15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ 16 Çoksesli Bağlama Karşıyaka Belediyesi’nin düzenlediği etkinliğin adı çok alçakgönüllü gibi gözüküyor: “Solo Bağlama İçin Çoksesli Eser (Beste) Yarışması.” İşlevine gelince... Yarışmada Yücel Köse’nin ardından ikincilik ödülünü kazanan Nedim Yıldız, etkinliğin önemini vurgulama gereği duyuyor: “Diğer ülkelerde, otantik enstrümanları orkestra önünde solo icra ederek onlar için çoksesli müzik yaparak uluslararası platforma taşıyorlar. Bunu yaparken hem çalgının hem de ülkenin otantik müziğinin tınılarını yansıtmış oluyorlar. Önce ulusal, sonra evrensel olma düşüncesinin bir görünümü ya da yöntemi gibi kabul edilebilecek bir durum... Karşıyaka Belediyesi; geniş katılımlı, birden çok eser üretmeye yönelen, halka açık bir etkinliği bu kapsamda ve ülke sınırları içinde ilk kez yapmış oldu. Yarışmayı düzenleyenler, bu etkinliğine girişirken iyi mi yoksa kötü mü yaptıklarını kestirememişler. Oysa, tarihi bir işe karar vermişler.” Yarışmada seçilen altı eserin seslendirildiği Bostanlı Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konseri izleyenlerden alınan olumlu tepkiler, atılan tarihsel adımın ayrımına varıldığının bir göstergesi olmalı... Özelleştirme SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Çalışkanlar Diyarı İçin Dr. Serdar Şahinkaya, tam bir yıl önce Malatya İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen “Ulusal Bağımsızlık İçin Türkiye İktisat Politikaları Kurultayı”na bir bildiri sunmuş, Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’ndeki sözleriyle Türkiye’nin yeniden “Çalışkanlar diyarı” olabilmesi için gerekli koşulları sıralamıştı: Üretim, dolaşım, bölüşüm ve fikir alanına topyekun sahip “bağımsızlıkçı kadroların ortak bir amaç fonksiyonu / ulusal bir strateji etrafındaki netlik ve kararlılığına” günümüzde çokça ihtiyaç vardır. Özellikle 1930’lar Türkiye’sinde ve günümüzün diğer başarılı ülke modellerinin örneğin Almanya, Japonya, Çin ve Güney Kore gibi ataklarındaki devletin kural koyucu, düzenleyici ve denetleyici fonksiyonları hatırlanTürkiye üzerine felaket senaryolarını tartıştığı ileri sürülen Hudson Enstitüsü neyin nesidir öğrenmek mi istiyoruz? Açalım Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında” kitabını, kimi bölümlerin altını çizelim: “Hudson Institute, 1962 yılında, New York banliyölerinden CrotononHudson’da, Herman Kahn tarafından kurulmuştur. ABD Savunma Bakanlığı’na, Sivil Savunma Bürosu’na, başkaca devlet kuruluşlarına ve özel şirketlere hizmet vermeye başlayan ‘Institumalıdır. Yeni alanlara yatırım yapacak firmaların finansmanını gerek geleneksel “ticari” esaslı bankacılık yöntemleriyle gerekse de uygulamaları itibarıyla kısa dönem perspektifli sermaye piyasalarıyla çözüme kavuşturmanın güçlüğü nedeniyle devlet, bu “finansmanı” esas olarak kalkınma ve yatırım bankaları aracılığıyla özel bir tarzda düzenlemek durumundadır. “Ve son olarak” demişti Serdar Şahinkaya, “Bir gün ülkemiz, bankacılık sektörüne kalkınma ve sanayileşmenin motoru olma işlevini kazandırmayı hedefleyen bir iktidara kavuşursa, yabancı bankaların egemen olduğu bir durumla uğraşmak ve ulusal finansal mimariyi yeniden inşa etmek çok daha güç ve belki de imkânsız olacaktır.” Özelleştirmeye karşı çıkanların gerekçesi neydi? Özelleştirilecek kamusal kurumların, tesislerin, malların, arsaların; halkın emeğiyle, birikimiyle yaratılmış değerler olduğunu savunuyorlardı. Kamusal kurumların piyasayı dengelediğini, bölgeler arasındaki eşitsizliği giderdiğini, katma değer ve istihdam yarattığını, kalkınmaya öncülük ettiğini, ülkenin ulusal rekabet gücünü artırdığını biliyorlardı. Özelleştirmeye karşı çıkanlar susturulmak istendi, geri kafalılıkla, isyankârlıkla, dönemi anlamamakla suçlandı. Özelleştirme karşıtlarını sindirme yolunda büyük başarılar da elde etti egemen çevreler. Önce küçük işletmeler gitti, ardından en stratejik olanları, sonunda da ekonominin can damarları olan bankalar çıktı elden. Özelleştirmenin gelip dayandığı nokta, beklendiği gibi yabancılaşma ve tekelleşme oldu. Özelleştirmeye karşı çıkanlar haklı çıktı. Bu yüzdendir kahretmeleri... Ya olup biteni görüp pişman olanlar? Bildik deyimdir: Son pişmanlık fayda etmez... Devekuşu Türkiye “Avrupa’da şunlar, şunlar... olurken Osmanlı İmparatorluğu iç karışıklıklar, kavgalar, kendi içişleriyle meşguldü. Olayları yakından takip edemediği için, gelişmelere hazırlıksız yakalandı!” Lise tarih derslerinden aklımda kalan kâbus bir cümledir bu. O zaman bile şaşardım: “Nasıl bir iş bu böyle?” diye. Bende hayret duygusu uyandıran şey sadece imparatorluğun burnunun dibinde olanlarla ilgilenmeme/ilgilenememe basiretsizliği değildi. Bu tespitin bize, iki kere iki dört doğallığında “içselleştirilmiş” bir tabii gerçek olarak sunulması ve anlatılmasıydı. Söylemdeki zımni eleştiri, yalnızca “iç karışıklıklar ve kavgalara” yönelikti. “Eşzamanlı olarak” kavgadan başkaldırıp dışarıya bakmamak ya da bakamamakta tuhaf ya da olağanüstü bulunan bir yan yoktu. “Kavgaya düşerseniz etrafınızda olanı biteni doğal olarak izleyemez, gözlemleyemezsiniz!” gibilerden bir yaklaşım..... Hem çiklet çiğneyip hem ayakkabınızı bağlayamazsınız.. misali. Aynı yaklaşım bugün de geçerli. Değişen bir şey yok. 2000’lerin küresel dünyasında Türkiye’nin “tek önceliği” kendi iç kavgaları ve de içişleri! Laik Cumhuriyet ve Cumhuriyet kurumlarıyla AKP’nin kavgası, seçim polemikleri, derin Hudson senaryolarının “kime yaradığı” tartışmalarının toz dumanında “dış dünyanın” haber değeri yok. O uğursuz cümleyi son günlerde çok sık hatırlıyorum: “Biz içişlerimizle meşgulken, gelişmelere hazırlıksız yakalandık!” Tartışılan Enstitü te’ adlı şirketin, 1970’e gelindiğinde devamlı uzman sayısı 40’a, danışman ve araştırmacı sayısı 100’e ulaşmış. Hudson Institute, ulusal güvenlikle ilgili sempozyumlar düzenler. Bu sempozyumlara katılanlardan birisi var ki, onu Türkiye yakından tanıyor: RAND Corporation’dan (think tank kuruluşu) Paul Henze. 1980 öncesindeki karışık dönemlerde kanlara bulanmış çatışma kenti İstanbul’da CIA İstasyon Şefliği yapmış olan, hani Abdi İpekçi ile öldürülmesinden kısa süre önce görüşen; Ağca’nın Papa suikastından sonra yanlış bilgilendirme yayınlarını yöneten ve 1990’da Türkiye’ye gelerek, NED (Ulusal Demokrasi Fonu) tarafından finanse edilen Türki cumhuriyetlere birlikte girme toplantılarına katılan Paul Henze. Amerika’da muhafazakâr çekirdek olarak adlandırılan birkaç örgütten biri olan Hudson Institute’e bir yıl da yapılan bağış 9.3 milyon dolardır. Görüldüğü üzere, Abant’a ya da Sheraton’a ‘değer’ verilerek çağrılan adamların kurumları, öyle yabana atılır kurumlar değildir.” Mustafa Yıldırım’ın Abant’tan kastı, Amerika’daki emekli vaiz ve çevresinin örgütlediği toplantılar... Bir küçük duyum: Son Hudson Enstitüsü toplantısına katılanlardan birisi de, Abant toplantılarının önde gelenlerinden Henri Barkey’miş. Gazeteciler arasında söylenenlere bakılırsa, toplantıyı basına sızdıran da aynı isim... Oyun yeniden tanımlanıyor İçişleriyle meşgul tek ülke Türkiye mi? Tamam. Doğru, “içişleri” böylesi bir “korku tüneline” dönüşen başka ülke örneği bulmak zor. Ama “dışişleri”, hele de bugünün global dünyasında, “içişlerinin” ayrılmaz parçası. Türkiye niye “dışişlerinden” son birkaç yılda (Kuzey Irak dışında ki o da zaten “içişleri” kontenjanından ele alınıyor ve ABD ile ilişkiler de neredeyse artık yalnız bu boyuta indirgeniyor) bu kadar koptu? AB tartışması neden sadece bürokratik bir soruya; “bir mi, üç mü... kaç müzakere başlığı açılacak”a indirgendi? Niye yanı başımızda şekillenmekte olan “yeni Avrupa”nın getirdiği paradigma değişikliklerine böylesine kayıtsızız? “Yeni Sarkozy Avrupası”nın genel hatlar itibarıylane anlama geldiği, niye Ankara’nın ilgi alanına girmiyor? Eski Kıta’da bildiğimiz, aşina olduğumuz tüm siyasi konseptler, siyaset iş dünyası medya ilişkileri, sağsol kavramları giderek yepyeni şekiller alıyor, “postmodern” bir içeriğe bürünüyorlar. “Oyunun kuralları”, yeni baştan tanımlanıyor. Yeni oyunda aktör olabilmek, “yeni kuralları” önden saptamak, tanımak ve deşifre etmekle mümkün. Türkiye, ne var ki Avrupa’da şekillenen hiçbir yeni oyunu eşzamanlı kavrayıp aktörlerinden birine dönüşemiyor. Zarlar yeniden atılırken “içişlerine gömülmeyi” yadırgamayan ülke, arkadan, sonra birdenbire büyük oldubittiler ve dayatmalarla karşılaşıyor. Şak diye önümüze yeni şartlar getiriliyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Sarkozy mührünü taşıyan yeni Avrupa ile ilişkiler de bu gidişle istisna oluşturmayacak. “Sarkozy sahiden acaba dediklerini yapar mı? Türkiye yanlısı Kouchner, Sarko’yu yumuşatır mı? Filan müzakere başlığı açılır mı?” gibi geyik muhabbetleriyle biz oyalanıp vakit kaybederken, Sarkozy’nin beş yıllık döneminde esasa dair bir açılım sağlanamayacak. Avrupa’ya ivme kazandırmak iddiasıyla göreve gelen Fransa Cumhurbaşkanı ise bu arada boş durmayacak. “Asla kabul etmeyiz!” dediğimiz “özel statü”nün artık “Akdeniz Birliği” mi olur, başka bir birlik mi… bilemem bir biçimde içini dolduracak. Türkiye “içişlerinden başını kaldırıp” ufkunu nihayet Brüksel’e çevirdiğinde, karşısında yepyeni bir yol haritası bulacak! Müzakerelere start veren 2004 şartları bile aşınmış ve geride kalmış olacak. Bunu o zaman da yazdım. “Bu şartlar üzerinde, günü gününe mücadele verilmez, AB çıpası diri tutulmazsa Türkiye karşıtı lobi ‘özel statü’ modelini geliştirmek fırsatını sonuna dek kullanır!” diye. Öyle de oldu... 2004 Brüksel zirvesi ardından Türkiye, baş döndürücü hızla “içişlerine gömülürken” “Türkiye karşıtı lobi” faaliyetlerini askıya almadı. Bu lobinin şimdi artık bir de Sarkozy gibi “Avrupa’nın en güçlü lideri” olarak tanımlanan bir patronu var! Sarkozy fenomenine ciddi mesai harcamak durumundayız. Bu adama yolun başındayken derhal, “anlayacağı dilden” nasıl bir tavır konulabilir? Hudson senaryolarından arda kalan zamanda biraz da bunu düşünmek zorundayız. Seçime Doğru Sağlık Politikaları Akıl ve Bilim Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR İstanbul’da Akılcı İlaç Kullanımı ve Farmaekonomi Sempozyumu yapıldı. Akılcı ilaç kullanımı, “Gerek hastalığın, gerekse hastanın durumuna uygun akılcı ilaç tedavi yöntemlerinin gözetildiği tıbbi etkinlik” olarak tanımlanıyor. Görüldüğü gibi bu etkinlikte aklın, akılcılığın rolü öne çıkarılmıştır. Akla uygunluğa bilime uygunluğu da ilave edebiliriz. Yıllardır beni izleyenler iyi bilirler, yazılarımda çok sık yinelediğim bir yargım var. Atatürk’ün Türk milletine miras bıraktığı AKIL VE BİLİM, 60 yıldan beri süregelen çok partili düzende, hemen hiçbir zaman iktidara gelememiştir. Bu nedenle, iç ve dış politikalarımız, kararlarımız, eylemlerimiz çok defa akla ve bilime uygun olmamıştır. Sağlık politikaları da böyledir. Akla ve bilime dayanmayan politikalar halkın yararına da olamaz ve olmamıştır. Bir büyük hekim ve bilim adamı olan Nusret Fişek’in öncülüğünde gerçekleştirilen ve toplum yapımıza çok uygun düşen sosyalizasyon ve sağlık ocakları modeli yönetimdekilerce benimsenmemiştir. Koruyucu hekimlik ve ilk basamak hekimliği geliştirilmemiştir. AKP tarafından öngörülen, sağlıkta özelleştirmedir; vatandaşın sağlık hizmeti alabilmesi için cebinden gittikçe daha çok ödemeler yapmasıdır. Tabip odaları yıllardır, halka karşı bu sağlık politikaları ile mücadele ediyor ama ancak bazı geçici sonuçlar alabiliyorlar. ??? Bakınız akıllı ilaç sempozyumunda dile getirilen gerçekler nelerdir: 1 Ülkemizde hem kırsal hem kentsel kesimde yaşayan nüfusun yarıya yakın bir bölümü sağlık hizmetinden yararlanamıyor. 2 Türkiye’de sağlık için harcanan paranın hemen yarısı ilaç harcamalarına gidiyor. Bu oran Avrupa ülkelerinde yüzde 1520 arasındadır. 3Sağlık karneleri çek karnesi gibi kullanılıyor. 4 Promosyonlar akılcı ilaç kullanımı önündeki ciddi engeller arasındadır. 5 Yetersiz tıp eğitimi, yetersiz sürekli tıp eğitimi, yetersiz yeni ilaç bilgilendirmeleri de bu sempozyumda öteki engeller olarak sıralanıyor. İşte yine yurdumuzda aklı ve bilimi, halktan yana politikaları kullanmayan, kullanamayan yönetimlerin yol açtığı doğal ve beklenen sonuçlar. Önümüzdeki seçimler için çeşitli siyasal partilerin sağlık programlarına bakınız, orada şunları göreceksiniz: Koruyucu ve temel sağlık hizmetleri eşitlik ve hakkaniyet prensiplerine uygun olarak kolay ulaşılabilir, kullanılabilir, hasta haklarına saygılı ve tatmin edici bir şekilde sunulacaktır. Birinci basamak sağlık hizmet birimleri güçlendirilecektir. Uygulamaya konulacak “Sağlık Reformu” ile sağlık hizmeti kapsamlı, yeterli, dengeli ve eşitlikçi, sürekli ve kaliteli bir şekilde yurttaşlarımıza sunulacaktır. ??? Hemen tüm partilerin vurguladığı bu ilkeleri beğendiğinizi umuyorum. Ama sağlık ocaklarından söz edildiğine pek rastlamadım. Oysa bizler bu sağlık birimlerinin yeniden kurulması gerektiğine ve aile hekimliğinin onların yerini tutamayacağına inanıyoruz. Siyasi partilerin sıraladığı iyi niyetli amaçlara nasıl ulaşılacağı da belli değil. Ben her şeyin akıldan, bilimden ve halktan yana bir iktidarın işbaşına gelmesine bağlı olduğu inancındayım. Böyle bir iktidar her şeyden önce ortalama 4 yıl eğitim görmüş olan ve akılcı ilaç kullanımı ilkelerini kolay kolay anlayamayan, uygulayamayan; onlarca yıldır ihmal edilmiş ve sadece bir oy deposu olarak görülmüş olan halkımın bir cemaat, bir tarikat üyesi değil, özgür bir birey olması için çaba harcayacaktır. 22 Mayıs günü Ankara’da patlayan büyük tahrip gücüne sahip bomba, Yozgat’ta binlerce insanın evleri ateşe verip itfaiyenin görev yapmasını engellemesi, depremde kolayca yıkılan evlerimiz, binalarımız; lalelere milyarlar harcayan İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin olası Marmara depremine destek vermemesi, GalatasarayFenerbahçe derbisindeki dehşet verici olaylar, İstanbul Tıp Fakültesi’nde, çocuk kliniğinde 8 aydan beri 7’nci kata çıkan asansörlerin bozuk oluşu ve nihayet beni şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüren bir grup aydınımızın Türkiye’de süregelen cumhuriyete, laikliğe, aydınlanmaya, akla, bilime, halka karşı türlü çeşitli eylemleri ve politikaları göz ardı edip demokrasinin, asker ve olası bir darbe karşıtlığı ile gerçekleştirileceğini, bu karşıtlığın öncelik taşıdığına inancını ilan etmesi bence, hep akıldan, bilimden, halktan yana bir iktidardan yoksun oluşumuzdan ileri gelmektedir. 22 Temmuz seçimleri ile böyle bir iktidara sahip olmamızı yürekten diliyorum. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 23 Haziran www.mumtazarikan.com Kendinize yatırım yapmak istiyor ve bu konuda profesyonel bir yol haritasına ihtiyaç duyuyorsanız; İŞTE HAZİNENİZİN HARİTASI burada. Haydi yelkenler fora, yola çıkıyoruz... ‘Yaşam koçu’nuzla tanışın. 0 533 302 84 48 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Katolik ve Doğu kiliselerinde en 1 yüksek ruhani unvana sahip olan 2 din adamı. 2/ Tan 3 rıtanımaz... Kalın4 bağırsakta ve karın boşluğunda 5 duyulan güçlü 6 sancı. 3/ Çarpışma, tokuşma... İs 7 kambilde koz. 4/ 8 Bir mağazanın yalnız tek tür eş 9 ya satılan bölümü. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 5/ Muğla’nın Milas ilçesine bağlı turistik bir bel 1 Ş E Z L O N G T de... Özensiz, gelişigüzel 2 A P R O N A P A yapılmış. 6/ Keman gibi 3 N E N U S R A T omza dayanarak çalınan İ C R A Z O yaylı bir çalgı... Kayısı, el 4 Z K AM ma, armut gibi meyvelerin 5 I K T A kurutulmuşu. 7/ İstek, eği 6 M I H Ş İ L E P lim, arzu... Sodyum ele 7 A Z A M İ A S A mentinin simgesi. 8/ 8 N A F İ L E A S Önemli bir olayın anısı olaN M İ L A NO rak yapılan taş sütun. 9/ 9 Yokuş sözcüğünün karşıtı... Dipten dallanan bir süs bitkisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Papaz, özellikle de Protestan papazı... Yapısına girdiği sözcüğe “iki, çift” anlamı katan yabancı önek. 2/ Verme, ödeme... İpotek. 3/ Anlamsız, saçma sapan söz. 4/ Bir yüzeyde renk dalgalanması sonucu görülen parlaklık. 5/ 106 taşla oynanan bir oyun... Saçı dökülmüş olan kimse. 6/ İtalya’nın en uzun ırmağı... İlkel bir silah... Gümüş. 7/ Yararlanılan uygun koşul... Tantal elementinin simgesi. 8/ Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan... Uşak’ın bir ilçesi. 9/ Üzerine sarmısaklı yoğurt dökülerek yenilen bir hamur yemeği. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle