23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Savaşlar asla kitle imha silahlarını yok etmek ya da bir yerlere demokrasi götürmek için değildi Washington’ın derdi enerji TANYA CARIINA HSU ünya, şaşırtıcı bir edilginlik içinde, ABD’nin İran’la ilgili neler yapacağını sessizce izliyor. Kimse eyleme geçip dur diyemiyor. Dünyanın enerjisini denetim altına alma projesi bağlamında Ortadoğu’yu ve enerji kaynaklarını işgal etmeye çalışan ABD de bunu bir sonraki adımı için örtük bir onay olarak değerlendiriyor. Savaş asla kitle imha silahları, terorizm ya da “kurtarıcılarını” çiçeklerle karşılayacak insanlara demokrasi getirmek için değildi. ABD’nin Afganistan’ı bombalama planlarını daha “Yeni Pearl Harbour” 11 Eylül 2001 saldırılarından önce hazırlamıştı. 2001’de ABD Taliban’ın ikinci büyük bağışçısıydı; mayısa kadar 124.2 milyon dolar vermişti. Tarım desteği ve insani yardım olarak açıklanan bu cömertlik aslında Taliban’ı, Amerikan UNOCAL şirketinin enerji zengini Hazar Denizi’nden çıkıp Afganistan üzerinden Körfez ve Hint Okyanusu’nun ılık sularına uzanacak bir boru hattı yapmasına ikna etmeyi hedefliyordu. Taliban bu teklifi reddetti. ‘Filistin Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!’ İsrailFilistin sorunuyla ilgili son gelişmelere yakından bakıldığında, inişi yokuşuyla kırk yıldır süregelen ve artık iyice bayatlayan bir filmin bir kez daha yeniden vizyona sokulmaya çalışıldığı görülmektedir. Niteliği itibarıyla salt bölgeyle sınırlı kalmaması bir yana, Ortadoğu’daki tüm çatışmaların kaynağında yer alan Filistin sorunu, İsrail’le Filistin arasındaki barış görüşmelerinin rafa kaldırıldığı yedi yılın ardından yeniden hareketlenmeye başladığı şu günlerde, olası barışı sekteye uğratacak engeller de belirmeye başlamış görünmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Bayan Rice, barışın “yol haritasının” kaldırıldığı raftan indirilip yeniden devreye sokulması için bir kez daha Ortadoğu’nun yolunu tutmuştur. Konuyla ilgili olarak ilk görüştüğü meslektaşı İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin ardından Filistin Başkanı Mahmud Abbas’la görüştükten sonra bugün İsrail Başbakanı Ehud Olmert’le bir araya gelerek “zirveyi” gerçekleştirmeye çalışacaktır. ??? Zirvenin amacı, İsrail’le yan yana yaşayacak bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik barışın “yol haritasına”, “ABD, AB, Rusya ve BM”den oluşan “dörtlünün” katılımıyla yeniden işlerlik kazandırmak. Ancak, daha zirve gerçekleşmeden, barışın önünü kesecek engeller her zaman olduğu gibi bu kez de birbiri ardından ortaya dökülmeye başIamıştır. Sözü edilen engeller ne yazık ki kolay aşılacak engeller değil. Hamas iktidarıyla El Fetih arasında son aylarda kanlı çatışmalara yol açan anlaşmazlıklar, son Mekke görüşmeleriyle tarafların bir “ulusal birlik hükümeti”nin kurulmasında anlaşmaya varmaları, anlaşılan İsrail ve Birleşik Devletleri tatmin etmemiştir. Nitekim, Birleşik Devletler ve İsrail en azından bu aşamada Filistin’e uygulanan ambargoyu kaldırmaya niyetli olmadıklarını açıklamışlardır. Daha da önemlisi İsrail ve “dörtlü”, Hamas’ın şiddetten vazgeçmesini, İsrail’i tanımasını ve geçmiş anlaşmaları geçerli saymasını barışın önkoşulu olarak öne sürmektedir. Hamas’ın, realiteden çok dinci ideolojiden kaynaklanan endişelerle İsrail’i tanımayı reddetmeyi sürdürmekte kararlı görünmesi, kuşkusuz, barışın önündeki önemli engellerden biri. Ayrıca bu tutumu, İsrail’e bir Filistin devletinin kurulması yönündeki gelişmeleri engellemek için “çamura yatma” bahanesi vereceği için pek de isabetli bir politika olarak tanımlamak güç. Buna karşılık barış için Filistin’e önkoşullar dayatılırken, mağdur olan sanki müstevli imiş gibi, İsrail’e dilediğini yapma özgürlüğü tanınmaktadır. Filistin sorununun kırk yıllık tarihine bakıldığında İsrail için en verimli politikanın, sorunun sürüncemede bırakılması olduğunu açıkça görmek mümkündür. Savaş, sindirme, barışı her defasında bahane yaratarak engellemek, sözü edilen verimli politikanın kazanımları arasındadır. Çünkü savaş ve barışın savsaklanması dönemlerinde İsrail boş durmamakta, işgali altındaki Filistin topraklarında yeni koloniler kurarak, eskilerini genişleterek, Doğu Kudüs dahil, ilhakın hazırlıklarını yapmaktadır. Filistin halkını bölen, birbirinden ayıran, zaten kötü olan günlük yaşamlarını cehenneme çeviren “Utanç Duvarı” ise ayrı bir felaket. Bu yüzden, bütün bu engelleri aşıp Doğu Kudüs’ün başkent olacağı 1967’deki altı günlük savaş öncesi sınırları içinde bir Filistin devletine zorlanmadan yeşil ışık yakması kolay olmayacak. İsrail’in, Birleşik Devletler’in etkin desteğiyle barışı yokuşa sürme, kırk yıldan bu yana BM Güvenlik Konseyi’nin düzineyle kararını hiçe sayma gibi sabıkalarına karşın yine de her şey “dörtlünün” barış yönündeki kararlılığına bağlı görünmektedir. D Bombalardan halı Ağustos 2001’de ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Christina Rocca Taliban’a şöyle dedi: “Altın halı teklifimizi kabul etmezseniz sizi bombalardan bir halının altına gömeriz.” Taliban ise Arjantin şirketi Bridas ile anlaştı. 1 ay sonra, 11 Eylül’de Pentagon ve İkiz Kuleler saldırıya uğradı ve ekimde ABD gerçekten de Afganistan’ı bombaladı. UNOCAL ’ın eski danışmanlarından Hamid Karzai ülkenin sertleşmeye başladı. Önce, İran başına getirildi, Arjantin’le yapılan anlaşma Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın iptal edildi ve denetim tamamen ABD’ye siyonist siyasi varlığın tarih sayfalarından geçti. 2000 yılında Saddam Hüseyin kendi silinmesi çağrısı “İsrail’in haritadan ölüm fermanını imzalıyordu: Irak petrolünü silinmesi” şeklinde yorumlandı ve petrodolar yerine petroavro ile satmaya karar verdi. Dick Cheney’nin gizli, “Enerji dünyanın tepesine yeni bir soykırım hayaleti çöreklendi. İkincisi, İran’ın nükleer silah Görev Gücü” de Irak’ın petrol yataklarını ve boru hattı haritalarını inceleyip mayısta 1 niyetleri yeni bir tehdit ifşa edildi Ama numaralı önceliği açıkladı: “Ortadoğu’daki ABD’li vergi yükümlüsü bu kez o kadar kolay oltaya gelmedi. Bu defa İran’ın petrol üreticileri dünya güvenliği Irak’taki direnişçilere destek sağladığı açısından büyük önem taşımaktadır. masalı anlatıldı. (Irak’taki ABD askerlerine Körfez ABD’nin uluslararası enerji yönelik saldırıların yüzde 1’den azı politikasının odağında olacaktır.” Şiiler tarafından gerçekleştiriliyor.) Saddam Hüseyin Avro’ya geçerek ABD’yi Bu, ABD İranKontra dünyanın ikinci büyük dönemini anımsatan yeni petrol rezervi olan bir masal: 1980’de ABD piyasasından çıkarmış nerji kaynaklarını ele her yere, dosta düşmana, oldu. Irak’ın kitle imha birbirleriyle savaştıkları silahları aniden “tehdit” geçirmeyi hedefleyen sürece hem Irak’a haline geldi ve ABD bu ABD, dünyanın İran olası mantar bulutunu konusundaki sessizliğini hem de İran’a silah sattı. O zaman Şii ya da durdurmalıydı. 2003’te de örtük bir onay olarak Sünni fark etmiyordu ABD tehdit oluşturan ve değerlendiriyor hepsi de Müslümandıartık silahlı ve tehlikeli aralarındaki farkı kaç kişi Saddam Hüseyin’e karşı biliyordu ki? 1987’de saldırıya geçti. Irak İranIrak savaşını Tahran’ın kazanacağı bombalanmadan 1 yıl önce, ABD Dışişleri belli olduğunda ABD Saddam’a desteği Bakanlığı Irak’ın “uluslararası petrol arttırdı ve İran’ın donanmasına saldırmak şirketlerine” yani ABD’ye açılmasını talep için gereksinim duyduğu istihbaratı sağladı. etmişti. Yeni Irak hükümeti diğer ülkelerle yapılmış bütün petrol anlaşmalarını iptal etti ABD bu planlanmış “savaş olmayan savaşı” dinsel bir gereklilik gibi pazarlıyor, ve petroavrodan petrodolara geçti. Irak’ın Irak İran’a karşı, Sünni Şii’ye. İnanmayın yeni petrol yasası bu ay yürürlüğe girecek ve Exxon, Mobil, Chevron, ConocoPhillips buna. Dick Cheney, Condoleezza Rice ve diğer yetkililer bölgeyi ziyaret edip Körfez ve Royal Dutch Shell gibi “uluslararası ülkelerini İran’daki Şiiler konusunda şirketler” petrolden aslan payını alacak. uyardılar. ABD’liler 1990’da da sözüm ona 1 yıldır süren spekülasyonların ardından Suudi sınırındaki askeri yığınağı gösteren 6 hafta önce İran petrol borsasını petrodolardan petroavroya çevirdi. ABD’nin üzerinde oynanmış uydu fotoğraflarıyla, “Saddam Hüseyin Suudi Arabistan’a İran’a yönelik söylemi de 2006 sonlarında saldıracak” tehdidini pazarladılar. Ortadoğu’daki liderler bütün bunların giderek büyüyen Şii hilali tehdidi hakkında olduğuna inanmak isteyebilir. Tarihsel düşmanlığa bakıldığında doğal bir duygusal tepki. ABD, Sünni liderleri bütün bunların İslam’daki bölünmeler üzerine olduğuna inandırmak istiyor. Dahası, ABD tıpkı 1990’da yaptığı gibi Sünni liderleri buna inandırmak için elinden gelen her şeyi yapacak. Ve sonra her şey yeniden başlayacak: İranIrak her tarafta. Biz petrolü güvenceye almaya çalışırken Sünnilerle Şiiler savaşsın. E Sinir bozucu petroavro ABD’nin uçak gemileri artık Körfez’de. Takviye Patriot füzeleri konuşlandırıldı, mayın tarama gemileri gönderildi, Başkan George Bush petrol stoku yapılması emri verdi. 1 yıl önce Alabama’da düzenlenen savaş tatbikatında ABD kirli bomba saldırısına uğruyor, ABD de misilleme olarak adı belirtilmeyen bir Asya ülkesine nükleer bomba atıyordu. Irak’ta Sünnileri öldüren İran silahları gibi gerekçeler üretiliyor. Ve İranlılar petrol ticaretini sinir bozucu petroavroyla yapmaya cüret ediyor. Bütün bunlar enerjinin kontrol edilmesiyle ilgili dinsel ve siyasal tehditler, küresel ölçekte bir bul karayı al parayı oyunu olarak pazarlanıyor. Ah, yapılması öngörülen Afganistan boru hattı mı? Küçük bir sorun var: Yapılamadı. ABD’nin önündeki tek seçenek İran’ın boru hatlarını kullanmak. Bu daha hızlı... (Arab News, Suudi Arabistan, 15 Şubat) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer U Kuş gribinden kâr sağlamak YGUN FİYATTA AŞI JEANYVES NAU K uş gribi salgınının ekonomik sonuçlarıyla karşı karşıya kalmış gelişmekte olan bir ülke bu durumdan kendine kâr sağlayabilir mi? Bir hayvan hastalığı olan bazen de insana geçebilen H5N1 virüsünün kökü aslında kime aittir? Bunlar Endonezya hükümeti ve çokuluslu ilaç şirketi Baxter’ın yanıtlaması gereken ekonomik ve etik sorular. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’ne göre Endonezya’nın bu yaygın hastalıktan en çok etkilenen ülkelerden biri olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Bu ülkeyi oluşturan binlerce adada H5N1 virüsü kanatlı hayvanlarda yerleşik bir hastalık haline geldi. Ayrıca Endonezya, sayımlara göre H5N1 virüsünün bulaştığı en büyük insan nüfusuna sahip ülke. Tüm bunlar, ortaya çıkarsa hayli patojen yaygın bir grip hastalığının Endonezya’da başlayacağına işaret ediyor. Bu durum Endonezya hükümetini Baxter International ile daha önce örneği görülmemiş bir anlaşmayı yapmaya itti. Bu anlaşmaya göre Endonezya, bu şirkete büyük bir nezaketle H5N1 virüsünün kökünü verirken Baxter şirketi de Endonezya halkının salgın hastalığa karşı en kısa zamanda korunabilmesi için uygun bir fiyatta aşı satacak. ‘Hasta olan biziz’ “Bizde virüs var. Hasta olan biziz” diyen Endonezya Sağlık Bakanı Siti Fadillah Supari “Her seferinde olduğu gibi zayıf duruma düşen kırılgan ülkelerden biri olmak istemiyoruz” şeklinde görüş bildiriyor. Ona göre bu anlaşma acil bir durumda Endonezya için uygun bir fiyatta aşı tedarik etmeyi güvence altına alıyor. Bu tür bir anlaşma ilk defa yapılıyor. Bugüne kadarki uygulamaların hiçbirinde grip virüslerinin kökleri ticari pazarlık konusu olmamıştı. Dünyada viroloji üzerine uzmanlaşmış birkaç laboratuvarın analizlerinden sonra bu laboratuvarlar virüse karşı aşı geliştirecek ilaç şirketlerine virüs kökü sağlıyorlardı. Dünya Sağlık Örgütü’nün bulaşıcı hastalıklardan sorumlu genel müdür yardımcısı Doktor David Heymann, Endonezya’yı bu anlaşmadan vazgeçirmeyi deneyip başaramadıktan sonra “endişeli” olduğu yönünde açıklama yaptı. Baxter şirketi ile birebir rekabette olan İngiliz ilaç firması GlaxoSmithKline (GSK) ise aşı geliştirebilmek için bundan sonra çıkabilecek başka bir grip salgınını bekliyor. Baxter şirketinin başkanı Kim Bush ise bu konuda nerede bir sorun olduğunu göremiyormuş. Ona göre Endonezya’yı diğer şirketlerle anlaşma yapmaktan alıkoyacak hiçbir şey yokmuş. (Le Monde, Fransa, 16 Şubat) Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar ESAS NO: 2004/1367 Davacı Müjdat Savaş vekili Av. Mehmet Yalçınkaya tarafından davalılar Mehmet Ali Özkes, Tazebey Aktaş ve Nusret Ökmen aleyhine mahkememize açılan alacak davası nedeniyle; İlgili davacının dilekçesinin ve davayla ilgili 21.02.2007 tarihinde saat 10.00’da yapılacak duruşma gününün yapılan araştırmalarla bulunamayan Mehmet Ali Özkes, Tazebey Aktaş ve NUSRET ÖKMEN’e ilanen tebliğine karar verilmiştir. Yukarıda yazılı davayla ilgili mahkememiz duruşma salonunda yapılacak 21.02.2007 tarihinde saat 10.00’da yapılacak duruşmaya davalı Mehmet Ali Özkes, Tazebey Aktaş ve Nusret Ökmen’in gelmesi gerektiği ve kendisini bir vekille temsil ettirmesi, varsa diyeceklerini ve belgelerini dosyaya ibraz etmesi, etmediği takdirde yokluğunda duruşmaya devam edilip karar verileceği hususunun davalıya ilanen tebliğ olunur. Basın: 8077 İLAN T.C. BÜYÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Türkiye kışkırtıyor, biz siniyoruz Ankara açıkça Yunanistan’ın çıkarlarına aykırı davranışlar sergiliyor. Yunan Dışişleri Bakanlığı ise bütün bunlara sessiz kalmayı tercih ediyor. K ıbrıs Cumhuriyeti’nin deniz altındaki zenginlikleri ile ilgili petrol arama kararına karşın Ankara’nın son dönemdeki tutumu aslında kimseyi şaşırtmıyor. Üstelik Türkiye’nin bu tutumu, önümüzdeki zaman dilimi içinde olayların nasıl gelişeceğine dair şimdiden birtakım tahminlerde bulunmamızı olanaksız kıldığı gibi, olumsuz bazı gelişmelerin başlangıç noktası gibidir. Ankara her zaman olduğu gibi ortaya bazı konular atarak ilk dönemde bunları bir kenarda tutmayı, ardından çıkarları söz konusu olduğunda ya da gerekli gördüğünde tekrar gündeme getirme şeklindeki politikasını bir kere daha uyguluyor. Bu noktada şaşırtıcı olan, ülkemizin politik çıkarlarının zarar görmesine rağmen edilgen tutum sergilememiz, üstelik gelişmeleri benimsemiş görünerek sadece izlememizdir. Kıbrıs hükümetinin kararlı şekilde bölgedeki çıkarlarını sürdürmeye devam edeceğini dile getirdiği bu dönemde Yunanistan Dışişleri Bakanlığı hâlâ, egemenlik haklarımızın tehdit edildiği bir ortamda, hiç de doğal olmayan bir pasiflik içindedir. Türkiye’nin tehditleri sadece Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik olsaydı Yunan hükümetinin müdahale etmesi doğal karşılanırdı, ancak bu aşamada tehditler sadece Kıbrıs’a yönelik olmadığı gibi, sadece o ülkeyi de ilgilendirmiyor. Ege’ye çıkma tehdidi Ankara son dönemde Meis Adası’nın kıta sahanlığına sahip olmadığı görüşünü de savunarak araştırma gemilerinin Ege’ye çıkacağı tehdidini yeniden gündeme getiriyor. Kısaca söylemek gerekirse, Ankara bu tutumuyla Yunan çıkarlarına karşı olduğunu net bir şekilde belirtiyor. Tüm bu gelişme ve tahriklere rağmen Dışişleri Bakanlığımız hâlâ sessiz kalmayı tercih etmektedir. Üstelik yine Dışişleri Bakanlığımız, Türkiye’nin Trakya’daki Yunan Müslümanlarla ilgili konularda rol oynamasını ve söz sahibi olmasını, yani iç konularımıza açıkça karışma girişimini de aynı şekilde sessizlik içinde karşılamaktadır. Daha da ilginç olan, Dışişleri Bakanlığımızın hâlâ ortada herhangi bir ciddi sorun olmadığı izlenimi vermeye çalışmasıdır. Bu politikamızın nedeni, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, hükümetin çok arzu ettiği, mart başında yapacağı ziyaretiyle ilgiliyse, o zaman konuya başka bir gözle bakmamız gerekmektedir. (Ethnos, Yunanistan, Başyazı, 14 Şubat) Yunancadan çeviren: Murat İlem CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle