Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 27 EKİM 2008 PAZARTESİ
10 DİZİ
İtilmek ve ikinci sõnõf görülmek kadõnõn doğasõndan değil tarihten gelen bir durum
Kadõnlarõn savaşõ sürüyor
K
adõn sorunu “cinsel”
bir ayrõmcõlõğa daya-
nõr, dünya çapõndadõr
ve hep günceldir. Nerede
olursa olsun, erkeklerle ka-
dõnlar arasõnda güdülen derin
eşitsizlik, bir vesileyle patlak
verir. Ülkesine göre, kadõn-
larõn çalõşma yaşamõnda ya da
eğitim olanaklarõndan yarar-
lanmada açõk bir eşitsizlik
yaşanõr; ya da siyasal iktida-
rõ kadõnlarla erkeklerin eşitçe
paylaşmalarõ yolunda -kadõnlar aleyhi-
ne- bir “temsil edilmeme” durumu
vardõr. Daha da vahim olanõ, kimi top-
lumlarda kadõnlarõn, korkunç bir cinsel
açlõğõn, bu arada dinmez bir şiddetin sul-
tasõnda yaşamasõdõr: Aile içi şiddet, tö-
re cinayetleri...
Her iki cinsin statüleri arasõndaki
farklõlõğõn, kimi zaman iddia edildiği gi-
bi, fizyolojik dayanaklarõ var mõ?
Artõk biliyoruz, kadõnõn doğasõndan
değil, tarihten gelen bir durumdur bu iti-
liş; tarih boyunca, “kozmolojiler, din-
ler, boş inançlar, ideolojiler, edebi-
yatlar”, yarattõklarõ kadõn imgesiyle,
böylesi bir itilişi hazõrlayõp durmuşlar-
dõr. “Kadının doğası”, “ebedi kadın”
diye bir şey yoktur; cinsler arasõndaki
farklõlõklar toplumlarõn yarattõğõ ger-
çekliklerdir, doğadan gelmezler.
Ve “kadın olarak doğulmaz, kadın
olunur”!
Öte yandan, kadõnlarõn tarihi, genel
tarihten olduğu gibi erkeklerin tari-
hinden de ayrõlmadan, her iki cinsin
eşitliğine doğru ağõr ağõr yürümüş bir
tarihtir; 19 ve 20. yüzyõllardan beri ya-
şananõ da bir devrimdir. Kadõnlar, hâ-
lâ sömürülüyor dövülüyor, õrzõna ge-
çiliyorsa da, kayõtsõzlõğõn ya da boyun
eğmenin çağõ bitmiştir. Kadõnlarõn
devrimi gerçekleşmiştir; ona karşõ
çõkmak mümkün değildir.
Türkiye de bir “Kadınlar
Devrimi” yaşamıştır...
Batõ’da “Kadınların Devrimi”ne,
özellikle kadõn-erkek eşitliği gerçeğine,
gecikerek de olsa Türkiye de katõlmõş-
tõr; ve bu, Batõ’daki “Aydınlanma”nõn
-akõlcõ ve laik- devriminin, sonunda
Türkiye’ye ulaşmasõnõn bir sonucudur.
Bu süreçte, kesin ve radikal adõmlarõ atan
da, bağõmsõz, laik ve demokratik Cum-
huriyet olmuştur. Söz konusu uyanõşõ ya-
şayan, bütün Müslüman dünyada tek ül-
ke de bizimkidir.
Ne var ki Türkiye’de, yarõm yüzyõlõ
aşan bir süredir, laik ve demokratik
devrime karşõ güçler, başta da İslamcõ-
lar, kadõn-erkek eşitliğine direniyor;
“kadın sorunu”nun çözümünü yokuşa
sürüyorlar. Böyle bir ortamda, Cumhu-
riyet Aydõnlanmasõnõn kadõnlarõn dava-
sõna açtõğõ ufuklarõ, özellikle de Mede-
ni Yasa Devrimi’ni her zaman savun-
malõyõz. Öte yandan, ülkemizde, kadõn
özgürlük hareketinde, 1980’lerle başla-
yan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarlõ
değişiminin getirdiği zenginliğe de sa-
hip çõkmalõyõz!
Gerçekten, Türkiye’de o yõllarda tar-
tõşmalar, çetin koşullarda yapõlmõştõr:
70’li yõllarda, ülke, bir tür savaş için-
deydi; 80’li yõllara girdiğimizde ise, bu
savaş, sonunda bir faşizm getirmişti: 12
Eylül 1980’de, ülkede, insan hak ve öz-
gürlükleri ortadan kaldõrõlõyordu; sol
düşünce korkunç bir darbe yiyor ve sağ-
cõ, dahasõ şeriatçõ düşünce ve güçlere -
iktidara kadar- bütün kapõlar açõlõyordu.
Türkiye’de, bu koşullarda, kadõn hare-
keti ve feminist düşünce yeni ve değişik
bir ivme kazanmõş ise, başta kadõnlarõn
direnişi ve yaratõcõlõklarõ rol oynamõştõr;
hepsi de, çağdaşlaşma ideolojilerinden
yola çõkõyorlar ve birbirlerini tamamlõ-
yorlardõ. Sonunda, korkulan da başa gel-
di: Kasõm 2002’de Adalet ve Kalkõnma
Partisi (AKP) iktidara geçti. “Muhafa-
zakârlık”õn altõnda dinci/şeriatçõ bir
ideoloji; liberalizm altõnda da, ulusal bi-
rikimi tasfiye ve bireyci kazanç bulu-
nuyordu; “muhafazakârlıkla uyutup li-
berallikle soymak” da çok geçmeden
gerçekleşti.
Böyle bir iktidarõn, kadõn hareketi-
mizin, 1980’lerde gerçekleştirdiği de-
ğişimi daha ilerilere götürmesi, ilerici ve
geleceğe açõk yürüyüşüne omuz vermesi
düşünülebilir mi?
Ayrõca hatõrlatmalõ: Ülkemiz, kahre-
dici çelişkiler içinde. Kabaran yoksul kit-
leye, gitgide çoğalan işsiz milyonlar ek-
lenmiştir. Ekonominin sürekli büyüdü-
ğü haberleri bu insanlarõ doyurmuyor.
Bir de, aşõrõ nüfus artõşõ ve köylerden
kentlere akan denetimsiz göç korkutu-
yor. Böyle bir ortamda, yükün ağõrlõğõ-
nõ taşõyacak olanlar kadõnlarõn omuzla-
rõ değil midir?
Tarõm kesimindeki kadõnlarõn derdi-
ne, kentlerde başkalarõ ekleniyor.
Kimi konulara da değineceğiz.
Cumhuriyet devriminin, milli eğitimde açtõğõ çõğõrõ bi-
liyoruz. Cumhuriyet, 1940’lara kadar olan dönemde, er-
keklere de kadõnlara da elinden geleni yapmõştõr. Son-
raki yõllar ise bir sapma yõllarõdõr ve sonucu da şudur:
Kadõnlarõn eğitim olanaklarõndan yararlanmada bir
eşitsizlik açõktõr. Bu eşitsizlik ise, sõnõfsal, bölgeler ve
kõr-kent arasõ farklõlõklardan geliyor; onlara tutucu
ideolojilerin etkilerini de katmalõ, iktidarlarõn bugüne de-
ğin gideremedikleri eğitimde cinsel eşitsizlik, kõrsalda,
özellikle de Doğu’da ve Güneydoğu’da korkunç bo-
yutlardadõr ve günahõnõ da başta kõz çocuklar çekmek-
tedir. Kõz çocuklar ise, her yönden yalnõz ulusal değil
uluslararasõ bir sorundur: O sorun ise, çocuk emeğinin
ekonomik olarak sömürülmesini yok etmekten, kõz ço-
cuğu toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar hakkõn-
da eğitmeye kadar uzanõyor; kõz çocuğunun statüsünü
yükseltmek için aileyi güçlendirmek de gündemde. Bu
sorumluluk ve yükümlülüklere bakõp Türkiye’yi ne den-
li çetin görevlerin, beklediği açõk değil mi?
Dava, kõzlarõ okula başlatmakla bitmiyor.
Bunun yanõ sõra, Cumhuriyet’i kuranlarõn, kadõnlarõn
eğitimine devrimlerin temeli olarak baktõklarõnõ; kõz ço-
cuklara, eğitimlerinin her aşamasõnda insan olduklarõ bi-
linci verildiğini biliyoruz. Kadõnlarõn, her alanda etkin
olmalarõ özendiriliyor; başõ dik, eğitim görmüş, meslek
sahibi “yurttaş kadın” simgesi işleniyordu ders ki-
taplarda. Ne var ki 1945’ten başlayarak, ders kitaplarõnda
başõ dik, eğitimli hatta bilim dünyasõna hazõrlanan ka-
dõn görünmez olur; onlarõn yerine görünen, artõk bilgi-
siz, mesleksiz, tüketici ve sürekli ev içi alanda dolanan
tiplerdir. Bunun gibi, ders kitaplarõnda aydõnlanmacõ, la-
ik, halkçõ, bağõmsõzlõktan yana kişiler yer almaz olur;
düşünen, tartõşan, araştõran “bağımsız kadın ve erkek”
imgesinin yerini, inanan ve boyun eğen insanlar alõr.
Cumhuriyetin kazanõmlarõndan bu denli uzaklaştõğõmõz
bir noktada, ülkemizin yarõm kalmõş Aydõnlanmasõnõn
tamamlanmasõ için eğitimde ciddi adõmlar atmak elbette
var. Yapõlacak işler arasõnda ders kitaplarõnõn yeniden
yazdõrõlmasõ da yaşamsal değil mi?
KIZLARI OKULA
BAŞLATMAKLA BİTMİYOR...
Kadõnlarõn verdiği
emeği de hatõrlamalõ
T
oplumumuzda kadõn, ailenin içinde olsun
ya da olmasõn, açõk bir sömürünün, kor-
kunç bir cinsel açlõğõn, bu arada dinmez
bir şiddetin sultasõ altõndadõr. Kadõn, kaçma ile
de kurtulamõyor; “töre cinayetleri”, kendisini
arayõp buluyor ve insanlõğõ da aşağõlõyor. Olay-
larõn incelenmesinde erkeklere çõkarõlan “zim-
met” gerçekten korkunçtur. Bu zimmete karşõ
ceza yasalarõnõn söyleyeceği vardõr, ama bir nok-
taya kadar! Olsun, cezanõn yõldõrma gücüne baş-
vurmak da gerekiyor. Özellikle “töre cinayet-
lerini” -yürürlükteki sistemle- birkaç yõllõk bir
infaz hikâyesiyle kapamak iğrençtir. Öte yandan,
“aile içi şiddet”, elbette Türklere özgü değildir;
ama bunu söylemekle yetinmemeli. Nitekim, so-
runun temellerine indiğimizde, toplumumuzda
aksayankiminedenleridehemenbuluyoruz.Ör-
neğin, çocuklarõn ailede gördüklerini daha son-
ra kendi eş ve çocuklarõna karşõ uyguladõklarõ-
nõ söyleyen uzmanlarõ tanõyoruz (Bkz.Hürriyet,
24 Ocak 2006). Özetle, aile içi şiddet çoğu kez,
çocukken aile içinde yaşanan şiddetten kay-
naklanõyor. Böylece, eğitimi aileden başlayarak
sorgulamak gerekmiyor mu?
Kadõnlarõn verdiği emeği de hatõrlamalõ: Ka-
dõnlar, ne koşullarda ve ne pahasõna çalõşmak-
tadõrülkemizde?Kalkõnmaylabirlikte,kadõn,hem
eğitim olanaklarõna daha kolay ulaşabilmekte,
hem de edindiği donanõm sonucu ekonomik öz-
gürlüğünü kazanma şansõnõ yakalamaktadõr.
Ne var ki, öğrenim düzeyi yükseldikçe iş bulma
olanaklarõ artsa da, evlilik, kadõnlar için sosyal
güvence ve statü kazandõran bir kurum olma ni-
teliğini bugün de korumakta; dolayõsõyla, ev-
lendiktensonraçalõşmamahâlâyüksektir.Buara-
da, yürürlükteki öğretim sistemi, iş yaşamõnõn ih-
tiyaç duyduğu nitelikte emek sunulmasõnõ en-
gellemektedir. Öte yandan, kentleşmeyle birlikte
kadõnõn ev dõşõ dünyayla bağlantõsõ artõyorsa da:
Kadõnõn birincil görevinin eş ve anne olmasõ; ka-
dõnlarõngebelik,doğumnedeniylesüreliizinkul-
lanmalarõ; eve olan aidiyetlerinin yüksekliği; ça-
lõşma yaşamõnõn çocuklara ayrõlan zamanõ kõ-
sõtlamasõ biçimdeki değer yargõlarõ geçerliliği-
ni korumaktadõr.
Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerde ka-
dõn, ne olursa olsun, ülkenin kalkõnmasõnda “po-
tansiyel bir güç”tür.
Profesör Türkel Minibaş, son eserinde (Bu
Kez Düşmanın Adı: Terör, 2005, s. 539-
554), kadõnlar için şu konularõn da altõnõ çiziyor:
Küreselleşme, demokrasi ve kadõnlarõ etkiliyor;
kadõn emeğinin gücü gittikçe kendini belli edi-
yor. Ne var ki, küreselleşmenin gözü kadõn eme-
ğinde.Böylebirortamda,dikkatetmeli:Kadõnlar,
bu kez de küreselleşmeye kurban olmasõn! Ya-
şamsal bir uyarõ değil mi?
İktidarõ eşitçe paylaşma...
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
‘Kapitalizmi, Kapitalistlerden
Kurtarmak’!
Gezegenin en zengin ülkelerindeki finansal çö-
küşe sadece göz atmak dünya ekonomisinin kırk
günde nasıl dibe doğru hareketlendiğini, dahası ha-
reketlenmeyi resesyona doğru sürdürdüğünü ‘bi-
ze birşey olmazcıların’ dışında görüp kavramak ye-
terli. Bu yüzden biz hariç, her ülke durumu kur-
tarmak için krizin başından bu yana vakit kaybet-
meden önlem alıp durmaktadır. Birleşik Devletler’de
patlak veren krizin okyanusları aşarak büyük bir hız-
la Latin Amerika’ya, Kanada’ya, İrlanda dahil İn-
giltere’den Avrupa’ya; Rusya, Hindistan, Çin ve Ja-
ponya’ya, neredeyse dünyanın tümünü etkisi al-
tına aldığı biliniyor. Le Monde yazarlarından P. A.
Delhommais ve Clement Lecombe’un birlikte ka-
leme aldıkları yazıda (Le Monde, (25.10.08) finansal
felaketin 1929, 1987 ve 1989’daki krizler gibi hep
uğursuz ekim ayında patlak verdiğini anımsatıyorlar.
Ama 2008 krizinin bunların hepsini bastıracağın-
dan kimsenin kuşkusu yok. Başta Wall Street ol-
mak üzere gezegenin önde gelen borsaları üç-dört
haftada yüzde 25 değer yitirdiler. 1929 kriziyle il-
gili eserinde ekonomist John Kenneth Galbraith,
“Sonbahar, finans çevrelerinin ruhsal durumlarını
belki de psikolojik yönden etkilemektedir; malum,
sonbaharı kış izler” demesi boşuna değil. Krizin kı-
şı önümüzde, ‘24 Ekim’de, Wall Street’in 79. ku-
ruluş yıldönümünde borsalar gelmekte olan ‘kış’ın
ilk sinyallerinden birini daha verdi. Paris’te CAC 40,
seansı yüzde 3.54 düşüşle kapattı. Gün içindeki
kaybı ise yüzde 10 düşüşle 3000 puanın altına ge-
riledi. Tokyo Borsası’nın kaybı yüzde 9.60; Bom-
bay yüzde11 geriledi. Wall Street’te Dow Jones en-
deksi oluşan panikle yüzde 3.9 kayba uğradı. Özet-
le yılın başından bu yana uluslararası büyük bor-
salar kapitalizasyonlarının neredeyse yarısını yi-
tirdiler. Bu, yaklaşık 25.000 milyor doların duman
olup uçtuğu anlamına gelmektedir. (Nereye, niye
uçtukları kimsenin saklısı değil.) Bu rakam Birle-
şik Devletler’in gayri safi iç hasılasının yaklaşık iki
katıdır. Bazı borsalar ise bütünüyle yok olmuşlar-
dır. Reykjavik (İzlanda) borsasının değer kaybı yüz-
de 90’lara dayanmıştır. Rusya ve Bükreş borsa-
larının kayıpları ise yüzde 72’ye ulaşmıştır. Diğer
taraftan bankaların kurtarılması için yönetimlerin
gözden çıkardığı milyarlarca dolar bankaları aya-
ğa kaldırmaya yetmediği gibi, geldim diyen re-
sesyon tehlikesini de ortadan kaldıramamıştır.
Dünya ekonomisini birbirine katan mali kıyametin
önde gelen sorumlusu, aşırı kârlar için büyük risk-
lere girmekten çekinmeyen aç gözlü banka yö-
neticilerinin yanı sıra bunların kural, etik tanımayan,
kuşkulu işlerine göz yuman yönetimlerin sorum-
lulukları da unutulmamalıdır. Ciddi Le Monde ga-
zetesi 19-20 Ekim 08 tarihli sayısında ‘banka yö-
neticilerinin skandal yaratan zenginlikleri’ konusunu
manşetine taşımıştır. Yazı, finans sektörünün üst
yönetimlerinin aşırı ücretlerinin makul düzeylere in-
dirilmesiyle ilgili önlemlere değinirken, büyük ban-
kaların CEO’larının aldıkları yüksek ücretleri de ser-
gilemektedir. Örneğin Birleşik Devletler’deki Gold-
man Sachs’ın CEO’su Lloyd Blankfein 2007 yı-
lında 53 milyon dolar kazanmış. Londra’da 2007
yılı için finans merkezi City’nin yöneticilerine da-
ğıtılan sadece ‘bonus’ların değeri 21.6 milyar Av-
ro düzeyindedir. Bazı ekonomi uzmanlarına göre
CEO’ların aşırı düzeylerdeki ücretlerini kaybet-
memek için özellikle son yıllarda çok riskli yatı-
rımlara kalkışmaları krizin önde gelen nedenleri ara-
sındadır.
Le Monde’un bir başka yazarı Frederic Lema-
itre (25 Ekim 08) ‘Kapitalizmi kapitalistlerden kur-
taralım’ başlığıyla kaleme aldığı ilginç yazıda ay-
nı konuyu irdeliyor. “Bilinen bir çelişkidir. Komü-
nizmin ortadan kalkmasından bu yana kapitalistler,
kapitalizmin en çetin düşmanı haline gelmiştir. Ya-
zara göre kamuoyu için dayanılması güç düzeyde
ücretler alan, emekli olduklarında yeni yaşamları-
na altın paraşütlerle inen yöneticiler, bugün dev-
rimci sayılmayan kimi Avrupa ülkelerini bile karşı-
larına almayı başarmışlardır. Fransa’da CAC 40’ın
yöneticileri 2007 yılında ortalama dört milyon Av-
ro kazanmışlardır. Bu rakam yaklaşık iki yüz yıllık or-
talama sıradan ücrete eşittir. Oysa JP Morgan Ba-
kası’nın kurucusu J. Pierpont Morgan 20. yüzyılın
başında ‘En üst yöneticinin ücreti (primler hariç) sı-
radan bir ücretlinin aldığı ücretin yirmi katını geç-
memelidir’ diyordu. Fransa’da 1988-2006 arasın-
da ücretlilerin yüzde 90’nın ücretleri yüzde 4 ar-
tarken, en yüksek ücret alan yüzde 1’in ücret ar-
tışı yüzde 14 olmuştur. Lemaitre, sözü geçen ya-
zısında krizi tetikleyen mekanizmaların nasıl işle-
diğinden de söz etmektedir. ‘Büyük uluslararası
bankaların yöneticileri son üç yılda toplam 95 mil-
yar dolar ücret almışlardır. Buna karşılık kâr hırsıyla
yaptıkları sınır, kural, etik tanımaz’.. kuşkulu giri-
şimlerin faturası, Uluslararası Para Fonu’na (IMF)gö-
re 1000 milyar dolardır! Bu takımın aldığı yüksek üc-
retler sadece sosyal açıdan adaletsiz değil, ekonomi
için de etkisiz olduğu kadar da zararlıdır.”
“1937’de Başkan Roosevelt’in unutulan şu
sözleri yeniden moda: ‘Duyarsız bencilliğin ahlak
açısından her zaman kötü olduğunu bilirdik. Bu-
gün ekonomik olarak da kötü olduğunu biliyo-
ruz!’...”
S
on bir konu, erkeklerin
kadõnlarla iktidarõ eşitçe
paylaşmalarõna gelince...
Batõ’da, kadõnlarõn siyasal
haklarõnõ elde etmeleri, ilk
aşamada, seçme ve seçilme
açõsõndan eşitsizliğin
kaldõrõlmasõ olarak başladõ ve
20. yüzyõlõn ilk yarõsõnda
başarõyla noktalandõ. Ne var ki,
Batõ’da bile, kadõnlar eğitim,
meslek seçimi ve çalõşma
olanaklarõ açõsõndan daha iyi
koşullara sahip olsalar da; gerek
özel, gerek kamu kesimlerinde,
yönetimin yukarõ katlarõna
gelemedikleri gibi, siyasal
yaşamda da pek bir varlõk
göstermiyorlar.
Özetle, kadõnlar için,
İskandinav ülkelerinin dõşõnda
bir “temsil edilmeme” gibi bir
olay vardõr ve onu aşma konusu
tartõşõlõyor; engelin giderilmesi
ise, başta demokrasinin yeniden
kurulmasõnda ve eğitimden
geçiyor. Batõ ise, “cinslere eşit
temsil” olanaklarõnõ arõyor ve
“kota uygulaması” da
bulduklarõndan biridir.
Türkiye’de bu tartõşmalarõn
içindedir. “Kota” denen,
partilerin seçimlerde,
anayasal ve yasal olarak,
kadõnlara ayõrmak
zorunda olduklarõ -
yüzde 25 ya da
30’luk- bir pay, bir
kontenjan. Bu fikir,
Türkiye’de, siyasal
partilerden çok,
sivil toplum
kuruluşlarõ
arasõnda yer
buldu ve
kökleşiyor.
Ancak
siyasal
partiler de
uyanmalõdõrlar:
Atatürk Türkiye’si -kuşkusuz-
daha ileriydi; Türk
demokrasisinin bu alanda
eksikliğini de kapatmasõ,
parlamentomuza yeni bir
kimlik kazandõracak ve
bir canlõlõk getirecektir. Son
olarak, 3 Kasõm 2002
seçimlerinden çõkan “kadınsız
ve kasvetli bir Meclis”, bir
“Maçolar Meclisi”ne
getirmiştir. Getirmedikleri,
başka nedenlerin
yanõ sõra, bu niteliğinden de
ileri gelmiyor mu?
Kadõnsõz demokrasi olmaz!
“Türban”a gelince... Çağdaş
dünyada kadõn-erkek eşitliği
artõk tartõşma dõşõdõr ve kadõna
da yaraşõr. Onu sarõp örtme
bahaneleri ile, türban, kadõna
karşõ düpedüz bir hakarettir.
Türkiye’de, 1923 Devrimi
laik Cumhuriyeti yaratõrken -
belki- başta kadõna verdiği yerle
sentezini tamamlar. Türban ise,
işte bu senteze karşõ girişilmiş -
ve yõllardõr süren- genel
saldõrõnõn bir parçasõdõr; gerici
anlamda da, bir “politik
simge”dir kuşkusuz. Avrupa
Birliği’ne girmek “aşk”õyla
tutuşmuş AKP’nin, Avrupa
İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin
kararõ karşõsõndaki tavrõ,
gericilik ve çelişmelerle dolu
olmuştur. AKP’nin “türban
açmazı” sürüyor...
İşte kadõn sorununda gelip
durduğumuz nokta!
Her şeye karşõn söylemeli,
Türkiye’de kadõn hâlâ “ikinci
sınıf”; olumlu önlemlerin
hayata yansõmasõ için de, bir
“zihniyet değişimi”nin
hõzlanmasõndan başka çare
yoktur.
Bu zihniyet değişimi de kendi
kendine gerçekleşecek değildir;
verilecek mücadelede
erkeklerin payõ da önemlidir.
Ancak, yollarõ açacak olan,
kadõnlarõn bilinçlenmesidir.
Türkiye’de de kadõnlar,
kadõnlarõmõz, bu uğurda, ne
olursa olsun savaşõyorlar...
YARIN:
KÜRT SORUNUNU
YENİDEN DÜŞÜNMEK...
NEVŞEHİR 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ
TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA
İLANI
DOSYA NO: 2007/1484
Bir borçtan dolayõ hacizli ve aşağõda cins, miktar ve kõymetle-
ri yazõlõ mallar satõşa çõkanlmõştõr.
Birinci artõrma 13.11.2008 günü 14,30-14,35 saatleri arasõn-
daTraktörcüler sitesi no:2 Nevşehir adresinde yapõlacak ve o
günün kõymetlerinin %60'õna istekli bulunmadõğõ takdirde
18.11.2008 günü aynõ yer ve saatte 2. artõrmanõn yapõlacağõ.
Şu kadar ki, artõrma bedelinin malõn tahmin edilen kõymetinin
%40 õnõ bulmasõnõn ve satõş isteyenin alacağõna rüçhanõ olan
alacaklõnõn toplamõndan fazla olmasõnõn ve bundan başka pa-
raya çevirme ve paylarõn paylaştõrma masraflarõnõ geçmesinin
şart olduğu, mahcuzun satõş bedeli üzerinden K.D.V.'nin alõcõ-
ya ait olacağõ ve satõş şartnamesinin icra dosyasõnda görülebi-
leceği, masrafõ verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin is-
teyene gönderilebileceği, satõşa iştirak etmek isteyenlerin mu-
hammen bedelin %20'si oranõnda nakit para ya da eş değerde
banka teminat mektubu vermeleri şarttõr. Fazla bilgi almak is-
teyenlerin yukarõda yazõlõ dosya numarasõyla dairemize baş-
vurmalarõ ilan olunur.
(İc.İf.K.114/1,114/3) Muhammn kõymeti LİRA(YTL)
ADEDİ CİNSİ
15.000,00 YTL 1 06 Bd 1385 Plakalõ 1996
Mod. Ahududu Kõrmõzõ Renkli, 382970104119 41 Motor No-
lu Ve Nmb37127416010337 Şasi Nolu Lastikleri %90 Yõp-
ranmõş, Aküsü Bitik, Motor Refõze İstiyor, Muhtelif Yerleri
Çürük ve Çizik Kamyon. (Basõn: 56331)