14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EYLÜL 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Tanrı vergisi sesi, soluk alıp verir gibi şarkı söyleyişiyle milyonları büyüledi KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Bravissimo Pavarotti! Müzik dünyasına sonsuz katkıları oldu… Kimilerince “geçmiş çağın sanatı” ya da “yok olmaya mahkum” diye nitelenen opera sanatını milyonlara benimsetti, mal etti, sevdirdi. Öyle ki, adeta pop kültürün bile ikonu haline geldi. ün sabah Luciano Pavarotti’nin ölüm haberini aldığımda o sahne geldi, gözlerimin önüne yerleşti: İtalya’da Spoletto Festivali’ndeyim. 2001’in Temmuz ayı… Karşımda, Pavarotti tüm ağırlığıyla oturuyor. Hem ses, hem şöhret hem de kilo ağırlığıyla… Bir bahçedeyiz, hava sıcak. Yürümekte güçlük çektiği için iki kişinin kolunda zor geldi… Oturur oturmaz hemen önüne bir vantilatör istedi. Elinden düşmeyen beyaz mendiliyle ha bire terini siliyor… Eyvah şimdi düşüp bayılacak diye beklerken ben, o konuşmaya başladı. Sorulara yanıt vermiyor, canı ne isterse onu anlatıyor… Yüzünde kocaman bir çocuk gülümsemesi… O gülümseme her an kahkahalara dönüşüyor. Herkese takılıyor, kendine gülebiliyor… En çok arkadaşı Placido Domingo’ya takılıyor. (Akşam ikisinin konseri var.) Gülmesi, kahkahaları geçici, herkese bulaşıyor… Konuştukça, tüm ağırlığı, eziciliği uçup gidiyor… Geriye yalnızca insan sıcaklığı kalıyor. O bahçeden ayrılırken, o güne dek sadece sahneden, perdeden, plak kayıtlarından izlediğim Pavarotti için, “Meğer o, dev bir çocukmuş” demekten kendimi alamıyorum. Çevresine insan sıcaklığı yayan dev bir çocuk… İyimserlik Siyasal yaşam nicedir Türkiye gündeminin baş sıralarını işgal ediyor. Seçimler bitti, hükümet kuruldu ama şimdi de sırada “Sivil Anayasa” tartışması var. Anlayacağınız, daha uzun bir süre, siyasetten başımızı kaldıramayacağız. Siyaset maratonu hız kesmezken yeni bir maraton daha devreye giriyor: Sanat maratonu. Tabii, her zaman olduğu gibi, yalnızca İstanbul’u ve elbette İstanbul nüfusunun ayrıcalıklı bir kesimini ilgilendiriyor bu maraton. Bu gerçeği aklımızın bir köşesinde tutarak İstanbul’da şu sıralarda esen sanat fırtınasına bir göz atalım. Bugün açılan ve “İmkânsız değil üstelik gerekli; küresel savaş çağında iyimserlik” üst başlığını taşıyan “10. Uluslararası İstanbul Bienali”, Hou Hanru’nun küratörlüğünde günümüzün sorunlarına çağdaş sanatın gözüyle bakıyor… Madem ki, bu yılın teması ‘iyimserlik’, biz de güncel siyasete iyimser bir bir bakış açısıyla yaklaşmaya devam edeceğiz (okurlarımızı kızdırma pahasına). Bienalin bu yılki sergileri arasında, AKM’deki “Yakmalı mı, Yakmamalı mı?” ve İMÇİstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki “Dünya Fabrikası” ve Antrepo3’deki “EntrePolis ve Rüya Evi” başlıklı sergiler, çağdaş sanatla pek ilgisi olmayan kitlelerin de ilgisini çekeceğe benzer. Çinli küratör, bugüne kadar gerçekleşen İstanbul bienallerinin en politiğini tasarlamış. İstanbul’un karşı karşıya olduğu sorunlarla birebir ilgilenmesi, sanatla yaşam arasındaki köprüleri güçlendirecek hiç kuşkusuz. Hafta başından bu yana çok sayıda serginin açılışına tanık olduk. İstanbul galerileri ve kültür kurumları açtıkları sergilerle, İstanbul’a gelen binlerce sanatçı, küratör ve gazeteciye farklı seçenekler sunuyor. Balat’taki eski Galata köprüsündeki “Tasarım Haftası” etkinliklerinin de aynı zaman dilimine rastlatılması çok doğru bir seçim. İstanbul’un çağdaş sanat ortamından bir sinerji yaratılmış oluyor böylelikle. Açılan sergilerin her birini saymaya yerimiz elvermeyeceğinden, birkaçını, özellikle de yeni mekânları vurgulamakla yetinelim. Galeri Nev, Tepebaşı’ndaki yeni yerinde çağdaş sanat ortamımızın önemli isimlerini bir araya getirmiş. Bankalar Caddesi’nde açılan ‘BMSuma” adlı mekânda Beral Madra’nın küratörlüğünde açılan “Bitmemiş…” ve “Çağdaş Barok”, Karşı Sanat’taki “Gerçekçi Ol, İmkânsızı İste!”, Siemens Sanat’taki Gürcü sanatçıların sergisi, Santral İstanbul ve Sabancı Müzesi’ndeki sergiler… ve daha onlarca sergi var, gidilip görülmesi gereken. Bu hafta sonunuzu çağdaş sanata ayırın diyeceğim ama pazar sabahı, Emirgân Sabancı Müzesi bahçesindeki “Kahvaltıda Caz” ve Kadıköy’deki “Antep Yemekleri Festivali” de kaçırılacak gibi değil. ??? İstanbul’daki bu çağdaş sanat bolluğu iyimserliğimizi artırıyor ister istemez. Avrupa kültür başkenti olmaya hazırlanan kentimizin sanat yaşamına özel sektör damgasını vuruyor görüldüğü gibi. Kamu sanat kurumlarının da bu yarışta yerlerini alması gerek... Yeni Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay’a önemli görevler düşüyor. Yerel yönetimlerle el ele vererek ciddi bir atılım yapabilir diye düşünüyorum. İyimserim, yani… Bu iyimserliğimizi güçlendiren bir başka öğe de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültürsanat alanında önemli girişimlere imza atması. Sanırım, kamunun, kültürsanat üretmek yerine, bağımsız sanat inisiyatiflerine destek olmak gibi bir görevi olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, “İstanbul Tasarım Haftası”nın açılışında yaptığı konuşma, başkanın bu sorumluluğunun bilincinde olduğunu vurguluyordu. Ddf’nin, “Tasarım Haftası”nı İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile gerçekleştirmesi, Avrupa’nın kültür sanat yaşamına egemen olan yönetişim anlayışının tipik bir örneğini oluşturuyor. Böylesine büyük bir metropol yönetiminin, kentin kültür yaşamına hizmet sunarken farklı yöntemleri bir arada uygulaması tek çözüm olarak görünüyor. Yani, bir yandan Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Atatürk Kütüphanesi gibi sanat kurumlarını doğrudan yönetirken bağımsız sanat kuruluşlarıyla verimli bir işbirliği kurması gerekiyor yerel yönetimin. Sanatın özerkliğini güvence altına almanın en etkili yolu, bu işbirliklerinden geçiyor. Aksi halde, sanat alanımız büyük sermaye gruplarının showroom’u olmaktan öteye geçemeyecek gibi görünüyor. Haftaya, sanatsiyaset ilişkisi üstüne tartışmayı sürdürmek istiyorum. Yeni anayasa taslağından ve hükümet programından yola çıkarak… Ve iyimserliğimi koruyarak. Umarım, bu arada hükümet Kemer’de ortaya çıkan yeni “heykel krizi”ne acil bir müdahalede bulunur da gereksiz tartışmalarla vakit kaybetmeyiz. [email protected] D PERAYI MİLYONLARA YAYDI “Luciano Pavarotti şarkı söyleyince, dünyaya güneş doğar” demişti Şef Carlos Kleiber. Yarım yüzyıl boyunca müzik dünyasının, operanın dünyasının “kralı” olan Pavarotti (yoksa “firavun’u” mu demeliyim?) artık sonsuza dek “ölümsüzler” arasına katıldığında 71 yaşındaydı. Pavarotti, Tanrı vergisi sesiyle, soluk alıp verir gibi şarkı söyleyen bir tenordu. “Müziği bilmiyor” eleştirilerine karşı gülüp geçerken, “Müzik benim kafamda, ruhumda, ben tüm bedenimle şarkı söylüyorum” diye yanıt verirdi. O Müzik dünyasına sonsuz katkıları oldu… Kimilerince “geçmiş çağın sanatı” ya da “yok olmaya mahkum” diye nitelenen opera sanatını milyonlara benimsetti, mal etti, sevdirdi. Öyle ki, adeta pop kültürün bile ikonu haline geldi. İlk kez New York’ta Metropolitan Operası’nda Placido Domingo ve Jose Carreras’la birlikte gerçekleştirdikleri “Üç Tenor” programı, çok geçmeden uydu yayınları aracılığıyla yeryüzünü saracaktı. 1990’da Roma’daki Dünya Kupası’nın, futbol maçlarının açılış ve kapanış müziği Pavarotti’nin söylediği Puccini’nin “Nessun Dorma” (Kimse Uyumuyor) aryasından başka bir şey değildi. Sivil toplum örgütlerinin, yeryüzünü daha güzel, daha az acımasız, daha adil kılmak için giriştikleri eylemlerde, hiç çekinmeden pop sanatçılarla, rock şarkıcılarıyla bir araya gelip hizmetlerini sunan da oydu… Afrika’daki kıtlıktan Bosna Savaşı’na her seferinde seferber oldu… U2’nun Bono’su, Sting, Bon Jovi, Ja mes Brown, Spice Girls ve daha niceleriyle sahneye çıkıp gençleri avucunun içine aldı. NİŞLER ÇIKIŞLAR Luciano Pavarotti’nin şarkı söylemeye başlaması, çocukken Modena kent korosuna girmesi, hep babasına kendini beğendirmek içindi. Baba Leonardo Pavarotti, tenordu ama aynı zamanda fırıncıydı. Şarkı söylemek aileyi geçindirmiyordu. Luciano da, meslek olarak öğretmenliği seçti. Ancak ders vermek, konuşmak, ses tellerini yoracak diye çabuk vazgeçti. İlk müzik eğitimini 20’sinde aldı. Reggio Emilia’daki ilk sahneye çıkışı 1961’de “La Boheme” operasıyla... O günden sonra yaşamı değişecekti. Önce İtalya’nın çeşitli kentlerinde, sonra Metropolitan Operası’nda (1968) kazandığı başarılar onu en aranan, en çok istenen tenora dönüştürecekti. İki isim, Pavarotti’yi çok etkilemişti: Enrico Caruso ve Mario Lanza… Gelmiş geçmiş en büyük tenorlardan Enrico Caruso (18731921), opera söylemeden önce Napoliten şar İ kılar söylemiş ve çok popüler olmuştu. Mario Lanza, Caruso’nun yaşamını canlandırdığı film başta olmak üzere, sinema aracılığıyla opera aryalarını geniş kitlelere yaymıştı. Pavarotti, onların izinden gidecekti. Doğuştan güzel sesine, büyük hacimli ve sıcak renkli sesine sahnedeki doğallığı, sonsuz rahatlığı eklendi. Sahnede, “Tenorlar doğaları gereği kahramandırlar ve âşıktırlar” geleneğini sürdürürcesine sanki kendi yatak odasında gibi hareket ediyordu. Rolleri, aryaları, ikinci bir ten gibi üzerinde taşıyordu. Hele bunca kilo almadan önce Frenklerin dediği gibi “tam bir sahne hayvanıydı”. (Yıllar sonra aşırı kilolar, sahnede yürümesini, hareket etmesini sınırladığında hatta olanaksız kıldığında, “Zayıflayıp koşamadıkça sahneye çıkmayacağım” diye kendine çok söz verdiyse de, bu sözünü tutamadı.) Ah evet, “müziği bilmiyor” eleştirileri de oldu, sahnede yuhalandığı da… Ama bugüne dek kimselerin almadığı alkışı alan da oydu. Bir kez tam 165 defa selama çıkmış alkışları karşılamak için… (Bu yazıyı yazarken, Leyla Gencer’le konuşuyorum telefonda, “Belki müziği bilmiyordu ama bilenlerden bin kat daha iyi söylüyordu” diyor!) Skandallarıyla da ünlendi. 30 yıllık eşini bırakıp, kızı yaşındaki asistanıyla evlenmesi; Tokyo’da en lüks otelde birkaç süit kapattırıp yerine mutfak kurdurması; yemek yemek için konseri kısa kesmesi, basın toplantısını terk etmesi; konser ya da temsili son anda iptal ettirmesi… (Nitekim yukarıda anlattığım Spoleto Festivali’nde, konserin açış konuşmasında adı en başta, herkesten önce söylenmedi diye kızıp sahneye çıkmadı. Sahne arkasında hazır beklerken açış konuşmasını dinlemiş, öfkelenmiş ve olduğu gibi smokinli falan bir arabaya atlayıp Modena’ya dönmüştü.) 60’lı yıllarda Pavarotti’nin Ankara Devlet Operası’na geldiği, ancak “sesi beğenilmediği” için geri yollandığı da rivayetler arasındadır! Bunu da belirtmiş olayım… Bütün bunlar bir yana, bence opera dünyasına onun kadar hizmet eden olmadı. Bugün yeryüzü onun önünde “Bravissimo Pavarotti!” diye eğiliyor. Evet, o şarkı söyleyince güneş doğardı… Işığı bol olsun… www.zeyneporal.com PAVAROTTI KİMDİR? En iyi ses sanatçılarındandı M odern opera dönemindeki en önemli ses sanatçılarından biri olan Luciano Pavarotti 1935’te İtalya’nın Modena kentinde doğdu. İlk müzik deneyimini kentin korosunda, babası Fernando ile yaşadı. Delikanlıyken, babasıyla Gioachino Rossini adlı koroyla Galler’e gitti. Llangollen Uluslararası Şarkı Yarışması’nda birinci oldu ve bu onu bir tenor olma konusunda hırslandırdı. Aslında bir öğretmen olmak için yetiştirilen Pavarotti, Arrgio Pola ve Ettore Campogallianni’den aldığı derslerle 1961 yılında Concorso Internazionale ödülünü kazandı; oynadığı ilk opera ise, aynı yılın 29 Nisan’ında bir tiyatro salonunda sahnelenen La Boheme oldu. Bundan sonra Güney ve Kuzey Amerika, Asya, Afrika, Avrupa ve Avustralya’da sayısız konser verdi. Ayrıca bu ona tüm dünyada konser veren 3 tenordan biri olma özelliğini kazandırdı. Modena’da genç şarkıcıları eğitecek bir okul açan; Grammy de içinde olmak üzere sayısız ödül kazanan Pavarotti’nin iki de Guinnes rekoru var: Tüm zamanların en çok satan klasik müzik albümünün sahibi ve 165 kez alkışlanarak sahneye geri çağrılan sanatçı olarak. ? Kuşağının en büyük tenoru olarak gösterilen İtalyan sanatçı Luciano Pavarotti İtalya’nın Modena kentindeki evinde dün sabah yaşama veda etti. Modena’da genç şarkıcıları eğitecek bir okul açan; Grammy de içinde olmak üzere sayısız ödül kazanan Pavarotti tüm zamanların en çok satan klasik müzik albümünün sahibi. K Â M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K Büyük tenor yaşamını yitirdi Kültür Servisi Kuşağının en büyük tenoru olarak gösterilen İtalyan sanatçı Luciano Pavarotti İtalya’nın Modena kentindeki evinde dün sabah öldü. 71 yaşındaki Pavarotti, Temmuz 2006’da New York’ta pankreas kanseri sebebiyle ameliyat olmuş ve ardından kemoterapi tedavisi görmüştü. Ünlü tenor, 8 Ağustos 2007’de bu kez grip tanısıyla hastaneye kaldırılmış, iki hafta süren tahlillerden geçtikten sonra taburcu olmuştu. Yaz aylarında Adriyatik Kıyısı’ndaki villasında tatilini geçirirken solunum rahatsızlığı ilerleyen Luciano Pavarotti’nin ölüm haberini, menajeri Terri Robson “Maestro, ölümüne neden olan pankreas kanserine karşı uzun ve zorlu bir savaş verdi” diyerek duyurdu. Sesinin yanı sıra dünyanın dört bir yanında on binlerce kişiye verdiği konserler ve albümleriyle iz bırakan “Büyük Luciano” Pavarotti, sanat çevrelerinin dikkatini ilk kez sahneye çıktığı Covent Garden’da 1963 yılında çekti. Pavarotti, İtalyan lirik repertuvarının gerçek yorumcusu olmasını sağlayan ince sesi ve sahne başarısıyla 1970’li yıllarda şöhret basamaklarını çıktı ve kendisine gerçek bir hayran kitlesi oluşturdu. Özellikle Puccini’nin Turandot operasının sonundaki Nessun Dorma aryasını muhteşem yorumlamasıyla tanınan ünlü tenor, düzenlediği “Üç Tenor” konserleriyle, birçok şarkıcıyla ortak söylediği düetleri ve hayır konserleriyle hayranlarının sayısını artırdı. Eleştirmenlerin sanatsal yönünün daha gelişmiş olduğunu belirttiği Domingo da, içinde pek çok tenorda bulunmayan doğal yeteneğe sahip olan Pavarotti, Enrico Caruso ile başlayan 20. yüzyıl opera tarihinin en büyük yıldızlarından biri olarak gösteriliyor. Sanat yaşamını “Evet Giorgio” ve “Rigo DOĞAL YETENEĞE SAHİPTİ letto” filmlerinde rol alarak süsleyen, ancak beyazperdede istediğini bulamayan Pavarotti’nin yazdığı özyaşamöyküsü “Ben, Luciano Pavarotti” adıyla yayımlanmıştı. Son olarak 10 Şubat 2006’da Torino’da yapılan Kış Olimpiyatları’nın açılışında halkın karşısına çıkıp Nessun Dorma’yı seslendiren sanatçı, son konserini ise bundan bir yıl önce Tayvan’da vermişti. Tenorun rol aldığı son opera ise 2004’te oynadığı Tosca olmuştu. İtalya Kültür Bakanı Francesco Rutelli bu hafta hükümetinin, ömür boyu elde ettiği başarılardan ve ülkenin kültürünü tanıtmasından dolayı Luciano Pavarotti’ye özel ödül verdiğini duyurmuştu. Luciano Pavarotti İtalya’da, böylesi bir ödüle değer görülen ilk kişi olmuştu. Pavarotti albümleriyle sadece klasik müzik alanında değil, müzik piyasasının genelinde en çok satış yakalayan sanatçılardan da biriydi. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle