06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Demir Tararsa? KRİZ havasında ne yapacağını şaşıran iktidar, IMF çapasına tutunmaktan başka çare bulamadı. Yer- li “iş dünyası” da arkasında bankacılarıyla, “piyasa” denen borsacıları ve sözde “yatırımcı”larıyla, kriz te- laşına kapılmış iş çevreleriyle. Hep bir ağızdan bağırı- yorlar: “IMF’ye demir atın da kurtulalım!” Hatta “demir” ya da “çapa” demiyorlar, herhal- de kaba olmasın diye, küçük kayıkla gezenlerin di- liyle “çipa, çipa” diyerek feryat etmekteler. Niçin? Çünkü, kulakları hep Batı dünyasında olduğu için oradaki telaş onlara da bulaşmış; kendiliklerin- den durum değerlendirmesi yapma yetenekleri kalmamış. Çünkü, moraller bozuk; kimse kendine ve ülke yö- netimine güvenemiyor. Çünkü, ekonominin yapısı sağlam değil. Çünkü, devlet gemisinin makinesi bozuk; eko- nomik bunalımlarda işe yarayacak parçalar ve yar- dımcı makineler, yani kamu işletmeleri, daha verimli duruma getirilecek yerde, satılmış ya da talan edilmiş. Sığınacak liman da yok. Oysa, fırtına yak- laşınca, demirdeki gemi ya demirine güvenip biraz daha zincir salarak bekler ya da güvenemiyorsa de- mir alıp bir koya ya da limana sığınır. Makine çalışmazsa telaşlanılır tabii. IMF çipası- na tutunulsa bile, ya tutmayıp tararsa? Kaldı ki, şim- diki duruma da başlangıçta IMF ile Dünya Banka- sı’nın genel öğütlerini dinleyerek gelmişsinizdir. Son yıllarda yine onların dediklerini yaparak güç bela bü- yük bir batıştan kurtulmuş olmanız, başta alınmış borçlarla size kabul ettirilen politikaların da doğru olduğunu mu gösterir? Biraz sağduyu sahibi olan ve günlük yaşamın sı- kıntılarını yaşayan sıradan vatandaş, dış çev- relerle içteki izleyicilerinin önerdiklerinden farklı düşünüyor. Ona göre, örneğin özelleştirmelere kesinlikle son verilmeli, hiç değilse kalan işletmeler düzelti- lip üretim hızlandırılmalıdır. Örneğin, madem krizi geçiştirmenin çaresi olarak, genel üretimi teşvik için “talebin yükseltilmesi”nden söz ediliyor, o halde işçi çıkarmalar mutlaka dur- durulmalı, tam tersine düşük ücretlere zam yapıl- malı ki talep artsın. Örneğin, kamu yatırımlarından vazgeçmek şöy- le dursun, başlatılmışlara hızla devam edilmeli, hat- ta yenilerine girişilmelidir. Karayolu ve demiryolu ya- pımı, sulama şebekeleri, liman inşası gibi istihdam yaratıcı girişimler yanında, iyi yetişmiş teknik ele- manlar için araştırma, yenileştirme ve geliştirme ku- rumlarına el atılarak o alanlardaki kalifiye eleman işsizliği giderilmelidir. Kısacası, dış çevrelerin önerdiklerinin aksine, borç ödeme politikalarını biraz daha zamana ya- yıp yeni borç almadan Merkez Bankası’ndaki dö- viz birikimlerini ulusal etkinliğe şırıngalayarak “Key- nes”ci bir yaklaşımla ekonomi canlı tutulmalıdır. Kriz, sünepe bekleyişle değil, akılcı çalışmayla aşılır. [email protected] PENCERE Yanıtları Belli Bilmece... Güneri Cıvaoğlu dünkü Milliyet’te yazısına alen- girli bir başlık atmış: “Casus, günah çıkartıyor...” Yazıda iki isim var: Tuncay Güney.. Graham Fuller.. İkisi de malum.. İkisine de gerçekçi notunu veren Cıvaoğlu, kim- liğinin MİT’le ilgili yanı Sabah gazetesi tarafından manşet haberiyle duyurulan Tuncay Güney için diyor ki: “Çocuk MİT’te çalışmış ya da MİT tarafından ya- pılan açıklamadan algıladığıma göre, bir süre kul- lanılmış. Televizyonlara Kanada’dan bağlantılarla konuk oluyor, konuşuyor. Herhalde şimdi yeniden gündeme gelir... Onu izleyenlere ‘Acaba söylediklerinin ne ka- darı doğru, kime, hangi tezgâhlara hizmet ediyor, hangi gizli gündemin piyonu oluyor’ kuşkularını yoğunlukla verecektir. Belki de gelecek yıllarda bu soruların cevabını bir CIA Türkiye İstasyon Şefi’nin kitabında ala- biliriz.” Amerika ve Kanada’da mukim üç ilginç kişi var: Tuncay Güney.. Fethullah Gülen.. Mehmet Eymür.. Mehmet Eymür vaktiyle MİT’te önemli görev- lerde bulunmuş bir kişi... 27 Ekim 2008’de Star TV’de, Mehmet Eymür, Uğur Dündar yönetimindeki Arena programına katılarak demiş ki: “- Tuncay Güney’i benim dairem eleman ola- rak kullanmadı, ancak Fethullah Gülen cemaatiyle ilişkileri nedeniyle bu konuyla ilgilenen bir diğer daire Güney’le ilişkili olabilir...” Peki, Mehmet Eymür neden Amerika’da yaşı- yor?.. Ya Fethullah Gülen?.. Niçin Amerika’da?.. Tuncay Güney Kanada’da haham kılığına gir- miş, elinde kitap, başında takke fotoğraflar çek- tiriyor... Bu ne acayip bilmece... Ne gündüz biter ne gece... Bu üç kişi Türkiye’ye çağrılsalar da bilmece çö- zülse... Tuncay Güney’in MİT’çiliğini açıklayan gaze- te Sabah değil mi?.. Bu Sabah, AKP iktidarınca Başbakan’ın da- madının müdahil bulunduğu şirkete pazarlandı... Nasıl?.. Parayı Türk devlet bankasının kefaletiyle birlikte sağlayan kim?.. Katar Emiri!.. Karışık bir iş vesselam.. Delidolu yazar kalem.. Ancak işin içyüzü daha da beter... Belki çoğu kişi farkında değil; ama hukuktan, kanundan, avukatlıktan biraz anlayan kişiler Er- genekon davasının şimdiden çöktüğünü bili- yorlar, görüyorlar... Davanın öyle bir iddianamesi var ki evlere şen- lik, ilerde ibretlik diye hukuk ve demokrasi tari- hine geçecek... Ama, bu iddianamenin savcısı kim?.. Başbakan... Son günlerde Ergenekon’la hemhal olan adları alt alta dizelim: Recep Tayyip.. Tuncay Güney.. Zekeriya Öz.. Fethullah Gülen.. Mehmet Eymür.. Bunların arasına Graham Fuller ile Katar Emi- ri’ni de katınca zevkine doyum olmuyor... Soruşturma ve iddianameler ile dinci ve iktidarcı medyanın ortak pazarlamaları ve çabaları bitip tü- kenmesin, emi... Ü lkemizin en köklü yükseköğretim ku- rumu olan İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu İstanbul’un fethine kadar uzanõr. 1933 yõlõnda da Mustafa Kemal tarafõn- dan teşkil edilen bir heye- tin raporlarõ sonucu İstan- bul Üniversitesi’nde bir reform yapõlõr. Bütün bö- lümlerinde dünyanõn geli- şen modern şartlarõ göz önüne alõnarak yapõlan bu reformla İstanbul Üniver- sitesi modern Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üni- versitesi haline getirilir. Fikirlerin ve alternatif- lerin geliştirilmesinde ön- cü olan ve toplum yaşa- mõnõn niteliklerini belirle- mekte azõmsanmayacak etkileri olan üniversiteler aynõ zamanda, kaçõnõlmaz olarak, artõlarõ ve eksile- riyle, inişleri ve çõkõşlarõyla toplumun da bir aynasõdõr. İşte bu bağlamda benim üniversitem, İstanbul Üni- versitesi, aynõ zamanda hem toplumsal belleğimiz ve hem de bu günümüze dair tüm renklerin tek bir odakta ayrõşõverdiği bir prizma... Topluma öncülük etti Evet, gerçekten çok ren- klidir benim üniversitem... Bir imparatorluğun yõkõlõş sarsõntõlarõ içinde, bütün topluma öncülük etmiş, Çanakkale’de bir efsane yaratmõştõr. Ancak öte yan- dan, Milli Mücadele ön- cesi, işgal yõllarõnda yine benim üniversitemdir sus- kun kalan... Darülfünun’dan İzmir’in işgaline karşõ yapõlan pro- testo toplantõsõ dõşõnda et- kili bir ses yükselmemiş- tir. Çanakkale’de olduğu gibi topyekûn bir çõkõş ol- mamõş. Ancak, Darülfü- nun öğrencileri de Milli Mücadele aleyhtarlarõnõ şiddetle protesto etmek- ten geri durmamõştõr. Da- rülfünun’da ders veren ba- zõ öğretim üyeleri, Ana- dolu hareketine karşõ tavõr içerisinde olan bazõ hoca- lar, gerek derslerinde gerek gazetelerde yazdõklarõ ya- zõlarõnda bu mücadele aleyhinde görüşler ortaya koyarlar. Ali Kemal’in Peyamõ Sabah gazetesine yazdõğõ “İstiklal Şartları ve Türkler” başlõklõ yazõ- sõnda “Türklerin istikla- le layık olmadıkları, da- ha uzun süre büyük dev- letlerden birinin hima- yesi altında yetişmesi ge- rektiğini” ileri sürmesi Rıza Tevfık Bey’in ise Darüfünu’nda verdiği bir konferansta “Türk’ün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıcından baş- ka övünülecek nesi var?” demesi bardağõ taşõran son damla olmuş ve harekete geçen Edebiyat Medrese- si öğrencileri bu öğretim üyelerine karşõ bir kam- panya başlatmõşlardõr. Öğ- renciler 30 Mart 1922 gü- nü gizlice yaptõklarõ bir toplantõda müderrisler Ali Kemal, Rõza Tevfõk, Ce- nap Şehabettin ve Hüse- yin Daniş ile Muallim Barsamiyan’õn Darülfü- nun’dan uzaklaştõrõlmasõ- nõ isteyen, aksi halde ders- lere devam etmeyecekle- rini belirten bir dilekçeyi Meclis-i Müderrisin’e su- nulmak üzere Fakülte Rei- si İsmail Hakkı Bey’e sunmuşlardõr. Tıbbiye öğrencisi Hikmet Milli Mücadele yõlla- rõnda Darülfünun’da yine öğrencilerdir başõ çeken; bir araya gelerek Sõvas Kongresi’ne delege gön- derme kararõ alõrlar. Tõb- biye mektebinden Hik- met (Savaştepe) ve Yusuf (Balkan) delege seçilir, fakat yol paralarõ yoktur, herkes cebindeki parayõ çõkarõp ortaya koyar, ancak bir kişiye yetecek kadar para sağlanabilinmiştir ve Yusuf (Balkan) hakkõn- dan feragat eder. Ancak bu kez de temsil yetkisi ge- rekmektedir ve bu belge- yi hiçbir yerden temin ede- memişlerdir. Tõp Talebe Cemiyeti başkanõ olan dör- düncü sõnõf öğrencisi Ah- met Kemal bütün tõp ta- lebelerinin temsilcisi ol- duklarõnõ belirten bir bel- ge yazar, imzalar, mühür- ler. Ve Hikmet (Savaştepe) Sõvas’a uğurlanõr. İstanbul delegeleri arasõnda yer alan henüz 18 yaşõndaki tõbbiye öğrencisi Hikmet, kongrede manda konusu konuşulurken bizzat Mus- tafa Kemal’e şu tarihi söz- leri söyler: “Delegeleri bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönder- diler. Mandayı kabul edemem; farzı mahal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de redde- deriz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ede- riz.” Yanõt: “Evlat, müs- terih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe gü- veniyorum. Biz, azınlık- ta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Pa- rolamız tektir değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm!”. Sõvas Kongresi’ne katõlan diğer öğrenci Denizli de- legesi Küçükağazade Ne- cip Ali Bey, hukuk fakül- tesi öğrencisidir fakat öğ- renci temsilcisi olarak de- ğil Denizli delegesi olarak katõlmõştõr. Aynõ üniversitenin tale- beleri mütakere dönemin- de de hep topluma öncülük etmiştir. Mütareke döneminde Ermeni tehciri nedeniyle sanõk olarak yargõlanan Yozgat Boğazlõyan Kay- makamõ Kemal Bey 10 Nisan 1919’da İstanbul Beyazõt Meydanõ’nda idam edilmiştir. Bu idam olayõ İstanbul’da halkõn harekete geçmesine ne- den oldu. Cenaze töreni milli bir gösteriye “milli bir isyana dönüştü”. Kaymakam Kemal’in ce- nazesi İstanbul milliyetçi- liğinin bilhassa gençliğin iç isyanõnõ gösterme fõrsa- tõ oldu. İstanbul Üniversi- tesi’nin tõbbiye talebeleri bu hareketi organize et- mişler ve yönetmişlerdir. Öğrencisi her zaman bir adõm önünde yürümüştür ve hep renkli olmuştur be- nim üniversitem. Kendi paradokslarõnõ da kendi yaratõr, kimi zaman kendisi ile de ters düşer. Toplumsal çıkışlar Kimi zaman da toplum- sal çõkõşlara lider olmuştur üniversitem. 1960 İhtilali’nde yine kendisinden bir adõm ön- de yürümüş öğrencileri ile öncü bir rol oynamasõ gi- bi 1967-1968 öğrenci olaylarõnda da başõ çek- miştir benim üniversitem. Ancak kimi zaman da sus- kun kalmõştõr... 1971’de olduğu gibi. Ve 1980 döneminde o yõllardaki hareketi destek- leyen üniversitem, aradan geçen yõllardan sonra da- ha eleştirel bir gözle bak- maya başlamõştõr! Bu dö- nem, aynõ öğretim üyele- rince bu kez eleştirilmiştir. Aynõ dönem, son yõllar- daki her türlü gerici hare- kete karşõ da kendi içinde bazõ farklõ bakõş açõlarõna rağmen Atatürk ilke ve devrimlerinin taviz ver- meyen bir kalesi duru- mundadõr. Ülkemizde AB adaylõğõ uyum çalõşmalarõnõn ya- põldõğõ kritik zaman süre- cinde değişim ve uyum rüzgârlarõ içinde, elbette yine renklidir üniversitem. Birkaç yõl önce bir grup öğrenci Kürtçe eğitim ta- lebiyle bir dilekçe ver- mişlerdir. Bazõ öğretim üyeleri- miz çeşitli kaygõ ve dü- şüncelerle bu öğrencilere destek vermiştir. Tarihi boyunca yukarõdaki satõr- larda yalnõz bazõ çarpõcõ ör- nekleri yer bulan para- dokslar yaşamõş olan üni- versitem yine ne ceza ne de ödün vererek bir çözüm üretmiştir. Yine geçen yõl- lar içinde bir grup İstanbul Üniversiteli öğretim üye- si, Atatürk’ün üniversite- yi ziyaretini iadei ziyaret anlamõnda Anõtkabir’e git- miş, bu olay bir başka İs- tanbul Üniversitesi kö- kenli milletvekili tarafõn- dan soruşturma konusu ol- muştur. Yine birkaç yõl evvel bir sivil toplum kuruluşu olan TÜGİAD’õn ülke- mizde demokrasi kültü- rünün gelişmesi ve yer- leşmesi için çağdaş norm- larla yönetilir bir konuma gelmemiz adõna gerçek- leştirdiği ve siyasi partiler ve milletvekili seçim ka- nunlarõnda yapõlmasõ ön- görülen değişiklikleri içe- ren çalõşmada, aşağõda alõntõlarõnõ yaptõğõm şu öneriler dikkat çekici: Atatürk ilke ve inkõlap- larõnõn Türkiye’de zaten benimsenip yerleşmiş ol- duğu ve anayasanõn 174. maddesinde en üst düzey- de korunduğu dikkate alõ- narak, siyasi partilerin vaz- geçilmezi ve niteliğini dü- zenleyen 4. maddenin 1. fõkrasõnõn 2. cümlesi olan, Atatürk ilke ve inkõlapla- rõna bağlõ olarak çalõşõrlar hükmünün madde met- ninden çõkarõlmasõ gerek- tiği ve ayrõca, 43. madde- nin 3. fõkrasõnda yapõlacak değişiklikle, siyasi parti adaylarõnda propaganda yaparken, TÜRKÇE’den başka dil kullanma yasa- ğõnõn kaldõrõlarak ilgili ma- kamlara bildirim koşuluna bağlõ serbestlik sağlanma- sõ, insan haklarõ ve de- mokrasi konusunda Tür- kiye’nin de içinde bulun- duğu ulusal üstü belge ve standartlara uyum sağla- mak bakõmõndan gerekli bir yaklaşõm olacağõ gibi Türk hukuk düzeninin bir parçasõ olan TC Devle- ti’nin oluşmasõnõn hukuki zeminini teşkil eden Lozan Antlaşmasõ‘nõn 39. mad- desinin son fõkrasõyla uyumlu olacağõ ... Bu önerileri kapsayan raporun yine İstanbul Üni- versitesi kökenli iki ana- yasa hukuku profesörü ta- rafõndan hazõrlanmõş ol- masõ da yine benim üni- versitem ve buradan yeti- şen farklõlõklara dair başlõ başõna kayda değer bir ironi oluşturuyor. Zaman zaman suskun- luğu ile (eski rektörlerin görevden alõnmasõna bek- lenen reaksiyonu göster- memesi ile) daha sonra sanõk sandalyesine oturtu- lan öğretim üyelerine olan ilgisizliği ile, şimdiki rek- törünün, (İsrail elçisi ile olan olaydaki gibi) haklõ isyanõ ile, kimi demokra- tik paradokslarõyla ve de müthiş potansiyeli ile bu ülkenin kusursuz bir ay- nasõdõr benim üniversitem ve bu yüzden olağanüstü renklidir gerçekten. Bir tarihsel geçmişten süzülerek gelen ve zor bir coğrafyada farklõlõklarla bütünleşen muhteşem bir mozaiğin renkleri. İşte benim üniversitem İstanbul Üniversitesi, 61 bin öğrencisi 2 bin 400’ü aşkõn öğretim üyesiyle dev bir kuruluştur. Bu dev kuruluşun ihti- yaçlarõ, problemleri hem maddi yönden hem idari yönden çok yönlü ve çok karmaşõktõr. İstanbul Üniversitesi, bu büyük yapõsõnõn ihtiyaçla- rõnõn giderilmesinde ve problemlerinin çözümün- de geçmiş ve mevcut ikti- darlarõn desteğini hiçbir zaman yeterli ölçüde ala- mamõştõr. Bu kendi yapõ- sõndaki problemlere ve bir anlamda problemleri çöz- mede pratik yollarõ kul- lanmama da direnmesi so- nucudur. Bir yerde de asõl faktör, geçmişin getirdiği gurur ve alõşkanlõklarõ ile hiçbir konuda taviz ver- memesidir. Bir başka ga- zetenin köşe yazarõnõn be- lirttiği gibi başka üniver- sitelerin (bir yerde idare edenlerin kişisel çaba ve gerekli mercilerle kur- duklarõ iyi ilişkiler sonucu) elde ettikleri imkânlarla yaptõklarõ pozitif sõçrama- larõ, üniversitemiz kendi imkân ve çabalarõ ile uzun zaman dilimleri içinde ya- vaş da olsa yapmaya ça- lõşmõştõr ve çalõşmaktadõr. Her zaman olduğu gibi yine en doğru, en uygun kişiyi, kendi tarihsel de- ğerlerine uygun adayõ ken- disine başkan (Rektör) se- çecektir. Kaynaklar: - Türk Üniversite Tari- hi Darülfünun Dönemi Ali Yıldırım, S. 293-294- 295 - Özgür Üniversite Ki- taplığı 18, Öteki Yayınevi Ekim 1988 - Samsun’dan Önce Bi- linmeyen 6 Ay, Alev Coş- kun Benim Üniversitem... Prof. Dr. Cengiz KUDAY İstanbul Üniversitesi, 61 bin öğrencisi 2 bin 400’ü aşkõn öğretim üyesiyle dev bir kuruluştur. Bu dev kuruluşun ihtiyaçlarõ, problemleri hem maddi yönden hem idari yönden çok yönlü ve çok karmaşõktõr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle