19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 AĞUSTOS 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Uzmanlar: Krizin derinleşmesi, Türkiye başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeleri sarsar 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK En zayıf halka Türkiye ? Uluslararası borsalardaki dalgalanmaların, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok yükselen piyasada krize yol açacağı uyarısında bulunan uzmanlara göre, nakit sıkıntısının devam etmesi halinde Türkiye gibi yükselen piyasaları korumak çok zor olacak. NEW YORK/ANKARA (ANKA) Milyarca dolarlık şirket birleşmelerindeki finansman ihtiyacı ile başlayan, ardından ABD’de mortgage şirketlerinin nakit sıkıntısına girmesiyle derinleşen uluslararası mali piyasalardaki krizin Türkiye gibi yükselen piyasaları “vurabileceği” uyarısı yapıldı. Yabancı banka uzmanları, geçen hafta cuma günü başta ABD Merkezi olmak üzere Avrupa ve Asya’daki çok sayıda Merkez Bankası’nın uluslararası bankacılık sistemine milyarca dolar enjekte etmesine karşın piyasaların sakinleşmediğine dikkat çektiler. Uzmanlar, krizin daha da derinleşmesi halinde, başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan piyasaların “çok kötü etkileneceğini” öne sürerek, “Bu defa Türkiye gibi piyasaları kurtarmamız çok zor olacak” görüşünü ifade ettiler. Danimarka’nın en büyük yatırım bankası Danske Bank analisti Lars Christensen, geçen cuma günkü gelişmelerle ilgili hazırladığı piyasa değerlendirmesinde, “Bu çöküş böyle devam ederse yükselen piyasalara etkisi büyük olacaktır. Başta Türkiye olmak üzere Afrika, İrlanda, Macaristan, Endonezya ve Filipinler piyasalarının en fazla etkilenmesi bekleniyor” görüşünü savundu. Christensen, değerlendirmesinde “Yükselen piyasalarda durum tamamen belirsiz ve bu piyasalar çok gergin. Eğer gelişmiş ülke piyasalarında kredi ihtiyacına yönelik baskılar artarsa, zaten büyük dış borç ve cari açıklarla boğuşan yükselen piyasaların ek sıkıntılar yaşamaları kaçınılmaz olacaktır” ifadelerini kullandı. Christensen, “Eğer batılı piyasalardaki kredi sıkışıklığı daha da kötüleşirse, açıkca gözüküyorki, sürekli vurguladığımız global ekonominin güçlü olması, bu defa yükselen piyasaları korumakta yetersiz kalacak gibi gözüküyor” görüşünü önesürdü. El Cebir! İzmir Şirince’de Ali Nesin’in öncülüğünde oluşturulan Matematik Köyü, tam anlamıyla resmi makamların saldırısı altındadır. Yerli ve yabancı ünlü matematikçiler, Türk üniversitelerinin 5060 öğrencisiyle matematik çalışıyorlar. Çalışma, bütünüyle “gönüllü” yapılıyor; ne kayıt parası ne de ders ücreti var. Bu güzelim girişime devlet, sivil ve asker birimleriyle, tam “yedi koldan” saldırarak Matematik Köyü’nü yok etmeye çalışıyor. Sırasıyla, vali, savcı, jandarma, milli eğitim, elektrik, orman ve il özel idaresi, okulun kapanması için seferber olmuş; biri gidiyor, öbürü geliyor; bazen ikiliüçlü geliyorlar ve bir büyük felaketi önlercesine geceli gündüzlü uğraşıyorlar. Kaçak Kuran kurslarını okşayan devlet, sıra matematik çalışmaya gelince, inşaatın, elektriğin ve eğitimin “kaçak” olduğu gerekçesiyle, binayı mühürlüyor; yangınlar ve yağmalarla yok olan ormanların “idaresi”, matematikçilerin çevreyi temizleyip çadır kurmasına olanak tanımıyor. Savcılık soruşturma üstüne soruşturma açıyor. Ali Nesin bu duruma Günlüğünde: “Eğitim kurumu yok ki izin alalım. Kimseden para almıyoruz, kayıt yok, diploma ya da sertifika verilmiyor, sınav yok, not yok. Sadece Nesin Vakfı’nın mekânını kullanıyoruz” diye, haklı olarak isyan ediyor (Radikal, 7 Ağustos). ??? Cebir, İspanyolca üzerinden Batı dillerine geçmiş bir sözcük; “algebra” olarak, oralarda yalnızca, sayısal işlemler anlamında kullanılıyor. Bizde ise, ortadereceli okullarda, korkutucu ve sevimsiz “cebir” sözcüğü aynı anlama gelirken; genel kamuoyunda “baskı” ya da “zor kullanımı” anlamında kullanılıyor. Devletin, Matematik Köyü’nde uyguladığı baskı ile çelişkili bir birliktelik durumu doğuyor. Şiddet anlamındaki cebir, matematik anlamındaki cebir’i yemeye, yok etmeye çalışıyor! ??? Yakın yıllarda ülkemizde iki güzide bilim insanı, matematiği herkese sevdirmeye çalıştı. Bunlardan biri Nazif Tepedelenlioğlu, diğeri de Ali Nesin’dir. Nazif’i 12 Eylül faşizmi, 1402 sayılı yasayla üniversiteden attı. O da matematiği yurtdışında sevdirdi. Ali Nesin ise dünyanın en iyi üniversitelerinde matematik öğreticisi olarak çalışabilecekken, kendisini kimsesiz çocuklara sahip çıkan Nesin Vakfı’na adadı. Vakfın çalışmalarında da kamu yönetimince yaratılan akıl almaz sorunlarla karşılaşan Nesin, en olumsuz koşullar karşısında da yılmıyor; onları aşmak için de yoğun bir çaba harcıyor; genetik biliminin doğruluğunu kanıtlarcasına Aziz Nesin’lik yapıyor! ??? Matematik Köyü üzerindeki devlet baskısının azaltılması için, oraya ders vermeye gelen ünlü matematikçi Prof. Alexandre Borovik, takma adıyla Sasha, 3 Ağustos’ta, Başbakan Erdoğan’a bir mektupla başvuruyor. Borovik mektubunda: “Profesör Ali Nesin’in Türk üniversitelerinden öğrenciler için düzenlediği Matematik Yaz Okulu’nun yerel makamlar tarafından kapatıldığını şaşkınlık ve endişe içinde öğrenmiş bulunuyoruz. Belirtilen gerekçelerden birinin ‘izinsiz eğitim’ olduğunu öğrendik. Prof. Ali Nesin konumundaki bir matematikçinin, matematik öğretmek için her seferinde yetkililerden özel olarak izin almasının gerekmesini şaşırtıcı buluyoruz… Türkiye’nin genç insanlarının eğitimi için özveriyle çaba harcamış Profesör Ali Nesin’in önüne konulan engelleri anlamakta zorlanıyoruz… Prof. Ali Nesin’in kurumunun sadece Türk matematiği için değil, uluslararası matematik anlamında da, eğitim açısından ortaya koyduğu sıra dışı değer nedeniyle, olayın kontrolünü bizzat şahsi denetiminize almanızdan memnuniyet duyacağız…” diyor. Mektup çok sayıda yerli ve yabancı bilim insanı tarafından imzalanmış bulunuyor. Bu başvuru üzerine Başbakan beklenen davranışı sergiliyor; ne kadar matematik sever olduğunu kanıtlarcasına, “sorunun yasalara uygun olarak” çözümü için ilgililere emir vermiş bulunuyor. Son beş yıl boyunca, TÜBİTAK’ın yönetiminin oluşmasında kendisini tek yetkili kılmak için olmadık yasa oyunları yaptıran ve bu kurumu yıllardır yasal olarak yönetimsiz bırakan ya da devlet üniversitelerini karşısına alan Başbakan, Matematik Köyü’nü kurtarırsa yine de çok doğru bir iş yapmış olur. Ancak sorun, devlet yapısının yerleşik anlayışından kaynaklanıyor; yani, bu bir “zihniyet” sorunudur ve tekil kurtarmalarla çözüme ulaşılamaz. Yine de hiç olmazsa bu olayda, devletin cebrinin değil, matematiğin cebrinin üstünlüğü gerçekleşmelidir! [email protected] Turkcell’in şirketlere yönelik geliştirdiği Cell Ofis, çalışanları ofisten çıkaracak İşyeri cebe taşınıyor NECDET ÇALIŞKAN Mobil iletişim alanında gelişen teknolojiler, cep telefonunu sadece “konuşmak” için kullanılan bir araç olmaktan çıkarırken, iş dünyasını da yeniden şekillendiriyor. Türkiye’de son yıllarda bireysel kullanıcıların müzikten resim ve videoya, internetten bankacılık işlemlerine kadar çeşitli amaçlarla (veri kullanımı) kullanmaya alıştığı cep telefonunun “maharetlerini” şirketler de yeni yeni fark ediyor. Türkiye’de veri kullanımı konusunda daha çok gidecek yolun olduğunun altını çizen Turkcell Kurumsal Müşteriler Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Emre Sayın, “Şirketler cep telefonunu kullanıyorlar, ama veri paylaşımı konusunda yolun başındalar” dedi. 3G’nin şirketlerin de bu hizmetleri kullanması için fırsat oluşturacağını belirten Emre Sayın, Turkcell olarak iş dünyasını, ofise bağlı kalmayı engelleyecek yeni bir ürün olan “Cell Ofis” ile tanıştırmaya hazırlandıklarını söyledi. Cell Ofis’in kamuda kullanımına ilişkin olarak Sayın şu örneği verdi: “Orman Bakanlığı için bir proje geliştirdik. Bakanlığa, yangınları tespit edip, zamanında haber verecek personelin, mobil çalışabilmesi için 2 bin veri hattı verdik. Bu sistem şu anda kuruluyor.” Türkiye’nin en yaygın muhasebe yazılımlarından olan Logo’nun Cell Ofis için çözümler geliştirdiğini söyleyen Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Sayın, “Bu sistemde cep telefonuna sadece epostalar gelmeyecek. Şirketin o gün yaptığı satışlar, kaç fatura kesildiği, hesapları gibi raporlar da cep telefonundan takip edilebilecek” dedi. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Richard Holbrooke New Perspective Quarterly dergisine, Türkiye’deki seçim, sonuçlarından ne kadar hoşnut olduğunu belirttikten sonra, “Batı, dünyada ılımlı İslam istediğini söylüyor. İşte size Müslüman dünyasındaki en demokratik iki ülkeden biri, öbürü de Malezya” demiş. Holbrooke’un sözleri basından gereken tepkiyi ve eleştirileri aldı. Ancak, Batı’nın, ABD’nin bu “ılımlı İslam” isteği, laiklikle demokrasiyi karşı karşıya koyma eğilimi, üzerinde de biraz düşünmek gerekiyor? Ben, bu isteğin ve eğilimin, Batı’nın demokrasi aşkından değil de muhafazakâr siyasi geleneğinin en karanlık köşelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bu istek ve eğilimle, 20 yüzyılın son çeyreğinde, özellikle ABD’nin ekonomik yönetimi ve savunma stratejisi çevrelerini derinden etkileyen bir dünya görüşü, bir siyasi eğilim (yeni muhafazakârlık) arasında organik bir ilişki var. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com leşme aşamasına girmişti. Bunu, “terorizme karşı savaş” ve Ortadoğu’yu demokratikleştirme (BOP) söylemleri izledi. Ancak, bir taraftan küreselleşmenin genel krizi, diğer taraftan Afganistan’ın ve Irak’ın işgali, Arafat’ın ölümü, istikrar getirmedi. Aksine emperyalist müdahale, ekonomik ve siyasi krizler, bölgede yeni savaşları gündeme getirmeye, diğer bölge ülkelerinin varlıklarını tehdit eden bir kaos ortamı yaratmaya başladı. Şimdi bu ortamda ortaya dökülen radikal, nihilist, tepkiler nasıl giderilecek? Giderek kızgınlık derecesi artan kitleler nasıl dizginlenecek, serbest piyasa modeline nasıl entegre edilecekler? Bölge kaynakları Batı’nın kullanımına nasıl açılacak, açık tutulacak? Din ile serbest piyasa modelini birleştirecek, bunu da demokratikleşme söylemi içinde sunabilecek, bir formül, yine, haklara, özgürlüklere değil, sorumluluklara ve görevlere dayalı bir Leviatan, bölgedeki kargaşaya bir çözüm olabilir! Ancak bu ulusalcı, toplumcu refleksleri olmayan, yönetimi altındaki halkları Batı’nın iradesine karşı korumaya kalkmayacak bir Leviatan olmalıdır. Batı’nın ılımlı İslam rejimleri isteğinin, bu yönde izlediği toplumsal mühendislik projelerinin arkasında, hızla gelişmekte olan kargaşanın bölgeyi kullanılamaz kılabileceğine ilişkin bir korku var. Temelindeyse, kapitalizmin doğarken yarattığı kaos içinde sermaye düzenini korumaya yönelik bir Leviatan arayışından esinlenen, 20. yüzyıl başında küreselleşmenin yarattığı kaos içinde seçkinci, hatta faşist eğilimli düşünürlerin ürettiği ekonomik ve siyasi doktrinler var;demokrasi, özgürlük sevgisi değil. ‘Batı’nın ‘Ilımlı İslam’ isteği savaş asındaki dönemde, Avrupa’nın toplumsal düzeni, bir taraftan küreselleşmenin, liberal ekonomik sistemin krizi, diğer taraftan işçi hareketinin isyanı, orta sınıfların tepkisi, altında şekillendi (Perry Anderson “The Intransigent Right” Taviz vermeyen sağ London Review of Books, 29/09/1992, çalışmasından yararlandım). Bu düşünürlere göre, ortaçağların sonuna doğru, ortaya çıkan, yeni, cemaatin zincirlerinden kurtulmuş, kendi sorumluklarını kendisi üstlenen ve üstlenmeyen sorumsuzları geride bırakarak ilerleyen, bağımsız erdemli bireyin (uomo singulare) var oluş durumu olarak evrimleşen bir yaşam tarzı (piyasa ekonomisi), insanın doğasına, moral yasalara aykırı müdahale çabaları yüzünden tehdit altındaydı. Gerçekteyse, o yaşam tarzını, yine o “tarihsel evrimin” öbür yüzü olarak, iki savaş arası dönemde, derin bir toplumsal kriz içinde, ortaya çıkan bir karşıt eğilim, demokrasi ve kitle hareketleri tehdit ediyordu. Bu yazarların hepsi, “bu yaşam tarzı nasıl korunacak”, bu tehdit nasıl giderilecek, sorusuna cevap ararken, Thomas Hobbes’in, İngiliz burjuva devrimi sırasında yazılmış, toplumsal kaosa düzen getirmenin yollarını araştıran Leviatan başlıklı eserindeki tezlere döndüler. Strauss biraz daha geriye Eflatun’a kadar gidiyordu. Bu düşünürlere göre, söz konusu yaşam tarzını koruyacak yönetim “toplumsal çıkar gibi saçma sapan bir düşünceden” hareketle, insan doğasının tarihsel sürecine, piyasa koşullarına müdahaleyi dışlamalıydı, alt sınıfların, toplumsal mükemmellikleri bastıran, eşitleyici basıncı, gündeme getirdiği kaos engellenmeliydi. Alt sınıflara inisiyatif, sayısal çokluğa otorite veren, genel oya dayalı bir demokrasi son derecede zararlıydı. Ama din, örneğin Katolik Hıristiyanlığın “kaprissiz otoriterliğe” olanak sağlayan ahlak felsefesi yararlı olabilirdi. Birincisi, çözüm olacak yönetim/devlet, kapitalizmin tarihsel olarak müdahale gerektirmeden, kendiliğinden, evrimleştiği var sayılan kurumlarına; ikincisi ayni biçimde evrimleşmiş moral prensiplerine dayanmalıydı. Üçüncüsü… Carl Schmitt’in Hitler rejimine katılmasından, Oakshott’un Mussolini övgüsünden, Hayek’in “genel seçimleri bastırsa bile yasalara uyan bir otoriter rejimin özgürlükler, ekonomiye müdahale eğilimindeki bir demokrasiden daha iyi koruyacağına” ilişkin sözlerinden, Pinochet rejimine verdiği destekten, üçüncünün de ne olduğunu anlayabiliyoruz. Bugün ABD dış politika doktrininde egemen “yenimuhafazakâr” akımın hocası olan Strauss’un katkısıysa daha çok, yöneticilerle kitlelerin ilişkilerine yönelikti. Bu düşünürlere göre toplumun ancak çok ufak bir kesimi, Strauss’a göreyse filozoflar gerçeğe vakıf olabilirlerdi. Ancak bunlar hiçbir önyargı, eleştiri ve sınır tanımadan düşünen, ufukları güncel sorunları aşan insanlardı. Ulaştıkları, örneğin, evrende kutsal bir iradenin yokluğuna, dünyanın ve insanın geçici karakterine ilişkin bilgiler toplumun düzeni açısından son derecede zararlıydı. Bu nedenle, bu filozoflar az sayıda seçkini kısa dönemli, pratik sorunlara odaklanarak halkı yönetebilecek biçimde, ama hakikati onlara da açıklamadan yetiştirecek, halkın isteklerini de gerçeğin yerine geçecek anlatılarla (bu bağlamda, dini söylemler özellikle yararlı olabilir) yönlendirmeyi öğreteceklerdi. Böylece halka gerçek değil, kolay kabul edilebilecek, onları rahatlatacak, “onurlu yalanlar” (kavram Eflatun’a aittir, takkıye kavramının felsefi kökleri de…) sunulacaktı. Diğer bir deyişle Strauss’un filozofu dinsizdir, ama gerektiğinde “dinin toplumsal bütünlüğü sağlamaya yarayacak bir emzik olabileceğini düşünür”. Bir küreselleşme ve bir kaos daha Muhafazakâr sağın bu azgın teorilerinin, 1980’lerde yeniden gündeme gelmesi boşuna değil. Yine bir ekonomik kriz ve onun yarattığı sarsıntılar, sermayenin avlanma alanlarını hızla genişletirken (küreselleşmenin) yarattığı kargaşa, hem verili ekonomik sosyal düzeni hem de uluslararası düzeni, ABD hegemonyasını, sarsıyor. Yüzyılın başındaki sorunlar, kapitalist sistem açısından yine gündemde. Önce, serbest piyasanın “insan doğasına” en uygun sistem olduğuna ilişkin inanç tazelendi. Bununla birlikte, ABD’nin sermayenin genişleme sürecini, mali piyasalara doğal kaynaklara el koymaya ilişkin emperyalist atılımını saklayan “kutsal yalanı” devreye girdi: Toplumun evrimsel süreci küresel Tavizsiz kuartet Bir önceki küreselleşmenin, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan krizi sırasında şekillenmiş, ancak ekonomik büyüme döneminde unutulduktan sonra, 1970’lerde yeni bir krizle birlikte yeniden gündeme gelmeye başlamış, ReaganThatcher döneminde ekonomik, Bush dönemiyle birlikte de etkileri siyasi alanda iyice belirginleşmiş bir siyasi eğilim bu. Arkasında da, Michael Oakshott, Carl Schmitt, Leo Strauss ve Friedric von Hayek gibi son derecede muhafazakâr dört düşünür var. Aynı dönemde (18881901) doğan bu dört düşünürün görüşleri, iki büyük İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış SATILIK DEVREMÜLK Bodrum Hürpa Akyarlar’da 15 30 Ağustos Devresi Tel: 0533.749 09 60 KÜÇÜKÇEKMECE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2006/551 Davacı Abidin Doğan vekili Av Mehmet Çevik tarafından açılan gaiplik davasının yapılan duruşmaları sonunda: Mahkememizin 10.07.2007 tarih ve 2006/551 esas 2007/476 sayılı kararı ile davanın KABULÜ İLE, Elazığ ili Merkez ilçesi İzzetpaşa Mah.C:8 Hane 197 de nüfusa kayıtlı bulunan Müslüm ve Elif’ten olma 30.09.1963 D.lu RIZA DOĞAN’ın son haber alma tarihinden itibaren 5 yıldan fazla zaman geçtiği, ilan süresi içerisinde ortaya çıkmadığı anlaşıldığından 4721 sayılı TMK.nin 32 ve 33 maddesi uyarınca gaipliğine karar verilmiştir. İlan olunur. 27.07.2007 BASIN: 43828 ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle