günü kutla- ması yapıldığını duy- muş muydunuz? Onlar kızaktan kaydırılıp denize atılırken bayram edi- lir, bir de hurdaya giderken hüzünlü veda partisi verilir. Bunların dışında, doğum tarihleri bile unutulmuştur; anımsansa da ya seferde- dirler ya da uzak bir yerler- de dalgalarla güreşir ya da ıssız bir rıhtımda uyurlar. Geçen hafta sona ererken öyle bir durum söz konusu değildi. İzmir Körfezi’nin Üçkuyular İskelesi’ne ya- naşmış “K. Pirî Reis” araş- tırma gemisinin yaş günü kutlanıyordu. Adının başın- daki “K” harfinin gösterdi- ği gibi seksen dört yaşına kadar yaşayıp yılmadan ça- lışan o “koca” amiral nasıl anılan haritasıyla ve Kitab- ı Bahriyesi ile ün kazan- mışsa, bu gemi de denizle- ri araştırıp bilime omuz ver- sin diye Almanya’ya ısmar- lanıp otuz yıl önce Ege’ye getirtilmişti. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin kanat ger- diği Deniz Bilimleri ve Tek- nolojisi Enstitüsü onun bul- guları ve yorumlarıyla Cum- huriyetin bilim dünyasına katkı vermeliydi. Vermişti ve vermekteydi de. Bazı yıllar neredeyse iki yüz günü denizlerde geçi- rerek, kıyıları ölçüp dipleri tarayarak, yansıma son- dajları yaparak, öbür üni- versitelerin bulgularına ken- disininkileri ekleyerek. Osmanlı, en parlak yüz- yılında bile, Basra Beyler- beyi Kubat Paşa’nın gam- mazlamasına uymuş ve fi- losunun bir kısmını Mas- kat’ta bırakıp Bahreyn’i fet- he gitti diye koca amiralin kellesini vurdurmuşken Cumhuriyet Türkiye’si onun adını denizlerde yaşatmak- tan geri duramazdı. Adını taşıyan geminin yaş günü kutlanmayacaktı da kimin- ki kutlanacaktı? Küçücük araştırma ge- misinin o günkü sevin- cini görmeliydiniz: Ege gü- neşinin parlaklığında bem- beyaz boyasıyla ve kasarasız başıyla gü- lümseyip hafif batı esintisinde palamar çözerek açıkta dans etmek ister gibiydi. “Gemiler dans eder mi?” demeyin. Attila İlhan’ın Haliç’te vurulup ci- nayete kurban giden va- puru acıdan böğürüp eli kolu bağlı ağlayacak da, üniversiteli Pirî Reis dans et- meyecek mi? Fantezi benzetmeler bir yana, bu çağın Türk de- nizciliği, yalnız “deniz gü- cü”yle ve yük ya da akar- yakıt taşımacılığıyla değil, bilimiyle, eğitimiyle, tekno- lojisiyle, yolculuklarıyla, ürünleriyle, temizliğiyle de- nizi tanımak, bilmek, kul- lanmak ve ondan sevgiyle yararlanmak zorundadır. Bozkırları aşarak gelmiş bir kavmi “denizci halk” yap- manın yolu da budur. Öy- leyse, üniversitelerin ve baş- ka kurumların araştırma ge- milerini çoğaltıp büyütme- yi ve sonuçta herkese, hiç değilse şimdilik, “Doğu Ak- deniz Türklerden sorulur” dedirtmeyi kaçınılmaz bir ulusal hedef saymak ge- rekmez mi? Daha ötesini de düşünerek. PENCERE Hukuk, Yasa, Dava, Suç, Cinayet... Emin Çölaşan, Sözcü gazetesinde yayımlanan konuşmasında diyor ki: “- Savcı Zekeriya Öz, Kuddusi Okkır ve Eruygur Paşa’yı unutmasın!..” Neden bu uyarıyı yapıyor Çölaşan?.. Ergenekon davasına bakan mahkeme E. Or- general Hurşit Tolon’un sağlık sorunları nede- niyle Adli Tıp’a sevk edilmesine karar veriyor... Ama, Savcı Zekeriya Öz karara karşı çıkıyor... Çölaşan diyor ki: “- Sağlık olayı bu... Şener Eruygur Paşa’nın du- rumu ortada... Kuddusi Okkır örneği var karşı- mızda; adamın cenazesi tahliye edildi cezaevin- den... Ergenekon’un kasasıydı; ama, ailesi Okkır’ın cenazesini kaldıracak parayı bile bulamadı; be- lediye kaldırdı Okkır’ın cenazesini...” AKP iktidarında Türkiye tümüyle güvensizlik ül- kesine dönüştü, dönüşüyor... Ergenekon, bu güvensizliğin somutlaştığı bir bü- yük eylem alanı gibi... Zekeriya Öz adı da bu gü- vensizliğin odak noktasında sanki bir soru işareti... Ergenekon davası bir bakıma açıldı; ama, ar- kadan ek iddianame beklendiği için davanın ne- reye doğru sürüklenebileceği belli değil... Bir buçuk yıldan bu yana süregelen gözaltılar, polis sorgulamaları, tutuklamalar, ne olduğu bi- linmeyen suçlama kampanyaları, iktidar yanda- şı medyanın da destek ve katılımıyla Türkiye’de bir olağanüstü hal ortamı yarattı... Ortamı vurgulamak için bir tek örnek bile ye- terli... Fethullah Gülen’in gazetesi Zaman’ın 11 Ka- sım 2008 günlü manşeti: “Ergenekon’dan davacıyım... Babamı helikopterden attılar...” Van’dan Senar Er adlı biri, bu nedenle Erge- nekon davasına müdahil olarak katılmak istemiş... Niçin?.. “1994 yılında Ergenekon çetesi Er’in babasını helikopterden atıp öldürmüş...” 14 yıl önceki olay... 1994-2008. Bugün kafaların adamakıllı karıştığı bir beyin- sel anafor ortamında, gelmiş geçmiş tüm cina- yetlerin hesabını görmek bahanesiyle icat edilen Ergenekon davası yeni cinayetlerin, kıyımların, haksızlıkların kaynağına dönüştü... Cinayet nasıl işlenir?.. Her zaman topla, tüfekle, tabancayla, bıçakla değil... Kuddusi Okkır cinayeti nasıl işlendi?.. Kim işledi?.. Ülke medyası bugün Ergenekon davası nede- niyle giriştiği çok ilginç kampanyada, mahkemeyi ve ciddiyeti bir yana bırakmış, siyasal kavganın körüklediği Ergenekoncu kavganın rüzgârına kendisini kaptırmış... Geçmiş cinayetleri ortaya çıkarmak bahanesiyle yeni cinayetlere yeşil ışık yakıp zemin hazırlamak ve göz yummak hiçbir çözüm getirmez... Ne olursa olsun, hukuka saygı, yasaya uyum ve savcılık görevinde yansızlığa titizlikle dikkat edil- meden yürütülecek soruşturmalarla yüklenen iddianame daha davanın başında çöker... Ne yazık ki Ergenekon’da durum bu... B u bir kitap adõ. 1 9 8 0 ’ l e r i n ikinci yarõsõn- da yayõmlan- mõş bir casus- luk ya da gizli ajanlık ro- manõ. Dünyada her gün onlarcasõ yayõmlanan “kri- minal” ya da “hırsız-po- lis” edebiyatõna sokulabi- lir bir yapõt. Ama bir özel- liği var: Yazarõ İngiliz giz- li istihbarat örgütünden (MI5) emekli eski ajan- lardan biri. Öte yandan kitapta anla- tõlan olaylar da, olaylara karõşanlar da “hayali” de- ğil “gerçek”. Gerçek olay- lara dayanõlarak kitapta yer alan açõklamalar ancak bunlara tanõk olmuş bir ajanõn bilgisine dayanabi- lir. Nitekim durum böyle; örneğin kitapta anlatõlan önemli bir operasyon öy- küsü var: 1970’lerde ikti- darda olan İşçi Partisi’nin Başbakanõ Harold Wil- son’u iktidardan düşür- mek için, Muhafazakâr Parti hesabõna MI5 (yani İngiliz İstihbarat Örgütü) bir “operasyon” tertipli- yor. Eski ajan sonuçsuz kal- mõş bu girişimi, hırsız- polis öyküsü anlatõ gibi, ayrõntõlõ olarak anlatõyor. Üzerinden yirmi yõldan fazla zaman geçmiş ve bel- ki İngiltere’de bile unutu- lup gitmiş bu “casusluk” kitabõ, şimdi, 2000’li yõl- larda bizi niçin ilgilendi- riyor? Bunun yanõtõ, Silivri’de özel olarak “inşa” ve “ku- şad” edilmiş bir mahkeme salonunda cereyan eden yargõlama işleminde yatõ- yor: Türk ulusunun oluşu- munda kutsallaştõrõlmõş bir olayõ temsil eden Erge- nekon terimi, Harold Wil- son’u “düşürme” operas- yonuna benzer bir tertibin güya hesabõnõ görme işle- mi için kullanõlõyor. Ergenekon davasõ, İl- han Selçuk gibi, yaşa- mõnda, belki askerlik dö- nemi hariç, eline, değil bomba, su tabancasõ bile almamõş ünlü bir yazarõ, kendi gazetesine karşõ bombalõ saldõrõ düzenle- mek, evinde bomba bu- lundurmak, gazetenin ge- nel yayõn yönetmeni ile şifreli sözcüklerle suikast planlarõ yapmak gibi ey- Spycatcher... Aydın AYBAY AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bir Geminin Yaş Günü lemlerin faili olarak suçlayan bir dava. Ordudan orgeneral rütbesiyle emekli ol- muş yaşlõ başlõ asker- ler de dahil olmak üze- re birçok aydõn ve si- yaset adamõ da bu tür soyut ithamlarla suç- lanarak tutuklanmõş bulunuyor. Davanõn son günler- deki oturumlarõnda, bazõ sanõklarõn savun- malarõ sõrasõndaki açõklamalardan ortaya çõkan bir gerçek var: Bu dava, devletin gü- venlik örgütlerinin ba- zõ bölümleri arasõnda başlangõcõ yõllar önce- ye sarkan rekabete ve buna dayanan çekiş- melere dayanõyor. Bu meyanda, dava- nõn belkemiği olan pehlivan tefrikasõ uzunluğundaki binler- ce sayfalõk iddiana- menin temelinin de bu çekişmelerin yan ürü- nü olduğu anlaşõlõyor. Nitekim, mahkeme- de son günlerde yapõ- lan açõklamalardan, Kanada’da hahamlık yaptõğõnõ ileri süren bir sahtekârdan, bü- tün bu çekişmeler içinde, taraflarca pi- yon olarak yararlanõl- dõğõ ve onun tarafõndan “ihzar edilen” malze- menin de iddianamede en önemli dayanak olarak kullanõldõğõ or- taya çõkõyor. Bütün bunlara baka- rak büyük bir gürültü ile “işleme konan” Er- genekon davasõnõn, eninde sonunda, Türk adliyesini ve kamuo- yunu lüzumsuzca işgal eden şişirme bir olay- dan ibaret olduğunun anlaşõlacağõ kanõsõn- dayõz. Nitekim İngiltere’de, yukarda sözünü etti- ğim Spycatcher ro- manõnõn encamõ da böyle olmuş; İngilte- re’de basõnõ ve dağõtõ- mõ en yüksek mahke- me (Lawlords) kara- rõyla yasaklanan kita- bõn, Avusturalya’da ve Amerika’da basõ- lõp, İngiltere’ye posta yoluyla sokulan ya da yolcu beraberinde ge- tirilen nüshalarõ geniş okur kitlesine ulaşõnca, romanda anlatõlanla- rõn, istihbarat örgütün- deki iç çekişmelere da- yandõğõ anlaşõlmõş ve olay kamuoyunun gün- deminden çõkmõştõr. Bu olayõn ayıbı ise, kitabõn İngiltere’ye it- halini men eden, Avusturalya’daki ya- yõnevine basõm yasağõ koymaya kalkõşan ve giderek yine Avustu- ralya’daki yayõncõya “yazara telif hakkı ödemeyin” diyen İn- giliz resmi makamla- rõnõn sõrtõnda kalmõştõr. Üzerinden yirmi yõldan fazla zaman geçmiş ve belki İngiltere’de bile unutulup gitmiş bu “casusluk” kitabõ, şimdi, 2000’li yõllarda bizi niçin ilgilendiriyor? Bunun yanõtõ, Silivri’de özel olarak “inşa” ve “kuşad” edilmiş bir mahkeme salonunda cereyan eden yargõlama işleminde yatõyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle