19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 TEMMUZ 2007 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr MHP’nin ekonomi kurmayı Prof. Mithat Melen’den AKP’nin ekonomi politikasına ağır eleştiriler: Hangi ekonomik istikrar? SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU MHP İstanbul 2. bölge birinci sıra milletvekili adayı Prof. Dr. Mithat Melen’le konuşuyoruz. Mithat Hoca Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu sorunların temelinde yoksulluk ve eğitimsizliğin yattığını söylüyor. 2001 yılından beri uygulanan IMF güdümlü ekonomik programa verip veriştiren Mithat Hoca her lafın başında “Ekonomik kriz çıkar” öcüsünden kurtulmanın yolunun da ekonomiyi yeniden ve akılcı biçimde yapılandırmak olduğunu söylüyor. Bu sözüm ona ekonomik istikrardan da Türkiye’nin sadece yüzde 5’inin yararlandığının altını kalın çizgilerle çiziyor. 1991 seçimlerinde ANAP’la siyasete girdiniz. 2002 seçimlerinde ise AKP’den davet aldınız, ama MHP’yi tercih ettiniz. Bu seçimlerde de MHP’nin İstanbul 2. bölge birinci sıra milletvekili adayısınız. Neden MHP? MELEN Her şeyden önce Devlet Bahçeli. Ben Devlet Bey’i tam 40 yıldır tanıyorum. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde sınıf arkadaşıydık. O günden bugüne çizgisinde en ufak bir değişiklik olmadı. Her zaman kibar, nazik. Her görüşmemizde ceketini ilikleyerek kapıya kadar geliyor. Bu nezaket karşısında son derece duygulanıyorum, utanıyorum. Bugün sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın da sorunu liderlik ve devlet adamlığı vasfını taşıyan kişilerin çok az olması. Ben Devlet Bahçeli’de hem liderlik hem devlet adamlığı vasıflarının birleştiğini gördüğüm için MHP’yi seçtim. Biz ailece milliyetçiliğe bağlıyız. Bugün birtakım insanlar milliyetçiliği değişik yorumlatmaya çalışıyor. Ama artık ülkemizde Türk milliyetçiliği kavramının ne anlama geldiği doğru biçimde anlaşılmaya başlandı. Bu çok önemli bir meseledir. oluyor. Bugün AB içinde milliyetçilik meselesi çok ön plana çıkmaya başladı. Bence bu kavramı hep birlikte benimsememizde yarar var. Yeni doğan çocuklar 67 bin dolar borçlu Büyümeden söz ettiniz. AKP Hükümeti Türkiye’nin büyüme hızının yüzde 78 oranında olduğunu söylüyor. Ekonomik büyümeyle verimlilik ve kalkınma eşanlamlı mı? Büyüdük de ne pahasına büyüdük? Türkiye sürekli ithalat yapıyor, borçlanıyor. Bu büyüme belki Türkiye’nin yüzde beşi için çok iyi. Ama yüzde 95’ine bu refah yansımıyor. Bugün başta KOBİ’ler olmak üzere halk kesimlerinde çok önemli sorunlar var. Serbest piyasa ekonomisinde gelirin mümkün olduğu kadar adil dağıtılması çok önemli bir meseledir. Son dört buçuk yıla baktığımızda birdenbire borç yükümüz 200 milyar dolardan 400 milyar dolara çıkmış. Bugün doğan her çocuk dahil her Türk 67 bin dolar borçlu. Düşük kuryüksek faiz sarmalıyla ithalata ağırlık veriyorsunuz. İthalatı da borçla karşılıyorsunuz. Cari ‘ MHP belki kendini yanlış tanıtıyor olabilir. Ama gözlemleyebildiğim kadarıyla başta Türk medyası olmak üzere bizi başka türlü algılamak ve başka türlü takdim etmek isteyenler var. ’ Bunlar kamu hazinesini ve maliyesini düzelten politikalardı. Bununla belirli bir yere kadar başarı sağlandı. Ama bu sefer özel sektör borçlandı. Dolayısıyla o program artık işlevini yitirdi. Yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var. İşte, kaçırılan fırsat orada. Ekonominin temellerini değiştirmek gerekir. Bu faktör verimliliği dediğimiz faktör piyasalarının yeniden düzenlenmesiyle ilgili. Ekonominin altyapısını düzeltemezsek bütün bu sorunları çözemeyiz. Bugün piyasanın yüzde 50’si dolarla yönetilir halde. Bankaların üçte biri de yabancı. Türkiye’de ekonomiye hâkim olamama durumu var. Merkez Bankası elindeki dolar araçlarını Türk Lirası cinsinden kullanamıyor. ABD Merkez Bankası (Federal Reserve) Başkanı hapşırırsa Türkiye nezle oluyor. 2002 seçimleri sırasında sizin için “MHP’nin Kemal Derviş’i” diyorlardı. Bu sözü nasıl karşılamıştınız? O zaman da, “Ben MHP’nin Kemal Derviş’i değilim. O CHP’nin Mithat Melen’i” demiştim. Geçenlerde bile bir yerde, “MHP’nin Kemal Derviş’i hâlâ MHP’yle devam ediyor” biçiminde bir yazı okudum. Kemal Derviş’le aramızdaki en büyük fark her halde milli yapılanma lazım. Bunu da halka anlatmalısınız. Böyle bir durumda işadamı nasıl yatırım yapar? Özellikle de gelecek on yıl içinde ekonomik kriz patlar mı diye korkmamanız lazım. Bir kere kriz laflarını Türkiye’nin ekonomik gündeminden çıkarmalılar. İstikrarlı ekonomi idaresi bu şekilde olmaz. Zayıf bünyeyi düzeltmek Başbakan Kuzey Irak’a sınır ötesi harekât yapılması tartışmaları sırasında Genelkurmay Başkanı’na, “Ama Paşam, borsa düştü” demiş. Bu da tuhaf bir söylem değil mi? Sayın Başbakan zaten ekonomiyle çok ilgilenmiyor. Belki hiç ilgilenmemesi ekonomiye yarıyor. Bizim derdimiz kırılganlığa kapılmış bu zayıf bünyeyi düzeltmekle ilgili. Bunu düzeltemezsek bu sıkıntıları hep yaşayacağız. Şahsi para yönetimini çok iyi bilebilirsiniz. Ama ülkenin para yönetimi çok farklı bir iş. Belki o ikisini birbirine karıştırdığınız için bu krizler oluyor. Dünyada bugün 1314 trilyon dolar ticaret var. Sadece bir gün içinde azaltmak, kamu, özel sektör borç stokunu sürdürülebilir bir hale getirmek. Bu programın temel amaçları çerçevesinde rekabetçi piyasa ekonomisinin geliştirilmesi ve hukuki altyapının güçlendirilmesi meselesi çok önemli. Katma değeri yüksek yenilikçi bir üretim ekonomisi tesis edilmelidir. Bilgi ve iletişim ekonomilerinin yaygınlaştırılması, iş ve yatırım ortamının iyileştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması mali sistem ve sermaye piyasalarının güçlendirilmesi ve küçük yatırımcının korunması çok önemli. Daha pek çok çözüm programı var. Hepsinin üzerinde de daha etkin bir ekonomi yönetiminin sağlanması için ekonomi bakanlığı kurulması partinin gündemindedir. Genelde partilere yöneltilen en büyük eleştiri ekonomi politikaları ve vaatlerini hangi kaynaklarla destekleyeceklerini somut olarak açıklamamaları. MHP bu kaynakları nereden bulacak? Kamu harcamalarının gereksiz yere artırılması büyüme hızını düşürüyor. Bizim altyapı, sağlık, eğitim ve emeklilik fonlarını iyi kullanmamız ve yönetmemiz gerekiyor. Bunun için de P O R T R E Prof. Dr. MİTHAT MELEN Ankara, 1947 doğumlu. Eski Maliye, Milli Savunma bakanlarından ve başbakanlardan Ferit Melen’in oğlu. Yükseköğrenimini Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde (AİTİA) yaptı. 1973’te Brüksel’de NATO Sekretaryası’na uluslararası memur olarak girdi. Brüksel Üniversitesi’nde “Bütünleşmenin ekonomik yönü” konulu lisans üstü çalışmasını yaptı. Ardından Brüksel’de Türkiye Maliye Ataşesi oldu. Maliye Müşavirliği’ne yükseldi. Hazine Müsteşarlığı adına uluslararası ikili ilişkileri yürüttü. Hazine’de uzun yıllar görev yaptı. Doktorasını İÜ İktisat Fakültesi’nde “AET’nin ekonomik yapısı ve Türkiye” teziyle aldı. 1996’dan beri İÜ İktisat Fakültesi iktisat teorisi profesörü. 1991’de Hazine Müsteşar Müşaviri görevinden istifa ederek ANAP’tan genel seçimlere katıldı. Ancak kazanamadı. Dünya Bankası ve başka uluslararası ve yerli kuruluşlara danışmanlık yaptı. 2002 seçimlerine MHP listesinden girdi. Ancak parti barajı aşamadı. Şimdi MHP’den İstanbul 2. bölge birinci sıra adayı. açıklarınız, ödemeler bilançonuzdaki açıklar artıyor. Doların paritesi düşük, borsa yüksek olduğu zaman işler çok iyi gidiyor gibi bir izlenim var. olup olmamak. Bu hükümet, her ne kadar sonuna gelinmiş olsa da Kemal Derviş’in ekonomik programını harfiyen uyguladı. Oysa bu bir ekonomik kriz dönemi programıydı. Bu hükümet artık ekonomik istikrarın yerleştiğinden söz ederken hâlâ neden ekonomik kriz programını uygulamakta ısrar etti? Onu kabul etmiyorum. Bu IMF’nin programı. Kemal Derviş onun bir uygulayıcısıydı. Zaten görevini yaptı ve gitti. Dünyada AKP’ye çok yarayan bir şans var. O da bütün dünyadaki likidite, para ve borç alınabilir kaynak bolluğu oluşu. Biz hep dünyada bu kadar likidite bolluğu olmasaydı o programın başarısızlığa uğramaya mahkum olduğunu hep söyledik. Bu likidite bolluğu olduğu için bu borçlarla buraya kadar geldiler. Şimdi yine bu kadar borçlanarak aynı programlarla bir başka yere gelemeyebilirsiniz. Bu kadar likidite, borç alınabilir bolluğu olmayabilir. Borçlarınızı ödeyemeyebilir, çeviremeyebilirsiniz. Türkiye’de şu andaki ekonomi idaresi borç idaresi haline geldi. Bir yerden alıp bir yere veriyorsunuz. İşler iyi gittiği zaman iyi. Ama kötü gittiğinde takla atarsanız krize dönüşüyor. Ekonomide yeniden 1.8 trilyon dolar el değiştiriyor. Para hareketlerini artık izleyemiyorsunuz. kaynak bulmak önem kazanıyor. Kaynakları geliştirmek sürekli hale getirmek bir sistemle mümkün. Türkiye gibi vergi gelirlerinin neredeyse yüzde 80’ini dolaylı vergilerle karşılayan bir ülke için önce vergi tabanını genişletme gereği var. Bugün gerçek anlamda nereden bakarsanız bakın 8 milyon insanımız vergi için kayıtlı. Ortada 43 milyon seçmenimiz görünüyor. O zaman seçmenlerimizin ancak beşte birinin vergi için kaydı var, demektir. Herkesi beyanname verir hale getirmek çok önemli. Bunun için gelir ve giderlerinizi açıkça yazmak ve indirmek hakkına da sahip olmanız gerekiyor. Bu yüzden de adil bir vergi sisteminden söz edemiyoruz. Herkesin geliri oranında vergi vermesi gerekirken dolaylı vergileri eşit oranda ödüyoruz. Bir de kanayan yaramız tarım sektörü. Başta enerji olmak üzere birçok maddenin pahalı olması ÖTV ve KDV’nin yüksek oluşundan mı kaynaklanıyor? Evet. Bunları indirebilmek ancak vergi tabanını yaymak önemli bir mesele. O zaman gelir vergisi oranlarını da düşürebilirsiniz. Bu da Türkiye’yi kayıt altına almak demektir. Bunu siyasilerimizin mi yoksa halkımızın mı istemediğini ise pek bilemiyorum. ‘ Türkiye sürekli ithalat yapıyor, borçlanıyor. Bu büyüme belki Türkiye’nin yüzde beşi için çok iyi. Ama yüzde 95’ine bu refah yansımıyor. Türk milliyetçiliği ’ ‘ Ekonominin altyapısını düzeltemezsek bütün bu sorunları çözemeyiz. Bugün piyasanın yüzde 50’si dolarla yönetilir halde. Bankaların üçte biri de yabancı. ’ İnsanların kafalarında hâlâ soru işaretleri var. “MHP iktidara gelirse milliyetçiliğe fazlasıyla prim vermesi nedeniyle küreselleşmeye ayak uyduramayacak. Türkiye böyle bir durumda kapılarını dünyaya kapatacak” deniyor. Bu endişeler ne kadar haklı? MHP belki kendini yanlış tanıtıyor olabilir. Ama gözlemleyebildiğim kadarıyla başta Türk medyası olmak üzere bizi başka türlü algılamak ve başka türlü takdim etmek isteyenler var. 21. yüzyılda, küreselleşme olgusunun olduğu bir dönemde 20. yüzyılın nasyonal sosyalist anlayışı geçerli olabilir mi? Bugün bakıyoruz. Aşırı soldakilerle bile milliyetçilik kavramı açısından aynı çizgiye gelmişiz. Türk milliyetçiliği anayasanın sınırlarını çizdiği bir milliyetçilik. Ekonomik anlamda bu milliyetçiliği daha farklı tanımlıyorum. Bu ülkeyi sevmek, sınırlarına sahip olmak, bütünlüğünü korumak, hukuk devletini ön plana çıkarmak, demokratik ilkeleri geliştirmektir Türk milliyetçiliği. Bir önemli unsuru da dünya nüfusunun yüzde birini oluştururken dünya gayri safi milli hasılasından yüzde yarım değil, yüzde bir pay sahibi olmanız lazımdır. Büyümek, ekonomik olarak güçlenmek, insanların refah düzeyini yükseltmek, kalkınmakla ilgili bir yapılanma. Blair ya da Brown, Bush, Merkel’in milliyetçiliklerine bakın. Bizimkiyle onların arasında bir fark var mı? Onlar da milliyetçi. Onlara bayılıyorlar ama Türkiye’de milliyetçilik dendi mi de hemen gerici damgasını basmıyorlar mı? İş Türk milliyetçiliğine geldiğinde nedense birilerinin tüyleri diken diken Daha çok çözüm programı MHP’nin seçim beyannamesinde ekonominin düzeltilmesiyle ilgili ne gibi programlar var? İstihdam yaratmayan ve vatandaşın refahına yansımayan bir büyüme, bozulan gelir dağılımı, sürdürülemez boyutlara ulaşan borç stoku, yüksek dış ticaret ve cari işlemler açığı, yüksek reel faiz, gerçekçi olmayan kur politikası, ithalat bağımlısı üretim ve ihracat, giderek yabancılaşan bir finans sektörü, sıcak paraya dayanan kırılgan yapı ülkemiz ekonomisinin içinde bulunduğu temel sorunlardır. MHP bağımsız ve milli bir ekonomi programını uygulamaya koymaya çalışacak. Bu beş yıllık ekonomi programının temel amaçları şunlar: İstihdam dostu, sürdürülebilir bir büyüme ortamını tesis etmek, işsizlik ve yoksulluğu azaltarak gelir dağılımını daha adil hale getirmek, rekabetçi bir kur politikası uygulamak, üretim ve ihracatın ithalata bağımlılığını azaltarak rekabet gücü yüksek bir üretim ekonomisini tesis etmek, ekonominin dış kaynak bağımlılığını azaltarak şoklara dayanıklı hale getirmek, kırılganlığı Hükümet büyük fırsat kaçırdı İyi de Türkiye’de kaç kişinin borsada kâğıdı var, sizce? Kaç kişinin evine ekmek giriyor ya da kaç kişinin durumu bir yıl öncesine kıyasla düzelmiş? Bunları hesaplamak lazım. İşadamları da ortaya çıkıp, “Her şey iyi” diyorlar. Tabii onlar için her şey iyi. Ama Türkiye’de istihdamın yüzde 95’ini sağlayan KOBİ’lerde, piyasada ağır sıkıntı var. Büyüme, üretim hızı yavay yavaş düşüyor. Yılın sonuna doğru bu hissedilir bir durum alacak. Bu azalma tehlikeli. Türkiye sıkıştı. Bunu bir felaket senaryosu gibi göstermek istemiyorum. Sıkıştıkça sorunlar büyüyor. Bir sabah kurun fırlaması ya da faizin aşağı inmesi de çok yanlış. İstikrar dediğimiz olay bu zaten. AKP Hükümeti büyük bir fırsat kaçırdı. Ne açıdan? Büyük bir çoğunlukla TBMM’ye girdiler. 2001 yılında IMF’nin uyguladığı politikalara devam ettiler. Varoşları oy deposu görmek ahlaksızlığın daniskası Büyük şehirlerin varoşlarına göç eden, açlık ve yoklukla mücadele veren kırsal kesim insanları AKP Hükümeti tarafından oy deposu olarak algılanmıyorlar mı? Affedersiniz ama bu çok kısır bir düşünce biçimi. Böyle düşünüyorlarsa yazık. Varoşlarda yaşayan o insanlar su, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi hizmetlerden yararlanamıyorlar. Son derece sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkumlar. Bu derece yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşanan o ortamlar her türlü kötülüğü üretebilir. Terör de, kapkaç da, cinayet de oralardan çıkar. O zaman çok pahalı bir fatura ödersiniz. Kaldı ki bu faturayı hep birlikte ödüyoruz. Bütün büyük şehirlerin etrafında inanılmaz varoşlar var. Oralarda ne hukuk geçerli ne de ekonomik düzen. İnsanlar bırakın refah düzeyini, açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişler. Siz bunlar buralara gelsinler, ben de onlara torba torba erzak, kömür dağıtayım, oy deposu haline getireyim, diye düşünebilirsiniz. Ama günün birinde bu insanlar size oy vermeyecekleri gibi başınıza daha büyük dertler de açabilirler. Tam aksine, büyük kentlerdeki varoşlaşmayı mümkün olduğu kadar düzeltebilmemiz lazımdır. Sizin seçim bölgenizde dolaştığınız varoşlarda neler görüyorsunuz? İstanbul’da benim seçim bölgemin neredeyse yarısından fazlası varoş. Hakkâri’de, Van’da gördüğüm sorunlar oraların yanında neredeyse hiç kalabilir. Oraları homojen olmayan da bir yapı. Bütün bu sıkıntıların arkasında ekonomik sorunlar ön plana çıkıyor. Dil, din, etnik ayrımcılığı da beraberinde getiriyor. O insanların kaybedecekleri hiçbir şeyleri yok. İşsizlik diz boyu. Yoksulluk ve yoksunluk eğitimsizliği de beraberinde getirmiyor mu? ‘3 Y’ yani yoksullukyolsuzlukyoksunluk üçgeni iyice girift hale geldi. Bu Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi. Din unsurlarını satarak, etnik unsurları kullanarak, dilırk tahrikçiliği yapmayı ben ahlaklı bulmuyorum. Bu ne siyasi ne de insani ahlaka sığar. Gidip bu yoksul insanlara tencere dağıtılıyor, seçimden sonra kapağı veriliyor. Yani seçim sonuçlarına göre insanlar ya ödüllendiriliyor ya cezalandırılıyor. Para, erzak, kömür dağıtmak bu insanların haysiyetleriyle oynamaktır. Bu oy avcılığı bana göre ahlak dışı. Ben pek çok uluslararası kalkınma projesinin içindeyim. İnsanların kalkındırılması farklı bir şey, satın alınmaları apayrı bir şeydir. Yani balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek gibi. Evet, balık tutmayı öğretmek zahmetli bir iştir ama bu o insanlara yardımcı olur. Balık tutmasını öğrenince kendi karnını da kendi başına, hiç kimsenin yardımı olmadan doyurur. Biz insanlara balık tutmayı öğretme yolunu seçtik. Bu çok daha insan haysiyetine yakışır bir yöntemdir. Bugün Türkiye’de kişi başına düşen eğitim yılı dört. Dünyanın çok gerisinde. Yoksulluk eğitimsizliği, eğitimsizlik de yoksulluğu beraberinde getirmiyor mu? Siz bir üniversite hocası olarak neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Ülkemizde ilköğretim öğrenciyi ortaöğretime, ortaöğretim yükseköğretime, yükseköğretim de hayata hazırlamıyor. Bu da gösteriyor ki biz eğitim ekonomisi kavramını da tam anlamıyla kavramış değiliz. Bütün mesele genç insanımızı hayata hazırlayacak bir eğitim ve öğretim sistemini geliştirmek. Üniversitelerin önlerindeki yığılmalar önlenmeli. Ne üniversite ne de ortaöğretim nitelikli eğitim verebiliyor. Türkiye’de bugün işgücünün neredeyse yarısı ilkokul mezunu bile değil. Okuyup yazmayı bırakın 6 milyon kadının Türkçe bile bilmediği söyleniyor. Üniversitelerin niteliklerinin artırılması için daha fazla hoca yetiştirilmesi gerekli. Çocuğu mezun etmek de önemli değil. Piyasada iş bulacak biçimde donanımlı olarak mezun etmelisiniz. Benim bu yıl mezun ettiğim 300 öğrencinin piyasada iş bulması çok zor. ‘ Kamu harcamalarının gereksiz yere artırılması büyüme hızını düşürüyor. Bizim altyapı, sağlık, eğitim ve emeklilik fonlarını iyi kullanmamız ve yönetmemiz gerekiyor. ’ CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle