30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 KASIM 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Haydutluk ve Cahillik SÜTUN elverişli olsaydı, başlık “Deniz Haydutluğu ve De- niz Cahilliği” olurdu. Türklerin sahip olduğu ve işlettiği bir geminin Somali açıklarında gasp edilmesi üzerine, denizcilik alanındaki ortak kusurlarımız yine sergilendi. Daha çok deniz terminolojisindeki cahilliğimize ilişkin ilk kusur şu: Olay, “korsanlık” değil, bir “deniz haydut- luğu”dur. Deniz hukukunda ikisi ayrı: Korsanlık, artık ne- redeyse ortadan kalkmış sayılır; çünkü arkasında bir devletin bulunduğu, onun hoşgörüsüyle başka devletle- rin gemilerine karşı yapılan eylemlerin adıdır. Özellikle on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Osmanlı kaptanlarının, Türk ya da başka kökenden de olsa düşman sayılanların, hat- ta Müslüman olmayanların gemilerini talan etmeleri, yol- cuları esir almaları korsanlıktı; nitekim bu kaptanların çoğu sonradan devlet hizmetine de girmiş, “kaptan-ı derya” fa- lan olmuştu. Yirmi birinci yüzyılda olanların adı ise, hukukta “piraterie” ya da “piracy” denen “deniz haydutluğu”dur. Bir devletin karasuları içinde işlenmişse, suçluların yakalan- ması ve cezalandırılması o devletin sorumluluğuna girer. Karasuları dışında işlenmişse, önlenmesi bütün devletler için hem hak hem de ödevdir. Nitekim, oralarda dolaşan ve aralarında TC Gökova fırkateyninin de bulunduğu NA- TO gemilerinin şimdiki işi de bu. İkinci kusurumuz, geminin bandırası dolayısıyla ortaya çı- kıyor: “Türk gemisi” deyip duruluyor ama, bandırası Mars- hall Adaları Cumhuriyeti’nin. Öyle anlaşılıyor ki, bir işve- renimiz de, bazı Türk donatanları gibi, “kolaylık bandıra- sı” denen bir bayrak altında çalışmayı tercih etmiş. Dün- yada birçok donatanın yaptığı gibi. Bu statü, başta ver- gilenme ve mürettebatın sosyal hakları olmak üzere, bir- çok bakımdan elverişli sayılıyor. O halde, “ikinci sicil” gi- bi ulusal kolaylıklar bile başka bir bandıranın getirdiği üs- tünlükleri yenmeye yetmemiş demektir. Türkiye’nin Kıb- rıs Rum Yönetimi’nin Yunanlara tanıdığına benzer “ko- laylık”ları tanıyan ve başkalarınca da “meşru” sayılan bir başka devleti yok. KKTC’yi dünyaya tanıtmadıkça da ol- mayacak. Demek ki, Türk bayrağında kalan donatanlara şimdiye dek tanınmışlardan da öteye başka kolaylıklar sağlamak gerekiyor. Yoksa, Marshall Adaları gibi bir devletin bay- rağına kadar gidebileceğe benziyorlar. “Orası da nere?” derseniz, bilin ki Büyük Okyanus’un ortalarında 40 bin nü- fuslu ve yüzlerce adalı bir yer. En bilineni, herhalde doğal örtünün birçok yerini cascavlak etmiş bir atom bombası denemesiyle ün kazanmasından dolayı olacak, Bikini Adası! Ortaya çıkan üçüncü kusurumuz, denizciliğe ilişkin te- rimlerdeki ortak cahilliğimizdir. Denizcilikte, maden cev- heri ya da tahıl türü yük taşıyan gemilere, medyanın de- diği gibi “kuruyük gemisi” denmez, “dökmeci” denir. Römorköre “römork” denmediği gibi. Traktörden son- ra yeniden denize dönen bir tarım toplumunda dillerin de denize dönebilmesi gerekmez mi? [email protected] PENCERE Tarihsel ve Güncel Bilinç... Tarihe nasıl bakılır?.. Okulda öğretmen öğrenciye der ki: - Napolyon’un Moskova seferini anlat.. Ya da: - Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferini anlat... Seferler, savaşlar, çatışmalar, fetihler, işgaller; imparatorların, kralların, padişahların yaşadıkla- rı yıllar ve öyküleri... Çocuğun kafasına tarihsel bilinç yerine bir sü- rü ‘ezber’ yüklenir... Bitmez tükenmez bir tarih... Ve nafile tarih bilgileri... Tümü de unutulmaya mahkûmdur... İnsanlık tarihini gelin üçe ayıralım... En başta göçerlik dönemi... İnsan ne zaman yerleşik düzene geçti?.. Ekip biçmeyi keşfedince... Ne demek bu?.. Adıyla sanıyla tarım devrimi... Tarıma dayanan üretim biçimine aşılanan in- sanlıkta yönetim dine dayanıyordu... Milattan önce bilinmeyen yıllardan Milat’tan son- ra 18’inci yüzyıla dek insan tarım toplumunda ve dinci yönetimler altında yaşadı... Savaşlar, göçler, krallıklar, imparatorluklar, padişahlar, krallar bir film şeridindeki gibi gelip geçtiler... Tarım devriminden sonra yaşanan ne?.. Sanayi devrimi... Tarla yerine fabrika.. Köylü yerine işçi.. Akıl ve bilim.. Aydınlanma... Sanayi devrimi Avrupa’da gündeme girdi, ‘Ay- dınlanma’ gerçekleşince din-kilise egemenliği yı- kıldı, laiklik ve demokrasi toplumun yaşam biçi- mine dönüştü... Çünkü sanayi, ‘sermayeci-işçi’ sözcükleriyle vurgulanan yeni oluşumda yeni sınıflar yaratmış, iktidar toprak sahibi ile köylü tabanından soyut- lanınca dincilik tarihe karışmıştı... Okullarımızda tarih böyle bir çerçevede anla- tılıp öğretilmez... Oysa öğretilmesi gerek... Çünkü Aydınlanma’ya dönüşüm tarihi öğretil- meyince ne Türkiye Cumhuriyeti’nin ne de Ata- türk devriminin anlamı aydınlanabilir... Peki, ne olur?.. Yalnız öğrencilerde değil öğretmenlerde, yal- nız küçüklerde değil büyüklerde kafalar karışır... ‘Tarih’ bilmeceye dönüşür... ‘Güncel’ kaosla özdeşleşir.. Bugünkü halimiz meydanda... Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk dünya tarihinde bir ‘özgünlüğü’ vurguluyor... Nedir o?.. İslam coğrafyasında sanayi toplumuna erişe- memiş dinci imparatorluktan akıl ve bilim kap- samında laik ve demokratik ulusal devlete geçiş deneyimini yaşıyoruz... Peki, bu deneyim başarıya ulaştı mı?.. Kavga sürüyor... Uzun sürede tüm İslam coğrafyası ve tüm ‘ge- ri kalmış dünya’ akıl-bilgi-bilişim-sanayi toplumu olmaya mahkûm... Bu arada Türkiye karşıdevrimle başarısızlığa sü- rüklenirse ülke karanlığa gömülür, ne laiklik ka- lır, ne demokrasi.. Ne de Atatürk... Bugün Atatürk’ü anlamak ancak bu büyük uy- garlık devrimcisini insanlığın tarihsel serüvenin- de yerli yerine oturtacak bilince sahip olmakla mümkündür. T ürban ve AKP’nin kapatõlmasõ davalarõna ait, Anayasa Mah- kemesi’nin gerekçeli kararlarõ ekim ayõnõn son haftasõnda ya- yõmlandõ. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bu ka- rarlarõ üzerine ikinci Cumhuriyetçi ve şe- riatçõ kesimdeki yazarlarõn yorumlarõ insanõ şaşõrtõyor. Kimisi “Temsili Demokrasi Değil Yar- gıçlar Devleti”nden söz ediyor (Star); ki- misi “Askeri Vesayet Yetmedi Bir de Yar- gı Vesayeti” (Sabah) diyor. Kimisi “Yet- ki Gaspı” diyor (Milliyet), kimisi “Hazin Bir Gerekçe” (Zaman). Kimisi “AYM Tuzu” (Hürriyet) diyor, kimisi “AYM’nin Tepesine Babayasa Mahkemesi Kur- mak Şart Oldu” (Sabah) gibi yorumlar ya- põyor. Demokrat Başbakan (!) da, “Mah- keme anayasanın üzerinde değildir” di- yor. Bu eleştiriler sadece saldõrgan, daya- naksõz ve acõmasõz değil, aynõ zamanda hu- kuk devleti temel felsefesinden de yok- sundur. Eleştiriler laiklik karşõtõ eylemlerin odak noktasõ olan AKP’nin kapatõlmasõ yerine, para cezasõ verilmesi kararõndan çok türban davasõ üzerinde toplanmaktadõr. Neden böyledir? Çünkü Anayasa Mah- kemesi’nin türbanla ilgili gerekçeli kararõ, türban konusuna hukuken son noktayõ koy- muştur. Temel noktalar özetle şöyledir: 1. Anayasa Mahkemesi bu son kararõy- la, 1970’li yõllardan beri süren, 1989 ve 1991 yõllarõnda verdiği kararlar, bir kez daha ke- sin olarak doğrulanmakta ve güçlenmek- tedir. 2. Ayrõca Avrupa İnsan Haklarõ Mahke- mesi’nin (AİHM) 10 Kasõm 2005 tarihin- de verdiği karara uyulmuş, Anayasa Mah- kemesi’nin AİHM kararõna yaptõğõ gön- derme ile mahkeme eski kararlarõna bağlõ kalmõş ve “İçtihat” süreklilik kazanmõştõr. Özellikte türban kararõna karşõ çõkanlarõn birleştikleri nokta şudur: Nasõl olur da Anayasa’nõn 148. maddesi varken, AYM, türbanla ilgili anayasanõn 10 ve 42. madde değişikliklerini inceleyerek iptal edebilir. Bilindiği gibi anayasanõn 148. maddesi yüksek mahkemenin, anayasanõn ilk dört maddesi dõşõnda anayasanõn herhangi bir maddesinde yapõlan değişikliği ancak şekil şartlarõ yönünden inceleyebileceğini hüküm altõna almõştõr. Bunun anlamõ şudur: TBMM’deki oylama içtüzüğün koyduğu usullere göre yapõlmõş mõ? Usul kurallarõ- na uyulmuş mu? Bunlara bakar. Ancak ana- yasa maddesinde yapõlan değişikliğin temel içeriği konusuna giremez. İkinci Cumhuriyetçiler ve liberaller di- yorlar ki AYM, türbanla ilgili olarak 10. ve 42. maddesindeki değişiklikleri sadece şe- kil açõsõndan inceleyebilir içerik ve felse- fe açõsõndan inceleyemez. Üstelik AYM ile- riye gitmiş bu incelemeyi de anayasanõn de- ğiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk dört maddesiyle ilişkilendirmiştir... Eyvahlar olsun, artõk anayasanõn hiçbir maddesini değiştiremeyeceğiz diyerek, bağrõşõyorlar, dizlerini dövüyorlar. Hayõr; bağõrmaya, çağõrmaya, tehdit savurmaya, ağlamaya gerek yok. TBMM anayasanõn te- mel olan ilk dört maddesi hariç, her mad- desini değiştirebilir. Ancak hukuki hile yapmamak koşuluyla. Nedir bu hukuki hi- le... Şimdi buna bakalõm: Hukuki hile AYM aslõnda bu konuyu “değiştirilme- si teklif dahi edilemeyen” maddeler açõ- sõndan ele almõştõr. Çünkü, türban serbestliğini sağlayan anayasa değişiklikleri, aslõnda Cumhuriyetin temel felsefesi ile çelişmekteydi. AKP ço- ğunluğu hukuka karşõ hile ve temel kural- larõ arkadan dolanarak, Cumhuriyetin temel ilkelerini tahrip etmek istemiştir. İşte yüksek mahkeme buna izin verme- miş, “anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmündeki ilk dört mad- desinin hukuki hile ile dolanõlmasõna, bu kurnazlõğa göz yummamõş “şekil kuralın- dan hareket ederek esastan inceleme yapılabileceğini” belirtmiştir. İşte bağõrõş, feryat, figan (ağlama) bun- dandõr. Nasõl olur da, AYM şekilden baş- layõp esasa geçebilirmiş. Türkiye’nin “öz- gün bir yargı sistemi” varmõş, artõk yeni bir anayasa gerekiyormuş, artõk Anayasa Mahkemesi’ni denetleyecek, bir babayasa mahkemesi kurulmalõymõş. Bu iddialarõ ortaya atanlarõn kimisi, bu ko- nularõ hiç bilmeyen ama nasõlsa gazeteler- de köşe kapmõş olan kişilerdir. Kimileri de ne yazõk ki anayasa öğretim üyeleridir. Ana- yasa Mahkemesi’nin bu son kararõnõn ge- rekçesi bir kez daha incelenmelidir. Yük- sek mahkeme anayasanõn değiştirilmesi teklif dahi edilemez temel maddelerini doğrudan ya da dolaylõ olarak etkileyecek anayasa değişikliklerinin esastan incelen- mesinin yolunu neden açtõğõnõ kararõnda açõkça belirtmiştir. Aslõnda bu konu yüksek mahkeme tarafõndan bugün değil 34 yõl ön- ce 1970’li yõllarda hüküm altõna alõnmõştõr. Mahkeme, bu kararõyla “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” kuralõnõ, açõk ve net bir biçimde “bir şekil kuralı” olarak yo- rumlamõştõr. Şekil kuralõndan hareket ederek esastan inceleme yapacağõnõ hüküm altõna almõştõr. Bu kararõ nedeniyle Anayasa Mahkeme- si eleştirilmemeli, tersine alkõşlanmalõdõr. Çünkü, AYM ABD’de Federal Yüksek Mahkemesi’nin 205 yõl önce 1803’te “Mar- bury - Madison” davasõ nedeniyle verdi- ği kararda yaptõğõ gibi hukuk devleti yo- lunda güçlü bir kale yaratmõştõr. ABD Federal Mahkemesi 205 yõl önce, “Anayasada bir hüküm bulunmasa da, anayasaya aykırı olan bir yasa hükmü- nün uygulanamayacağını ve iptal edile- ceğini” radikal bir biçimde karar altõna al- mõştõ. Böylece 205 yõl önce verilen bu kararla yasalarõn anayasaya uygunluğunun yargõ- sal denetiminin yolu açõlmõş; hukuk dev- letinin temelleri atõlmõştõ. Şimdi Anayasa Mahkemesi bu son ka- rarõyla, aslõnda Türk demokrasisinin temel taşõ olan laikliği ve hukuk devletinin te- mellerini güçlendirmiş olmaktadõr. Böyle- ce Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefe- sini oluşturan ilk dört maddeyi güçlendirip perçinlemiştir. Son Türban Kararõ: Yetki Gaspõ mõ? Hukuk Devleti mi? Alev COŞKUN Çaresizliğin Gözyaşlarõ ve Evrensellik Eda KILINÇARSLAN M ücadele etmek… Bir amaç uğruna harcanan çaba, verilen onca emek… Bizim ülkemiz; mücadele edenlerin yolunun tõkandõğõ, işkence edildiği hatta öldürüldüğü bir geçmişe sahip. Kara lekelerin izlerini taşõmaya mahkûm edilmiş, tarih sahnesinde ağõr cezaya çarptõrõlmõş bir sabõkalõ… Bunlardan kurtulmayõ bõrakõn “Kyoto Protokolü”nü bile imzalamaktan aciz. Ne kadar büyük bir geri kalmõşlõk, ne kadar büyük bir Amerikan yalakalõğõ! Dünyada yok olan değerlere sahip çõkmanõn öncesinde kendi varlõklarõmõzõ dahi koruyamõyoruz, dünyaya tanõtmanõn ötesinde kendi insanõmõzõ haberdar edemiyoruz? Örneğin; Allianoi… Sağlõk Tanrõsõ Asklepion’un kentidir. Yaklaşõk 2000 yõllõk tarihiyle, kronolojik sõrayla gidecek olursak; prehistorik, Helenistik, Roma, Bizans, Osmanlõ dönemlerinde yerleşim yeri olarak kullanõlmõş, Roma döneminde dört bir taraftan gelenlere şifa olmuş, suyunun sõcaklõğõ hâlâ 45 derece olan, bir depremle tarihin derinliklerine gömülmüş bir doğa mucizesi… Şimdiyse bizim yanlõş politikalarõmõzla sulara gömülecek. En fazla 60 yõl ömür biçilen bir baraj projesi uğruna çamura bulanacak. 2001 yõlõnda alõnan “1. Derece Arkeolojik Sit” alanõ kararõna rağmen; kepçe ile oluşturulan bir kanalla “İlya Deresi”ne taşõnõyor şifalõ sularõ. 10 yõlda; 11 bin eser, gizli geçit, çeşme, su perisi “nymphc” heykelinin bulunmasõ; onu “Yortanlı Barajı”nõn gölet alanõnõn tam ortasõnda olmaktan ve acõmasõzlõğõn içindeki çaresizliğin gözyaşlarõna maruz kalmaktan kurtarmõyor. Hiçbir tanõtõm projesi olmamasõna rağmen; 600.000 turistin onu görmeye gelmesi de, uğruna beste yapõlmasõ da, yaklaşõk 12 metrelik alüvyon altõnda haince ezilmekten kurtarmayacak onu. Son çare olarak AİHM görünüyor. Türkiye; dünyada, 9000 bekleyen dosyasõyla AİHM’ye en çok başvuran 2. ülke... Ne acõ bir şeydir bu… Nasõl bir değer bilmezliktir? Nasõl bir vurdumduymazlõktõr? Mücadele etmek.. bizim ülkemizde boşa kürek çekmek midir, karşõlõğõ yoksa insanlõğõmõzõ hatõrlatan bir eylem midir? İnsanlõktan anladõğõmõza göre değişir mi vereceğimiz yanõt, yoksa evrensel midir cevabõ? Peki, nedir evrensellik? Nasõl anlarõz evrensel olduğunu? Sevmeyi bilerek mesela… Çünkü, sevgi aynõdõr dünyanõn her yerinde. Sahip olduklarõmõzdan başlamalõyõz bizler de…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle