24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 ARALIK 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ilısu’yu Soğutanlar PENCERE Yargıdan Sonra Sıra Kimde?.. Yüksek yargı kesiminde olan bitenler aklı ba- şında çevreleri şaşırttı... Oysa şaşılacak bir şey yok... Yarın, öbür gün, laik Cumhuriyet devletinin tü- münü saran bunalımın yeni göstergeleri ortaya çı- kacak... “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne doğru adım adım yürüyen AKP iktidarı bu yolda kararlıdır... Cumhurbaşkanlığı artık AKP’nin elindedir... YÖK ve üniversitelerde AKP işini bitirmiştir... Devlet bürokrasisinde AKP iktidarı ortalığı hal- laç pamuğu gibi atmıştır ve atıyor... Belediyeler birer etkin çıkar ve siyaset örgütü olarak çoğunlukla AKP’nin avucundadır... Ya medya?.. Bu alanda devlet gücünü kullanan AKP’nin medyadaki atılımı öylesine açık seçik, pervasız ve cüretkâr olmuştur ki aklı başında insan par- mağını ısırır... Peki, yargı?.. Yüksek yargı; devletin geçerli laik hukuk ku- ralları, temelleri, anayasası ve yasalarıyla dü- şünmek zorunda olduğundan “Amerikanofil Ilım- lı İslam Devleti Modeli” önünde bir engel gibi du- ruyordu... Anayasa Mahkemesi’nin görevi -yasalara gö- re- AKP’yi kapatmak olmalıydı... Ne var ki Başsavcı’nın açtığı kapatma davası sonuçlanamadı... Çünkü emperyalist dış dünya ağırlığını AKP’den yana koydu... İçerde AKP iktidarının tüm güçleri seferberliğe geçtiler... Anayasa Mahkemesi “AKP’nin laiklik karşıtı ey- lemlerin odağına dönüştüğü” kararını verdi... Ama, ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı’nı kapa- tamadı... Ve AKP dış destekli ve dinci siyasetini yürüt- mekte serbest kaldı... Peki, bu durumda AKP ne yapacaktı?.. İlk hedef yargıydı... Ergenekon davasının savcısı kim?.. Kendi ağ- zıyla açıkladığına göre AKP Genel Başkanı RTE değil mi!.. Ergenekon sorgulaması bugün de yargının tüm yasal kuralları çiğnenerek yürütülüyor... Ayrıca yüksek yargıda da gerekli çatlak oluş- turulmuştur... Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, bi- linen kimliğiyle, üstüne düşen görevi yerine ge- tirerek yüksek yargıyı kundakladı... Yüksek yargı yapısında çelişkiler üretildi... Anayasa Mahkemesi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı AKP”yi kapatmamıştı... Şimdi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı AKP” yar- gının da icabına bakacak... Geriye ne kalıyor?.. Ordu.. Asker.. TSK.. Yüksek yargının başına gelenler, yakında TSK’nin de yazgısını belirler mi?.. Bugünkü medyaya bakınız... Daha şimdiden ilk adımlar atılmış, yüksek dü- zeyde emekli komutanlar arasından kimileri ga- zetelerde şakır şakır konuşup birbirlerini suçla- maya başlamışlardır... “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu ‘mü- seccel’ AKP adım adım, ama ‘hızla’, hedefine doğ- ru yürüyor. T emel insan haklarõndan birisi olan sağlõğõn, çağ- daş hekimlik öğreti ve uygulama ilkeleri üzerine yer- leştirilmesi zorunluluğunu hem ekonomik anlamda hem de riske edilen toplumsal sağlõ- ğõmõz anlamõnda derin boyut- ta algõlamaya başladõk. Sõnõr- lõ ekonomik kaynaklarõ olan ül- kemizde halk sağlõğõ ve sağlõk seviyesinin arttõrõlmasõ için önceliklerimizi belirlememiz ulusal zorunluluğumuz, bor- cumuz ve hatta acilimizdir. Global olarak tüm dünyada toplum sağlõğõnõ tehdit eden risk faktörü şunlardõr: 1. Düşük veya fazla kilo, 2. Korumasõz seks yapma, 3. Yüksek kan basõncõ, 4. Tütün kullanõmõ, 5. Alkol kullanõmõ, 6. Sağlõksõz içme suyu, 7. Sa- nitasyon ve hijyen bozukluğu, 8. Demir eksikliği, 9. Katõ ya- kõtlarõn dumanõ, 10. Yüksek kolesterol ve şişmanlõk, 11. Kazalar (Trafik, işyeri, ev), 12. Terör eylemleri ve savaş- lardõr. Toplumlarõn ölüm ve sakat- lõk yükünün tamamõna yakõnõnõ belirleyen bu faktörlerle mü- cadele etme halk sağlõğõ poli- tikalarõnõn temelini oluşturur. Toplumumuzdaki sağlõk algõ- lamasõ ise bu risk faktörlerinin doğal sonucu olan sağlõğõn kaybõnõn ilaç, tõbbi malzeme, tõp teknolojisi ve insan emeği kullanarak rehabilite edilme- sidir. Üstelik bu kadar külfetin sonucu tam iyilik hali değil sa- katlõğõn devamõ veya ölüm şeklindedir. Sağlõğõn koruyucu hekimlik bağlamõnda düşünülmesinin ekonomik karşõlõğõ, çokuluslu sermaye şirketlerinin kârlarõnõn düşmesidir. O zaman aklõmõ- za gelecek en büyük soru sağ- lõğõmõzõn önündeki en büyük engelin ilaç, tõbbi malzeme ve yüksek tõp teknolojisi pa- zarlayan çokuluslu sermaye şirketleri mi olduğudur. Cevap kuşkusuz ‘Evet’tir. Sadece dillendirmede sorun vardõr. Sağaltım politikaları Toplum sağlõğõnõ riske eden bu faktörlerle mücadele eder- ken şu an uygulanan politika- larla bedensel ve ruhsal olarak sağlõksõzlaştõrõlmõş toplumu- muzun sağaltõmõ da elbet zo- runluluğumuzdur. Sağaltõm işinde doğru organize olabil- mek için toplumumuzun ger- çeklerini bilmek zorundayõz. Toplumumuzun gerçekleri sa- dece demografik analizler üze- rinden yapõlamaz. Sağaltõm işinde doğru strateji, epide- miyolojik analizler yapmak, toplumun hastalõk yükünü bil- mek, ekonomik ve finans ana- lizleri yapmak, sağlõk tekno- lojilerinin değerlendirme ve kontrolünü yapmak üzerine kurulur. Yine doğru sağaltõm politikalarõ için hastalõk mü- cadelesi ve sağaltõmda kul- landõğõmõz yöntemlerin mali- yet / etkinlik oranõnõ bilmek zo- rundayõz. Şöyle ki tüberküloz için uygun vaka bulma ve te- davisi, kalp-damar hastalõkla- rõnõn düşük maliyetli ilaçlarla koruma ve tedavisi, tütün mü- cadelesi, genişletilmiş aşõlama programlarõ, HIV virüs yayõ- lõmõnõ engelleme, kazalarla mücadele vb. gibi yöntemlerin harcanan dolar bazõnda para karşõlõğõnda ölüm ve sakat kal- madan kazandõrdõğõ yõl bazõn- da yaşam süresi en yüksek olup bunlar gelişmekte olan toplumlarda anahtar yatõrõm öncelikleridir. Anahtar yatõ- rõm önceliklerinin fakirlik in- deksinde azalmaya etkileri de tartõşmasõz olup, Çin, Hindis- tan, Tayland ve Vietnam gibi halk sağlõğõ yatõrõmlarõnõn öne- mini algõlamaya başlamõş ül- kelerde bu yatõrõmlarõn fakir- lik indeksinde de anlamlõ dü- şüşler yaptõğõ tespitlidir. Doğ- ru toplumsal sağlõk seviyesi arttõrma politikalarõ görüldüğü üzere ilaç satarak ve teknolo- ji pazarlayarak çalõşan özel teşebbüsün kontrolündeki ka- mu ve özel hastaneler üzerin- den yapõlmaz. Özel teşebbüs demek kâr ilkesi demektir. Kâr sağlama stratejileri ise pi- yasa kurallarõ içinde belirli olup bunlar: Gerçek ihtiyacõ olan bölge- den ziyade müşteri potansiye- li yüksek bölgelere yatõrõm; reklam, toplumsal korku ve he- zeyanlar yaratarak hasta çek- mek; gebelik, yaşlõlõk, çocuk gelişimi, sosyal sorunlarõn ya- rattõğõ bunaltõlar vb. gibi du- rumlarõ hastalõk formatõna dön- üştürerek suni talep artõşõ oluş- turmak; teşhis boyutunda ge- reksiz teknoloji ve mükerrer iş- lemler ile teknoloji suiistima- li yapmak; gereksiz tedaviler yapmak vb. şeklinde sõralan- maktadõr. Toplum sağlõğõ ko- ruma ve kontrolünde mali- yet/etkinlik oranõ düşük poli- tikalarõ uygulayarak başarõya ulaşan Küba’nõn ça- lõşmalarõ tüm dünya toplumlarõ için örnek olabilecek boyuttadõr. Küba’da kişi başõ yõllõk gelir 3.000 dolar olup, kişi başõ yõllõk gelir yönünden bütün dünya ülkeleri arasõn- da son üçte birlik bö- lüme girer. Küba sağlõkta başa- rõ hikâyesini kişi başõ 200 dolardan az bir sağlõk harcamasõ büt- çesi ile gerçekleştir- miştir. Küba sisteminin yegâne gücü tüm po- pülasyonu etkileyen yüksek volümlü mü- dahalelere dayanmak- tadõr. Günümüz itiba- rõyla yaşam beklentisi ABD ile aynõ ve bebek ölümü daha da düşük- tür. Küba’nõn sağlõk başarõsõnõn arkasõnda- ki bir başka etmen de tõpkõ Çin’de olduğu gibi, beslenmeye, özel- likle de çocuk ve anne beslenmesine önem vermesidir. 1970’li yõl- larda Küba’da kalp- damar hastalõklarõ ölüme sebep olan en ciddi hastalõk grubunu oluşturmaktaydõ. 1970 ile 2002 yõllarõ arasõnda uygulanan programõn neticeleri alõnarak kalp-damar hastalõklarõndan dolayõ ölümler yüzde 45 azal- mõştõr. Bir başka önem verilen konu insanlarõn eğitimidir. Özellikle kadõnlarõn eğiti- mine ağõrlõk vererek, sağlõk da dahil, birçok konuda aşamalar kaydetmiştir. Okuma yazma oranõ yüzde 97 olup hem eği- tim hem de sağlõk topluma tamamen ücretsiz verilmek- tedir. Özetle, Küba’da devri- min 40 yõlda sağlõk alanõnda yaptõklarõ “atla deve” değildir. Altyapõya, beslenmeye, ka- dõnlar ağõrlõkta olmak üzere eğitime önem verilmesi, tüm nüfusa parasõz ve eşit sağlõk hizmeti sunulmasõ, bu hizme- ti sağlayacak sağlõk örgütlen- mesi. Sonuç; Dünya Sağlõk Örgütü’nün ifadesiyle, “2000 Yılında Herkes İçin Sağlık Hedefleri”nin Küba’da 15 yõl önce gerçekleşmesi!.. Kişi başı milli gelir Dünya Sağlõk İstatistikleri 2008 yõlõ verilerine göre, Tür- kiye’de kişi başõ milli gelir 9060 dolar ve kişi başõ sağlõk harcamasõ 592 dolar olarak bildirilmiştir. Övünülerek an- latõlan bu harcamalarõn ve ge- lir seviyesinin karşõlõğõnda, toplumsal sağlõk seviyemizin, gelir seviyesi orta seviyede olan ülkelerin sağlõk seviyesi ile benzer olmasõ beklentisi içinde olmamõz doğaldõr. Oysa durum tam tersi olup Türkiye’nin dünya ülkelerinde sağlõk sõralamasõndaki yeri, gelir sõralamasõndaki yerin- den 51 basamak geridedir. UNDP (United Nations De- velopment Programme) 2006 yõlõ verilerine göre, ülkelerin insani gelişme indeksi sõrala- masõnda Türkiye 92. sõradadõr. Bu sõralamada bizim üzeri- mizde olan birkaç örnek ülke- yi Bulgaristan, Romanya, Lüb- nan, Ürdün, Tunus olarak sõ- ralayabiliriz. Olayõn tercümesini ise sağlõk alanõnda, diğer alanlarda da ol- duğu üzere ulusal kaynaklarõ- mõzõn uluslararasõ sermayeye peşkeş çekilmesi olarak yapa- biliriz. Sağlõk alanõnda ulusal po- litikamõz, halk ile bütünleşmiş, kararlõ, tam gün, bilimsel mü- cadele yöntemlerinin kulla- nõldõğõ ve en önemlisi sağlõğõn günlük politika malzemesi ola- rak kullanõlmadõğõ stratejiler üzerinde oluşturulmalõdõr. Top- luma öğretmemiz gerekli en önemli öğreti, çağdaş hekim- liğin sağlõğõn korunmasõ ve geliştirilmesi üzerine inşa edil- mesi zorunluluğu olduğudur. Sağlõğõ pazardan çõkarmak an- cak ve ancak devrimci bir zi- hinle başarõlõr. Sağlõğõn Pazara Geldiği Dönem... Prof. Dr. Gülümser HEPER Üreticiye ‘Çifte’ Kõskaç T arõm sektöründe üreticiler, özellikle de üzüm üreticile- ri, bankalarõn ve tefecile- rin kõskacõnda… AKP dö- neminde Türk tarõmõ kü- çültülerek son yõllarõn ta- lihsizliğini yaşõyor. Oy- saki ülkemizin ekonomi- sinde ve kalkõnmasõnda tarõm en büyük potansiyeli oluşturmaktadõr. Bu po- tansiyel yok sayõlõyor, bal- talanõyor... İçinde bulun- duğumuz bu acõ tablo üre- ticilerin yaşamakta oldu- ğu sõkõntõlardan da anla- şõlõyor... Ödemiş, Kiraz, Tire, Bayõndõr, Aydõn, Sö- ke, Manisa, Alaşehir, Sa- rõgöl gibi il ve ilçelerde birçok üreticinin traktörü, tarlalarõ yabancõ ortaklõ bankalarõn ve tefecilerin kõskacõnda… Kiraz’dan çiftçi Hasan Hüseyin Durmaz, “Ban- kalardan, tefecilerden krediyle traktör ve ta- rımda kullandığımız makineleri aldık. Bu- nun yanında tarlaya ekeceğimiz tohum, ma- zot, gübre, ilaç ve sula- mada tükettiğimiz elekt- rik girdi fiyatları yük- sek. Tüm bunlara rağ- men, ürettiğimiz malla- rımızı istediğimiz fiyat- tan satamayınca borçla- rımızı kapatamadık. Bu nedenle tarlalarımız, traktörlerimiz elimizden birer birer alınıyor” di- yor. Bir başka üretici Sö- ke’den Ziraat Mühendisi Erkan Semerci, “Biz yıl- larca geçimimizi pamuk ve ayçiçeğinden sağlıyo- ruz, ama son zamanlar- daki girdi fiyatlarındaki artışlardan dolayı bıçak kemiğe dayandı”görü- şünde. Bu çõğlõklarõ din- lerken aklõma 2007 yõlõn- da Başbakan Recep Tay- yip Erdoğan’õn “Benim üreticim traktörlerini artık yenileyebiliyor” sözleri geldi. Bugünlerde çok iyi anlaşõlõyor ki bu sözler askõda kalmõştõr, gerçeği yansõtmamakta- dõr… Üretici ürünü yetiştir- mek için tarlasõnõ sürüyor, gübre atõyor, elektrik, ma- zot tüketiyor, ilaç kulla- nõyor. Bunlarõ yapabil- mek için bir de yevmiye ödüyor. Üreticimiz trak- törüyle bir dönümü süre- bilmek için yaklaşõk altõ litre mazot tüketiyor. Bu- gün mazotun fiyatõ 2.60 YTL! Diğer girdiler de eklenince, üreticinin du- rumu daha iyi anlaşõlõ- yor. İsmail ÇETİNKAYA ÇEVRECİLER, arkeologlar, tarihçiler, sanatçılar, kısacası “kültürcü”ler çoğu zaman hak- lıdırlar ama, haklı davalarını sa- vunmakta bazen yanlış davra- nıp başkalarının amaçlarına ya- rar durumlara kolayca düşebi- liyorlar. Ilısu’dan daha iyi örnek bulu- namaz bu ikilem için. Hasankeyf’in “kurtarılması” yönünde yapılması gerekenler yapılmış olsaydı, yine mutlaka yapılması gereken baraj da çok- tan yapılmış olurdu. Daha doğ- rusu, kültürel açıdan haklı olan- lar, barajı engellemek için har- cadıkları çabayı ve vakti “Ha- sankeyf”in kurtarılması için har- casalardı, şimdiye kadar her iki konu da çözüme bağlanmış, başkalarının hesapları da suya düşmüş olurdu. Ne yazık ki, baraj yapımının en “kritik” soru- nu sayılan dış borç ve yabancı teminat konusunu bu “başka hesaplar”la baltalamak isteyen- ler “şık” gerekçe olarak böyle kültürel nedenleri ileri sürmeyi daha “medyatik” buluyorlar. Barajcılar, iktisatçılar, enerji- ciler hiç “Hasankeyf önem- sizdir” dediler mi? Arapça’da “Hısn Kayfa”, yani “kaya kale” denen yerin Roma, Abbasi, Ar- tuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalan yapıtların değerini kimse yadsımıyor. Bunları kurtarma, ta- şıma ve saklama işleri, UNES- CO’yu aynı çabaya ortak ederek dünyadan toplanacak bağışlar- la çok önce başlayıp tamam- lanmış olurdu. Örnek mi? Yukarı Mısır’ın Nil üzerindeki Assuan Barajı dola- yısıyla gündeme gelen Abu Sim- bel tapınaklarının tarihsel ve kültürel değeri Hasankeyf’teki- lerden daha mı azdı? Tam ter- sine, Firavunlar döneminin o görkemli yapıtları, dev boyutla- rıyla, bugün hâlâ hayranlıkla seyredilebiliyor. Ama, vaktiyle oldukları yerde değil, baraj suyu dışına ta- şındıkları yerde. Çünkü sert kayalara oyulmuş olan bu dev heykeller UNES- CO’nun ve elli devletin katkıla- rı sayesinde kırk yıl önce bile çe- şitli teknik yöntemler denenerek kayalardan sökülüp 60-70 met- re yükseklerde bir yerlere yeni- den dikilebilmişti. Türkiye’nin Hasankeyf’çileri böyle bir kam- panya başlatamazlar mıydı? Üstelik böyle bir kampanya bu konudaki “başka” niyetlerin iyi- ce ortaya çıkmasını kolaylaştır- mış olurdu. Türkiye Cumhuriye- ti’nin Anadolu’nun o köşesine bir daha yerinden kımıldatılamaya- cak biçimde yerleşmesini, böl- genin ve insanların kalkınması- nı, refahın cumhuriyetin emeğiyle sağlanmış olmasını, oralarda sözde bağımsız bir Kürt devle- tinin kurulmasına set çekilmesi- ni istemeyenlerin niyetleri mey- dana çıkmış olurdu bu yoldan; Avusturya, İsviçre ve Almanya bankaları kötü niyetli lobilerin korkusuyla kendileri için son derece kârlı bir mali girişimin dı- şına kaçmazlardı. Türkiye de, GAP’tan sonra ikinci büyüklük- te bir enerji kaynağından bunca yıldır yoksun kalıp petrole ve ga- za bunca para dökmezdi. Pro- jeyi soğutmanın asıl zararı bu. Ülkeyi sevmek, geçmişinden daha çok geleceğini sevmekle olur. Çocuklarını sevmek gibi. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle