19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 TEMMUZ 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Bayazıt Kulesi’nin mimarisi, ağzı gökyüzüne gelecek şekilde oturtulmuş bir savaş topundan başka bir şey değildir 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İstanbul’a yakın olmak!.. ırdöndü balkonundan bakıldığınF da tüm İstanbul’un görüldüğü bir kule yapılması istenir, Senekerim Balyan Usta’dan. Bu, kentin neresinden bakılırsa göze batacak bir kule demektir mimar için. Yangın gözetleme kulesinin yapılacağı yer de, tarihi yarımadanın ortasıdır. Sultanahmet, Ayasofya, Süleymaniye gibi camilerin minareleri ve kubbeleriyle ters düşmeyecek, dünyanın bu en güzel siluetiyle uyum içinde olacak bir kule tasarlamanın hiç de kolay bir iş olmadığını takdir edersiniz. Senekerim Balyan Usta zor da olsa bu işin üstesinden gelmeyi başarır ve Bayazıt Kulesi’ni armağan eder İstanbul’a. Şimdi bir oyun oynayalım hayalimizden: Galata Kulesi’yle Bayazıt Kulesi’nin yerlerini değiştirelim. Galata Kulesi, tarihi yarımadanın içinde sırıtırken, Bayazıt Kulesi de Galata’nın dokusuyla ters düşer. Senekerim Balyan Usta’nın sırrı nedir öyleyse? Ne yaptı da mimar, sur içinin görünümüyle uyum içinde olan bir kuleyi istenilen yere kondurmayı başardı? ULENİN SIRRI... İstanbul’a eşsiz güzellikte eserler kazandıran Balyan ailesinin bir ferdi olan mimar, aylarca düşündü; neredeyse kurdeşen döküyordu! Abarttım sanmayın, kolay mı öyle İstanbul’a kule yapmak? Gökdelen mi dikiyoruz ki, kentin görüntüsüne uygun olduğunu düşünmeden koyver gitsin!?. Senekerim Balyan Usta sonunda buldu yapacağı kulenin neye benzeyeceğini! Dış hatlarında Osmanlı’nın çizgilerini taşıyan büyük bir savaş topu yaparak Bayazıt’a kule diye koydu diklemesine!.. Evet, Bayazıt Kulesi’nin mimarisi, ağzı gökyüzüne gelecek şekilde oturtulmuş bir savaş topundan başka bir şey değildir!.. Bir silahın bu şekilde duruşu barış anlamına gelmektedir. Öyleyse şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; dünyanın en büyük barış anıtı İstanbul’dadır! Bayazıt Kulesi’nin bu sırrını bilmiyorduysanız, İstanbul’a uzaktınız. Oysa şimdi biraz daha yakınlaştınız... Yılda bir kez bir araya gelmelerine izin vardı. O gün dışında, böylesine kalabalık bir şekilde toplanmaları mümkün değildi. Sarayın izniyle hepsinin katıldığı bu tören, mayıs ayının son cuması yapılırdı. Günün her dakikasını İçimdeki O Duygu… Ben bu duyguyu tanıyorum... Ben bu duyguyu biliyorum… Ben bu duyguyu daha önce de yaşadım… Geçen pazartesinden beri bu duygu peşimi bırakmıyor. Çok kısadan söylemem gerekirse, bu duygu katillerin el üzerinde tutulduğu, katledilenin suçlu muamelesi gördüğü düşüncesini yüreğime yerleştiren duygu… ??? Geçen pazartesiydi. Çok sıcak bir gündü. Bunaltıcı, ağır bir hava… Beşiktaş’ta “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hepimiz Hrant Dink’iz”, “Hepimiz Tanığız” yazılı siyah pankartlar, nihayet başlayacak olan mahkeme kapısına doğru dalgalanırken, henüz o duygu içime yerleşmemişti. Göğsümde, Hrant’ın kaygılı bakışlarını taşıyan fotoğraf, sanıyordum ki, orada bulunan herkes hukuk devletine inancı, demokrasinin geleceği için oradaydı… Sanıyordum ki, bu dava, Türkiye’yi, Türklüğü aşağılayan, yerin dibine batıran, lekeleyen hunharca bir cinayetin aydınlanması için bir ilk adım olacak… ??? Sonra.. sonra, pis pis sırıtan kimi suratları gördüğümde önce midem bulanmaya başladı. Sanki birtakım insanlar, sanki sanıkları “kahraman” ilan etmek için oradaydı… Sanki bu doğalmış gibi… Kanıksanmış gibi... Sonra Hrant’ın eşine, çocuklarına, oradakilere savrulan tehditler… Mesleği avukatlık olan bir “insan”ın , “it sürüsü”, “canınız cehenneme” ile başlayıp “Hepiniz Hrant’sanız, gidin Ermenistan’a”… Sanki Hrant düşüncelerinden, yazdıklarından dolayı öldürülmemiş gibi… Düşüncelerinden dolayı öldürülmek doğalmış gibi… ??? Sonra… Ne demişti cinayetin azmettiricisi Yasin Hayal, savcıya yazdığı mektupta: “Bizi kullandınız, şimdi neden korumuyorsunuz?” Sanki bu çok sıradan bir soruymuş gibi… Bu ülkede bu soru sık sık sorulmuş ve her seferinde geçiştirilmiş, kimseler yanıt vermek zorunda kalmamış… (Gibi değil, aynen öyle…) ??? Ben o mahkeme kapısında yaşadığım duyguyu, daha önce Ankara’daki Sıvas katliamı duruşmalarında da yaşadım. Sanki suçlu olan Madımak Oteli’nde 37 cana kıyan, o insanları yakan caniler değil de, suçlu olanlar o duruşmayı izlemeye gelenlerdi… Suçlu olan öldürenler değil de ölenlerdi… O ateşte kavrulup can verenlerdi… ??? O gün duruşma salonundan içeri giremedim. Ama sonraki günler, duruşmanın ayrıntılarını okudukça bu duygu büyüyerek, yoğunlaşarak yerleşti içime… Türklüğü yüceltmeye niyetli delikanlı üç genç… Arkadaş grubu canım… “Arkadaş” sözcüğü hiç bunca aşağılanmamıştı… “Arkadaşların”, Emniyet, Jandarma ilişkileri… Çay ocağında çekilen o fotoğraflardaki neşe, samimiyet (meğer sanıklardan “samimi” itiraf alabilmek içinmiş…) ve de “gurur”… Tırnak içindeki her sözcüğün içimdeki o duyguyu pekiştirmesi… Sözcüklerin, kavramların içlerinin boşaltılması, anlam değiştirmesi, yozlaşması çok doğalmış gibi… Bunları da kanıksamışız gibi… ??? Hani Türklüğü aşağılamak falan diyorlar ya… İşte bence Türklüğü en çok aşağılamak bu duyguyu insanların içine yerleştirmek… Katillerin “vatanperver”, düşünenlerin “vatan haini”, katledilenlerin “suçlu” olduklarına alışmamız, kanıksamamız ve artık şaşmamamız… Hani şu sıralar, sabah, öğle, akşam, her öğün seçim propagandalarını dinliyoruz ya, parti liderlerinin ağızlarından hak, hukuk, demokrasi sözcükleri düşmüyor ya, inanın içimdeki bu duygu var oldukça, o söylemlerin hiç ama hiçbir inandırıcılığı kalmıyor… eposta: [email protected] Faks: 0 212 257 16 50 Sergide, usta tiyatrocu Haldun Dormen’in fotoğrafı da yer alıyor. doyasıya yaşamak için, güneş daha doğmadan toplanırlardı, bir tepenin eteklerinde. Patikalardan yukarıya doğru çıkarlarken, güneş de yükselirdi, onlarla birlikte. Hepsinin ortak özelliği kara tenli oluşlarıydı!.. Evet, onlar İstanbul’da yaşayan Afrikalı kölelerdi. Yılda bir kez toplanmalarına, yan yana gel ‘Beyefendiler’ Darphanei Âmire’de Kültür Servisi “Beyefendi kimdir, tanıdığımız beyefendiler kimlerdir, bu konuda Türkiye hangi isimler üstünde mutabıktır ve bu beyler bir kadının gözünden nasıl yansır?” Bu sorulara cevap arayan ve hepimizi beyefendilik kavramı üstüne tekrar düşünmeye davet eden “Beyefendiler” Sergisi, 11 Temmuz’a dek Darphanei Âmire’de izlenimde. Sergi; kibar, centilmen, gerçek adabı, nerede nasıl davranacağını bilen, kadına kendini “kadın” gibi hissettiren ve daha birçok değeri duruşunda birleştiren, içimizden “Beyefendiler”i fotoğraflarla ölümsüzleştiriyor. Bennu Gerede imzasıyla tiyatro, edebiyat, görsel ve plastik sanatlar, spor, televizyon, müzik, bilim, kültürel hayat ve medya dünyasının “Beyefendileri” arasından seçilen isimler den bazıları şunlar: Altan Erkekli, Ara Güler, Asaf Savaş Akad, Aydın Boysan, Burhan Öçal, Doğan Hızlan, Erol Evgin, Erol Günaydın, Gazanfer Özcan, Güneri Civaoğlu, Gürer Aykal, Haldun Dormen, İlber Ortaylı, İlhan Şeşen, Kürşat Başar, Mehmet Güleryüz, Mustafa Sağyaşar, Nebil Özgentürk, Oktay Ekşi, Rıdvan Dilmen, Selçuk Erez, Sunay Akın, Şakir Eczacıbaşı ve Yavuz Bingöl. yoldan 9 İngiliz ve 1 Fransız denizaltısı daha Çanakkale’yi geçerler. İngiliz denizaltıları gemilerimizi batırmakla kalmaz, bir tanesi İstanbul’a saldırarak Tophane’yi torpiller. Bu gelişme üzerine müttefikimiz olan Almanlar “U 21” denizaltısını İstanbul’a gönderirler. Alman denizaltısının kaptanını ziyaret eden arkeolog E. Unger, bir kayığı olup olmadığını sorar vatandaşına. Kaptanın “Ne yapacaksın kayığı? Hem etraf kayık dolu!” demesi üzerine, Alman arkeolog, araştırma yapacağı yerin cinli olduğunu düşünen Türklerin kayıklarını vermeye yanaşmadığını anlatır. Bunun üzerine kaptan, kayığı olmadığını ama isterse denizaltıda bir şişme bot bulunduğunu söyler. Bu habere çok sevinen Unger, botu kaptığı gibi, çalışma yapacağı mekâna doğru yola koyulur. İçi bir arkeoloğun nefesiyle dolu olan o bot sayesinde Yerebatan Sarnıcı’nın ilk planı çıkarılır!.. N GÜZEL KENT Tavandan Yerebatan Sarnıcı’ndaki o eski Bizans suyuna düşen damlacıkların dalgaları yüreğinize şu an çok mu uzak?.. Ne kadar yakınsınız İstanbul’a?.. Sahi, hiç konuşur, sohbet eder misiniz onunla? İstanbul’un arkadaşı olmayı bir kez olsun denemediniz mi? Hep uzağında mısınız dünyanın bu en güzel kentinin? Uzağında durmayın, yakınlaşın İstanbul’a. Konuşun onunla; eğer, gönlünüzde göğsüne saplanan beton hançerlerin öfkesini, derisini kanatan asfalt yolların acısını duyuyorsanız, o da konuşacaktır sizinle. Hele bir de, kollarıyla ayaklarını geren asma köprülere bir yenisinin eklenmemesi için kararlı olduğunuzu anlarsa, sizin gerçek bir yurtsever, tarihine, kültürüne bağlı bir aydın olduğunuza kanaat getirecek ve bir dosta söylenecek sırlarını tek tek anlatacaktır. Siz de artık İstanbul’la yakınlaştınız demektir. O zaman da bana, “Tüm bunları nasıl biliyorsun, neden İstanbul’un en ilginç, en güzel öykülerini senden duyuyoruz” diye sormayacaksınız!.. Dahası, ailemden kalma tarihi bir köşke, tüm birikimimle aldığım antika oyuncakları koyarak, neden İstanbul’a ilk Oyuncak Müzesi’ni armağan ettiğimi daha iyi anlayacaksınız. E K ‘Ebru Projesi’nin süresi 21 Temmuz’a uzatıldı Kültür Servisi Fotoğrafçı Attila Durak’ın Binbirdirek Sarnıcı’ndaki “Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar” sergisi 21 Temmuz’a kadar uzatıldı. Atilla Durak’ın burada sanatseverlerle buluşmaya devam edecek olan “Ebru Projesi”, Türkiye’nin kültürel çeşitliliğini yansıtan, çekimleri 20012006 yılları arasında Sultanahmet 1001 Direk Sarnıcı’nda gerçekleştirilen 173 çarpıcı fotoğraf ve öyküden oluşan “Ebru” adlı kitabı ve bir dizi sergiyi içeriyor. melerine izin vardı. Yamacından yukarı yüzlerce çift kara ayağın büyük bir coşkuyla tırmandığı tepe de, Çamlıca Tepesi’ydi. Zirvede buluştuklarında hepsinin de mutluluktan yüzleri gülmekteydi. Mutluydular çünkü, o gün neşe içinde kendi dillerinden şarkılarını söyleyecek, hep beraber dans edeceklerdi. Ne dersiniz; siz bu yazıyı okurken Çamlıca Tepesi’nden bakanlar mı daha yakındırlar İstanbul’a, yoksa siz mi? 18 Mart 1915’te, işgal donanması Çanakkale’yi geçemez ama, Avustralyalı Henry Stocker kaptanlığındaki “AE 2” kodlu denizaltı Boğaz’ı aşarak Marmara’ya çıkmayı başarır. Onun açtığı Rafael’in portresine rekor fiyat ? Kültür Servisi Rönesans döneminin en ünlü ressamlarından Rafael’in bir portresi, rekor bir fiyatla, 18.5 milyon sterline, yani 37.3 milyon dolara satıldı. Ünlü müzayede evi Christie’s yaptığı açıklamada, Rafael’in yaptığı Lorenzo de Medici’nin portresini, adı açıklanmayan özel bir koleksiyoncunun satın alındığını belirtti. Portreyi satan ünlü koleksiyonculardan ve galeri sahibi Ira Spanierman, eseri 1968’de sadece 325 dolara satın almış ve sadece 3 yıl sonra portrenin Rafael tarafından yapıldığı kesinlik kazanmıştı. Françoise TorresBonnet Türkiye’de ? Kültür Servisi Françoise TorresBonnet’nin resim sergisi bugün Galeri Artist Çukurcuma’da sanatseverlerin ilgisine sunulacak. Kendini sadece boyayla yakalayacağı etkiyle sınırlamayarak resme tuval ve boya dışında değişik malzemeler de katan Bonnet’nin Türkiye’de ilk kez açacağı sergi 18 Temmuz’a kadar pazar hariç her gün 11.0019.00 arası ziyaret edilebilir. (www.artistcukurcuma.com) KUTLUYORUZ HEY Travel’ın reklam müdürü MÜGE ÇALIŞKAN ile ÖZGÜR RAUF ÖZÇAKIR yaşamlarını birleştirme kararı aldılar ve Akçakoca’da dünyaevine girdiler. Kutluyor ve mutluluklar diliyoruz. Cumhuriyet Dört Mevsim Gezi Dergisi CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle