19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 TEMMUZ 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yarınlar Geç Olabilir... Bugün 84 yıl sonra Osmanlı’nın yaşadığına benzer sorunları yaşamamız, ikinci paylaşım harbi sonrası özellikle 1947’den itibaren Türkiye yönetimlerinin ABD ve Batılı güçlerin kontrolü altına girmelerinin eseridir. Bu Türk egemen sınıfı ve tabakalarının eğilimidir. Her alanda, özellikle eğitimde, ekonomide, savunmada ve kültür alanında genelde ulusal gelişme modelleri, politika ve stratejileri giderek terk edilmiştir. PENCERE Küreselleşmenin Adı?.. Kapitalizmin doruklarında hazırlanıp kasten ve alenen geri zekâlılara pazarlanan bir maval var... Nedir o?.. Küreselleşme!.. ? Türkiye küreselleşme adına en değerli kamu kuruluşlarını, şirketlerini, bankalarını yabancılara satıyor... Ne oluyor?.. Küreselleşiyoruz!.. Son olarak OYAK’ı Hollanda sermayesine kamanço ettik... PETKİM’i ne idüğü belirsiz yabancı sermayeye havale ettik... Ne oluyor?.. Küreselleşiyoruz!.. ? Osmanlı devleti yıkılmadan az önce tastamam küreselleşmişti... Ülkenin parasını basan merkez bankası bile Fransızİngiliz ortaklığıydı... Osmanlı küreselleşmenin daniskasını yaşamaya başlamıştı ki sizlere ömür... Peki, bugün Türkiye Cumhuriyeti tam gaz küreselleşmeyi yaşarken dışarıda neler oluyor?.. Anadolu’nun Sevr’e nispet parçalanıp bölünmesini vurgulayan haritalar Amerika’nın veya Yunanistan’ın ciheti askeriyesinde elden ele dolaşıyor... ? ‘Küreselleşme’ nedir?.. Emperyalizmin yeni adıdır!.. Kapitalizmin emperyalizmi, bugünkü dünya sisteminde geçerli düzenin müseccel ismidir... Daha uzun süre geçerli olacak emperyalist sistemi yerküreden kaldırmak Türkiye’nin harcı değil... Ama Türkiye kendi varlığını, varoluşunu, ulusal çıkarlarını, bağımsızlığını sistem içinde koruyabilir. ? Küreselleşme (ya da emperyalizm) kültürü bir mavalı daha Türkiye’ye egemen ve geçerli ideoloji olarak aşılıyor... Deniyor ki: Sermayenin vatanı, ideolojisi, politikası yoktur... Kuyruklu yalan!.. ? Türkiye’de bugün sermaye el ve renk değiştirmekte, yabancılaşmakta, yeşillenmektedir... Amacına ulaştığı zaman sermayenin siyaseti, ideolojisi var mı yok mu görürüz!.. Ama, iş işten geçmiş olur... Amerikancıİslamcı sermaye Türkiye ekonomisinde egemenliği ele geçirdi mi laik Atatürk Cumhuriyeti’nin yerinde yeller esecek, BOP’un Ilımlı İslam Devleti Modeli gerçekleşecektir. ‘Tekrarın Tekrarı!..’ Bu sıcaklar kişiyi değişik düşüncelere götürüyor. Birden Maurice Ravel’in “Bolero”sunu duyar gibi oldum... Hani o “tekrarın tekrarı” gibi tekdüze musiki var ya, onu işte!.. Hep aynı sesleniş birbirini izler. Oysa o tekrarların içinde kişiden kişiye fark edilir değişmeler vardır, işte onu!.. Kim farkında kim değil, bilmem ama, şöyle böyle elli yıldır birbirinin benzeri isteklerin, sözlerin, söylevlerin, konuşmaların, hatta yazıların “tekrarın tekrarı” bir durağanlık içinde yaşıyoruz! 1950’lerde de böyleydi, politika sahnelerinde hep aynı türkü vardı. Altmışlarda, yetmişlerde, seksen, doksan, yüzlerde hep bildiğimiz, ezberlediğimiz konular... Sözcüğü sözcüğüne aynı!.. İnsanlar gelip gidiyor, liderler değişiyor, kimi ölüyor, kimi yaşlılıktan çöküyor, ama yerlerine gelen “genç” adamlar eskilerin dillerinden düşürmedikleri şarkıları, bu kez daha ahenksizce yineliyor, yineliyor... ??? Çok yaşamak mı bu bıkkınlığı veren? “Gözümü kapasam kendimi yıllar önceki seçim günlerinde buluyorum. Meydanda kim varsa, adını ansam da olur, anmasam da, işte bir parti lideri, çıkmış kürsüye, çıkmış bir otobüsün üstüne, bizlere cennetler vaat ediyor.” O düzelecek bu düzelecek, piyasa ucuzlayacak, işsizlik kalkacak, emeklilere zamlar, esnafa yardımlar, eğitime olanaklar...” Hepsini yuttuk mu? Bütün bunların yalan olduğunu ne zaman öğreneceğiz derken yıllar aldı başını gitti... Daha dün Kasımpaşa çocuğu olan biri çıkmış elli yaşlarında ortaya, babasının, dedesinin meydan palavralarını döktürmekte!.. Bizler de ağzımız açık, belki bu kez bu yalanlar azıcık gerçekleşir diye alkışlarla destekliyoruz!.. ??? Bizim politika dünyamızda da “Bolero”lar hiç değişmez. Hep o kalınca ses, hep o meydan okuyuş, hep “Önce ben, önce biz” nakaratı!.. Sonra yığınların alkışları, bağırışları... Nedendir, niçindir, neye yarar, ne getirir ne götürür halk kalabalığının çocukça coşkusu? Sonra gider o kalabalıklar, sandıklara oy atar... Bir yıl geçmez, “Ah elim kırılsaydı da onlara oy vermeseydim” diyecektir. ??? Altmış yıldır “demokrasi” diyoruz. Altmış yıldır aynı söylevleri dinliyoruz. Zaman geçmiş, ama insanlar, sözler, yalanlar, aldatmalar, kandırmalar değişmemiş... Adam yaşlanmış, bir başkası ölmüş, yerine oğlu, torunu, yeğeni gibi bir benzeri geçivermiş, almış sazı eline, başlamış alaturka bir Bolero’nun tekdüze türküsüyle toplumu uyutmaya... ??? “Ya sizlerin, siz gazetecilerin, köşe yazarlarının yazdıkları ne” diye soracaksınız!.. Evet, onlar da “tekrarın tekrarı, tekrarın tekrarı!”.. Tanju ERDEM Amiral (E) T ürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 84. yılını idrak ediyoruz. Bir devletin yaşamında kısa bir süredir bu. Ancak tarihe bembeyaz bir sahife ile açılan Cumhuriyetimizin geleceğinin tehlikelerle dolu bir geçitten geçmeye zorlandığını endişe ile izliyoruz. Atatürk’ün önderliğinde askersivil yurtseverlerin örgütlediği Türk halkının emperyalizmle özveri, akıl ve inançla savaşarak kazanılan askeri ve diplomatik utkunun altyapısı üzerine bina edilen bağımsız, çağdaş, saygın, mazlum uluslara örnek Cumhuriyetimiz nasıl oldu da bu duruma geldi? Bunu yakın geçmişimizi iyi bilerek, bugünkü tehlikenin kaynaklarını açıkça ortaya koyarak saptamak olanaklıdır. Daha da önemli olanı, bu konuda yurttaşların bilinçlendirilmesidir. Birinci paylaşım savaşı sonrasında, son yüzyılında varlığını emperyal güçler arasındaki dengeler nedeniyle yarı sömürge olarak sürdürebilen Osmanlı İmparatorluğu, tüm ıslahat çabalarına karşın çökmüş, toprakları paylaşıma uğramıştı. Ülkeyi yöneten Sultan ve hükümeti işgalci güçlerin insafına teslim olarak, onların emirlerini onursuzca yerine getirerek Sevr Anlaşması ile Orta Anadolu’da ordusuz, ekonomisiz, verimsiz topraklarda küçük bir Türk devleti kurulmasını kabullenerek saltanatlarını sürdürme kaygusunda idiler. Yunan İzmir’e çıkmış, Batı Anadolu’yu işgale başlamış, ülkenin dört yanı ve İstanbul emperyal güçlerin işgaline uğramıştı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermeni ve Kürt bağımsız ya da özerk devletlerine topraklar planlanıyordu. Osmanlı’nın çekirdeği, asli unsuru olduğu halde aşağılanmış, ezilmiş, ancak imparatorluğun tüm yükünü çekmiş Anadolu Türk’ünün bu karanlık günlerinde onun kutsal evladı, Türk’ün onuru, gücünü, aklını, cesur yüreğini taşıyan, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal Paşa kurtuluşun önderi oldu. Arkadaşları yurtseverlerle bir çelik irade göstererek dahilde emperyalizmin işbirlikçilerine, dışta emperyalizmin maşalarına örgütlü, akılcı bir mücadele örneği verdiler. Doğuda Sovyetler Birliği ile ittifak yaparak gerilerini emniyete aldıkları gibi mali ve silah desteği sağlayıp batıda Yunanistan ve arkasındaki güçlerle savaşarak 900 yıllık Türk yurdu Anadolu’dan emperyalist güçleri kovdular. Teokratik, monarşik, çokuluslu yarı sömürge bir imparatorluğun kalıntıları üzerine bağımsız, üniter, milli devleti kurdular. Osmanlı’nın başına gelenlerin tekrarlanmaması için Cumhuriyetçilik, ulusalcılık, halkçılık, laiklik, devletçilik ve devrimcilik ilkeleri Cumhuriyetin temel değerleri olarak kabul edildi. Cumhuriyet kurumlarının yapılanması, devrimsel ve evrimsel çağdaş atılımlar bu ilkelerin ışığında yapıldılar. Bugün 84 yıl sonra Osmanlı’nın yaşadığına benzer sorunları yaşamamız, ikinci paylaşım harbi sonrası özellikle 1947’den itibaren Türkiye yönetimlerinin ABD ve Batılı güçlerin kontrolü altına girmelerinin eseridir. Bu Türk egemen sınıfı ve tabakalarının eğilimidir. Her alanda, özellikle eğitimde, ekonomide, savunmada ve kültür alanında genelde ulusal gelişme modelleri, politika ve stratejileri giderek terk edilmiştir. O günün koşullarında Batı ile işbirliğinin yararlı sonuçları olabilirdi. Olmuştur da. Ama bu işbirliği tek taraflı bir teslimiyet anlamında gelişmemeli idi. 1980’lere kadar gerçeklerin ışığında zaman zaman ulusal tepkiler gösterilmiş, ulusal politika ve stratejiler, olanaklar içinde izlenmeye çalışılmıştır. Geldiğimiz noktada yaşanan sorunların temelinde ABD ve AB’nin 1980’li yılların ortalarında başlattıkları neoliberal Yeni Dünya Düzeni’nin tam bir teslimiyetle, sorgulanmadan kabul edilmesi yatar. Hesapsız bir borçlanma sarmalı iç ve dış sorunların ulus yararına çözümüne ayrıca engel oluşturmuştur. İçerdeki amillerden bir diğer önemlisi, eğitim birliği ilkesini aşındıran, dini öğretim ve eğitim kurumlarını alabildiğince genişleten ve onları Cumhuriyetin ilkeleri ışığında çalışmalarını denetlemeyen, böylece toplumun (ulusun) geleceğinde kutuplaşmalara neden olan uygulamalardır. Bunun paralelinde Cumhuriyetin reddettiği uluslaşmaya karşıt cemaat, tarikatlar ve etnik ayrımcılığın türemesi bu gidişe destek sağlamıştır. 2000’li yıllar sonrası ABD’nin hegemonya politikalarının gereği olan BOP’de Türkiye’ye ılımlı İslam cumhuriyeti rolü verilmesi; bu amaçla muhafazakâr demokrata değiştiğini ifade eden siyasal İslamcı bir kadronun; büyük medya holdingleri, yükselen büyük sermaye, ulusal ideolojiyi dışlayan bir kısım kimselerin ve onların kurduğu sivil toplum örgütlerinin, tarikat ve cemaatlerin ve emperyalizmin kışkırttığı bölücü güçlerin desteğinde ve ABD ve AB ile işbirliği halinde yönetime egemen olmaları bu gidişe ivme kazandırmıştır. Türkiye bu yönetim anlayışıyla emperyal güçlerin kontrolünde; demokratik, laik, sosyal, üniter ve ulusal nitelikleri aşındırılmak istenerek ılımlı bir İslam Cumhuriyeti, maddi ve manevi varlıkları sömürüye açık bir ülke konumuna doğru ilerliyor. Emperyalizmin Türk toprakları üzerindeki bölücü emelleri gündemde. Kuzey Kıbrıs adil barış arayışı söyleminde Rum egemenliğine terk edilme tehdidini yaşıyor. Fener Rum Patrikhanesi Yunan megali ideasını sinsice canlandırma çabasında Vatikan’la işbirliği halinde. Devletin en güçlü ulusal kurumu, bu ulusun güvencesi, onun çelik çekirdeği TSK yoğun bir psikolojik baskı altında yıpratılmak isteniyor. Bu oluşumlara kararlı bir direnç sergilenmiyor. Ne kadar maskelenmeye çalışılırsa çalışılsın, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temel değerlerine, çağdaş devrimlerine karşıt kadrolar bir karşıdevrimin son aşamalarına yaklaşıyorlar. Bu gidiş ülkede ulusalcı halk kütleleriyle ve Cumhuriyetin Atatürk’e sadık kurumlarıyla kutuplaşmalara, çatışmalara neden oluyor. Ulusun birliği, ulusal güç unsurları zaafa uğruyor. Emperyalizmin istediği de bu değil midir? Bilmek lazımdır ki Atatürk Cumhuriyeti’nin tarihten tasfiye sürecinde tüm ulusal çıkarlarımız ABD ve AB’nin istediği doğrultuda çözümlenecek, bağımsız, laik, sosyal ve üniter milli devlet tarihte hüzünlü bir aydınlık olarak yerini alacaktır. Bu topraklarda Atatürk’ün gösterdiği dinamik ülkünün peşinde çağdaş uygarlığa erişen ve onu aşan, gönenç düzeyi ve ulusal bilinci yüksek bir ulus olarak sonsuza değin bağımsız, onurumuzla yaşamak istiyorsak, ulusça Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine, ulusal çıkarlarına, maddi ve manevi varlıklarına sahip çıkmanın, onları bilinen tehditlere karşı korumanın tam zamanıdır şimdi. Yarınlar geç olabilir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle