05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] CMYB C M Y B 18 KASIM 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Zekai Buluç: “AKP’nin yerel seçim ekonomi politiği: Kaz gelecek yerden sadaka esirgenmez!” Lozan masasına yer aranıyormuş. Özelleştirme İdaresi’nde sergilesinler! Eleştiri Engin Balım: “Filminin izlenmeden eleştirilmesine kızan Can Dündar’a: Hüseyin Üzmez’i eleştirmek için ne yaptığını görmemiz mi gerekiyordu!” Kafa Metin Akay: “Anayasanın değiştirilemez hükümlerinin değiştirilmesini kafaya takanlar önce kafalarını değiştirsinler!” Haham Mustafa Alim: “Tuncay Güney’in hahamlığı fos çıkmış. Bakmak lazım, belki hahamcıktır.” YağmurDeniz Yüksek Yerilim Hattı [email protected] Çankaya Köşkü’ne kurumsal kimlik aranıyormuş: Logoyu 16 yıldızdan oluşan tespih yapsınlar! Vecdi Gönül’ün tarihten habersizliği İSLAMCI iktidarın Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül “Rumları ve Ermenileri Anadolu’dan göndermeseydik, milli bir devlet kurabilir miydik” gafından sonra lafını düzetmek için yaptığı açıklamada bir çam daha devirmiş; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu topraklarında bir devlet kurulacakmış da bunu ya Yunanlar ya Türkler kuracaktı imiş! İlkokul çocukları dahi biliyor ki Yunanistan 1832’de bağımsız bir devlet oldu. Osmanlı için Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Sevr Anlaşması ile Büyükçekmece’ye kadar Trakya ve Ege Yunan Krallığı’na verildi; Anadolu’nun doğusunda Ermenistan, güneydoğusunda Kürdistan kurulması kararlaştırıldı. Sonuç; Anadolu’da bir Yunan devleti kurulması söz konusu değildi çünkü Trakya, Ege ile Marmara’nın Anadolu toprakları Yunanistan’a bağlanacaktı ve emperyalizmin hesabı tutsaydı bir süre sonra Yunanistan’ın başkenti Atina’dan İstanbul’a taşınacaktı. Bir ilkokul öğretmeni, Türkiye’nin iki “milli” bakanlığından birinin başındaki Vecdi Gönül’e Allah rızası için bunları öğretsin! - RTE ile AG koltukları değiştireceklermiş... “Külahları değiştiler bile!” MALUM zevatın yine mindere çıktığını ve “ılımlı İslam cumhuriyeti”nin önündeki engel anayasanın temel hükümleriyle ve özellikle laiklik ilkesiyle oynamaya yeniden niyetlendiğini söylüyor Prof. Dr. Aydın Aybay ve sürekli ikmale kalanlar için “hukuk dersleri”ne devam ediyor: “Atatürkçü Cumhuriyetin temel taşlarını oluşturan anayasanın değişmez, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerini değiştirmeyi hedefliyorlar. Çünkü İslam cumhuriyetçilerinin her teşebbüsü Anayasa Mahkemesi’nde bu yasağa çarpıyor. Yüksek mahkeme bu konuda gayet kararlı: Anayasa’nın başka hükümlerinde yapılan birtakım değişikliklerle sözü geçen yasak hükmü dolanılarak ihlal ediliyorsa, buna da müsaade etmiyor. İşte bunu hazmedemiyorlar. “Mahkeme haddini aştı” gibi aslında kendi hadlerini aşan laflar ediyorlar. Eskimiş bir hariciye memuru tünediği gazete köşesinden yüksek perdeden atıyor; “Mahkemenin kararı hukuka aykırıdır” diyor. Bu lafı ile acaba yüksek mahkemenin mütebahhir başkanı ile aynı çizgide buluştuğunun farkında mı? Hemen ardından Başbakan lafa ağız oluyor: Mahkeme hukuki değil siyasi bir karar vermiş imiş. Haydi, bunlar hukuk öğrenimi görmedikleri için pervasızca böyle sözler söyleyebiliyorlar diyelim; ısmarlama anayasa imali işine soyunan hukukçulara ne diyelim! Anayasa Mahkemesi’nin bu tutumu karşısında ne yeni bir anayasa yapılabilirmiş ne de anayasa tadili! Belki, “Ha şunu bileydin” demek lazım. Bu tavır yasaların çıplak kuralları ile hukuku bir ve aynı şey sanmaktan kaynaklanıyor. Bu anlayışla korunacak hukuk “yasa kuralıdır” demeye getiriliyor. Halbuki korunacak olan kuralın kendisi değil onun temelini oluşturan hukukun kendisidir. Kuralın kendisi, lafzı yani sözü sadece bir tanıtma işaretidir, bir şifredir. Bunun altında yatan hukukun kendisi ise, binlerce yıldan beri “yorum” adıyla maruf ameliyeye başvurularak saptanır. İşte, Anayasa Mahkemesi de bunu yapmakta ve Cumhuriyetin temelini oluşturan ilkelere aykırı yasama girişimlerinin hepsini önleyen kararlar vermektedir. Bu onun görevidir. Bu görevi yerine getirerek verdiği kararlar anayasal rejimimize göre artık hukukun kendisidir. Bu gerçeği hâlâ kavrayamamış olanlara bundan öte diyecek bir sözümüz yoktur!” Pervasızlar GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Atatürk’e Yalan Söyleyenler ve O’nu ‘Taşıyamayanlar’… Yeni bir 10 Kasım haftası geçirdik. Atatürk’ün ölüm yıldönümünde İstanbul’daydım. Televiz- yonda herkesi sırayla dinledik. Hepsi Ata’ya olan saygısı, sevgisi ve hayranlığını aktardı. Sakince din- ledim: Meğer O’nu ne çok seven devlet büyüğü ve “kurumsal” başkan varmış! Ben herhalde başka gezegende yaşıyorum. Her gün Atatürk’ü savunduğu için susturulan gazete- ciler, görevden alınan eğitimciler, içeri alınan ya- zarlar, herhalde benim uydurduğum senaryolar! Ri- ya, inkârcılık ve çıkar adına neler yapılabileceği- ni tekrar dehşetle gördüm. Atatürk’e‚ “Anıtkabir’in gözüne baka baka’’ na- sıl yalan söylendiğini gördüm. Onun mirasını en sin- si taktiklerle çökertmeye çalışanların, O’nun kar- şısında nasıl ezilip büzülerek bir şey olmamış gi- bi Ata’ya Ata’yı övdüklerini gördüm. Hayat dersi diye ibretle seyrettim. Sonra her şeyi seyreden di- ğer bazılarına baktım. Herkesin bir hesabı kitabı vardı ve tek ortak noktaları, Ata’ya “rahat uyu” cümlesini sarfettikleri zamanki umursamazlıklarıydı. Ülke kabaca üç gruba ayrılmış: Atatürk Cumhu- riyeti’ni toptan değiştirmeye çalışanlar, onları durdurmak için canları ve gelecekleri pahasına de- mokratik haklarını kullanarak tepki verenler ve... bu iki gruba dahil olmadan korkakça, çok zeki bir şeyler söylüyor görünerek “Dini istismar edenler- le, Atatürk’ü istismar edenlere eşit derecede kar- şıyım” gibi bir cümleyle ortaya harika inciler dö- kenler... İşte en çekemediğim grup onlar. Oh ne rahat! Hem bir şey yapma, hem yapanlara çamur at, kabahat tepki verenlerdeymiş gibi ortadan yo- rumlar yap, böylece ne şiş yansın, ne kebap! İşte başta onlar olmak üzere, bu ülkenin ay- mazlarına, Hasan Âli Yücel’in, Atatürk’ün naaşı Etnografya Müzesi’ne taşınırken yazdıklarını okut- mak istiyorum. Sevgili arkadaşım, yazar Turhan Feyizoğlu yolladı. 21 Kasım 1938 günü naaşı ta- şıyan 12 vekil şu isimlerden oluşuyordu: Naşid ULUĞ (Kütahya), Mehmed SOMER (Kütahya), Eyüb DANIŞOĞLU (Trabzon), Kenan URAL (Manisa), Hasan Âli YÜCEL (İzmir), Hikmet IŞIK (Erzincan), Hilmi ÇORUH (Mardin), Zühtü AKIN (Kırklareli), Galib PEKEL (Tokat), Hamdi Musta- fa GÜRSOY (İstanbul), Osman ERÇİN (Manisa), Atıf BAYINDIR (İstanbul). Yücel’in sözleri (özet- le) kulaklarımızda patlıyor: “Biliyor musun, bu ağaçtan kolunu tutarak taşı- dığın tabutun içinde kim var? O insan mı? Olamaz. O bir cihandı. Fezalara sığmamalıydı; nasıl bir so- ğuk mahfazanın içinde durabiliyor?.. Sen bu mu- ammayı çözemezsin. Önüne bak. Taşı, o cihanı bu tabutun içinde belleyerek taşı!.. Sen O’nu daima kendi arzularına göre yürür ve yaşar görmüştün. Şimdi O, hareketlerini sizin iradelerinize bırakmış- tır. İstediğiniz yere koyup, dilediğiniz yere kaldırı- yorsunuz. Niçin bu hür ve hareketlerine sahip in- san, hürriyetinden ve iradesinden vazgeçmiştir? Şimdi senin götürmek istediğin yer, O’nun gitmek istediği yerdir. Gözlerinin nemini kurutmadan, bol bol gözyaşı dökerek O’nu taşımak vazifendir. O ka- dar!.. Taşı O’nu… Bir cihan götürüyorsun. Cihan- ları yaratan bir insan götürüyorsun. Korkma ezil- mezsin. O, kendini ezilmeden taşıtmak için sana kendi kudretinden vermiştir. Dikkat et, bu tabutun içindeki varlığında da O seni taşıyor. Sen kendini taşıyor gibisin. Karanlık meçhullere dalma. Elleri- nin üstünde en büyük hakikati götürüyorsun. Ma- ziyi istikbale halkediyorsun. Taşı; yükün ağır, fakat paha biçilmez bir kıymettedir. Taşı; O’nu taşıyarak sen de tarih oluyorsun! Yer nemli, gök nemli, göz- lerin nemli. Bu ıslak hava içinde kaskatı ve kupkuru bir şey taşımaktasın. Üzülme. Maddenin ve ruhun bu çiseleyen yaşlarıyla o katılık yumuşuyor, o ku- ruluk yavaş yavaş yok oluyor. Taşıdığın cansız şe- ye yepyeni, başka bir hayat gelmektedir. Ve onun için değil midir ki O’nu taşırken bu hayat sana da sirayet ederek o aziz yükün altında dipdirisin. Can- lısınız; taşıyanda ve taşınanda ölüm artık siliniyor. Fanilik, beka (kalım) ile omuz omuza… Bu kadar ya- kınlık içersinde O’nu hayatta hissetmiyor musun? Taşı, O’nu taşıyarak yaşayacaksın. Yaşadıkça O’nu taşıyacaksın. Taşı, taşı!..” [email protected] Faks: 0212 227 34 65 KEMAL ATEŞ * Kazan Türklerinden olan Prof. Saadet Çağatay, giyi- miyle kuşamıyla, konuşma- sıyla farklı bir hocamızdı; onun geldiği toprakların lehçesine özgü sözcükleri bizi başlan- gıçta gülümsetse, alay konu- su olsa da, hocamızın o ço- cuksu nine hali sonraları çok sevimli gelmişti bize. Saadet Çağatay’ın babası Ayaz İs- haki’nin (1877-1945) Kazan’da tanınmış bir yazar olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim. A. Battal Taymas bu yazarın çocukluğunu anlatırken, Rus- ların (Sovyetler’den önce) bu- radaki Türkleri yönetebilmek için eğitimde izledikleri siya- sete de değinir.(*) Ruslar, Or- ta Asya Türk topluluklarında 19. yüzyılda birden çoğalan medreselere hiç dokunma- mışlar, Türk çocuklarının ken- di kurdukları modern üniver- sitelerde değil, bu çağdışı ku- rumlarda okumalarını istemiş- ler. Çünkü bu eğitim anlayışı- nın köle bir topluluk yarattığı- nı, dolayısıyla bu toplulukları daha kolay yöneteceklerini iyi bilirler. Bu nedenledir ki İsmail Gaspıralı gibi aydınlar, Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesi verirlerken bu medreselerden kurtulmak gerektiğini biliyor- lardı. Emperyalizm dünyanın her yerinde böyledir, karanlıkta kalmış toplumları daha çok sever. Bugün eğitimimizi yeniden onların istedikleri gibi düzen- lemeye çalışanlar, Atatürk devrimlerinin “travma” yarat- tığından söz ediyorlar. Ata- türk çağdışı eğitim kurumla- rından kurtulmadıkça gerçek- ten bağımsız bir devlet yarat- manın mümkün olamayacağı- nı iyi biliyordu. Onun bağım- sızlık anlayışını kavramayan- ların, getirdiği yenikleri anla- maları da beklenemez. Hele de çevrelerinde köle insanlar gör- meye alışmış ağalık-şeyhlik geleneğinden gelenler hiç an- layamazlar. Zaten bu “travma” tartışmasının hemen ardından gelen “eroin kaçakçılığı” tar- tışmasıyla halk, onların neler- den iyi anladıklarını bir parça da olsa görmüş olmalı. Atatürk devrimlerinin he- men hepsi uzun tartışmaların, arayışların ürünüdür; birkaç yıl içinde verilmiş kararlara dayanmaz. 1 Kasım 1928’de kabul edilen yasayla 3 Ka- sım’da yürürlüğe giren Yazı Devrimi yaklaşık 70-80 yılı bu- lan tartışmaların ve arayışların sonucudur. Bildiğimiz kadarıyla yazı tar- tışması 1862 yılında Maarif Nâzırı Münif Paşa’nın bir kon- feransta Latin yazının kolaylı- ğını dile getirerek Arap yazısı- nın “ıslaha muhtaç” olduğunu söylediği sözleriyle başlamış- tı. Bu yazının zorluğu ve karı- şıklığı nedeniyle her dergi, her gazete ayrı bir imla izledi. Ku- rulan “huruf-ı ıslah” dernekle- ri, yapılan toplantılar, girişim- ler, yeni yazı önerileri Os- manlıcanın yazıya bağlı so- runlarını çözemedi. 1910 yı- lında Tiranlı Arnavutların Latin yazısına geçme istekleri Şey- hülislamlığın görüşüyle red- dedildi. 1913 yılında Harbiye Nâzırı olan Enver Paşa yeni bir yazı biçimini (gene Arap kay- naklı) ordu içinde yerleştirme- ye çalışırsa da bu girişim de olumlu sonuç vermedi. 1920’li yıllara gelinirken aydınlar “Türk” sözcüğünün bile yazı- mında anlaşamadıkları için “vavlı Türkler”, “vavsız Türkler” diye birbiriyle alay etmişlerdi. Aynı sorun Fazıl Ahmet Ay- kaç’ın bir şiirine de konu olur. Yüzlerce yazarın, bilim ada- mının tartıştığı yazı konusun- da Azerbaycan bizden önce davrandı, 1927 yılında Latin yazısını kabul etti. Osmanlı yazısı gerçekten zordu; a, e, ı, i, o, ö, u, ü gibi harfler yazılamıyor; “üç” yaz- dığınız sözcük “öç”, “uç” diye de okunuyor; “sulu” gibi söz- cüklerdeki u’lar, birinci ve ikin- ci hecede farklı harflerle yazı- lıyordu. Kısacası içinden çı- kılmaz bir kargaşa ve zorluk vardı bu yazıda. Bir devrim ka- çınılmazdı. 1920’li yıllarda Tür- kiye’deki okuryazar oranı yüz- de 4-5 civarında olduğu için de bu devrimi gerçekleştirmek zor olmadı. Büyüklerimden dinlediğim anılardan biliyo- rum, 10-12 yaşındaki çocuk- lar bu yeni yazının öğretme- ni oldular. Çoğu ninelere, tey- zelere yeni alfabeyi küçük öğ- renciler öğrettiler, toplumdaki okuryazar oranı böylece kısa zamanda arttı. Bu devrimleri 80. yılında “travma” sayanlar, yazı devri- minin uzun öyküsünü ve ya- rattığı güzel sonuçları biraz daha iyi incelesinler. *Dilcilere Saygı (Düzenle- yen: H. Dizdaroğlu), TDK Yayını, Ankara 1966 * Ank. Üni. Türk Dili Böl. Bşk. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 18 Kasım Kaz SESSİZ SEDASIZ (!) Yazı Devriminin 80. Yılı BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Değerli taşlarla süslenmiş olan. 2/ 21 yaşõn altõndaki o y u n c u l a r d a n meydana gelen spor takõmlarõ için kullanõlan söz- cük... “Aysberg” de denilen, lahana görünümlü bir tür marul. 3/ Mezar... Vücuttaki AIDS virüsünü sapta- makta kullanõlan test. 4/ Çiçekleri beyaz ya da mor renkte, meyveleri dikenli bir bitki... Siper, hendek. 5/ Bir renk... “Mavi çanakta --- / Pey- nirli pide getirdiler / İs- tanbul’dayõm sanki” (Nâzõm Hikmet). 6/ Uzaklõk işareti... Yunan mitolojisinde savaş tan- rõsõ. 7/ Kutsal õşõk... Gözbebeğinin doğuştan yokluğu. 8/ Beddua... Kõsõk sesli küçük keman. 9/ Uyarõda bu- lunmak ya da bir şeyi anõmsamak için yazõlan yazõ... Bir cetvel türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Elinde olanla yetinen, doygun. 2/ Deriyle kaplõ bir çeşit Eskimo kayõğõ... Muğla’nõn bir ilçesi. 3/ Dünya işlerini hoş gören, kalender kimse... “Bir --- sesi duy- maya göreyim / İki gözüm iki çeşme” (Orhan Veli). 4/ Beygir... Kuyruksokumu kemiği... Neodim elementi- nin simgesi. 5/ Bir göz rengi... Zaviye. 6/ Üzerinde ölü yõkanan kerevet. 7/ Gelecek... Mardin yöresinde, kõ- zartõlarak hazõrlanan içliköfteye verilen ad. 8/ Balmumu görünümünde doğal hidrokarbür. 9/ Çõkar yol, çare... Bilgisayarda, bir kurum ya da kişiye ait internet ku- rulumu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ç Ö P Ş İ Ş H U E R A R A F A T V E R M İ Y O N İ N İ K A K A Ç R A R A K A A M A O R L A P E L E M A N S U A Z A İ D İ L A Y A N İ K O L A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür. SEMRA YILMAZ Siyami Ersek Hastanesi Eğitim ve Araştõrma Hastanesi’nden aldõğõm kalp ve damar cerrahisi uzmanlõk belgemi çalõnmak suretiyle kaybettim . Hükümsüzdür. Dr. Önder Teskin “Türk Ekonomi Banka- sõ İzmir Çarşõ Şube- si’nden; Türkiye Jokey Kulübü Adõna alõnan 26493 Nolu 14.11.2002 tarihli 4.665.-YTL’lik Teminat Mektubu Ka- yõptõr. LEVENT İZOLASYON PAZARLAMA A.Ş.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle