29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 KASIM 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Niçin Birleşilemiyor? YA DA, “Birleştik” diyenler neden hemen bölünü- veriyorlar? Oysa “Tehlike büyük” denmişti ve tehlikedeki büyüklüğün karşısına ortaklaşa daha büyük bir ağır- lık koymak gerekiyordu ki, korkulan önlenebilsin. Galiba ilk çatlak tehlikenin tanımlamasından kay- naklanmakta. Birleşme çabasının içinden ya da dışından, hatta karşıdakiler arasından böyle bir çabayı açıklamak isteyenlerin söyledikleri gibi, bir “yaşam tarzı”nı yitirme tehlikesi midir acaba bu kaygıyı veren? Örtünme, yobazlık falan? Yoksa, hep söylendiği gibi cumhuriyetin ve Atatürkçülüğün yıkılması mı? O zaman sormak gerekmez mi “Cumhuriyet, daha doğrusu Kemalist cumhuriyet nedir” diye? Sadece saltanatın ve hilafetin yıkılması, demokrasi, özgürlük mü? Yoksa, köklü bir “özgürleştirme” atılımı, bir uygarlık tasarımı mı? Sonra yine sormak gerekir, bu atılımın ve tasarımın, basit siyasal bağımsızlığın ötesinde, ekonomik ve sosyal boyutları da yok mu? Daha sağlam bir düzene dönük planlı ekonomide kamusalla özel girişimleri bir- likte seferber etmek gibi? Bunlara “evet”se, yalnızca “Atatürk, cumhuriyet, bağımsızlık!” diye slogan bağırmanın yeterli olmadığı, amaçların gerçekleştirilmesi için iktidara gelmenin, ülkeyi ve toplumu yönlendirme kudretini ele geçirmenin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaz mı? Böyle olunca, seçim kazanmanın taktiklerini, stratejisini ve zorunlulukları düşünmek kaçınıl- mazlaşır. Benzetmek gibi olmasın ama, on bir oyun- cudan kurulu futbol takımının kazanması için maç öncesinde bütün bunların düşünülmesi gibi? Böyle düşünürseniz, bir derbi maçı öncesinde bile, olağan antrenmanlara ek olarak hazırlık maçları yapılıyorsa, devlet iktidarının kapılarını açacak büyük bir siyasal karşılaşma açısından kendini sınamak için bir yerel seçime girmekten daha iyi bir fırsat olabilir mi? Üstelik, bizdeki yerel seçimler, her katmanıyla, bir “genel” yerel seçim biçiminde yapılıp her türlü denenme fırsatını sunabiliyor. Gelgelelim, 29 Mart tarihine çok az kala, “cumhuri- yetçi” denen ve AKP ile yandaşlarını yenmek için hazırlanması gereken cephede yine dağınıklık, yine ayrılık, yine bencillik. Daha da tuhafı, “aynı” denen bir siyasal akım içinde de, bırakın bütünleşmeyi, yerel seçime girip girmeme konusunda o akımı kendi kişisel yönlerine akıt- ma uğruna olmadık ayrışmalar yaşanabiliyor. Cumhuriyetin karşısındaki asıl büyük tehlike, kişisel hırsların dayanılmaz küçüklüğüdür belki de. PENCERE Dinci - Komprador Sermaye Sınıfı... Gündem ne çabuk değişiyor... Kısacık bir süre önce ülkenin gündeminde ne vardı?.. AKP iktidarının yolsuzlukları.. Ne oldu Deniz Feneri’ne?.. Şaban Dişli’ye?.. Dengir Fırat’a?.. Almanya’dan Türkiye’ye sarkan ve AKP’yi ku- caklayan dolandırıcılık tartışmaları neden bir- denbire gündemden silindi?.. Şimdi ne konuşuluyor?.. CHP çarşafa göz kırpıyormuş.. Maşallah bu işi fiştekleyenlere... Ana muhalefet, aydınlar ve medya kesiminde bu yüzden herkes birbirini yiyecek... İktidar ellerini ovuşturuyor... ‘Sınıf’ sözcüğü öteden beri ülkemizde sakın- calıdır, eskiden bu nedenle çoğu yazarın icabı- na bakılmıştı... Ama, devir ve devran değişti.. Artık ne işçi sınıfını takan var.. Ne köylü sınıfını.. Gün sermaye sınıfının günü.. Ama, hangi sermaye sınıfının?.. Lafı mı olur?.. Elbette TÜSİAD’ın değil.. MÜSİAD’ın sermaye sınıfı... Peki, MÜSİAD nedir?.. Bu soruya kısaca yanıt vermek isteyenler MÜ- SİAD’ı harfi harfine şöyle açıyorlar: “Müslüman Sanayici ve İşadamları Derneği”... Lamı cimi yok, Türkiye’de Amerikanofil İslam- cı siyaset yeni sermaye sınıfını palazlandırdı... Laik sermaye ayvayı yedi ya da yiyecek... Dinci sermaye, “Ilımlı İslam Devleti Mode- li”nde, Arap - Amerikan desteğiyle, “dışa bağımlı”, daha çarpıcı deyişiyle “komprador - Müslüman” kapitalistlerini yarattı... AKP bu sermayenin iktidarıdır... Politikaya tarihsel - toplumsal - ekonomik kapsamda yaklaşamayan neyin ne olduğunu bi- lemez, Allah’ını şaşırır... Dinci - İslamcı sermaye, Amerika’nın desteğiyle, Türkiye’de merkez sağı sildi süpürdü; laikliğe fa- tiha okumasına az kaldı... AKP bu sürecin partisi... Ya CHP neyin partisi?.. CHP, çarşaf yüzünden birbirine gireceğine toplumda hangi sınıf ve katmanların partisi ol- duğuna, dış ve iç hangi güçlere dayanacağına iliş- kin bir tartışmaya girişsin... Ve araştırsın: 21’inci yüzyılın başında işçi - köylü - esnafı po- litikada kim yönlendiriyor?.. Tarikat başı mı, şeyh mi, toprak ağası mı, yoksa bir başkası mı?.. Bu kapsamda çarşaflı kadın bağımsız bir kişi- liği mi vurguluyor?.. Türkiye Amerika’nın avucuna girdiğine göre CHP bu konuda ne düşünüyor, ne yapabilir?.. Hırslı dinci sermayenin karşısında bugün laik bir sermaye sınıfı var mı?.. CHP Anadolu’da yeni bir rüzgâr estirip örgüt- lenebilir mi?.. İlericiler çok iştahlıdır... Bu iştah da birbirini yemek için itici güç yara- tır... Öylesine ki, karşı tarafı bir yana bırakıp kendi içinde birbirini yemek ilericilerin, aydınların, sol- cuların, CHP’lilerin, DSP’lilerin, SHP’lilerin ve öte- kilerin asla doyamadıkları bir siyasete dönüş- müştür... Peki, bu arada Amerikan emperyalisti, Arap şey- hi ve Türkiye’deki komprador dinci ne yapar?.. Ne yapacak, ellerini ovuşturur. H ukukçu değilim, ama bildiğim kadarõyla evrensel İnsan Hak- ları ilkelerine göre bir kişinin hukuk eğitimi almamõş, yargıç olmayan biri tarafõndan yargõ- lanabilmesi, dolayõsõyla hukuk eğitimi al- mamõş birinin mahkemelerde, başkanlõk şöy- le dursun yargõç olabilmesi kesinlikle söz ko- nusu dahi edilmese gerektir. Bu nedenle, vergilerini düzenli ödemiş bir vatandaş sõfatõyla yetmiş küsur yõldõr bütün yü- kümlüklerini düzenli yerine getirdiğim devletin yapõsõnõ öğrenip tam kavrayabilmek için hu- kukçularõmõza, özellikle de anayasacõ hukuk- çularõmõza sormak istiyorum: Gazetelerin yazdõğõna göre hukuk eğitimi almamõş Sayõn Haşim Kılıç, üstelik bir mahkemenin baş- kanlõğõna nasõl getirilmiştir acaba? Ya da, Ana- yasa Mahkemesi mi bir mahkeme değildir yok- sa? Ama Anayasa Mahkemesi dediğimiz bu kurul, Cumhuriyet Başsavcõlõğõ’nõn hem seçim yasasõ, vergi ve muhasebe yasasõ gibi yasala- rõ çiğnediği, hem de rejimi değiştirmeye yö- nelik girişimlerde bulunduğu suçlamasõyla yap- tõğõ başvuru üzerine siyasi partiler hakkõnda da- valar açarak yargõlayõp kapatma cezasõ vere- bilmekte, hatta tõpkõ bir asliye ceza mahkemesi gibi verdiği bir cezayõ para cezasõna da çevi- rebilmektedir. Oysa bir siyasi partinin rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunmasõ ile yöneticilerinin örneğin seçim yasalarõnõ çiğ- nemesi veya muhasebe kurallarõna aykõrõ davranmasõ çok farklõ nitelikte suçlardõr. Ya- ni, rejimi değiştirmeye kalkışmak gibi bir si- yasi suç ile yasaları çiğneme suçlarõnõ aynõ ke- fede değerlendirilebilmek acaba gerçekten mümkün müdür? Fakat bilindiği gibi yalnõz siyasal partilerin yöneticileri değil, yasalarõ çiğnemeleri örne- ğin yolsuzluk yapmalarõ halinde yürütme er- ki üyesi bakanlarõ, başbakanlarõ, yüksek aşa- malardaki memurlarõ da Anayasa Mahkeme- si yargõlamaktadõr. Bu nedenle, örneğin hukukçu olmayan Ha- şim Kõlõç’õn başkanlõğõndaki Anayasa Mah- kemesi’nin yolsuzlukla suçlanan bir bakan hak- kõnda vereceği kararõn çağdaş hukuk anlayõ- şõna uygunluğunu, kararda hiçbir hukuksal göl- genin bulunmadõğõnõ öne sürebilmenin olanağõ var mõdõr? Üstelik ilginçtir, yasalarõ çiğnemek, yol- suzluk yapmak gibi suçlarõndan hükümet üyesi bakanlarõ, başbakanlarõ, yüksek dereceli memurlarõ yargõlarken bu kurula, her ne hik- metle ise “Anayasa Mahkemesi” de değil, “Yüce Divan” denilmektedir. Oysa yolsuzluk vb. gibi suçlarla ilgili davalara çağdaş hukuk anlayõşõna göre ancak yargõçlar bakabileceği için, bu kurula “mahkeme” denilse gerektir aslõnda. Kuşkusuz, devletin yapõsõnõ (rejimini) de- ğiştirmeye yönelik girişimlerinden dolayõ bir siyasi partinin yargõlanmasõ hukuk dõşõ disip- linleri de gerektireceğinden, bu kurullarda hu- kuk dõşõ mesleklerden kişilerin de bulunmasõ bir anlamda zorunlu da olabilir. Batõ’da da dev- letin yapõsõna (rejimine) yönelik girişimlerinden dolayõ siyasi partileri yargõlayan kurullara bu nedenle “Yüce Divan” anlamõnda “Supreme Court” denilmektedir ola ki. Dolayõsõyla bizde de partileri devletin reji- mine yönelik girişimlerinden dolayõ yargõla- yan kurula “Anayasa Mahkemesi” yerine “Yüce Divan”, yasalarõ çiğnemelerinden do- layõ siyasi partileri, yolsuzluk yaptõklarõ için bakanlarõ, başbakanlarõ, yüksek dereceli me- murlarõ yargõlayan kurula da “Yüce Divan” yerine “Anayasa Mahkemesi” mi denilse ge- rektir acaba? Gene, değerli anayasa profesörlerimize sor- mak istiyorum: Bir yasanõn içinde “değişti- rilmesi yasama erkince dahi teklif edile- meyecek” maddelerin bulunmasõnõn çağdaş hukuk mantõğõyla, egemenliğin kayõtsõz şart- sõz halka devredildiği ve kuvvetler ayrõlõğõ il- kesine dayalõ bir devlet anlayõşõndaki yasama ve yargı erkleri kavramlarõyla bağdaştõrõla- bilmesi gerçekten mümkün müdür? Yoksa “anayasa” dediğimiz metne de as- lõnda “yasa” değil, “toplumsal sözleşme” ve- ya “devletin kuruluş hukuku” mu denilse ge- rektir acaba? Dilimizdeki bu çarpõklõk da, Frenkçe “cons- titution” kavramõnõ yüz küsur yõl önce Doğulu bir kurnazlõkla “condition” sözcüğüyle ka- rõştõrõp Osmanlõcaya “Kanun-i Esasi” diye ak- taran Tanzimat aydõnlarõnõn, La Charte Constitution veya Constitution act / Cons- titution Government / Constitution State de- yimleri için de “şartlı yönetim” anlamõnda “Meşrutiyet” diye bir sözcük uydurmalarõnõn yarattõğõ bir yanõlgõ yüzünden mi sürmüş gel- miş, gene Osmanlõlarõn deyimi ile bir “gala- tı meşhur” olmuştur? Sayõn hukukçularõmõz, 1921 yõlõnda “Teş- kilat-ı Esasiye Kanunu” haline dönüştürdü- ğümüz, 1945 yõlõnda da “anayasa” diye çok şirin Türkçe bir karşõlõk bulduğumuz “teo- kratik” devletlere karşõ Batõlõlarõn Rönesans döneminde yüzyõllar boyu süren kanlõ sava- şõmlar sonunda gerçekleştirdiği “laik devle- tin” kuruluşu ile ilgili Toplum Anlaşması, Kuruluş Sözleşmesi ya da Kuruluş Huku- ku anlamõndaki bu kavramõn, devletlerin yö- netimleriyle ilgili basit bir terim olan “yasa” sözcüğüyle özdeşleştirilebilmesi gerçekten olanaklõ mõdõr? Anayasa Mahkemesi Başkanõ Haşim Kõ- lõç’õn, Bilkent Üniversitesi ve Alman Ulus- lararası Hukuki İşbirliği Vakfı ile birlikte “Anayasadaki değiştirilemez ilkeler” ko- nusunda bir uluslararasõ sempozyum düzen- lemekte herhangi bir sakõnca görmemesi de bu yanõlgõdan mõ kaynaklanmaktadõr acaba? Sanki bir yasa adõymõş gibi yüz küsur yõl- dõr hiç tartõşmadan sürdürüp geldiğimiz şu Frenkçe constitution kavramõnõn anlamõnõ sev- gili hukukçularõmõz, değerli anayasa profe- sörlerimiz n’olur biraz açõklasalar, bizleri bi- raz aydõnlatsalar!.. Rica ediyorum. Öğrenmek İstiyorum!.. Demirtaş CEYHUN Sanki bir yasa adõymõş gibi yüz küsur yõldõr hiç tartõşmadan sürdürüp geldiğimiz şu Frenkçe constitution kavramõnõn anlamõnõ sevgili hukukçularõmõz, değerli anayasa profesörlerimiz n’olur biraz açõklasalar, bizleri biraz aydõnlatsalar!.. Haklarõnõ Yemeyelim... 2 008 yõlõnõn yazõnda bir gencimiz, “Dünya Geri Geri Koşma Yarışması”nda birincilik aldõ. Bence bu ödül onun hakkõ olamazdõ. Bizi yedi yõldõr yönetenlerin, ülke- mizi nereden nereye götür- düklerini gördükten sonra, geri geri koşmada birincilik ödülünün başkasõna veril- mesi, hatalarõn en büyüğü- dür. Dünya Ekonomik Foru- mu’nun kadõn haklarõ ko- nusunda 130 ülke arasõnda yaptõğõ araştõrma, ülkemizin enlemini, boylamõnõ açõkça gösteriyor. Gözünüz aydõn, 123. sõraya indirilmişiz. So- nunculuğa şurada yedi ülke kalmõş. Ha gayret İran’õn Etiyopya’nõn bile gerisine itilmişiz. Şimdi anlaşõldõ mõ? Daha geçenlerde. “Şu şu gazeteleri okumayın!” em- ri henüz kulaklarõmõzda. O gazetelerin yasaklanma ne- denlerini bugün daha iyi anlõyoruz. Toplumu ileriye götüren arabanõn ön tekeri, okumadõr. “Okumayın!” emriyle o teker patlatõldõ. Araba, zõnk diye durdurul- du. Gelenler, şimdi bizi bir bir geçiyor. “Şu gazeteleri okuma- yın!” diyenler, ne okuyor dersiniz? Önce, kendilerin- den yana olmayanlara, sekiz kanaldan, öfke dolu söz- cüklerle meydan okuyor. Arkasõndan, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nõn öldüğü gün, “Dağlarca’dan şiir oku- yacağım” deyip başka bir şairden şiir okuyor... Yüzde kõrk yedilerde olan oylarõnõ, kamuoyu yokla- malarõna göre birkaç ay içinde Dişli’lerle, Mir Meh- met’lerle, Deniz Feneri’yle ve benzerleriyle öyle bir geri götürdüler ki, işte şim- di büyük ödülü çoktan hak ettiler. 1950’lerden sonra gelen sağ ve sõğ yönetimlerce ay- dõnlanma ocaklarõ karartõl- dõ, kapatõldõ. Ama son yedi yõldakiler hepsine üstün çõk- tõ. Onlar geri yürüyordu. Bunlarsa geri geri koşuyor. Çõkarlarõna dini alet eden- lerin, bizi götüreceği yer neresi olacaktõ? Onun için haklarõ yenmemeli. Ülke- mizi geri götürmekle ne ka- dar övünseler azdõr. Alan- larõnda, en büyük ödüle de- ğer bulunmasõ, bir hakkõn verilmesi olacaktõr... Nusret ERTÜRK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle