02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 EKİM 2008 PAZARTESİ 10 DİZİ İtilmek ve ikinci sõnõf görülmek kadõnõn doğasõndan değil tarihten gelen bir durum Kadõnlarõn savaşõ sürüyor K adõn sorunu “cinsel” bir ayrõmcõlõğa daya- nõr, dünya çapõndadõr ve hep günceldir. Nerede olursa olsun, erkeklerle ka- dõnlar arasõnda güdülen derin eşitsizlik, bir vesileyle patlak verir. Ülkesine göre, kadõn- larõn çalõşma yaşamõnda ya da eğitim olanaklarõndan yarar- lanmada açõk bir eşitsizlik yaşanõr; ya da siyasal iktida- rõ kadõnlarla erkeklerin eşitçe paylaşmalarõ yolunda -kadõnlar aleyhi- ne- bir “temsil edilmeme” durumu vardõr. Daha da vahim olanõ, kimi top- lumlarda kadõnlarõn, korkunç bir cinsel açlõğõn, bu arada dinmez bir şiddetin sul- tasõnda yaşamasõdõr: Aile içi şiddet, tö- re cinayetleri... Her iki cinsin statüleri arasõndaki farklõlõğõn, kimi zaman iddia edildiği gi- bi, fizyolojik dayanaklarõ var mõ? Artõk biliyoruz, kadõnõn doğasõndan değil, tarihten gelen bir durumdur bu iti- liş; tarih boyunca, “kozmolojiler, din- ler, boş inançlar, ideolojiler, edebi- yatlar”, yarattõklarõ kadõn imgesiyle, böylesi bir itilişi hazõrlayõp durmuşlar- dõr. “Kadının doğası”, “ebedi kadın” diye bir şey yoktur; cinsler arasõndaki farklõlõklar toplumlarõn yarattõğõ ger- çekliklerdir, doğadan gelmezler. Ve “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur”! Öte yandan, kadõnlarõn tarihi, genel tarihten olduğu gibi erkeklerin tari- hinden de ayrõlmadan, her iki cinsin eşitliğine doğru ağõr ağõr yürümüş bir tarihtir; 19 ve 20. yüzyõllardan beri ya- şananõ da bir devrimdir. Kadõnlar, hâ- lâ sömürülüyor dövülüyor, õrzõna ge- çiliyorsa da, kayõtsõzlõğõn ya da boyun eğmenin çağõ bitmiştir. Kadõnlarõn devrimi gerçekleşmiştir; ona karşõ çõkmak mümkün değildir. Türkiye de bir “Kadınlar Devrimi” yaşamıştır... Batõ’da “Kadınların Devrimi”ne, özellikle kadõn-erkek eşitliği gerçeğine, gecikerek de olsa Türkiye de katõlmõş- tõr; ve bu, Batõ’daki “Aydınlanma”nõn -akõlcõ ve laik- devriminin, sonunda Türkiye’ye ulaşmasõnõn bir sonucudur. Bu süreçte, kesin ve radikal adõmlarõ atan da, bağõmsõz, laik ve demokratik Cum- huriyet olmuştur. Söz konusu uyanõşõ ya- şayan, bütün Müslüman dünyada tek ül- ke de bizimkidir. Ne var ki Türkiye’de, yarõm yüzyõlõ aşan bir süredir, laik ve demokratik devrime karşõ güçler, başta da İslamcõ- lar, kadõn-erkek eşitliğine direniyor; “kadın sorunu”nun çözümünü yokuşa sürüyorlar. Böyle bir ortamda, Cumhu- riyet Aydõnlanmasõnõn kadõnlarõn dava- sõna açtõğõ ufuklarõ, özellikle de Mede- ni Yasa Devrimi’ni her zaman savun- malõyõz. Öte yandan, ülkemizde, kadõn özgürlük hareketinde, 1980’lerle başla- yan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarlõ değişiminin getirdiği zenginliğe de sa- hip çõkmalõyõz! Gerçekten, Türkiye’de o yõllarda tar- tõşmalar, çetin koşullarda yapõlmõştõr: 70’li yõllarda, ülke, bir tür savaş için- deydi; 80’li yõllara girdiğimizde ise, bu savaş, sonunda bir faşizm getirmişti: 12 Eylül 1980’de, ülkede, insan hak ve öz- gürlükleri ortadan kaldõrõlõyordu; sol düşünce korkunç bir darbe yiyor ve sağ- cõ, dahasõ şeriatçõ düşünce ve güçlere - iktidara kadar- bütün kapõlar açõlõyordu. Türkiye’de, bu koşullarda, kadõn hare- keti ve feminist düşünce yeni ve değişik bir ivme kazanmõş ise, başta kadõnlarõn direnişi ve yaratõcõlõklarõ rol oynamõştõr; hepsi de, çağdaşlaşma ideolojilerinden yola çõkõyorlar ve birbirlerini tamamlõ- yorlardõ. Sonunda, korkulan da başa gel- di: Kasõm 2002’de Adalet ve Kalkõnma Partisi (AKP) iktidara geçti. “Muhafa- zakârlık”õn altõnda dinci/şeriatçõ bir ideoloji; liberalizm altõnda da, ulusal bi- rikimi tasfiye ve bireyci kazanç bulu- nuyordu; “muhafazakârlıkla uyutup li- berallikle soymak” da çok geçmeden gerçekleşti. Böyle bir iktidarõn, kadõn hareketi- mizin, 1980’lerde gerçekleştirdiği de- ğişimi daha ilerilere götürmesi, ilerici ve geleceğe açõk yürüyüşüne omuz vermesi düşünülebilir mi? Ayrõca hatõrlatmalõ: Ülkemiz, kahre- dici çelişkiler içinde. Kabaran yoksul kit- leye, gitgide çoğalan işsiz milyonlar ek- lenmiştir. Ekonominin sürekli büyüdü- ğü haberleri bu insanlarõ doyurmuyor. Bir de, aşõrõ nüfus artõşõ ve köylerden kentlere akan denetimsiz göç korkutu- yor. Böyle bir ortamda, yükün ağõrlõğõ- nõ taşõyacak olanlar kadõnlarõn omuzla- rõ değil midir? Tarõm kesimindeki kadõnlarõn derdi- ne, kentlerde başkalarõ ekleniyor. Kimi konulara da değineceğiz. Cumhuriyet devriminin, milli eğitimde açtõğõ çõğõrõ bi- liyoruz. Cumhuriyet, 1940’lara kadar olan dönemde, er- keklere de kadõnlara da elinden geleni yapmõştõr. Son- raki yõllar ise bir sapma yõllarõdõr ve sonucu da şudur: Kadõnlarõn eğitim olanaklarõndan yararlanmada bir eşitsizlik açõktõr. Bu eşitsizlik ise, sõnõfsal, bölgeler ve kõr-kent arasõ farklõlõklardan geliyor; onlara tutucu ideolojilerin etkilerini de katmalõ, iktidarlarõn bugüne de- ğin gideremedikleri eğitimde cinsel eşitsizlik, kõrsalda, özellikle de Doğu’da ve Güneydoğu’da korkunç bo- yutlardadõr ve günahõnõ da başta kõz çocuklar çekmek- tedir. Kõz çocuklar ise, her yönden yalnõz ulusal değil uluslararasõ bir sorundur: O sorun ise, çocuk emeğinin ekonomik olarak sömürülmesini yok etmekten, kõz ço- cuğu toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar hakkõn- da eğitmeye kadar uzanõyor; kõz çocuğunun statüsünü yükseltmek için aileyi güçlendirmek de gündemde. Bu sorumluluk ve yükümlülüklere bakõp Türkiye’yi ne den- li çetin görevlerin, beklediği açõk değil mi? Dava, kõzlarõ okula başlatmakla bitmiyor. Bunun yanõ sõra, Cumhuriyet’i kuranlarõn, kadõnlarõn eğitimine devrimlerin temeli olarak baktõklarõnõ; kõz ço- cuklara, eğitimlerinin her aşamasõnda insan olduklarõ bi- linci verildiğini biliyoruz. Kadõnlarõn, her alanda etkin olmalarõ özendiriliyor; başõ dik, eğitim görmüş, meslek sahibi “yurttaş kadın” simgesi işleniyordu ders ki- taplarda. Ne var ki 1945’ten başlayarak, ders kitaplarõnda başõ dik, eğitimli hatta bilim dünyasõna hazõrlanan ka- dõn görünmez olur; onlarõn yerine görünen, artõk bilgi- siz, mesleksiz, tüketici ve sürekli ev içi alanda dolanan tiplerdir. Bunun gibi, ders kitaplarõnda aydõnlanmacõ, la- ik, halkçõ, bağõmsõzlõktan yana kişiler yer almaz olur; düşünen, tartõşan, araştõran “bağımsız kadın ve erkek” imgesinin yerini, inanan ve boyun eğen insanlar alõr. Cumhuriyetin kazanõmlarõndan bu denli uzaklaştõğõmõz bir noktada, ülkemizin yarõm kalmõş Aydõnlanmasõnõn tamamlanmasõ için eğitimde ciddi adõmlar atmak elbette var. Yapõlacak işler arasõnda ders kitaplarõnõn yeniden yazdõrõlmasõ da yaşamsal değil mi? KIZLARI OKULA BAŞLATMAKLA BİTMİYOR... Kadõnlarõn verdiği emeği de hatõrlamalõ T oplumumuzda kadõn, ailenin içinde olsun ya da olmasõn, açõk bir sömürünün, kor- kunç bir cinsel açlõğõn, bu arada dinmez bir şiddetin sultasõ altõndadõr. Kadõn, kaçma ile de kurtulamõyor; “töre cinayetleri”, kendisini arayõp buluyor ve insanlõğõ da aşağõlõyor. Olay- larõn incelenmesinde erkeklere çõkarõlan “zim- met” gerçekten korkunçtur. Bu zimmete karşõ ceza yasalarõnõn söyleyeceği vardõr, ama bir nok- taya kadar! Olsun, cezanõn yõldõrma gücüne baş- vurmak da gerekiyor. Özellikle “töre cinayet- lerini” -yürürlükteki sistemle- birkaç yõllõk bir infaz hikâyesiyle kapamak iğrençtir. Öte yandan, “aile içi şiddet”, elbette Türklere özgü değildir; ama bunu söylemekle yetinmemeli. Nitekim, so- runun temellerine indiğimizde, toplumumuzda aksayankiminedenleridehemenbuluyoruz.Ör- neğin, çocuklarõn ailede gördüklerini daha son- ra kendi eş ve çocuklarõna karşõ uyguladõklarõ- nõ söyleyen uzmanlarõ tanõyoruz (Bkz.Hürriyet, 24 Ocak 2006). Özetle, aile içi şiddet çoğu kez, çocukken aile içinde yaşanan şiddetten kay- naklanõyor. Böylece, eğitimi aileden başlayarak sorgulamak gerekmiyor mu? Kadõnlarõn verdiği emeği de hatõrlamalõ: Ka- dõnlar, ne koşullarda ve ne pahasõna çalõşmak- tadõrülkemizde?Kalkõnmaylabirlikte,kadõn,hem eğitim olanaklarõna daha kolay ulaşabilmekte, hem de edindiği donanõm sonucu ekonomik öz- gürlüğünü kazanma şansõnõ yakalamaktadõr. Ne var ki, öğrenim düzeyi yükseldikçe iş bulma olanaklarõ artsa da, evlilik, kadõnlar için sosyal güvence ve statü kazandõran bir kurum olma ni- teliğini bugün de korumakta; dolayõsõyla, ev- lendiktensonraçalõşmamahâlâyüksektir.Buara- da, yürürlükteki öğretim sistemi, iş yaşamõnõn ih- tiyaç duyduğu nitelikte emek sunulmasõnõ en- gellemektedir. Öte yandan, kentleşmeyle birlikte kadõnõn ev dõşõ dünyayla bağlantõsõ artõyorsa da: Kadõnõn birincil görevinin eş ve anne olmasõ; ka- dõnlarõngebelik,doğumnedeniylesüreliizinkul- lanmalarõ; eve olan aidiyetlerinin yüksekliği; ça- lõşma yaşamõnõn çocuklara ayrõlan zamanõ kõ- sõtlamasõ biçimdeki değer yargõlarõ geçerliliği- ni korumaktadõr. Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerde ka- dõn, ne olursa olsun, ülkenin kalkõnmasõnda “po- tansiyel bir güç”tür. Profesör Türkel Minibaş, son eserinde (Bu Kez Düşmanın Adı: Terör, 2005, s. 539- 554), kadõnlar için şu konularõn da altõnõ çiziyor: Küreselleşme, demokrasi ve kadõnlarõ etkiliyor; kadõn emeğinin gücü gittikçe kendini belli edi- yor. Ne var ki, küreselleşmenin gözü kadõn eme- ğinde.Böylebirortamda,dikkatetmeli:Kadõnlar, bu kez de küreselleşmeye kurban olmasõn! Ya- şamsal bir uyarõ değil mi? İktidarõ eşitçe paylaşma... DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ ‘Kapitalizmi, Kapitalistlerden Kurtarmak’! Gezegenin en zengin ülkelerindeki finansal çö- küşe sadece göz atmak dünya ekonomisinin kırk günde nasıl dibe doğru hareketlendiğini, dahası ha- reketlenmeyi resesyona doğru sürdürdüğünü ‘bi- ze birşey olmazcıların’ dışında görüp kavramak ye- terli. Bu yüzden biz hariç, her ülke durumu kur- tarmak için krizin başından bu yana vakit kaybet- meden önlem alıp durmaktadır. Birleşik Devletler’de patlak veren krizin okyanusları aşarak büyük bir hız- la Latin Amerika’ya, Kanada’ya, İrlanda dahil İn- giltere’den Avrupa’ya; Rusya, Hindistan, Çin ve Ja- ponya’ya, neredeyse dünyanın tümünü etkisi al- tına aldığı biliniyor. Le Monde yazarlarından P. A. Delhommais ve Clement Lecombe’un birlikte ka- leme aldıkları yazıda (Le Monde, (25.10.08) finansal felaketin 1929, 1987 ve 1989’daki krizler gibi hep uğursuz ekim ayında patlak verdiğini anımsatıyorlar. Ama 2008 krizinin bunların hepsini bastıracağın- dan kimsenin kuşkusu yok. Başta Wall Street ol- mak üzere gezegenin önde gelen borsaları üç-dört haftada yüzde 25 değer yitirdiler. 1929 kriziyle il- gili eserinde ekonomist John Kenneth Galbraith, “Sonbahar, finans çevrelerinin ruhsal durumlarını belki de psikolojik yönden etkilemektedir; malum, sonbaharı kış izler” demesi boşuna değil. Krizin kı- şı önümüzde, ‘24 Ekim’de, Wall Street’in 79. ku- ruluş yıldönümünde borsalar gelmekte olan ‘kış’ın ilk sinyallerinden birini daha verdi. Paris’te CAC 40, seansı yüzde 3.54 düşüşle kapattı. Gün içindeki kaybı ise yüzde 10 düşüşle 3000 puanın altına ge- riledi. Tokyo Borsası’nın kaybı yüzde 9.60; Bom- bay yüzde11 geriledi. Wall Street’te Dow Jones en- deksi oluşan panikle yüzde 3.9 kayba uğradı. Özet- le yılın başından bu yana uluslararası büyük bor- salar kapitalizasyonlarının neredeyse yarısını yi- tirdiler. Bu, yaklaşık 25.000 milyor doların duman olup uçtuğu anlamına gelmektedir. (Nereye, niye uçtukları kimsenin saklısı değil.) Bu rakam Birle- şik Devletler’in gayri safi iç hasılasının yaklaşık iki katıdır. Bazı borsalar ise bütünüyle yok olmuşlar- dır. Reykjavik (İzlanda) borsasının değer kaybı yüz- de 90’lara dayanmıştır. Rusya ve Bükreş borsa- larının kayıpları ise yüzde 72’ye ulaşmıştır. Diğer taraftan bankaların kurtarılması için yönetimlerin gözden çıkardığı milyarlarca dolar bankaları aya- ğa kaldırmaya yetmediği gibi, geldim diyen re- sesyon tehlikesini de ortadan kaldıramamıştır. Dünya ekonomisini birbirine katan mali kıyametin önde gelen sorumlusu, aşırı kârlar için büyük risk- lere girmekten çekinmeyen aç gözlü banka yö- neticilerinin yanı sıra bunların kural, etik tanımayan, kuşkulu işlerine göz yuman yönetimlerin sorum- lulukları da unutulmamalıdır. Ciddi Le Monde ga- zetesi 19-20 Ekim 08 tarihli sayısında ‘banka yö- neticilerinin skandal yaratan zenginlikleri’ konusunu manşetine taşımıştır. Yazı, finans sektörünün üst yönetimlerinin aşırı ücretlerinin makul düzeylere in- dirilmesiyle ilgili önlemlere değinirken, büyük ban- kaların CEO’larının aldıkları yüksek ücretleri de ser- gilemektedir. Örneğin Birleşik Devletler’deki Gold- man Sachs’ın CEO’su Lloyd Blankfein 2007 yı- lında 53 milyon dolar kazanmış. Londra’da 2007 yılı için finans merkezi City’nin yöneticilerine da- ğıtılan sadece ‘bonus’ların değeri 21.6 milyar Av- ro düzeyindedir. Bazı ekonomi uzmanlarına göre CEO’ların aşırı düzeylerdeki ücretlerini kaybet- memek için özellikle son yıllarda çok riskli yatı- rımlara kalkışmaları krizin önde gelen nedenleri ara- sındadır. Le Monde’un bir başka yazarı Frederic Lema- itre (25 Ekim 08) ‘Kapitalizmi kapitalistlerden kur- taralım’ başlığıyla kaleme aldığı ilginç yazıda ay- nı konuyu irdeliyor. “Bilinen bir çelişkidir. Komü- nizmin ortadan kalkmasından bu yana kapitalistler, kapitalizmin en çetin düşmanı haline gelmiştir. Ya- zara göre kamuoyu için dayanılması güç düzeyde ücretler alan, emekli olduklarında yeni yaşamları- na altın paraşütlerle inen yöneticiler, bugün dev- rimci sayılmayan kimi Avrupa ülkelerini bile karşı- larına almayı başarmışlardır. Fransa’da CAC 40’ın yöneticileri 2007 yılında ortalama dört milyon Av- ro kazanmışlardır. Bu rakam yaklaşık iki yüz yıllık or- talama sıradan ücrete eşittir. Oysa JP Morgan Ba- kası’nın kurucusu J. Pierpont Morgan 20. yüzyılın başında ‘En üst yöneticinin ücreti (primler hariç) sı- radan bir ücretlinin aldığı ücretin yirmi katını geç- memelidir’ diyordu. Fransa’da 1988-2006 arasın- da ücretlilerin yüzde 90’nın ücretleri yüzde 4 ar- tarken, en yüksek ücret alan yüzde 1’in ücret ar- tışı yüzde 14 olmuştur. Lemaitre, sözü geçen ya- zısında krizi tetikleyen mekanizmaların nasıl işle- diğinden de söz etmektedir. ‘Büyük uluslararası bankaların yöneticileri son üç yılda toplam 95 mil- yar dolar ücret almışlardır. Buna karşılık kâr hırsıyla yaptıkları sınır, kural, etik tanımaz’.. kuşkulu giri- şimlerin faturası, Uluslararası Para Fonu’na (IMF)gö- re 1000 milyar dolardır! Bu takımın aldığı yüksek üc- retler sadece sosyal açıdan adaletsiz değil, ekonomi için de etkisiz olduğu kadar da zararlıdır.” “1937’de Başkan Roosevelt’in unutulan şu sözleri yeniden moda: ‘Duyarsız bencilliğin ahlak açısından her zaman kötü olduğunu bilirdik. Bu- gün ekonomik olarak da kötü olduğunu biliyo- ruz!’...” S on bir konu, erkeklerin kadõnlarla iktidarõ eşitçe paylaşmalarõna gelince... Batõ’da, kadõnlarõn siyasal haklarõnõ elde etmeleri, ilk aşamada, seçme ve seçilme açõsõndan eşitsizliğin kaldõrõlmasõ olarak başladõ ve 20. yüzyõlõn ilk yarõsõnda başarõyla noktalandõ. Ne var ki, Batõ’da bile, kadõnlar eğitim, meslek seçimi ve çalõşma olanaklarõ açõsõndan daha iyi koşullara sahip olsalar da; gerek özel, gerek kamu kesimlerinde, yönetimin yukarõ katlarõna gelemedikleri gibi, siyasal yaşamda da pek bir varlõk göstermiyorlar. Özetle, kadõnlar için, İskandinav ülkelerinin dõşõnda bir “temsil edilmeme” gibi bir olay vardõr ve onu aşma konusu tartõşõlõyor; engelin giderilmesi ise, başta demokrasinin yeniden kurulmasõnda ve eğitimden geçiyor. Batõ ise, “cinslere eşit temsil” olanaklarõnõ arõyor ve “kota uygulaması” da bulduklarõndan biridir. Türkiye’de bu tartõşmalarõn içindedir. “Kota” denen, partilerin seçimlerde, anayasal ve yasal olarak, kadõnlara ayõrmak zorunda olduklarõ - yüzde 25 ya da 30’luk- bir pay, bir kontenjan. Bu fikir, Türkiye’de, siyasal partilerden çok, sivil toplum kuruluşlarõ arasõnda yer buldu ve kökleşiyor. Ancak siyasal partiler de uyanmalõdõrlar: Atatürk Türkiye’si -kuşkusuz- daha ileriydi; Türk demokrasisinin bu alanda eksikliğini de kapatmasõ, parlamentomuza yeni bir kimlik kazandõracak ve bir canlõlõk getirecektir. Son olarak, 3 Kasõm 2002 seçimlerinden çõkan “kadınsız ve kasvetli bir Meclis”, bir “Maçolar Meclisi”ne getirmiştir. Getirmedikleri, başka nedenlerin yanõ sõra, bu niteliğinden de ileri gelmiyor mu? Kadõnsõz demokrasi olmaz! “Türban”a gelince... Çağdaş dünyada kadõn-erkek eşitliği artõk tartõşma dõşõdõr ve kadõna da yaraşõr. Onu sarõp örtme bahaneleri ile, türban, kadõna karşõ düpedüz bir hakarettir. Türkiye’de, 1923 Devrimi laik Cumhuriyeti yaratõrken - belki- başta kadõna verdiği yerle sentezini tamamlar. Türban ise, işte bu senteze karşõ girişilmiş - ve yõllardõr süren- genel saldõrõnõn bir parçasõdõr; gerici anlamda da, bir “politik simge”dir kuşkusuz. Avrupa Birliği’ne girmek “aşk”õyla tutuşmuş AKP’nin, Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin kararõ karşõsõndaki tavrõ, gericilik ve çelişmelerle dolu olmuştur. AKP’nin “türban açmazı” sürüyor... İşte kadõn sorununda gelip durduğumuz nokta! Her şeye karşõn söylemeli, Türkiye’de kadõn hâlâ “ikinci sınıf”; olumlu önlemlerin hayata yansõmasõ için de, bir “zihniyet değişimi”nin hõzlanmasõndan başka çare yoktur. Bu zihniyet değişimi de kendi kendine gerçekleşecek değildir; verilecek mücadelede erkeklerin payõ da önemlidir. Ancak, yollarõ açacak olan, kadõnlarõn bilinçlenmesidir. Türkiye’de de kadõnlar, kadõnlarõmõz, bu uğurda, ne olursa olsun savaşõyorlar... YARIN: KÜRT SORUNUNU YENİDEN DÜŞÜNMEK... NEVŞEHİR 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA İLANI DOSYA NO: 2007/1484 Bir borçtan dolayõ hacizli ve aşağõda cins, miktar ve kõymetle- ri yazõlõ mallar satõşa çõkanlmõştõr. Birinci artõrma 13.11.2008 günü 14,30-14,35 saatleri arasõn- daTraktörcüler sitesi no:2 Nevşehir adresinde yapõlacak ve o günün kõymetlerinin %60'õna istekli bulunmadõğõ takdirde 18.11.2008 günü aynõ yer ve saatte 2. artõrmanõn yapõlacağõ. Şu kadar ki, artõrma bedelinin malõn tahmin edilen kõymetinin %40 õnõ bulmasõnõn ve satõş isteyenin alacağõna rüçhanõ olan alacaklõnõn toplamõndan fazla olmasõnõn ve bundan başka pa- raya çevirme ve paylarõn paylaştõrma masraflarõnõ geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satõş bedeli üzerinden K.D.V.'nin alõcõ- ya ait olacağõ ve satõş şartnamesinin icra dosyasõnda görülebi- leceği, masrafõ verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin is- teyene gönderilebileceği, satõşa iştirak etmek isteyenlerin mu- hammen bedelin %20'si oranõnda nakit para ya da eş değerde banka teminat mektubu vermeleri şarttõr. Fazla bilgi almak is- teyenlerin yukarõda yazõlõ dosya numarasõyla dairemize baş- vurmalarõ ilan olunur. (İc.İf.K.114/1,114/3) Muhammn kõymeti LİRA(YTL) ADEDİ CİNSİ 15.000,00 YTL 1 06 Bd 1385 Plakalõ 1996 Mod. Ahududu Kõrmõzõ Renkli, 382970104119 41 Motor No- lu Ve Nmb37127416010337 Şasi Nolu Lastikleri %90 Yõp- ranmõş, Aküsü Bitik, Motor Refõze İstiyor, Muhtelif Yerleri Çürük ve Çizik Kamyon. (Basõn: 56331)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle