24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 OCAK 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Türban ve Görevlilerin Sorumluluğu Dini inancı nedeniyle başını örttüğünü savlayıp üniversitelerde türban yasağının kalkmasını isteyenler kendileriyle çelişmektedirler. Çünkü türban eğer dinsel inanç gereği kullanılıyorsa yalnız yükseköğretim kurumlarında değil, ilköğretim ve ortaöğretim kurumları ile kamu kurumlarında da savunulması gerekir. rarlarda, aydın, uygar, Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli olan eğitim kurumlarında başörtüsü yasağının hukuka uygun olduğunu kabul etmiş; başörtüsünü serbest bırakan kuralları anayasanın laiklik ve eşitlik ilkelerine ve devrim yasalarının korunması amacına aykırı görerek iptal etmiştir. PENCERE AKP Kuyrukçuluğunda MHP’nin Tarihsel Rolü?.. Aaaa.. o da ne?.. Meğer MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) de türbancıymış... Doğrusu şaşırdım kaldım... Neden böyle oldu?.. Kanun zoru mu vardı?.. MHP niçin AKP’nin kuyruğuna takıldı?.. ? MHP Genel Başkanı seçimlerde nutuk kürsüsünden AKP lideri RTE’ye ip atmıştı... Meğer Sayın Devlet Bahçeli AKP’ye attığı ipe kendisi tutunacakmış... Seçimlerden sonra RTE’nin AKP’sine en büyük destek MHP’den geliyor... Nasıl?.. MHP düpedüz AKP’ye kuyrukçuluk yapıyor... Çankaya olayındaki kuyrukçuluk daha unutulmadan türbancılıkta MHP’nin AKP’ye desteği doğrusu çok çarpıcı... Hikmeti nedir?.. ? Bugün Uğur Mumcu için yazmayı düşünüyordum... Düşündüm... Ve kendi kendime sordum: Uğur yaşasaydı, bugün MHP ve Bahçeli’ye ilişkin neler yazardı?.. Yanıt: Neler yazmazdı?.. Türkiye bugün Uğur’un katlanabileceği bir manzara sergilemiyor; Atatürk Cumhuriyeti dinci karşıdevrim sürecini yaşamaktadır... MHP de bunun hınk deyicisine dönüşmüştür... ? Oysa MHP milliyetçi bir parti değil miydi?.. Meğer değilmiş... Bu köşede geçen yaz şöyle yazmıştım: “ Laik Atatürk Cumhuriyeti’nin ‘varoluşu’ ve ‘bütünlüğü’ için dün bana işkence etmiş olanlarla bugün gerekirse el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum...” Büyük bir cayırtı kopmuş, yalnız dinci medyada aleyhime yaklaşık 20 yazı yayımlanmıştı... Oysa cayırtıya gerek yokmuş... Meğer MHP milliyetçiliği dinci kuyrukçuluğuna dönüşecekmiş... ? MHP verdiği kararın taktik bir niteliği olduğunu sanıyorsa aldanıyor.. Türban olayı ‘türban olayı’ değildir... 1) AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) ve bizim Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı bir yola girilmektedir... ki bu, ‘İslamcı Türkiye’nin Batı’dan kopuşunda önemli bir aşamadır... 2) MHP ılımlı İslam devleti modeline uyumda, stratejik bir kararla karşıdevrime katılmakta, sivil darbeye destek sağlamaktadır... ? Türkiye türban kararıyla türban ötesi hesaplaşmanın dönüm noktasındadır; tesettürü anayasaya sokmak, anayasanın değiştirilemez temel maddesi laikliği delmek demektir. Son Çıkış BOĞAZİÇİ’NİN iki yanındaki otoyollardan köprülere doğru araba sürenler bilir: Köprüye yaklaşınca sağda bir uyarı levhası görülür; yöredeki bir semtin adıyla birlikte “Köprüden önce son çıkış” diyen bir levhadır bu. O semte gitmek istediğiniz halde dalıp çıkışı atladınız mı, akan trafikle birlikte kısa sürede kendinizi yüzlerce metrelik bir köprünün üzerinde ve öbür ucunda bulursunuz. Artık, geri dönüp istediğiniz yere gidebilmek uğruna uzak kavşaklardan dönmek için hayli vakit harcamak zorundasınızdır. Türkiye’nin bugünkü durumunda da böyle. Cumhuriyetçi devrimin yolu üzerine konan engellere doğru sürüklenirken bu son çıkış fırsatı kaçırılırsa gerici iktidar sizi önüne katar ve uzaklara sürer. Kısa zamanda hiç beğenmeyeceğiniz sahillere sürüklenmiş, içinden çıkılmaz kuyulara atılmış bulabilirsiniz kendinizi. Büyük olasılıkla, bataklığından kurtulmak için uzun yıllar didinmek, bin bir eziyete katlanıp ağır bedeller ödemek zorunda kalacağınız durumlardır bunlar. Uyanık durma, karşı çıkma, direnme zamanıdır. Çünkü ülke korkunç bir akıbete doğru itiliyor. Karşıdevrimciler azmış, pervasızca ve kıra döke korkunç bir işe girişmişlerdir: Örtünme konusunu bahane edip Cumhuriyeti yıkacak dinamitleri aynı Cumhuriyetin mevzuatına sokmak için kollarını sıvamışlardır. Bunun, üniversite yerleşkelerinde kalmayıp aşama aşama kamu yaşamının her alanını kapkara bir kapanışa götüreceğini ve görüntüdeki karanlığın yavaş yavaş zihinlere, bilim ve hukuk alanına bulaşacağını bile bile. aşırtıcı olan, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri böyle bir yıkım fırsatı beklemiş bir irtica canavarının sözde din özgürlüğü ve yükseköğrenim hakkı adına yeniden baş kaldırmış olması değildir. Şaşırtıcı olan, yine aynı Cumhuriyeti kuranların büyük çabalarla bağımsızlaştırmış, okutmuş, yetiştirmiş milyonlarca insanın bu çullanışı, sanki bir başka devletin yıkılış filmini seyreder gibi, sessiz, tepkisiz seyrediyor olmasıdır. Oysa Cumhuriyet dönemlerinde doğup büyümüş birkaç kuşağın birden ayağa kalkma ve “Yıktırmayız” diye haykırma günüdür. Herkesin. Yalnız geçmişin onurlu yıllarını görmüş yaşlıların değil, gelecekleri karartılmak istenen gençlerin de. Yalnız üniversitelilerin değil, devletten herhalde böyle bir edilginlik için maaş almayan devlet görevlilerinin de. Yalnız memurların değil, emekleri ve çabalarıyla Cumhuriyeti üretken kılan işçilerin ve işverenlerin de. Yalnız sivillerin değil, Cumhuriyet için ölmeye ant içmiş askerlerin de. ünkü Cumhuriyet kendisinin hançerlenişini sessiz seyretsinler diye yetiştirmedi bu kuşakları. Onlara verdiği bilimin aydınlığı, tekniğin becerisi, silahın caydırıcılığı, kısacası bütün bu donanım hep o korunsun diye verildi. Bülent SERİM YÖK Üyesi Yargı kararları inanç bölümündeki yerinde anayasal güvenceye alınmıştır. Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez. Devlet, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla dini hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisine sahiptir; bireyin inanç ve ibadet yaşamına kamu düzenini, kamu güvenliğini ve kamu çıkarlarını korumak amacıyla sınırlama getirebilir. Türbanı “siyasal simge” sayan ve laiklik ilkesinin ihlali olarak kabul edip yükseköğretim kurumları ile kamu kurumlarında türban yasağını hukuka uygun bulan bu kararlar, kamu görevlisi olsun olmasın herkesin, bu bağlamda yükseköğretim kurul ve kurumlarının yöneticilerini ve öğretim elemanlarını da bağlamaktadır. Bu kararlar, anayasa gereği mutlaka uyulması, uygulanması, uygulatılması gereken kararlardır. Yargı kararlarını yerine getirmemek, gereğini yapmamak, yapılmasını geciktirmek ya da önlemek suçtur ve yaptırımı Türk Ceza Yasası’nda düzenlenmiştir. AİHM ise öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlükleri ile dinsel simgelerin ve törenlerin sergilenmesinin sınırlandırılabileceğini, bunun din ve inanç özgürlüğüne, dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olmadığını; tersine, demokrasi ilkesi yönünden başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunması amacıyla getirilen bu yasağın meşru olduğunu karara bağlamıştır. Dini inancı nedeniyle başını örttüğünü savlayıp üniversitelerde türban yasağının kalkmasını isteyenler kendileriyle çelişmektedirler. Çünkü türban eğer dinsel inanç gereği kullanılıyorsa yalnız yükseköğretim kurumlarında değil, ilköğretim ve ortaöğretim kurumları ile kamu kurumlarında da savunulması gerekir. Bu durum, yükseköğretim kurumları dışında türbanın savunulmasının aşamalara bırakıldığını, yani türbancıların asıl amaçlarını gizlediklerini göstermektedir. Nitekim, üniversitelerde türban serbest bırakılınca başını örtmeyenler, inançsızlık, dinsizlik, ahlaksızlıkla suçlanacaklar, bu toplumsal ve psikolojik baskı onların da başını örtmesini sağlayacaktır. Son yıllarda buna bir de devlet baskısı eklenmiştir. Kimi bu baskılardan kurtulmak, kimi yaşamını kolaylaştırıp güvende olmak, kimi eşinin devlet olanaklarından yararlanmasını sağlamak (ihale/kredi almak, arazi rantından yararlanmak, kamu görevinde yükselmek gibi) için örtünecektir. Türbanlı sayısının son dört yılda 4.5 kat arttığını gösteren Konda anketi, anlatmaya çalıştığımız baskıyı ve sonucunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Ç ağdaş demokrasilerde, seçim sandıklarından çıkan tek başına iktidarların çoğunluk diktatörlüğüne dönüşmemesi için erkler ayrılığı kabul edilmiş, erklerin birbirini denetleyip dengelemesine özel önem verilmiştir. Bu nedenle, yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirinden bağımsız düzenlenmiş, üçünün de ayrı ayrı, kendi alanlarında ulusal egemenliği/devlet iktidarını kullanması sağlanmıştır. Yine çağdaş demokrasilerde, gerçek gücü elinde bulunduran siyasal nitelikli yasama ve yürütme üzerinde yargı erkinin denetimi zorunlu kılınmıştır. Yasama çoğunluğunun ve yürütmenin tek ve aynı siyasal parti elinde bulunduğu dönemlerde yargının denetim ve denge işlevi, demokrasi yönünden çok daha önem taşımaktadır. İşte, yargının denetim gücü hukuk devleti temeline dayalı hukukun üstünlüğü ilkesiyle sağlanmaya çalışılmıştır. Hukukun üstünlüğü, mahkemeler ve yargıçlar bağımsız, yargı kararları bağlayıcı kılınarak yaşama geçirilmiştir. Anayasanın 138. maddesinde tüm yargı kararlarının, 153. maddesinde de Anayasa Mahkemesi kararlarının, yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, gerçek ve tüzelkişileri, kısaca herkesi bağlayacağı açıkça kurala bağlanmıştır. Bu kurallar gereği herkes, bu bağlamda kamu görevlileri, yargı kararlarının gereğini yapmak zorundadırlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik anlayışı, Türk devrimlerine ışık tutan, Türk aydınlanma çağını başlatan, Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracak olan, ulusal birliği sağlayan, tüm ilke, kural ve kurumların temelini oluşturan anlayıştır. Anayasanın başlangıcında, laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya “kesinlikle” karıştırılamayacağı belirtilmiştir. Anayasanın metnine dahil olan ve diğer anayasal kurallarla eşdeğerdeki bu kural, 2. madde uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dayanağıdır. Anayasanın 24. maddesinde, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin “kısmen de olsa” din kurallarına dayandırılamayacağı; dinin, din duygularının, dince kutsal sayılan şeylerin siyasal ya da kişisel çıkar sağlamak için kullanılamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Anayasanın 14. maddesinde de hak ve özgürlüklerin “laik Cumhuriyeti” ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik anlayışı bu kurallarla içerik kazanmış ve yaşam bulmuştur. Anayasaya uygunluk denetimi nedeniyle, anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olan Anayasa Mahkemesi, çeşitli kararlarında, bu kurallardan yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin laik devlet niteliğinin özelliklerini şöyle sıralamıştır: Din, devlet işlerine karıştırılamaz. Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin Laiklik ve içeriği Laiklik ilkesi, yukarıda yer verilen kural ve kararlarla anlam ve içerik kazanmıştır. Gündemde olan anayasa değişikliğinde yalnızca ilk dört maddeye dokunulmayarak laiklik ilkesi korunamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan laiklik ilkesinin korunabilmesi için yukarıda yazılı kurallara, yeni anayasada da aynen yer verilmesi gerekir. Tersi durum, din ve devlet işlerinin tümüyle ayrılması, devletin din üzerindeki denetiminin sonlandırılması, dinin cemaatlerin ve tarikatların denetimine bırakılması sonucunu doğurur ki, bu sistemde din, topluma ve devlete giderek egemen olur. Laiklik ilkesinin bugünkü içeriğiyle korunması, türban konusu yönünden de önemlidir. Anayasa Mahkemesi türbanla ilgili ilk kararını 1989 yılında vermiş; yükseköğretim kurumlarında dini inanç nedeniyle boyun ve saçların örtülmesini serbest bırakan yasa kuralını “laiklik”, “ulusal birlik”, “hukuk devleti”, “eşitlik” ve “demokratiklik” ilkelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Yüksek Mahkeme 1991 yılında verdiği kararında da “anayasanın ve devrim yasalarının, yükseköğretim kurumlarında dinsel nitelikli giysiler giyilmesine olur vermediğini” belirterek başörtüsü konusundaki görüşünü ısrarlı biçimde sürdürmüştür. Her ne kadar, kimilerinin üniversitelerde türban serbestisi için dayanak yaptığı Yükseköğretim Yasası’nın ek 17. maddesinde “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” kuralı bulunmakta ise de bu kuraldaki önemli nokta “yasalara aykırı olmamak” koşuludur. Anayasa Mahkemesi’nin 1991 yılında verdiği kararda da belirtildiği gibi, yasa kavramı anayasayı da kapsamaktadır ve 1989 yılında verilen kararda vurgulandığı gibi anayasal ilkeler yükseköğretim kurumlarında başörtüsüne izin vermemektedir. Dolayısıyla ek 17. madde kuralı, yükseköğretim kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırmadığı için anayasaya aykırı değildir. Anayasa Mahkemesi, Refah ve Fazilet partilerinin kapatılmasına ilişkin kararlarında ise Partilerin, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü kullanmalarını destekleyen davranışlarını, Siyasal bir simge olan türbanın, eylemli bir durum yaratılarak TBMM’ye taşınma girişimini laiklik ilkesine aykırı bularak kapatma nedeni saymıştır. Danıştay 1984 yılından bu yana verdiği ka Hukuk ve yasalar Ş Ç Gelinen nokta Laik devlet, yurttaşlarını her türlü baskıdan korumakla yükümlü devlettir. Devletimiz eğer laik ve demokratik Cumhuriyet niteliğini koruyorsa, yurttaşlarını karşı karşıya bulundukları örtünme baskısından kurtarması gerekir. Bugün başörtüsü sorununun “toplumsal uzlaşma” ile çözüldüğünü söyleyenler baskıları görmezden gelmektedirler. Acaba bu söylemi geliştirenler, aynı baskılar sonucu oluşturulacak toplumsal uzlaşma ile laikliğin sonunu getirmek mi istemektedirler? Unutulmamalıdır ki, rejimin temelini oluşturan ilkelerin ve değerlerin toplumsal uzlaşmayla sonlandırılması olanaklı değildir. Buna bir siyasal parti tarafından hazırlanan ve adına anayasa denilen metnin de gücü yetmeyecektir. mumtazsoysal@gmail.com Bizim Gençliğimizde Buraları Yemyeşildi TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle