23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 MART 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Irkçılığa karşı toplu nikâh par topar ve son anda yetiştiğimiz için doğal olarak diğer çiftler gibi nikâh elbisesi ya da gelinlik giymeye zamanımız olmamıştı. SintNiklaas kent meydanına vardığımızda nikâh kıydırmak isteyenlerin kayıt yaptırdığı çadır kapanmak üzereydi. Biz son, yani 626. çift olarak kaydımızı yaptırdık. Organizatörlerin “SintNiklaas gaat vreemd” etkinliğinin anısına verdikleri Wouter van Bellingen imzalı kartın arkasında Manu Dibango’nun “Beyazın üzerine beyaz, siyahın üzerine siyah boyayamazsın. Beyaz olabilmek için beyazın siyaha ihtiyacı var, siyah olabilmek için de siyahın beyaza. Kendisi olabilmek için her insanın diğerine ihtiyacı var” sözleri yazılı. Türkiye tatili ödüllü yarışma için verilen zarfın içinden ise kupa dörtlüsü çıktı. 21 Mart Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Günü’nde SintNiklaas’da siyah Belediye Meclis üyesi Wouter van Bellingen’in toplu evlendirme A töreni dünya basınının ilgi odağı oldu. CNN ve El Cezire de dahil neredeyse izlemeyen kalmadı etkinliği. Etkinlik Peru’da gazete manşeti yapılmış örneğin. Brüksel, AB’nin temelini atan Roma Anlaşması’nın 50. yılını çeşitli etkinliklerle kutlarken, Belçika’nın SintNiklaas kenti bir günlüğüne de olsa Brüksel’i gölgede bıraktı. SintNiklaas’ın hoşgörü ve anlayışın şehri olduğunu göstermeyi hedefleyen törende 626 çift, geçen aylarda SintNiklaas’da üç çiftin Van Bellingen’in nikâhlarını kıymasına karşı çıkmalarına tepki ve Van Bellingen’le dayanışma anlamında ırkçılık ve ayrımcılığa karşı sembolik olarak Wouter Van Bellingen’e nikâh kıydırdılar. (Zaten çoğu evli olan 626 çift arasındaki işitme engelli bir çift ise gerçekten nikâh kıydırdı.) Etkinlikte konuşan Belediye Başkanı Freddy Willockx, siyah belediye encümeni Wouter van Bellingen’e nikâhlarını kıydırmak istemeyen çiftlerin davranışını “acı veren bir aptallık” olarak nitelerken, ırkçılığın bu törenle birlikte şimdiye kadar görülmemiş bir hoşgörü ile altüst edildiğini, ifade etti ve “Belediye yönetimimiz hiçbir zaman ırkçılığa bir milim bile kaymayacak” dedi. Van Bellingen ise, B R Ü K S E L “Bu tören çok açık bir şekilde gösteriyor ki, SintNiklaas hoşgörülü ve tahammüllü ERDİNÇ UTKU bir şehirdir” derken “kendisinin nikâh kıymasını reddeden çiftler hakkında herhangi bir hukuksal yola başvurmadığını, kapısının her zaman onlara açık olduğunu” vurguladı. Van Bellingen, yaşlı, genç, engelli, değişik ırklardan çoğu Belçikalı 626 çifte “Birbirinizi eş olarak kabul ediyor musunuz” diye sorunca 5 bin kişinin hazır bulunduğu SintNiklaas kent meydanından gür bir “Eveeeet” yankılandı. Van Bellingen bir siyah tarafından nikâhlarının kıyılmasını istemeyen 3 çifte gönderme yaparak “Peki bu nikâhı benim kıymamı kabul ediyor musunuz” diye sorunca daha da gür bir “Eveeet” sesi yükseldi. Tam 1246 tane evet. Eşi Katrijn, Van Bellingen’i de kaydettirdiği için kendi nikâhlarını da kıymış oldu. Daha sonra podyumda toplu nikâh kıyan Van Bellingen, Belçikalı eşi Katrijn’i öptü. Sembolik nikâh kıydıran çiftler de birbirini öptü. Sahneden insanların birbirini kucaklamaları ve barış, hoşgörü ve sevginin yansıtılması istendi. SintNiklaas’ın büyük meydanında belediye binası önünde yapılan törende evlilik ve aşk seremonileri çalındı, şarkılar söylendi, ırkçılıkla dalga geçen parodiler sunuldu. Küçük yarışmalar yapılıp ödüller verildi. En güzel nikâh kıyafetine sahip olan geline sembolik bir ödül verilirken, bir çift de Türkiye’ye balayı tatili bileti kazandı. 750 kişiye yetebilecek 5 metrekarelik nikâh pastası ve tatlı çadırında katılımcılara sunulan tatlı ve pastaları aralarında Türklerin de bulunduğu SintNiklaas’ın yabancı kökenli sakinleri hazırlayıp getirmiş. Yerel esnaf da elinden geleni yapmış etkinliğin başarılı olabilmesi için. Van Bellingen “Bana yapılan, ırkçılığın en ilkel şekliydi, sadece tenimin rengi …” diye düşünüyor. Doğduktan hemen sonra bir Flaman ailesi tarafından evlat edinilen ve Ruandalı biyolojik anne babasını bilmeyen Van Bellingen, kendisine yapılan ırkçılığı olumlu bir etkinliğe çevirmenin mutluluğunu yaşadı. Etkinlikle farklı, renkli ve keyifli bir gece geçiren katılımcılar ise kendileri olabilmek için “ötekine” muhtaç olduklarını bir kez daha hatırladı. “SintNiklaas gaat vreemd” ile bu sevimli Belçika kenti “öteki”ni bağrına bastı. erdincutku@binfikir.be Chirac, üç aday ve Türkiye T ürkçede “Sayılı gün çabuk geçer”, diye hafiften hüzünlü hoş bir deyiş vardır, bilirsiniz. Eski Fransa cumhurbaşkanları De Gaulle, Mitterrand hatta Giscard kadar eli kalem tutmayan, yazmaktan ziyade konuşmayı seven 5. Cumhuriyetin en az “entelektüel” 5. Devlet Başkanı Jacques Chirac da sayılı günlerinde elini çabuk tutmaya karar verdi. Buralarda “geleceğin gerisine” yazılı iz bırakmak âdettendi. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda 4 haftası kalan başkanın, iktidarı süresinde (19952002 ve 20022007) yaptığı önemli konuşmalar, müdahalelerden derlenmiş iki ciltlik bir derleme yayımlandı. 22 Mart’ta piyasaya sürülen “Fransa İçin Mücadelem” ve “Barış İçin Mücadelem” başlıklı kitaplar, başkanın kendi ifadesiyle yeni başkana yardımcı olmayı (da) hedefliyor. Okura “akıl değil, fikir” öneren 12 yıllık başkan ilk cildi Fransa, ikinci cildiyse dünya sorunları, politikaları konusundaki görüşlerine hasretmiş. Chirac kitaplarında AB’nin geleceği ve Türkiye’ye takınılacak tavır konusunda 22 Nisan6 Mayıs yarışından galip çıkmaya aday üç rakibe dair turnusol kâğıdı niteliğinde malzeme veriyor... Kamuoyu yoklamalarındaki genel eğilime göre şimdilik Modern Sağ’ın adayı, iktidar partisi başkanı Nicolas Sarkozy önde gidiyor. Kısa adıyla Sarko, iktidardaki De Gaulle’cü (Golist) UMP’nin organik uzantısı olsa da, Chirac’ın mirasını reddettiği gibi, söz konusu gelenekle köprüleri attığını vurguluyor. Neoliberal ekonomik programına eklemlediği milliyetçi söylemi ve otoriter adımlarıyla yarının dünyasını nasıl gördüğünü sergiliyor. Daha ilkokuldan kendisine, “Türkiye’nin Avrupa coğrafya ve kültüründe yerinin olmadığı”nın öğretildiğini savunan Sarko’nun konuşmaları parti toplantılarında alkışlanıyor. Dolayısıyla o da, dünyada yükselen milliyetçi dalgalarla, yani çağdaş modernizmle ne denli uyumlu (!) olduğunu kanıtlamış oluyor. “Ne sağcıyım ne solcu... Varsa yoksa milli birlik!” sloganına sarılan liberal sağın adayı François Bayrou, aslında Fransa’da hiçbir zaman örgütleşememiş bir Hıristiyan Demokrat hareketin temsilcisi. Başkanı olduğu UDF’nin kurucusunun, Golist hareketin bölünmesinden yararlanıp 19741981 döneminde cumhurbaşkanı seçilen Valery Giscard d’Estaing olması bir raslantı değildir. 2002’de Le Monde’da yayımlanan bir söyleşide “Türkiye’nin AB’ye girmesi birliğin sonudur” diyerek Türkiye’ye karşı ideolojik Haçlı Seferi açan kişiliğin de Giscard PARİS olmasıysa hiç tesadüf değildir. Yıllarca sağ hükümetlerde bakanlık yapan Bayrou’nun, katıksız bir Türkiye karşıtlığından ikiyüzlü UĞUR HÜKÜM bir Türkiye karşıtlığına kaymasındaki nedeni, ufkunda iktidar görmesinde aramak gerekir. Başkan olduğu takdirde “ABTürkiye” sorununu kolaylıkla geçiştiremeyeceğini anlayan Bayrou şöyle diyor: “Türkiye’nin AB’ye girmesine karşıyım... Ama.. bir, Fransa sözünü tutmak zorundadır. İki, iki halkalı bir Avrupa çözümü mümkündür. İlkinde kurucu ve Avro’yu kullanan, ikincisinde de hukuki ve ticari ayrıcalıklı ülkeler yer alır...” Bir iki istisnai, ayrık ses dışında Fransız solu daima Türkiye’ye sahip çıktı. İlkesel ve evrensel planda Türkiye’yi savunan; darbelere, baskılara, dincilik ve milliyetçiliğin aşırı türevlerine karşı çıkan; aydınlıkçı ve ilerici hareketlerle dayanışma içinde bu solun bugünkü en güçlü bayraktarı Sosyalist Partisi’nin adayı Segolene Royal’dir. Yeryüzünde hangi kitlesel hareket dönem dönem popülizmin tuzağına düşmemiştir? Hatta Chirac’la birlikte sona erecek Golist geleneğin sol uçlarını dahi kısmen bünyesinde toplayan Royal’in nispi acemiliği ve bilgisizliği, popülizmin dayanılmaz hafifliği, Türkiye konusundaki tereddütlerini açıklamaya şimdilik yeter. Royal 15 Mart’ta, “Avrupa’nın hümanist değerlerine ne kadar çok ülke katarsak o kadar kazançlı çıkarız. Türkiye laik büyük bir ülkedir. Türkiye’yi reddetmemiz hata olur...” diyordu. Aynen Chirac’ın Barış İçin Mücadele adlı kitabında Türkiye’ye ayırdığı 6 sayfalık “Türkiye’ye Hangi Yer?” başlıklı yazısında ve önsözünde de açıklamaya çalıştığı gibi: “AB bir barış ve istikrar projesidir. Temel amacımız demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin kök salması, insanları ekonomik ve sosyal kalkınmayla daha iyi yaşam koşullarına kavuşturmaktır. Bu ölçütlerle baktığımızda, şartları yerine getirmek kaydıyla Türkiye ile olmak çıkarımızadır. Barış, istikrar, güvenlik açısından böylesi bir güçle bütünleşmemiz olumludur... Türkiye’ye kapıları kapamak onu tecrite iter, radikalizme sürükler... Türkiye gibi zengin tarihe sahip bir ülkeden ettiğimiz taleplerden sonra keyfi ve kısmi bir sonuca varmak elbette ki akıl dışı olur. Türkler, ayrıcalıklı ortaklığı asla kabul etmezler. Tarih önünde çok ağır bir sorumluluk üstlenmiş oluruz ...” ugur.hukum@gmail.com Kaptan Amerika, sizlere ömür! BD bir süperkahramanını A daha yitirdi! Toprağı bol olsun, Mr. Captain America, gereken aksatalardan oluşuyordu. 66 yıldır yayımlanıp 75 ülkede, 90’dan fazla dile çevrilen artık sizlere ömür; düşmanlarına yüzbaşının öyküleri başka başka ise göz aydınlığı... Asıl adı Steve kalemlerden çıktı. Onu şimdi New York’ta öldüren Marvel Rogers olup Türkçeye askeri rütbesiyle çevrilirse “yüzbaşı” Universe’in öykü yazarı Ed olarak unvan alması gereken, Brubaker, bu acı sonu 18 aydır çizgiroman sayfalarına adım planladıklarını, basına, trajedi atmış, o resimli dünyanın duyulduktan sonra açıklayacaktı. Demek, “taammüden gediklisi bu kahraman, dergisinin şubat sayısında New York katletmek” gibi bir suça iştirak mahkeme binası merdivenlerinde ediyordu... Captain America’nın sürpriz sayılacak biçimde can son sayısının ABD’deki 5 bin verdi. Ölümü üzerindeki sır civarında dağıtım noktasına ulaştığı gün olan şubatın son perdesi sıkı sıkıya örtülü kalacaktı; nasıl öldüğü tam olarak çarşambasında hazin ve dokunaklı anlaşılamadı... O sırada yanında bitişi, birkaç saat içinde tüm uzatmalı sevgilisi, Amerikan ülkede duyulacaktı. Bir anda güzeli Sharon Carter ve can ortalık haberle sarsıldı, internetteki chatsöyleşi dostu, kankası, akıldânesi, sırdaşı, hasılı her şeyi sayılan Mister odalarında acı haber duyuruldu. O Bucky de vardı... Sevgilisiyle günün öğleden sonrasında arkadaşı onu 66 yıldır yalnız derginin bu tarihi son sayısından bırakmamış, o ecel anında yine bir tane bile bulmak olanaksız olmuş, 200 milyon adet dergi yanı başında olmuşlardı. Yüzbaşı Amerika, çizgikapış kapış gitmişti. Şu romandaki kısa adıyla “Cap”, günlerdeyse, meraklısı, ancak eartık bu çığırından çıkmış Bay gibi internete bağlı açık dünyaya, Amerika’nın başıbozuk artırma sitelerinden dergi satın aleyhtarlarına karşı daha fazla alabiliyor... Yayınevinin dayanamayıp oracıkta can verdi. www.marvel.com/captainamer Oysa 1941’de ilk kez Amerikan ica adlı sitesi ise ziyaretçi akınına okuru karşısına çıkan Cap, uğruyor. Aynı gün, Amerikan İngilizce okunuşuyla Kep, o TV’leri Captain America’nın zamandan beri ölümünü duyurdu. O gün özgür kapitalist I N D I A N A P O L I S Bağdat’ta ölen Amerikan askerlerinin sayısını ise dünyanın düşmanlarına ertesi gün The New York göz Times gazetesi bir küçük açtırmamıştı. başlık altında veriyordu: Salt bir kez 5 Deniz Piyadesi! Onlar sıradan askerdiler, ABD’yi yalnız MAHMUT ŞENOL bıraktı: O da, yüzbaşı ise binbir boyaya Vietnam girip çıkmış, feleğin Savaşı sırasıydı. Vietnam’da onun çemberinden geçmiş bir kahramanlığına Amerikan okuru kahramandı... Yine aynı gün radyo yayınlarına telefonla katılan tanık olamadı da, biraz gönlü kırık kaldı o yüzden... Zira izleyicilerden gözyaşı dökerek yüzbaşının Vietnam’a gidip orda konuşanları dinledikçe, kızıl komünistlere karşı yüzbaşının gerçek olduğuna savaşmasına bu çizgiromanı inanmamak olanaksızlaşıyordu. basan Marvel Universe adlı Gerçek ve düşselin birbirine yayınevi, nedense, gönül rızalığı girdiği bir dünyayı bize yaşatan kurgu sanatları yine işini iyi vermemişti. Oysa yüzbaşı, süper kahraman olarak neler becermişti. Zaten bunun farkında yapmamıştı ki? Nazi ve Alman olmalıydı ki, yayınevi sahipleri faşizmine, hatta Japonların okura göz kırpmayı ihmal militaristik emperyalizmine karşı etmeyecekti: Belli mi olur, ABD’nin ve globalizmin çıkarı savaşmıştı... Sonra, 2. Dünya Savaşı bitip soğuk savaş gereği, belki gün gelir, yüzbaşı başlayınca, Sovyet komünistlerine tekrar dergi sayfalarına geri karşı ABD’yi korumuştu. Hatta dönerdi. Yüzbaşı bir süre sonra bir ara, aydın avcısı Senatör yine ortaya çıkıp kötülere dersini verirse, 250 milyonluk tirajın McCarthy’ye yardımcı olduğu siciline yazıldı. Nihayetinde, hatırına, yayınevi buna hayır yüzbaşı da bir emir kuluydu, ne diyecek değildi... Anlaşılan şu ki, denirse onu yapacaktı... 1941’de New York’un federal mahkeme başlayan yayın yaşamıyla zirveyi binasında can verdiğini yakalamış Yüzbaşı Amerika’nın sandığımız yüzbaşı, belki de bunu yıllık tirajı 250 milyon düşmanlarını şaşırtmak için yapmış olmalıydı. Zaten, rakamlarına dayanıyordu. Bu ticaret hacmindeki bir kahraman, Napoleon’un dediği gibi, “Savaş Amerikan halkının duygularını bir şaşırtma sanatından başkası okşayan şeyler yapmayacaktı da değildi”. Yüzbaşının Amerikan ne yapacaktı? Yüzbaşı, halkını şaşırtmış olması, işte bugünlerde, kamuoyunu meşgul olağanüstü kaslı bedeniyle ilk başta Deniz Piyadeleri’ne eden konuların başında geliyor, yazılmak istemiş, ancak her ama savaş da her cephede bir nedense orduya girememişti. yandan, ne yazık ki, devam Sonradan, Pentagon onu özel ediyor. Öte yandan Amerikan harekât gerektiren işlerde halkının şaşkınlığı salt bununla kullanmak üzere kadroya dahil kalmıyor, hemen her konuda, ciddi olarak sürüyor... etti. Artık yüzbaşının görevleri, gizli, el altından görülmesi msenol34@yahoo.com Muhalifler yine sokakta Rusya’nın Nijni Novgrod kentinde dün on binlerce muhalif sokaklara döküldü. Rus güvenlik güçleri göstericileri şiddet kullanarak dağıttı. Yüzlerce eylemci gözaltına alındı. Başını sol örgütlerin çektiği muhalifler aylardır ülkede protesto gösterileri düzenliyor. Dünkü gösteri son zamanların 2. büyük eylemi oldu. (Fotoğraf: AP) Paskalyada aşk masrafları artar A lmanlar anlaşılan bu gidişle bu yıl ilkyazın sevincini ve Paskalya coşkusunu doğru dürüst yaşayamayacaklar! Güneşin bulutlarla köşe kapmaca oynadığı, yağmurlu ve iç karartıcı hafta sonlarında herkes Paskalya tatilinin hayali içinde. Bavulunu toplayıp sırt çantasını yüklenenlerin birkaç günlüğüne de olsa güneşli kıyılara kaçma özlemi anlatılır gibi değil! Münih’te vitrinler haftalardır, tavşan çikolatalar ve rengârenk paskalya yumurtalarıyla dolup taşıyor yine... Çok şükür Paskalya artık kapımıza dayandı! İnsanlar baharın yüzünü göstereceği günleri ve ünlü “Ostern” tatilinin sevincini dört gözle bekliyorlar... Ve tabii bu mevsimde yaşanabilecek olası aşkları da!.. Sözüm ona “mutlu aşkları” internette arayan yeniyetmelerin “sanal keyif”lerini bir tarafa bırakalım, “Online Agentur Parship” adlı piyasa araştırma şirketinin kamuoyu yoklamalarına göre, bekâr Alman gençliği eş ararken yılda ortalama 500 Avro harcıyormuş. Focus dergisinde yer alan bir başka haberde ise Alman kadın ve erkekleri, kazançlarının yüzde 63’ünü partner aramak için harcıyorlarmış. “Aşkın masrafları” başlığı altında üşenmeden yapılan bu anketler, önemli bulguları ortaya koyması açısından ilginç sayılmalı! Çünkü Alman gençliğinin gerçek kimliklerini ve özel yaşamlarını ortaya çıkarıyor bu tür saptamalar... Ortalama 1000 kişiye yöneltilen sorulara göre, erkeklerin çoğu hafta sonlarında kadın arkadaş aramak için (!) dışarıya çıktıklarında kazançlarının yarısını barlarda, kafe ve publarda silip süpürürken MÜNİH yılda ortalama 4 kez bu tür hovardalıkları yaşayan ülke gençliğinin sevgili bulma EROL ÖZKAN konusunda keseyi açması da şaşırtıcı sayılmalı. Eskiden beri dünyaca malum “Alman usulü” olarak bilinen “hesabı paylaşma” taraflısı genç kuşak Almanlar ise yüz kişiden 44 kişiye düşmüşler!.. Özellikle Paskalya tatillerinde bütün bir kışın yarattığı monotonluktan sıyrılmak için herkes cüzdanlarını artık boşaltmaktan çekinmiyor... Bu arada erkek milletinin her buluşma için ortalama 43 Avro, kadınların ise 23 Avro’yu gözden çıkardığını da buraya ekleyelim... Hesap kitap insanları, düşlerindeki eşsiz kadına ya da yakışıklı çapkın erkeğe ulaşmak için habire para harcamaktan kaçınmıyorlar... Olay bu! Hele hele Münih gibi pahalılık sıralamasında Almanya’da önde giden bir şehirde ise bu tür “flört arayışı harcamaları” sırasında bir kat daha artabiliyor. 350 bin genç hatunun yalnız başına yaşadığı, 3 binden fazla bar ve lokalin tıklım tıklım dolduğu kentin yaşam trafiğinin renkliliğini göz önüne bir getirin Münih’in en şıkıdım caddelerinden tutun, en kıyıda köşede kalmış varoş mekânlara kadar sürekli yeni eğlence yerleri bir açılıp bir kapanıyor durmadan... Öte yandan kentin en şen şakrak köşesi sayılan Marien Meydanı’nın o bildik curcunası bile pazarları suyu çekilmiş değirmene dönüyor... Şimdi cumartesileri yaşanan o neşeli koşturmalardan sonra pazarları insanı bezdiren kasvetli havayı gelin de anlatın. Şunu da unutmadan geçmemeli, paskalyada herkes terk eder Münih’i... Belki de o yüzden, bu günlerde turizm bürolarının vitrinlerinde dolaşıyor bakışlarım... Ölüdeniz’in ve Marmaris’in afişleri insanı düşlere sürüklüyor, oyalanıyorum... Ve Alaçatı’da bir sabah vaktini ya da Cunda’da ise akşam alacalarını özlüyorum ve Paskalya tatiline gün sayıyorum.. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle