20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Denizciliğimizde Bor Madenleri Savaşlar, “yaptım oldu” diyerek işgal edilen topraklar; açlık, sefalet, hastalıklar, milyonlarca insanın yok edilmesi... Bunların hepsi “stratejik” denilen elbette ki kendi stratejileri maddelerin, petrolün, madenlerin ele geçirilmesi için. Cumhuriyetin Encamı DIŞTAN bakıldığında Türkiye bir “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”ne dönşütü bile. Nitekim, Avrupa Birliği’nin bazı sorumluları “Ilımlı mılımlı, hiçbir teokratik devlet aramıza gelemez” demeye başladılar. Elbet onlar böyle dedi diye hemen değişip örneğin Brüksel görüşmeleri kesilmeyecek, NATO üyeliği biraz daha devam edecek, bu ülke uluslararası kuruluşlardaki yerini şimdiki resmi niteliğiyle saklı tutacaktır. İçten bakıldığında ise, dinci niteliği bilinen bir iktidarın gücü genel seçimle biraz daha perçinlenmiş, ana muhalefet biraz daha zayıflamış, her şeyin az çok şimdiki niteliğiyle sürüp gideceğine inandırılmış bir halk yeniden tatile çıkmıştır. Ama, seçimden hemen sonra nereden estirildiği belirsiz bir rüzgârla ilginç bir “yeni anayasa” tartışması başlayınca duruma kuşkuyla bakmak gerekmez mi? unu hafife alabilir ve biri politikada soldan sağa henüz sıçramış, öbürü de Özalcı geleneği sürdüren iki akademisyenin şimdiye kadarki bilimsel çalışmalarını bir an önce ortaya dökme sabırsızlığına yorabilirdiniz. Ama, tartışmanın dinci medyada yankı yaratması ve “Ilımlı İsmam Cumhuriyeti” sözünün en azından dış dünyada dolaşmaya başladığı bir döneme rastlaması kuşkulu bakışı haklı kılmakta. Özellikle “renksiz anayasa yapma” iddiası ve şimdiki metinden Atatürk’le ve devrimleriyle ilgili sözcükleri ve kuralları çıkarma amacı açısından. Çünkü, dışta ve içte beslenen ılımlı İslam cumhuriyeti kurma niyetinin önünde artık, ancak iki engel kalmıştır: Biri, renksiz 1924 metninin ardından anayasacılık geleneğimize 1961 Anayasası’yla giren ve 1982 Anayasası’yla bir ölçüde sürdürülen Kemalist içerikli ideolojik güvence, öbürü de Kemalist Cumhuriyetin kuruluşunda temel rolü oynadığı, onu kendi “evladı” sayıp bazen hatalar işleyerek de olsa korumya ant içmiş ordu. Büyük mitinglerin buna yetmediği son seçimle belli oldu. Ancak, birinci güvenceye ilişkin anayasal engeller ortadan kalkınca onların yokluğunda çıkarılacak yasalarla, bu kalkandan yoksun bırakılmış yargı organlarıyla, ideolojik yapsı başka temellere oturtulmuş eğitim politikalarıyla, bütçeyle, şununla bununla son ve en önemli güvencenin zayıflatılması, etkisizleştirilmesi işten değildir. Kaldı ki, “ılımlı İslam”ı kendi amaçları için kullanmaya ve hele kendi siyasal planlarına engel saydıkları orduyu saf dışı etmeye niyetli dış çevrelerin temel amacı da hep bu olageldi. Ekonomisi yabancı ellere geçen devletin sivil yapısı da bu direnişe yetmez. öyle bir durumda, Cumhuriyeti “ılımlı İslam” tehdidinden korumanın sınırına gelinmiş demektir. Bu sınır da çökerse, cumhuriyetçi cephe çöker. Dolayısıyla artık Sakarya’dan farklı olarak, sathı müdafaa’yı değil, gerçek cumhuriyetçi öze sahip bütün güçleri, seçilmiş atanmış, sivil asker, yazar çizer, tutarlı bir çizgiye getirip son bir “hattı müdafaa”nın akılcı savaşımında yan yana vuruşmayı düşünme zamanıdır. Çekilmek için değil, kazanmak için. [email protected] Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar işi en iyi ve en ucuza yaparsa işin ona yaptırılması doğaldı. G B B eçenlerde yine bu sayfada, ülkemizin en önemli toprakaltı zenginliklerinden birini, bor madenlerimizi konu alan bir yazı yer almıştı. Konuyu iyi bilen ve bu zenginlik ile ilgili türlü politikaların uluslararası ticaret arenasındaki gelişimini uzun süredir izlediği, hatta bu gelişimin içinde olduğu belli birinin kaleminden çıkmıştı. Uzun yıllar içinde artık yaşantımız, işimiz, aşımız, aşkımız olmuş mesleğimizden gelen nostalji ya da bir duygusallık rüzgârı ile Sayın Hasan Çetin’in yazısı bakın alıp nerelere götürdü bir gemici eskisini... 1960/70’li ve Türk Ticaret Filosu’nun türlü formüllerle tonajının arttırıldığı 80’li yıllar. Tatlıcıların, börekçilerin, tuğla imalatçılarının bile devletten krediler sağlayarak gemi aldığı ve hiçbir deneyimi olmadan denizciliğe soyunduğu çok özel bir süreç. İyi de, bir deniz ticaret filosu bir ülkenin özellikle dış alım satımından doğan mal trafiği ile beslenmelidir. Aksi halde bu filo ve ticari niteliği bir süre sonra da bazı önlemler alınmazsa, giderek küçülür ve hatta yok olur. İşte bu önlemleri gerektiren süreçte deniz ticaret filomuzu desteklemek ve taşıyacağı yük imkânları bakımından beslemek için türlü önlemlere başvuruluyordu. Örneğin kanun gücünde kararnameleri yürürlüğe koyarak ithal mallarını FOB almak, ihraç mallarını da CIF bazında satmak zorunluluğunu getirmek bunlardan biriydi. Bu koruyucu önlemler gün geldi bazı durumlarda bir malın taşınması için ancak Türk bayraklı gemi imkânı olmaması halinde akreditifin CIF açılabilmesi için Hazine’den izin alınmasına kadar uzanıyordu. Yüksek Denizcilik Okulu İTÜ Denizcilik Fakültesi 1954 mezunları olarak bizim kuşaktan bazılarımız denizlerde geçen hizmet yıllarından sonra Türk ticaret filosunun en büyük tonajına sahip olan kamu kuruluşunun (D.B. Deniz Nakliyatı T.A.O.) en üst yönetimlerinde çalışmaktaydık. Yukarda sözünü ettiğim, ama bugün tartışılabilir bulduğum bu önlemlerin heyecanı ve coşkusuna katılmış bir avuç idealist denizcilerdik. Sanki “Türkiye’ye gelecek ve Türkiye’den gidecek her gram yük ancak Türk gemileriyle taşınacaktır” der gibi bir rüzgâra kaptırmıştık kendimizi. Oysa deniz ticareti uluslararası bir endüstriydi. Uluslararası ticaretin ortamı da serbest rekabetti. Kim bir Colemanit hassas mal Bu tabloyu bu sayfada yer alan Sn. Hasan Çetin’in makalesine konu bor madenlerimizle ilişkilendirmek istiyorum. Bizler, Anadolu toprağının katmanlarında gömülü daha nice zenginlikler gibi, çalıştığımız gemilerle o günlerde Colemanit denilen cevheri ki aslında sodyum borat, kalsiyum borat tuzlarıdır stratejik değerini pek bilmeksizin yıllarca taşıdık durduk. Limanlardan yüklediğimiz 5/10000 tonluk parselleri yükleyip daha çok Amerika ve Hollanda’ya götürüyorduk. Çok kıymetli bir maden olduğunu biliyorduk. Öyle krom, demir, kömür gibi yüklerden değildi. Yaptığımız yıllık 250/300000 tona ulaşan anlaşmalarda taşımayı yapacak gemilerimizin son üç seferde hangi malı yüklediğinin belirtilmesi şart koşuluyordu. Colemanit çok hassas bir maldı. Her türlü contamination/kirlenmeye müsaitti. Bu nedenle bu kıymetli ve endüstriyel sistemdeki kullanıldığı alanlar nedeniyle son derece stratejik bir mal olan colemanit yüklemesinden önce gemi ambarları dikkatle temizlenir, süpürülür, alıcının tayin ettiği surveyörlerce gemi colemanit taşımasına uygun görüldükten sonra yüklemeye başlanırdı. Bu titizlik neden diye o yıllarda hep düşünmüşümdür. Uzmanlardan bu maddenin uzaya gönderilen araştırma araçlarında, füzelerde ve türlü silahlarda “katı yakıt” olarak kullanıldığını öğrenmiştim. Üstelik bu malın bütün dünyadaki en kalitelisi de Anadolu dediğimiz bu gizemli topraklardan çıkıyordu. Uluslararası devlerin yararları doğrultusunda gelecek on yıllara, belki de yüzyıllara dönük sistemler, yaşadığımız şu güzel doğanın denizleri, gökleri, aysbergleri, kutupları ile dünyamızı daha şimdiden cehenneme çeviren acımasız politikaları ile petrol, su gibi temel ihtiyaç maddeleri ve özellikle enerji kaynaklarını ne pahasına olursa olsun ele geçirmenin peşindeler. Savaşlar, “yaptım oldu” diyerek işgal edilen topraklar; açlık, sefalet, hastalıklar, milyonlarca insanın yok edilmesi... Bunların hepsi “stratejik” denilen elbette ki kendi stratejileri maddelerin, petrolün, madenlerin ele geçirilmesi için. İşte bizim denizlerde ve denizcilik işletmelerinde, coşkulu genç yıl larımızın rüzgârlarında geçen yıllarda anamız, atamız, yurdumuz olan Anadolu’nun derinliklerinde katman katman yatan ve de çıkarılıp gemilerimize yükleyerek ufkun ötelerindeki ülkelere götürdüğümüz colemanit (yani bor cevheri) de modern teknolojinin bizim hiç bilmediğimiz alanlarında kullanılmak üzere nice şeyler üretmek, nice işler görmek için kullanılan en önemli stratejik toprakaltı servetlerindendi. Anadolu toprağı dünya bor madeni ihtiyacının yüzde 95’ini (hem de en yüksek kalitelisini) satıyordu. Bundan o yıllarda 220 milyon dolar gelir sağlıyordu. Bizler gençliğimizin o coşkulu, denizlerin o etkili ve mutlu rüzgârlarında koştururken bunlardan haberimiz bile yoktu. İşimiz, bu tür ayrıntılarını bilmediğimiz bir görevin isimsiz kahramanları olarak gemilerimize verilen malı bin bir cefasını çektiğimiz denizleri aşarak alıcısına ulaştırmaktı. Bu mal bazen demir, bazen kömür, bazen krom, hatta bazen o yıllarda ihraç ettiğimiz buğday ve doğal olarak fındık, üzüm, incir, tütün, pamuk gibi ürünler de olurdu. Ama boraks, yani bor madenleri bizim colemanit cevheri deyip geçtiğimiz şey başkaydı. 1900 yılında bor piyasasının devi olan USBORAX, Osmanlı Hükümeti’nden Susurluk’taki madenleri satın aldı. Aynı politikayı sürdürerek Güney Amerika ve bor madeni olan diğer ülkelerin de satıcıları ile anlaşarak dünyanın en büyük bor kartelini oluşturdu ve piyasanın tek hâkimi oldu. (*) CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Yeni Dönem TBMM yeni üyelerinin yemin töreniyle önceki gün açıldı. Dünya ajanslarına da yansıyan fotoğraf, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DTP milletvekillerinin elini sıkmasıydı. İki partili Meclis, yeni döneme AKP, CHP, MHP, DTP ve DSP’li milletvekilleriyle girdi. İlk günün havası ılımlıydı. Beklenen gerginlik yoktu. Bugünden itibaren Meclis’i bekleyen en önemli sorun Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Başbakan Erdoğan bugün Çankaya’ya çıkıp Cumhurbaşkanı Sezer ile görüşecek. Yeni hükümeti kurmak için görev isteyecek. Erdoğan’ın işi zor... Önce, geçen hükümetin üyeleri, ardından partiye yeni katılanlardan yeni bir Bakanlar Kurulu oluşturacak. AKP’de kulisler yoğun. Bakanlık isteyenler çoğunlukta. Erdoğan, Gül ve Arınç... Partinin belirleyici üçlüsü. Bakanlıkları paylaştırmak onların işi. Ardından Çankaya sorununu çözmek için çaba gösterecekler. Abdullah Gül, “Meydanların sesine kulak verin” diyor... Erdoğan’ın, “uzlaşmadan olmazı” masaya süreceği öne sürülüyor. Arınç için nasıl bir formül bulunacağı ise merak konusu. Arınç’ın, Meclis Başkanlığı olmazsa MGK’de temsil edilen bir bakanlık istediği kulislerde konuşuluyor. Erdoğan sıkıntılı günleri bakalım nasıl aşacak? ??? Gazetelerin görmezden geldiği haberi dün manşetimize taşıdık. ABD’nin eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke’un sözleri, Türkiye’ye bakışlarını ortaya koyuyor. Holbrooke, dünyada ılımlı İslam modelinin bulunduğu iki ülkenin Türkiye ile Malezya olduğunu söylüyor. “Ilımlı bir Müslüman parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti...” diyen eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın bu sözleri önümüzdeki süreçte çok tartışılacak. ??? Cumhuriyet’in bugünkü manşeti de Holbrooke’un sözleri kadar önemlidir. AB’ye bağlı Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan raporda, “Türkiye’nin İslamlaştırılmasının endişe verici olduğu” ileri sürülüyor. Rapora göre; Türkiye’de İslamcıKemalist kutuplaşması var. İslamcılığın yükselmesinin nedeni 1980 darbesidir. Ordu İslamcı kökleri olan bir cumhurbaşkanı istemiyor. Kemalistler, İslamcılara, Kürt milliyetçiliğine, Avrupa liberalizmine karşı. DTP, bir şekilde PKK’ye bağlı. DTP ile AKP antiKemalist. Seçim sistemindeki yüzde 10’luk baraj demokratik değil. ??? Cumhuriyet gazetesi okurlarına her gün bir ek vermeyi sürdürüyor. Yeni bir kampanya için çalışmalarımız devam ediyor. Yaz sonunda okurlarımızın beğeneceği bu kampanyanın hazırlıklarını sürdürüyoruz. İyi haftalar... Filoyu beslemek lazım O gemilerden bugünlere yakın tarihimizin bin bir olayı ile dolu yıllar akıp gitti. Özellikle madenlerimize sahip olmak ve işletmek için Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuş Etibank ve benzeri kuruluşlar bilinen kaderlerini yaşadılar. Bu süreç ne yazık ki yaşadığımız günlerde de gözlerimizin önünde sürüp gidiyor. Topraklarımızda bunun gibi her yerde bulunmaz nice zenginlikler satılmazlar ise hâlâ bizim. Bu arada yedi denizde dolaşan ticaret filomuz hâlâ büyük ve sürekli taşıma kontratları ile desteklenmek zorunda. Kendi tersanelerimizde yapılan her bakımdan çağdaş ve kaliteli gemilerle daha da gelişiyor ve uluslararası deniz ticaretinde önemli bir yere sahip oluyor. Bu filoyu beslemek lazım. Bu, devlet politikası ile desteklenecek bir strateji konusu. Geçmişten iyi ders alarak ileriye bakmamız gerekiyor. Sözünü ettiğimiz politika uluslararası rekabetle baş edecek bilgi ve deneyimden gelme bir rota olmalıdır. Vaktiyle koruma kollama amacı ile getirilen adeta polisiye tedbirler uluslararası ticaretin arenasında başarıya ulaşamamıştır. (*) Hasan Çetin. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle