14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 EYLÜL 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ermeni Soykırım İddiası... Ermeni meselesi, günümüzde, tarihsel, hukuksal, siyasal ve kamuoyu oluşturulması (public relations) boyutları olan devasa bir uluslararası ilişkiler sorunu niteliği kazanmıştır. Bu itibarla bu dört boyutu dikkate alan uzun vadeli bir stratejik plan ile bunu uygulayacak iç ve dış kurumsal yapının ortaya çıkarılmasına acilen ihtiyaç vardır. PENCERE Emperyalizm Ne İstiyor?.. Saydamlaştırıp yalınlaştırmak yöntemiyle köşe yazısı üslubuna indirgenirse, denilebilir ki, insan toplumu ‘1789 Devrimi’ ile ulusa dönüştü... İnsan toplumu ümmetti.. Millet oldu.. Ümmet millete, kul bireye (daha başka deyişle yurttaşa), dincilik laikliğe dönüşünce, insan hakları ve demokratik toplum ortaya çıktı... Bu bilimsel ve tarihsel gerçeğe göre dincilik (ılımlı ya da ılımsız İslamcılık) ulusçuluktan (milliyetçilikten) geri mi geridir... ? Ama 22 Temmuz seçiminde ne oldu?.. AKP Anadolu’da MHP’yi ve CHP’yi solladı... Seçim sandığında merkez sağ partiler yok oldular... Türkiye’de demek ki tersine bir tarih yaşanıyor, yaşandı... Amerika güdümünde ve desteğinde İslamcılık büyük atılım yaptı... Atatürk Devrimi’yle (Kemalist ihtilal ile) uluslaşan Türkiye’yi ümmetleştirmek, Amerika’nın adı konmuş ünlü Ortadoğu projesinin amacıdır... ‘Emperyalizmin süper gücü’ amacına çok yaklaştı. ? Ancak arada beklenmedik ya da beklenen bir şey oldu... Güneydoğu Anadolu’da ağa, ırgat, terörist, etnikçi, dinci, ümmetçi, Kürt, Türk, Alevi, Sünni, kentli, köylü karmaşası üzerine yükselen Kürtçü politikanın başını çeken parti (DTP), Ilımlı İslamcı AKP’den bir vurgun yedi... Şimdi etnikçi parti ile ılımlı İslamcı parti kavga ediyorlar... Tablo karıştı.. Kafalar karıştı.. Karışmayan ne?.. Amerika, her iki tarafı da elinin altında bulunduruyor... Olur böyle vakalar... ? Kafaların durulması, olan bitenlerin kavranması ve yaşanan karmaşanın anlamına akıl erdirilmesi için, her şeyden önce ‘Emperyalizm’ kavramının açıklanması, irdelenmesi, kullanılması gerekiyor... ‘Emperyalizm’ sözcüğüne ambargo koyan bir kafa için her şey karmakarışıktır... Emperyalizm bölgede ne istiyor?.. 1) Türkiye Amerikan tezgâhında tasarlanan dinci devlete doğru mu sürükleniyor?.. 2) Bu süreçteki kargaşa ve çatışmalarla hızlandırılan etnikçilik üzerine parçalanma gerçekleşecek mi?.. ? Batı için bugün Türkiye’de en büyük tehlike ‘Kemalizm’dir... Çünkü Anadolu’da, ulusal bilinç ışıdı mı, Batı emperyalizminin tüm tasarımları suya düşecek... Anayasa Tepkisi: Üç ÖYLE anlaşılıyor ki, yeni “sivil” anayasayla egemenlik kavramına yeni bir tanımlama getirilecek. Bu tanımlamanın 1921’den beri Türk anayasalarının değişmez ilkesi olan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini içerik açısından değiştireceğe benzer. Birtakım kayıtlar ve şartlar getirerek. Daha doğrusu, 1982 Anayasası’yla zaten konmuş sınırlamalara ve koşullara yenilerini ekleyerek. Bunların sonuçta amaçlanan “ılımlı İslam devleti”ni açıkça getireceğini düşünmemek gerekir. Şimdilik yapılmak istenen, “ulusdevlet” kavramının kalıntılarını sistemden silmek ve daha sonra getirilecek aşamalar için zemin hazırlamaktır. İlk bakışta zararsız, hatta hukuksal kapsam bakımından doğru sayılabilecek anlatım farklılıklarıyla. rneğin 1961 ve 1982 anayasalarındaki “Millet, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır” biçimindeki anlatımın yerini “egemenliğin yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanılması” diye bir formülün almasından söz ediliyor. “Ne var bunda?” denebilir. Yasama, yürütme, yargı dışında başka organ var mı? “Güçler ayrılığı” tartışmalarından beri temel organlar hep bunlar olmadı mı? O halde ne var bu formül değişikliğinin gerisinde? Galiba şu: Son iki anayasa dolayısıyla örneğin Milli Güvenlik Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu, Yükseköğretim Kurulu gibi bazı organların kendi başlarına buyruk, sistem dışında kuruluşlar olduğu yolunda yanlış bir izlenim yaratılmıştı. Oysa, hepsi, değişik ölçülerle ve kurallarla temel sorumluluk açısından “yürütme” içinde yer almaktaydılar. MGK, Bakanlar Kurulu’nun sorumluluğuna giren Silahlı Kuvvetler ile siyasal sorumluluk taşıyan bakanlar arasında bir eşgüdüm organı değil mi? Devlet Denetleme Kurulu yine yürütmenin bir parçası olan Cumhurbaşkanlığı’nın yetki alanına girmiyor mu? Yükseköğretim, bütün eğitim konuları gibi, Milli Eğitim’in siyasal sorumluluk alanı içinde sayılmaz mı? Sorun, galiba özerklik kavramının politika dünyasına verdiği rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Siyasiler, kamunun parasıyla iş gören, ama “seçilmiş” siyasilerin buyruk ve yönlendirişlerinden korunması gereken üniversite ve TRT gibi organların varlığını pek istemiyorlar. Yargı bağımsızlığı bir ölçüde doğal sayılıyor da özerklik, yani erklerini kendi bilimsel niteliklerinden ya da kamuyu doğru bilgilendirme görevlerinden alanların siyasal etkiden korunması pek anlaşılmıyor. Nitekim, TRT özerkliğinin çanına çoktan ot tıkandı bile. Kaldı YÖK. olayısıyla, “bilim adamları”nca hazırlandığı söylenen “sivil” anayasadan çıkacak çapanoğullarından birinin, YÖK’ü düzeltmek yerine, yok etmek ya da iktidar emrine bağlamak olması beklenmelidir. [email protected] Dr. Şükrü ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili Ö arihsel perspektiften bakıldığında, Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa’nın, emperyalist çıkarları gereği Osmanlı toprakları üzerinde bağımsız bir Ermeni devleti kurulacağı vaadiyle kandırıp isyan ettirdikleri Ermeni kavmini bir piyon olarak kullanmak suretiyle yarattıkları Ermeni sorununu, mirasına göz diktikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecini hızlandırmak amacıyla onun içişlerine sürekli müdahale için bir bahane olarak kullandıkları görülür. Ancak, aradan bir asırdan fazla zaman geçtikten sonra bu sorunun bugün eriştiği nokta, Türkiye Cumhuriyeti açısından kaygı verici çağrışımlara yol açıyor. Çünkü bazı Batılı devletlerin, Ermeni soykırım iddiasını kullanarak Türkiye’nin dış politikasını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek veya ödünler elde etmek, bazılarının da bu sorundan ülkemizin AB’ye tam üye olmasını engellemek amacıyla bir baskı ve müdahale unsuru olarak yararlanmak istedikleri gözlemleniyor. Bu devletler arasına son olarak İsrail’in de katıldığına tanık olduk. Nitekim, ABD’deki Yahudi lobisinin önde gelen kuruluşlarından biri olan “İftiraya Karşı Birlik” (AntiDefamation League ADL) adlı örgüt, geleneksel tutumunu değiştirerek, 1915 Ermeni olaylarının soykırımla eşdeğer olduğu yolunda bir açıklamada bulundu. Ankara’da şok dalgaları yaratan bu açıklama üzerine hükümet bir dizi üst düzey girişimde bulundu ise de ADL geri adım atmadı. Bu açıklamanın İsrail ve ABD tarafından,Türkiye’nin dış politikasını yönlendirmek amacıyla özenle kurgulanan dolaylı bir girişim olduğu apaçık belli. T sinin desteğinden yararlanmak istiyorsa, İsrail’in ve ABD’nin çıkarlarına zarar vermekten kaçınmalı, İran’la enerji işbirliğini askıya almalı ve bu ülkeye karşı mesafeli bir politika izlemelidir.” Esasında, Yahudi lobisi bir süredir Türkiye’ye uyarıcı sinyaller gönderiyordu. Örneğin, Hamas liderlerinden Meşal’in Türkiye’ye davet edilmesine ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Yahudi asıllı Tom Lantos’un gösterdiği tepki anımsanacaktır. Lantos, Başbakan Erdoğan’a diplomatik nezaket kurallarına sığmayan içerikte bir mektup göndermekle kalmamış, ayrıca, “Soykırım tasarısını desteklemeyeceğim ama Temsilciler Meclisi’ne sunulmasını da engellemeyeceğim” demişti. TBMM heyetine mesaj: Hamas’a ve İran’a uzak durun Diğer taraftan benim de katıldığım TBMM heyetleri, önceki yıllarda Washington’a yaptıkları resmi ziyaretlerde Yahudi lobisinin amiral gemisi olan AIPAC da dahil olmak üzere, B’nai Brith, Amerikan Yahudi Komitesi, Amerikan Yahudi Kongresi, ADL ve JINSA’nın üst düzey temsilcileri ile temaslarda bulunmayı ihmal etmezlerdi. Bu temaslar sıcak ve dostane bir havada geçer ve muhataplarımız soykırım tasarıları konusunda Kongre’de Türkiye’ye destek vereceklerini teyit ederlerdi. Bu yılın nisan ayında TBMM Dışişleri Komisyonu olarak Washington’a giden, benim de dahil olduğum resmi heyet, belirttiğim bu kuruluşların çoğunun temsilcileriyle yine bir araya geldi. Ancak, bu seferki görüşmelerde eski sıcaklık ve samimiyetten eser yoktu. Mesafeli bir tutum sergilemeye özen gösteren muhataplarımız, bize şöyle bir mesaj verdiler: “PKK Türkiye için neyse, Hamas da İsrail ve ABD için aynı şeydir. PKK liderleri İsrail’e davet edilse Türkiye bunu nasıl karşılardı? Bu bakımdan Meşal’in Ankara’ya davetine çok üzüldük. İran da ABD ve İsrail’in çıkarlarını hedef alıyor, bize karşı açıkça düşmanlık yapıyor. Bu durumda, AnkaraTahran arasındaki bir yakınlaşma bizleri son derece rahatsız eder.” Öte yandan Lantos’un da, Başbakan Erdoğan’a öfkesinin dinmediğini kanıtlamak istercesi ADL İsrail’in ve ABD’nin sözcülüğünü yapıyor İsrail ve ABD, ADL aracılığı ile Ankara’ya şöyle bir mesaj veriyorlar: “İsrail ve ABD için büyük bir tehdit oluşturan İran’a karşı uyguladığımız kuşatma ve izolasyon stratejisini, Türkiye bu ülkeyle yakınlaşarak ve enerji konusunda geniş işbirliğine girerek çökertiyor. Buna müsaade edemeyiz. Eğer Türkiye, Ermeni soykırım tasarısının ABD Kongresi’nde önlenmesi için Yahudi lobi D ne başkanı olduğu komitenin direkt muhatabı olan TBMM Dışişleri Komisyonu’na randevu vermemesi, ciddi bir istiskal olmanın yanında Yahudi lobilerinin sözünü ettiğimiz mesajına ağırlık kazandırdı. Toplantılar sırasında Yahudi kuruluşlarından birinin başkan yardımcısı olan emekli bir ABD büyükelçisi, heyetimize şu soruyu yöneltti: “Farz edelim ki, bu yıl da önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye’ye yardım ettik ve Ermeni tasarısının Kongre’den geçişini engelledik. İyi güzel de, önümüzdeki yıl ne yapacaksınız? Bunu düşündünüz mü? Ermeni sorunuyla baş etmek için Türk hükümetinin oluşturduğu bir strateji var mı?” Bu soruyu heyetimizden kimse yanıtlayamadı… Çünkü, Türk hükümetleri, özellikle Ermeni terörünün patlak vermesiyle birlikte 1970’li yıllardan beri Türkiye için giderek ağırlaşan bir dış politika sorunu haline gelmiş olan bu meseleyle nasıl baş edileceğini öngören bir stratejiyi ve ona göre bir yapılanmayı bugüne kadar oluşturamamışlardır. Hiçbir mantıki izahı olmayan bu korkunç edilgenlik ve ihmalkârlık utanç verici olmaktan da öteye, ülkemizin çıkarlarına büyük zarar vermiştir. Nitekim, ABD Senato ve Temsilciler Meclisi’ne sunulmuş bulunan sözde Ermeni soykırımına ilişkin karar tasarılarının ABD Kongresi’nden geçme olasılığı bugün her zamankinden daha yüksektir. ABD Kongresi’nden bu yolda bir karar çıkması ise, diğer ülkeler için bir örnek teşkil edecek ve bu konuda bugüne kadar ihtiyatlı hareket etmiş olan ülkelerin parlamentoları çorap söküğü gibi peşpeşe aynı içerikte kararlar alacaklardır. Böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi halinde, AB Parlamentosu’na ilaveten 18 ülke parlamentosunun esasen bu yolda kararlar almış oldukları dikkate alınırsa, 1915 olaylarının soykırım olduğunun “tartışma kabul etmez bir tarihi gerçek olduğu” iddiası, Ermenistan’ın tazminat ve toprak taleplerine zemin oluşturacak ciddi bir ağırlık kazanacaktır. Ancak, sorunun bir başka boyutu daha var. Eski Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın Erivan’ı ziyareti sırasında Türkiye’nin soykırımı kabul etmedikçe AB’ye üye olamayacağını ifade etmesi, Ermeni sorununun Türkiye’nin dış politikasına koyduğu ağır ipoteğin bir göstergesidir. Bu bağlamda daha endişe verici bir gelişme de, AB Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi’nin 19 Nisan 2007’de üzerinde mutabakata vardıkları “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Konu? Arkası Sa. 8, Sü. 1’de CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle